16 Aralık 2022

Stalin'le Niyaz Etmek II


İshan Babahanov’un Mücadelesi

Mayıs 1943’te Devlet Güvenliği Bakanlığı’nın başındaki isim olan Vsevolod Merkulov, Stalin’e cesur bir öneri sundu. Merkulov’un o dönemde asıl meselesi, yabancı istihbarat kuruluşlarının ve Sovyet karşıtı unsurların SSCB içerisinde Müslüman din adamlarını Sovyet hükümetine karşı kullanmaya dönük çabalarını boşa düşürmekti. Merkulov’a göre, bu türden çabalarla mücadele etmenin yegâne yolu ise Orta Asya ve Kazakistan’da Müslümanlar içerisinde yurtsever çalışmalar örgütleme becerisine sahip din adamlarını kazanmaktı. Bu öneriye bağlı olarak Merkulov, Stalin’den bakanlığına Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Diyanet İşleri Müdürlüğü’nü örgütlemek amacıyla gerekli adımları atma yetkisini vermesini istedi.[1] Aslında bu teşkilâtın bir örneği geçmişte kurulmuştu. 1923’te Merkezi Diyanet İşleri Müdürlüğü Resulev tarafından, Sovyet İçişleri Bakanlığı’na bağlı devlet güvenliğinin doğrudan denetimi altında kurulmuştu.[2]

Takip eden iki ay içerisinde Moskova, Merkulov’un talebini yerine getirmek için yoğun bir çalışma yürüttü. 10 Haziran günü Politbüro, yetkililerin “Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Diyanet İşleri Müdürlüğü’nün kuruluşuna izin vermesini isteyen bir kararname yayınlandı.[3] İki gün sonra Orta Asya’daki Müslüman liderler, SSCB Yüksek Sovyeti Başkanı M. I. Kalinin’den kendilerinden beklenenleri içeren bir mesaj aldılar:

“Büyük Anavatan Savaşı’nın devam ettiği süre boyunca Müslüman din adamları, halkın onurlu temsilcileri olarak, güçlü bir yurtsever konum aldılar, dindar Müslümanları vatan savunması için ayağa kalkmaya ve cephede hizmetlerde bulunmaya çağırdılar. Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Diyanet İşleri Müdürlüğü, düşmanı hızla yok etme hedefi doğrultusunda, elinden gelen tüm çabayı ortaya koyacaktır. Orta Asya’da Müslümanlar tek bir dinî merkeze sahip olmasalardı, Müslüman din adamları ülke içerisinde ve cephede mücadele yürüten devletimize bu yoğunlukta bir örgütlü destek sunma imkânı bulamazlardı.”[4]

Burada bir meseleyi açıklığa kavuşturmak gerekiyor: Kalinin, burada aslında Müslüman elitlerin yeni edindiği gücün ve kürsünün savaş konusunda her türden çabayı ortaya koyduğunu, ama bu gelişmenin Moskova’nın dine yönelik hoşgörüyü ifade eden herhangi bir ideolojik sapma içerisine girdiği anlamına gelmediğini söylüyor. Din adamları müftülüğe kavuşuyorlar, ama nasıl hareket edeceklerine dair emirleri almaya devam ediyorlar.

Özbekistan Yüksek Sovyeti başkanı Yoldaş Ahunbabayev, kısa süre önce toplama kampından çıkmış olan İshan Babahanov ile bir araya geldi ve ondan Kalinin’e mektup yazıp, önerilen diyanet işleri müdürlüğünün kurulmasını talep etmesini istedi.[5]

Bu dönemde Babahanov ve üç Orta Asyalı Müslüman liderin Stalin’e yazdığı dilekçe, arşivlerde hâlen daha korunuyor.[6]

Son olarak 31 Temmuz günü SSCB Yüksek Sovyeti Başkanlığı Taşkent’te bir diyanet işleri müdürlüğü kurulması talebini karşılamaya ve Özbek, Tacik, Türkmen, Kazak ve Kırgız Sovyetlerinden dindarların ve Müslüman din adamlarından oluşan temsilcilerinin gene Taşkent’te bir kongre toplamasına karar verildi.[7] Resulev gibi İshan Babahanov da Moskova’da Stalin’le bir araya geldi. Müftünün kızı Sofiya bu tarihî ziyaretin gerçekleştiği koşulları şu şekilde aktarıyor:

“I. V. Stalin, Moskova’daki makamına sadece babamı davet etti. Eve döndüğünde babam, bize Stalin’in ofisinde gerçekleşen sohbete bir tercümanın eşlik ettiğini söyledi. Müslümanların ruh hâlini ve hayatını saygılı bir yaklaşımla ve samimiyetle ele alan Stalin, işgalcilerle kararlı bir mücadele yürütmeleri ve cephedekilere katkı sunmaları konusunda önemli bir iş görecek olan Diyanet Kurulu’nun oluşturulmasını, bu amaç doğrultusunda bir kurultayın gerçekleştirilmesini önermiş. Babama çay ve üzüm ikram etmişler. Babamın dikkatini en çok da ülkenin liderinin ofisinin fazla mütevazı oluşu çekmiş.”[8]

Bu buluşma, İshan Babahanov’u farklı ve karışık duygulara sürüklemiş olmalı. Her şeyden önce kendisine görev tevdi eden bu kişi, geçmişini cehenneme çevirmiş, 1937 ve 1940 yılında kendisini hapse yollamış bir diktatör. İlk tutuklandığında Babahanov yetmiş üç yaşındaymış, müftülük görevine getirildiğinde de seksenindeymiş.

Önemli bir tarikat silsilesine mensup olan Babahanov, Taşkent’teki Barakhan Medresesi’nde, ayrıca Buhara’daki Saray-i Taş Medresesi’nde eğitim görmüş, 1912 yılında hacca gitmiş.

O dönemde esasen Stalin, müftülük görevi için partiye sadık genç bir Müslüman partiliyi bulabilirdi, fakat o bunu istemedi. Babahanov’un neden seçildiği konusunda elimizde herhangi bir belge bulunmamakla birlikte, onun pir olarak görülüyor oluşu ve öncesinde Sovyet sistemine yabancı oluşu, olumlu yönler olarak kabul edilmiş olmalı. Muhtemelen ancak böylesine “hakiki” birinin Müslümanları savaş için çaba ortaya koymalarını sağlayabileceği, Sovyet karşıtı Müslümanların bile saygı duyabileceği birinin seçilmesi gerektiği düşünülmüş.

Babahanov’un aktardığına göre, bir gün hapishanede kendisini sorgulayanlardan biri suratına bağırarak şunu söylemiş: “Bu hapishanede geberip gideceksin!” Bunun üzerine Babahanov, şu cevabı vermiş: “Bu dünyada her şey Allah’ın iradesine uygun olarak tecelli ediyor. Ben, kendimi Rabbime ve O’nun benim için çizdiği kadere teslim etmişim.”[9] O günlerde, birkaç yıl sonra Babahanov’un Stalin’le birlikte çay yudumlayıp üzüm yediğini herhalde kimse hayal bile edemezdi.[10]

Orta Asya Müslümanları Diyanet İşleri İdaresi’nin (SADUM) kuruluş kongresi 20 Ekim 1943 gibi önemli bir tarihte gerçekleşti. O günlerde Doğu Cephesi’nde rüzgâr önemli ölçüde Miğfer güçlerinin aleyhine dönmüştü. Stalingrad Muharebesi’nin Alman komutanların teslim olmasıyla birlikte son ermesi üzerinden tam sekiz ay geçmişti. Winston Churchill’in de ifade ettiği biçimiyle, “Nazilerin sonunu getirecek olan süreç başlamıştı.” Almanların elinde Sovyet toprağı olarak sadece Belgorod ve Harkov civarındaki bölgeler kalmıştı. Sonrasında, Temmuz ve Ağustos ayları boyunca Almanlar, Kursk Muharebesi’nde çok sayıda asker ve büyük miktarlarda toprak kaybettiler. Belgorod ve Harkov ellerinden çıktı. Churchill’in “Nazilerin sonunu getirecek sürecin başlangıcı” dediği moment, tam da bu momentti.[11]

1943 yılının ilk yarısında Sovyet askerleri içerisinde toplam 2.834.947 asker yaralandı veya öldü.[12] sonraki süreçte Sovyetler büyük topraklar ele geçirdi, ama bir yandan da çok can kaybetti. Nazilerin sonunun geleceği sürecin başlangıcı, aynı zamanda Sovyetler’in en fazla can kaybını yaşadığı dönemi ifade ediyordu. 1943 yılının üçüncü çeyreğinde toplamda ilk iki çeyrekteki ölü ve yaralı sayısı aşıldı. Temmuz-Eylül arası dönemde toplamda 2.864.661 Sovyet askeri öldürüldü veya yaralandı. Kızıl Ordu, toplam savaş sürecinde en fazla can kaybını bu üç ay içerisinde yaşadı. Ekim-Ocak arası dönemde ise ölü ve yaralı sayısı 2.157.895’ti. Tüm o güz ayları boyunca Kızıl Ordu, her zamankinden daha fazla kaynağa ve askere ihtiyaç duydu.

İshan Babahanov, Ekim 1943’te düzenlenen Orta Asya Müslümanları kurultayına böylesi bir ortamda seslendi. Savaşa katkı çağrısını yaparken, aklında en geniş halk kesimleri vardı. Bu sebeple konuşmasının başında çarpıcı ifadeler kullandı. Volga Ural bölgesindeki Müslümanlara panislamik ve belli ölçüde “enternasyonalist” bir zemin üzerinden seslenen Resulev’den farklı olarak, Babahanov daha çok belirli bir bölgeye hitap ediyordu. Konuşmasında, uzun zaman boyunca Sovyet yetkililerinin yok etmeye çalıştığı Orta Asya İslamı’na ait, kutsal ve öncelikli kabul edilen kutsal mekânlara ve aziz kabul edilen âlimlere yönelik saygısını dile getirdi. Yüzlerce yıllık gelenek yaklaşık yirmi yıldır Sovyetler’in din karşıtı yazını ve kararnameleri eliyle tehlikeli ve ilkel kabul edilmekte, bu şekilde aşağılanmaktaydı. Bu yazın ve devlet politikası, söz konusu geleneğin unsurlarını paganizmden kalma, İslam öncesinden gelen, köklerinden sökülüp atılması gereken, yozlaşmış kötülük olarak görüyordu. İşin tuhaf yanı, Babahanov da bu tasavvuf geleneğine ait mistik unsurlara taraftar olan biri değildi. O, kutsal mekânlara saygı türünden uygulamalara karşı çıkan reformist Müslüman akıma mensup bir isimdi.[13] Belki de Sovyet hükümetinin kendisini sevmesinin bir sebebi de bu özelliğiydi.

Buna karşın Babahanov halka seslenirken, bölgede İslam’ın yeni bir döneme girdiği müjdesini verdi. “Tüm Avrupa’yı kanında boğan Hitler’in halka düşman olan kurtları”nın Sovyet toprağını işgal edişinden, yüzünü Kuzey Kafkasya’ya çevirip Krasnodar’a saldırdığından bahsettikten sonra Babahanov, (kendisinin “Hitlerciler” olarak nitelediği) Nazilerin niyetinin Orta Asya’ya yürümek niyetinde olduğunu, bu anlamda sadece Orta Asya halklarını değil, oradaki tüm kıymetli mabetleri ve türbeleri tehdit ettiğini söyledi:

“Onlar, tarihî açıdan belirgin bir şöhrete sahip olan, ünlü Semerkant’ı yerle yeksan etmek istiyorlar. Bu şehir ki İslam âlimlerinden Kusem b. Abbas[14] ve Hâce-i Ahrar’ın[15] yaşadığı ve mezarlarının bulunduğu yerdir. Kusem b. Abbas, bu şehirdeki Şah-ı Zinde denilen bölgede bulunan türbede medfundur. Onların niyeti, mübarek muhaddislerden biri olan Muhammed b. İsmail Buhari’nin[16], Bahaüddin Nakşibend’in[17], Seyyid Emir Külâl’in[18], Şeyhü’l âlem Baharzi’nin[19] ve Ağayi Büzürg’ün[20] mezarlarının bulunduğu Buhara kentini ateşe vermektir. Onların niyeti, ünlü Şahimerdan şehrinde Hz. Muhammed’in (sav) müridi Hz. Ali (ra) için inşa edilmiş türbeye ev sahipliği eden kutsal Fergana bölgesini yıkıp yok etmektir.[21] Onların niyeti, Hâce Ahmed Yesevi[22], Ebu Übeyde b. Harac Hâce Tarabi[23] ve Hâce Gazi[24] gibi şeyhlerin türbelerinin bulunduğu Türkistan şehrini yıkmaktır. Onlar aynı şekilde, İmam Ebubekir Muhammed Kaffal Şaşi[25], Şeyh Havendi Tahur[26] ve Şeyh Zeneddin[27] gibi büyük insanların mezarlarına ev sahipliği eden, aynı zamanda Peygamberimiz’in eshabından Hz. Ukkaşe’nin[28] mübarek na’aşının medfun olduğu Taşkent’i ele geçirip kül etmek, o külü de rüzgârda savurmak istiyorlar.”[29]

Bu alıntının da ortaya koyduğu biçimiyle, bölgenin en fazla yetkiyle donatılmış resmi İslamî kurumunun ilk kongresinde dindarların hayatı ile türbeler arasında güçlü bir bağ kuruluyor. Babahanov’un dillendirdiği formülde Orta Asya İslamı türbelerde cisimleşmiş bir olgu. Ona göre, bölgenin kutsal olan gerçekliğini türbeler biçimlendiriyor.

Bu sözlerinin ardından Babahanov, “Almanların niyetinin mektepleri zindanlara, medreseleri kerhanelere dönüştürmek, camilerimizi, mukaddes ziyaretgâhlarımızı alaya almak, mübarek insanlarımızın türbelerini ayakları altında çiğnemek” olduğu konusunda ikazda bulunuyor. Burada türbeler, bölgedeki dinî hayatın temel unsuru olarak camileri ve mektepleri bir araya getiren yapıları ifade ediyorlar.

Ardından Babahanov, Almanların Türkistan ve Kazakistan halklarının milli medeniyetini, kültürünü yok edeceğini, âlimlerin kıymetli eserlerini, Buhara, Ürgenç, Semerkant, Taşkent, Aşkabat, Hücent, Evliya Ata ve Frünze’deki (Bişkek) kütüphanelerde saklanan hazineleri ateşe atacağını söylüyor. Babahanov Almanların Orta Asya’daki dinî hayata yönelik tehditlerini değerlendirdikten sonra, halkların çekeceği çileye değiniyor:

“Almanlar, namuslu kadınlarımızın, masum kızlarımızın iffetine göz dikecekler. Çocuklarımızın mutlulukla yüklü düşlerini matem havasına esir edecek, o düşleri alaya alacak, yaşlılarımızın huzurlu hayatına son verecek, ocaklarımızı söndürecekler.”

Devamında müftü, Sovyetler’deki milliyetleri ele alıyor, bu noktada “seküler” yayınlarda gördüğümüz propaganda cümlelerini yineliyor:

“Türkistan, bin yıldır Özbeklerin, Taciklerin, Türkmenlerin, Kazakların, Kırgızların ve Karakalpak halkının mukaddes vatanıdır, böyle olmaya devam edecektir. Ecdadının ve pirlerinin emri ve tavsiyesi gereği, aynı zamanda hürriyet ve terakki uyarınca, din ve şeriatın talebiyle, vicdanına ve haysiyetine binaen, Sovyetler Birliği’ndeki diğer halklarla birleşmeye karar vermiş olan Türkistan halkı, bugün faşist katillere karşı büyük bir savaş yürütmektedir.”[30]

Babahanov’un formülünde Sovyet devleti, önceden beri varolan Müslüman grupların kendi kaderlerini tayin hakkını muhafaza eden bir olgudur. (Bu hakkın kanıtı ise savaş kararını, çoğunlukla genç olan, Sovyetler’in atadığı yerli ve milli unsurlar değil, “yaşlılar” almış olmasıdır.)

Ardından müftü konuşmasında, Müslümanların kendilerine saldıranlara karşı savunma savaşı yürütmelerine izin veren bir ayeti aktarıp tefsir ediyor[31], sonrasında da milliyetler meselesine geri dönüyor:

“Sovyet devleti, Sovyetler Birliği’nde yaşayan tüm halkların anavatanı olma vasfını ilk günden beri yitirmemiştir. O, halkları zulümden ve hukuksuzluktan, yoksulluktan ve yokluktan, gericilikten ve karanlıktan kurtardı. Milletler arasındaki din ve gelenek açısından varolan farklılıkları göz önüne almadan hazırladığı hukuk, bağımsız bir biçimde yürürlüğe konulmuştur, böylelikle, milli terakki, saadet ve refaha kavuşacağımız yolu açmıştır.”[32]

Bu noktada Babahanov, o herkesin bildiği formülü dillendiriyor: “Vatan sevgisi imandandır.” Bu yaklaşımı dâhilinde Babahanov, bir anlamda Sovyet devletinin Müslümanların Peygamber’in örnekliğini en iyi şekilde hayata geçirecekleri koşulları oluşturduğunu söylüyor. Mevcut durumda Sovyetler Birliği’nin savunulması için cesaretle mücadeleye atılmak da sünnet olarak takdim ediliyor. Devamında Babahanov, Hitler’in ideolojisini karşıya atarak eleştiriyor:

“Hitler, Alman ırkının saf olduğunu ve herkese hâkim olması gerektiğini söyleyen bir teori geliştirdi. Onun düşüncesine göre, dünyadaki diğer tüm halklar aşağı ırka mensuplar. Hitler, tüm Doğuluları maymunla eşdeğer görüyor. Bu teoriyi kullanan Almanlar, bugün başka halkların topraklarını fethetmeye, onların ülkelerini yok etmeye niyetleniyorlar.”

Ardından Babahanov, Hitler’in saldırısı öncesi Sovyet halkının barışçıl bir yönelim içerisinde olduğu hususuna işaret ediyor ve savaş konusunda ortaya konulan çabaları iyimser bir açıdan ele aldığını, “Hitler ve fikirdaşlarının kendi iplerini çekmek üzere olduklarını” söylüyor. Sonrasında da şu çarpıcı cümleleri sarf ediyor:

“Tüm Sovyet halklarıyla birlik içerisinde olan Türkistan ve Kazakistan Müslümanları, o çok değerli evlatlarını bu umumi ve mukaddes cihada, bu gazavata iştirak etmeleri için cepheye göndermiştir. Ecdadının yolunu izleyen Müslümanlar, o evlatlarını Fatiha ile uğurlamakta, tüm kalpleriyle onların düşmanı yenip toprağa gömmesini ümit etmektedirler. […] Din yolunda Allah için kendisini feda eden her Müslüman, şehittir. Lanetli ve fitneci düşmanı öldüren her Müslüman, gazidir, mücahittir, din için vuruşan birer cengâverdir.”[33]

Babahanov, burada en cesur şiarını dillendiriyor. Bir yandan da Müslümanların diğer Sovyet yurttaşlarından ayrı olduğunu ortaya koyuyor. Peki Müslüman olmayanlarla birlikte cihat etmek ne türden bir anlama sahiptir? Müslüman olmayanların kendilerini din yolunda feda edenlerle bir görülmesi, elbette ki mümkün değil. Onlara “şehit” de denilemez. Müslüman olmayan Sovyet yurttaşları ne için mücadele ediyor olursa olsun, şurası açık ki Babahanov’a göre, Orta Asya Müslümanlarının hep birlikte hayatta kalması ve kolektif kimliklerinin yaşaması hem İslam’la hem de Sovyetler Birliği’yle bağlantılıdır, üstelik bu bağ, kopartılması mümkün olmayan bir bağdır.

Savunma savaşını tasvip eden Kur’an ayetini[34] aktardıktan sonra Babahanov, Kızıl Ordu savaşlarında dönüşen mukaddes savaşçılardan, gazilerden bahsediyor. Bu noktada ilkin bir hadis aktarıyor: “Ülkesini seven her onurlu insan, düşmanla savaşıp onu yok etmeli. Gazilerimizin cesareti kırılmasın, arkalarına bakmadan düşmandan kaçmak gibi bir zillete düşmesinler.” Devamında Babahanov, “Kızıl Ordu için savaşıp Sovyetler Birliği kahramanları madalyası almış, Türkistan’ın dokuz hakiki oğlunun ve kızının adlarını” aktarıyor. Son olarak Babahanov, konuşmasının ana amacını dile getiriyor ve Müslümanları savaş için ortaya konulan çalışmalara katılmaya çağırıyor:

“Memleketimizde yaşayan kardeş milletlerle el ele tutuşun, o kusursuz kardeşliğinizle, şevkinizle ve aslandan ödünç aldığınız kudretinizle, Hitler’in lanetli ordusuyla mücadele edin. O alçak faşistleri hiç acımadan yok edin. Onları yeryüzünden silip atın. Sovyet toprağının her bir karışını kanınızın son damlasına kadar koruyun. Büyük sadakatle ve güçle dövüşün. Düşmanın eline geçmeyin. Savunduğunuz cepheleri çelik zırhlı duvar hâline getirin. Askeri disiplininizi büyük bir sebatla muhafaza edin. Komutanlarınızın emirlerine uyun, görevlerinizden asla kaçmayın, verilen emirleri hızla ve eksiksiz bir biçimde yerine getirin.”[35]

Muharebe sahasından kaçma konusunda ikazda bulunan hadisi[36] aktardıktan sonra Babahanov, dikkatleri ülke içine çekiyor, bu noktada cephe gerisinde mücadele yürütenlerin “daha fazla fedakârlıkta bulunmasını, böylelikle Kızıl Ordu askerlerine gerekli teçhizatın ve yiyeceğin temin edilebilmesini” istiyor. Babahanov, kolektif çiftliklerde (kolhoz) ve devlet çiftliklerinde (sovhoz) herkesin sadakatle ve özveriyle çalışması gerektiğini söylüyor.[37] Cephe hattının takviye edilmesi ile ilgili ayeti[38] aktaran Babahanov, devamında gazilere destek sunanları metheden bir hadisi aktarıyor: “Kim Allah yolunda bir gaziye gerekli teçhizatı temin ederse, kendisi bizzat savaşmış sayılır. Yokluğunda gazinin ailesine kim bakıyorsa, o da savaşta yer almış kabul edilir.” Başka bir ifadeyle, evde kalıp cepheye gitmeyenler bile cihada iştirak etme, cephedekilere destek sunmak gibi hayati bir işlevi yerine getirme imkânına sahip oluyorlar.

Bu noktada Babahanov, konuşmasının sonunda bölgenin Müslüman liderlerine sesleniyor:

“Müslümanların muazzez imamları ve liderleri! Cephedeki müminlerin ve Müslümanların cesaretini ve şevkini artırmak suretiyle, o adanmışlığınız ve sadakatle harcadığınız emeklerinizle zafer anını yakın eyleyin.”

Ardından Babahanov, tüm Müslüman toplumuna somut ve daha net ifade edilmiş talebini iletiyor:

“Müslüman kadınlar ve erkekler! Namazınızı her gün noksansız kılın ve Allah’tan askerlerimize zafer bahşetmesini isteyin, onlar için niyaz edin. Böylelikle size huzur ve güvenliği temin etmiş olan ülkemiz, istikrarlı ve müreffeh olacak. O, hem budünyadaki mülkleriniz üzerinden hem de adanmışlıkla ortaya koyduğunuz, yorulmak nedir bilmeden harcadığınız emekleriniz ve verdiğiniz hizmetleriniz aracılığıyla size en samimi yardımı sunma imkânı bulacaktır.”[39]

Babahanov, konuşmasının sonunda zafere işaret ediyor, zaferin yakın olduğunu söylüyor, kendisini dinleyen kitleye fedakârlıklarının boşa olmadığı konusunda yeniden güvence veriyor:

“Rahman ve rahim olan Allah’a hamdolsun. Ettiğimiz dualar, harcadığımız emekler meyvelerini vermeye başladı. Bugünlerde zafer haberleri geliyor. O lanet düşman, o uğursuz katil sürüsü, bugün yeniliyor. Böylelikle dünyanın gözlerinin önündeki kara perde kalkıyor, güneşin parlak ışıkları sarıyor her yanı. Kızıl Ordu askerlerimiz, her Allah’ın günü onlarca yüzlerce köy ve şehri özgürleştiriyor, durup dinlenmeden zafere ilerliyor. Düşman, Batı’ya kaçmaya niyetleniyor, ama bilmiyor ki biz, kendisini toprağımızın her bir karışından söküp atacağımızı, hayatlarımızı riske etmeye hazır olduğumuzu, onlara karşı duracağımızı. Sovyetler içerisinde belirli bir şöhrete sahip olan müttefiklerimiz, Almanya’nın imalat merkezlerini havadan vuracak, onları dümdüz edecek, askerlerini İtalya sınırına sürecek. Fakat şu bilinmeli: zafer kendiliğinden gelmeyecek. Zaferi yakın eylemek için cepheye sunduğumuz yardımı iki katına çıkartmalıyız, askerlerimiz daha da güçlenip cesaretlenmeli. Büyük ve yüce Allah’ım, bizi insan eti yiyen bu mel’un ve vahşi düşmanın işlediği aşağılık suçlardan kurtar.[40] Amin. Sen ki âlemlerin rabbisin.”[41]

Eğer Sovyet devleti, savaş çağrısının yerelliklerde karşılık bulmasını sağlayacak bir Müslüman otoritenin oluşmasını istemişse, bunun akıllı bir seçim olduğuna hiç şüphe yok. Peki ama Orta Asya’daki halk kitleleri, Hitler’in Semerkant’taki türbeleri tehdit ettiğine gerçekten inandı mı? Pek inanmamış görünüyorlar. Ne olursa olsun, şunu görmek gerekiyor: esasen Babahanov’un kitlesine yaptığı konuşmanın özgün yanını teşkil eden şey, Nazilerin tüm Sovyetler Birliği’ni yok etmek için yola çıktıklarını dile getiren mesaj değildi. Bilâkis, asıl önemli olan, Babahanov’un satır aralarında dile getirdiği mesajdı ve orada Babahanov, yirmi yıldır Sovyet hükümetinin ahıra, depoya ve “Marksist-Leninist bilimsel ateizm” müzesine dönüştürülmüş olan türbeleri ve dinî merkezleri yüceltiyor, onları yeniden onurlu bir yere taşıyordu. Bazıları, iki kez hapse atılmış olan müftünün İslam’ı Sovyetler’in değil de Nazilerin tehdit ettiğini söyleyen mesajını tuhaf, gerçeklere duyarsız, hatta saçma buldular. Oysa gerçekte sürece dahice müdahale eden biri vardı karşımızda. Bu müdahalesiyle Babahanov, Sovyetler öncesi tasavvuf geleneğiyle kurulmuş olan canlı bağın ta kendisi olan insan, bu müdahalesiyle zamanın değiştiğini söylüyordu. Kutsal olan zemin gene kutsaldı, üstelik bu sefer bu kutsiyetin altında Stalin’in ona onay veren mührü vardı.

Jeff Eden

[KaynakGod Save The USSR: Soviet Muslims and The Second World War, Oxford University Press, 2021, s. 74-82.]

Dipnotlar:
[1] R. A. Nabiev, Islam i gosudarstvo: Kul’turno-istoricheskaia evoliutsiia musul’manskoi religii na Evropeiskom Vostoke. Kazan: Kazanskii Gos. Universitet, 2002, s. 99.

[2] R. A. Nabiev, a.g.e., s. 99. Eren Tasar’ın da dile getirdiği gibi, devletin bu “müftülük”leri kurmasındaki amaç, muhtemelen kontrolü daha kolay olacak olan “kurumsallaşmış” İslam için gerekli altyapıyı oluşturmak ve bu altyapıyı hâkim bürokratik hiyerarşiye bağlamaktı: “Her şeyin ötesinde sömürgeci kurumların amacı, İslam’ı gözetlenmesi ve/veya merkezileştirilmesi mümkün olan bürokratik yapılar, kuruluşlar ve işleyiş içerisine yerleştirmekti. Bu çalışmaya tüm camiler, medreseler, kütüphaneler, türbeler dâhil edildi.” [Eren Tasar, Soviet and Muslim: The Institutionalization of Islam in Central Asia, New York: Oxford University Press, 2017, s. 32.]

[3] Nabiev, a.g.e., s. 99.

[4] I. Kh. Sulaev, “Musul’manskoe dukhovenstvo v Velikoi Otechestvennoi Voine 1941– 1945 gg.,” Voenno- istoricheskii zhurnal 5 (2007), s. 25.

[5] Eren Tasar, a.g.e., s. 26.

[6] State Archive of the Russian Federation (GARF) Moskova, f.6991s, op.3s, d.6, l.34- 36 (“Prvetstvie dukhovnogo s’ezda predstavitelei musul’manskogo dukhovenstva I veruiushchikh Uzbekistana, Tadzhikistana, Turkmenistana, Kirgizstana i Kazakhstana I.V. Stalinu s vyrazheniem gotovnosti musul’manskogo dukhovenstva prizyvat’ v propovediakh veruiushchikh k bor’be s Germaniei,” Russian Perspectives on Islam, IP [erişim tarihi: 14 Nisan 2020]).

[7] Nabiev, a.g.e., s. 99.

[8] Tasar, Soviet and Muslim, s. 49. M. A. Alibaev, Islam v sovietskom Kazakhstane: strategii vyzhivaniia (Astana: ENU im. L.N. Gumileva, 2015), s. 28–29.

[9] Tasar, a.g.e., s. 49.

[10] Hatta bazı tarihçiler bu buluşmanın gerçekleştiğine hiç inanmaz: Zaripov ve Safarov, Stalin ile Babahanov’un bir araya gelmesinin “mümkün olmadığını” söyler. Fakat bu tarihçiler, konuyla ilgili şüphelerinin ardındaki gerekçeyi dile getirmezler. [I. A. Zaripov ve M. A. Safarov, Akhmetzian Mustafin: iz istorii islama v SSSR. Moskova: Medine, 2017, s. 64.]

[11] Yayına hazırlayan: Jeremy Black, The Second World War, Cilt II: The German War, 1943–1945 (Burlington, VT: Ashgate: 2007), s. 65.

[12] G. F. Krivosheev, Soviet Casualties and Combat Losses in the Twentieth Century (Londra: Greenhill, 1997).

[13] Allen J. Frank, Gulag Miracles: Sufis and Stalinist Repression in Kazakhstan. Viyana: Austrian Academy of Sciences Press, 2019, s. 106.

[14] Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ın oğlu. Türbesi Şah-i Zinde’de bulunuyor.

[15] Hâce Übeydullah Ahrar (ö. 1490), on beşinci yüzyılda Orta Asya’da yaşamış bir Nakşibendi şeyhi. Döneminin en güçlü isimlerinden biri. Onun döneminde Nakşibendilik nüfuzunu hızla artırmıştır. Orta ve Güney Asya’da kendisine hâlen daha hürmet edilir.

[16] Buhari (ö. 870) Sahah-i Buhari adını taşıyan, Sünni geleneğin en önemli altı hadis derlemesinden biri olan çalışmanın yazarıdır.

[17] Nakşibendî tarikatına ismini vermiş olan Bahaüddin Nakşibend (ö. 1389), Emir Külâl gibi haleflerinden ve hocalarından sessiz zikri sesli zikre tercih etmek suretiyle kopup ayrı ve yeni bir tasavvuf geleneği ve silsile başlatmıştır. Nakşibendîlik, İslam dünyasının genelini, Orta ve Güney Asya’dan Ortadoğu ve Balkanlar’a dek uzanan geniş bir coğrafyayı etkilemiştir.

[18] Emir Külâl (ö. 1370) genelde Bahaüddin Nakşibend’in piri olarak bilinir.

[19] Necmettin Kübra’nın şakirdi olan Seyfettin Baharzi (ö. 1260), sonradan Müslüman olan Altınordu sultanı Berke Han’ın dinî gelişiminde oynadığı rol sebebiyle önemli bir yere sahiptir.

[20] Ağayi Büzürg on altıncı yüzyılda yaşamış transaksonyalı kadın evliyalardan biridir; bkz.: Aziza Shanazarova, “A Female Saint in Muslim Polemics: Aghā- yi Buzurg and Her Legacy in Early Modern Central Asia,” Doktora Tezi (Indiana University, 2019); Gulnora Aminova, “Removing the Veil of Taqiyya: Dimensions of the Biography of Agha- yi Buzurg,” Doktora Tezi. (Harvard University, 2009).

[21] Burada Ali b. Ebu alib kastediliyor, fakat bugün Özbekistan’a bağlı bir bölgede bulunan bu türbe ile Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Mezar-i Şerif’teki türbe karıştırılmamalıdır.

[22] Yeseviye tarikatına adını veren Ahmet Yesevi, on ikinci yüzyılda yaşamış ünlü bir tasavvufçudur.

[23] Bu ismin hayat hikâyesine dair yeterli bilgiye ulaşamadım.

[24] Bu ismin hayat hikâyesine dair yeterli bilgiye ulaşamadım.

[25] Eserleriyle bilhassa Şafi fakihleri etkilemiş olan Kaffal Şaşi (ö. 976) ünlü bir yazar ve şairdir. Hâce Ahrar soyunu, bu âlime yoldaşlık etmiş bir isme dayandırmaktadır. Bkz.: Yayına hazırlayanlar: J. A. Gross ve A. Urunbaev, The Letters of Khwāja ʿUbayd Allāh Arār and His Associates (Leiden: Brill, 2002), s. 11. Babahanov ailesi de soyunu bu isme dayandırmaktadır. Orta Asya Müslümanları Diyanet İşleri İdaresi’nin (SADUM) merkezleri “Hest-imam” denilen türbesine yakın yerlerde kurulmuşlardır.

[26] Şeyh Havendi Tahur (ö. 1354) Taşkent’in ünlü âlimlerindendir, ayrıca Hâce Ahrar’ın annesinin soyu Tahur’a dayanmaktadır. Bkz.: Devin DeWeese, “Spiritual Practice and Corporate Identity in Medieval Sufi Communities of Iran, Central Asia, and India: The Khalvatī/ ʿIshqī/Shattārī Continuum,” yayına hazırlayan: Stephen E. Lindquist, Religion and Identity in South Asia and Beyond: Essays in Honor of Patrick Olivelle içinde (Londra: Anthem Press, 2011), s. 264.

[27] Silsileye göre Şeyh Zeyneddin, Şehabeddin Ömer Sühreverdi’nin (ö. 1234) oğlu. Sühreverdi, öğretilerini oraya yaysın diye Zeyneddin’i Taşkent’e gönderiyor.

[28] Ukkaşe b. Muhsin (Orta Asya’da Ükaşe Ata olarak biliniyor) hadiste belirtilen sahabe. Bildiğim kadarıyla Taşkent yakınlarında bir mezarı yok, hem Afganistan’ın şehri Belh’te hem de Kazakistan’daki bir şehirde türbesi olduğu söyleniyor.

[29] The National Academy of Sciences of the Republic of Kazakhistan, Almatı (AkadNkKaz) MS 123 VII, 4– 5.

[30] AkadNkKaz MS 123 VII, 6.

[31] “Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün ele başlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riâyet etmeyen kimselerdir. Umulur ki, vazgeçerler.” [Tevbe:12] Bu ayeti ve bundan sonrakileri aktaran Babahanov ardından ayetleri Türkçe olarak tefsir ediyor: “Yani Allah Müslümanlara şunu söylüyor: ‘Eğer size yemin verip sonra o yeminlerini çiğnerlerse, dininize hakaret ederlerse o vakit tabii ki gidin onlarla savaşın, dininize ve hürriyetinize karşı gelenlerin liderlerini yok edin, çünkü onlar ne yemin ne de akit tanırlar, dolayısıyla harekete geçin ki o hain düşman o rezil işlerine bir son versin.”

[32] AkadNkKaz MS 123 VII, 6– 7.

[33] AkadNkKaz MS 123 VII, 7– 8.

[34] “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez. Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.” [Bakara:190-191] Konuşmasında Babahanov bu ayetleri şu şekilde izah ediyor: “Yani Allah’ın davasına hizmet eden sizinle kim savaşıyorsa onunla savaşın, fakat savaşı siz başlatmayın, o çizgiyi aşan siz olmayın. Allah haddini bilmeyenleri, aşırıya kaçanları sevmez. Onları bulduğunuz yerde öldürün, yok edin. Nasıl ki onlar sizi vatanınızdan koparttı, siz de onları vatanınızdan söküp atın. Düzensizlik ve zulüm kıyım kadar tehlikeli ve korkunçtur.”

[35] AkadNkKaz MS 123 VII, 9.

[36] “Muharebe sahasını mücadele sürerken terk eden kişi, Allah’ın en ağır cezasını hak eder, onun yeri ahirette cehennemdir.”

[37] Esasında bölgenin birçok yerinde devletin kolektif çiftlikler üzerinde uyguladığı baskı bu çiftliklerin potansiyelini aşan düzeydedir. Kazakistan’da savaş döneminde hiçbir gerekçe ortaya konulmadan belirlenmiş olan kotalara uyulmamıştır. Bu sebeple devlet kolhoz işçilerine ceza olarak düşük ücret ve ikramiye vermiştir. Bunun üzerine bazı kolhozlar ileride yapılacak ekim için tohum saklama talimatına uymamışlardır. Babahanov’un konuşmasını yaptığı dönemde 1943 tarihinde, mahsul kimseye yetecek düzeyde değildir. Bkz.: Martha Brill Olcott, The Kazakhs, Washington, DC: Hoover Press, 1987, s. 189– 190.

[38] “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir.” [Enfal: 60] Babahanov ayeti şu şekilde izah ediyor: “Yani, düşman karşısında zafere ulaşmak için muharebe hattınızı tüm imkânlarınızla güçlendirin, piyadelerinizi ve süvarilerinizi hazır edin. Düşmanınızı, Allah’ın düşmanlarını, Allah’ın bildiği ama sizin bilmediğiniz başka düşmanları bu sayede mağlup edeceksiniz. Allah yolunda harcadıklarınızın karşılığını hakkıyla alacaksınız.”

[39] AkadNkKaz MS 123 VII, 11.

[40] “Ey hüda azze ve celle, merdümhar rezil vahşi düşmanın kabih cinayetlerinden âdem balalarını azad ve halas kıl.”

[41] AkadNkKaz MS 123 VII, 11.

0 Yorum: