17 Aralık 2022

, ,

Stalin'le Niyaz Etmek III

Tacikistan’daki Gorno-Bedahşan Özerk Bölgesi’nin başkenti Horog’da bir Stalin büstü


İsmailîlere Çağrı

Moskova, Babahanov ve Resulev’in ortaya koydukları çalışmaların sonuçlarından memnun kalmış olacak ki üzerinden daha bir yıl bile geçmeden mevcut iki örgütü model alan iki ek diyanet işleri müdürlüğü daha kuruldu. Yeni kurulan Kuzey Kafkasya Merkezi Müslüman Diyanet İşleri Müdürlüğü’nün (DUMSK) başına Hizri Gebekov, Şii şeyhülislam Ahund Ağa Memed Caferoğlu Alizade (Alizade Ahund) da Kafkasötesi Müslümanları Diyanet İşleri Müdürlüğü’nün (DUMZAK) başına getirildi. DUMZAK’ın liderleri, Stalin’e yazdıkları mektupta kendisine, “Müslüman kardeşlerini askerlik hizmeti vermeye çağıracaklarına, onların Sovyet toprağı üzerinde yaşayan diğer tüm halklarla birlikte ecdadının o kutsal olan toprağını savunmalarını sağlayacaklarına dair” güvence verdi.[1]

İshan Babahanov gibi Gebekov ve Alizade de “yeniden ıslah edilmezden” önce Sovyetler’de kurulan din karşıtı kampanyalar kapsamında zulümle yüzleşmiş isimlerdi. DUMZAK’ın kuruluş kongresinde artık aşina olduğumuz bir mesaj iletildi. Ama bu mesajda Resulev’in o cesur panislamizminden ve Babahanov’un tasavvuf geleneğine yönelik hürmetinden eser yoktu.

“Yurtsever Savaş’ın daha ilk gününden itibaren iman sahibi Müslümanlar, vatan savunmasının kutsal bir görev olduklarını görmüşlerdir. […] Biz, ordu içerisinde askerlik yapan, cephe gerisinde çalışan tüm iman sahibi kadın ve erkeklerin düşmanla savaşması, düşman tümüyle yok edilene dek canlarını vermemeleri, cephe gerisinde her türlü çabayı ortaya koymaları, böylelikle ordumuzun ve vatanımızın gücüne güç katmaları çağrısında bulunuyoruz. […] Bundan sonra Hitler’in mücrim devleti ve haydutlar ordusu ile yürüttüğü savaşta onu yok edeceği vakti yakın eyleyene, Sovyet devletimizi ve onun şanlı müttefiklerini zafere ulaştırana dek niyaz edin.”[2]

Şurası açık ki dört farklı bölgede dört ayrı diyanet işleri müdürlüğü kurmak suretiyle Sovyet devleti, esasen Sovyet Müslümanlarının oluşturduğu toplam nüfusun büyük bir kısmına ulaşmayı ümit ediyordu.[3] Peki ama ana akımın dışında duran Müslüman gruplara ne olacaktı?

Bu konuda en fazla öne çıkan grup ise Tacikistan’daki Nizari İsmailîliğine mensup Şiilerdi. Birkaç bin kişiden oluşan grup, büyük ölçüde bugün Gorno-Bedahşan Özerk Bölgesi içerisinde yer alan ve “Bedahşan’ın sağ yakası” olarak anılan dağlık bölgede yaşıyorlardı. Burası, Sovyetler Birliği’nin en yoksul yerlerinden biriydi. Bugün Tacikistan’ın toplam nüfusu içerisinde tahmini yüzde 3 civarında bir orana sahip olan bu İsmailîler, Ağa Han ailesini toplumlarının dinî lideri kabul ediyorlar.

İkinci Dünya Savaşı sırasında cemaatin başında üçüncü Ağa Han, yani Sultan Muhammed Şah (1877– 1957) vardı. İngiliz kraliçesi tarafından şövalye unvanı verilen, Batı’da yarış atları ile dolu ahırların sahibi olarak ünlenmiş olan III. Ağa Han, binlerce yurttaşı üzerinde dinî otoriteye sahip olmasına karşın Sovyet hükümetiyle pek iletişim kurmamıştı. Hatta birkaç yıl öncesinde Sovyet yetkilileri, gerçekte karşılığı olmayan bir komplonun arkasında Ağa Han’ın olduğuna inanmış, bu komploya bağlı olarak, Bedahşan’daki müritlerinin isyana kalkışacaklarına inanmıştı.[4] Yirmilerin ortalarında ise Sovyet ajanları, İsmailîlerin “Sovyetler’e düşman olan hükümetlerin nüfuzu altında olduklarından, onlara bu tür hükümetlerin hamilik ettiğinden endişe duyduklarını dile getiriyorlardı.[5] Ne var ki bu endişeler tümüyle temelsiz değildi: Haziran 1927’de kaleme alınan bir ajan raporunda, Ağa Han’ın Bolşevikleri, başka şeylerin yanında, dinin ve doğanın en kutsal ilkelerini yok etmeye niyetlenmekle suçladığı konuşmalardan bahsedilmekteydi. Aynı raporda, Ağa Han’ın küresel elitlerin komünizmle mücadele yönünde aldıkları ortak karar üzerinden toplanan konferanslardan en az birine katıldığı söylenmekteydi.[6]

Öte yandan, ortada belirgin bir paranoya da söz konusuydu. Yulya Guseva’nın tespitiyle, dört diyanet işleri müdürlüğünün kurulmasının arkasındaki ana sebep, hem Güney Asya’dan hem de Arap dünyasından Sovyetler Birliği topraklarına girmekte olan “Panislamcı” propagandaya karşı koymaktı. Oysa SSCB içerisine bu türden bir propagandanın güçlü araçlarla sızdığına dair elde herhangi bir kanıt yoktu.[7] Guseva’nın da dediği gibi, eğer Müslüman “enternasyonalizm”inin yol açtığı tehdit ciddiyet arz etseydi, aşılması gayet kolay olan sınır boylarında yaşayan ve kapitalist hükümetlerle güçlü bir bağa sahip bulunan yabancı bir lidere kendilerini adamış olan İsmailîler, bu propaganda faaliyetinin ele geçireceği ilk toplumsal kesim olurlardı. Esasında İsmailî toplumuna Sovyet hükümeti adına yapılacak her türden dinî çağrı, öncelikle Sovyet devletine bağlılığa dönük vurgu ile Sovyetler’le alakası bulunmayan bir lidere bağlılık arasında uzanan çizginin aşılmasını gerekli kılıyordu. Dönemin propaganda faaliyetlerinde kullanılan formül gereği, dindar bir Müslüman, Stalin’in Kızıl Ordu’suna destek vermek durumundaydı, aynı zamanda dindar bir İsmailî, Bolşevizmle ilgili duygularını hiç sakınmadan dile getiren, hem kulübelerden hem de saraylardan destek gören bir adama destek sunmak zorundaydı.

Gene de bu İsmailî toplumuna ulaşmak için kimi adımlar atıldı. Pamir Dağları’nda gerçekleştirdikleri yolculuk esnasında Kavahara Yayoi ve Ümit Memeşerzodoşev’in bulduğu Farsça kaleme alınmış önemli bir belgede, İsmailî cemaatinin bir yandan Ağa Han’a bağlı olduğu ortaya konuluyor, bir yandan da savaşta Sovyetler’e destek sunulması gerektiğinden bahsediliyor.[8] Bu belge, besmeleden önce İmam’a selam duruyor ve “Haşmetmahapları Mevlânâ Sultan Muhammed Şah!” ibaresine yer veriliyor. Metni kaleme alanlar[9], devamında tüm Müslüman âlemine hitap eden bildiride, “Kuhistan’ın, Bedahşan’ın, Türkistan’ın, Buhara’nın, Allah’ın bahşettiği Afganistan’ın, İran’ın, Çin’in, Suriye’nin, Irak’ın ve diğer ülkelerin Müslümanları”na sesleniliyor. Ancak yazının bundan sonraki satırlarında özel olarak tüm dünya genelindeki İsmailîlere hitap ediliyor.

“Biz İsmailîye’nin saf dininin savunucularıyız. Haşmetmahapları Mevlânâ Ağa Han’ın gölgesinde yalnız kalmalı, başkalarıyla eşit olmadığımızı bilmeliyiz. Onu sevmek bizim yükümlülüğümüz, her birimiz Pamir Dağları’nda, Kuhistan’da ve Bedahşan’da dolaşan Mevlânâ’ya yardım etmeyi bir iş bellemeli.”

Burada İsmailî cemaatine diğer Müslümanlardan ayrı, beynelmilel bir cemaat olarak hitap ediliyor. Samimi bir ifadeyle başlayan metin, devamında Nazilerin yaptıkları zulümleri özetliyor:

“Halkların cellâdı olan Hitler, o taraftarlarıyla birlikte, tüm Avrupa’yı yağmaladı. Avrupa’yı kan ve gözyaşı deryası kapladı. Hitler, binlerce yoksul insanı öldürdü.

Faşizm nereye adım atsa, oralarda cesetlerden dağlar oluştu. Izdıraba sürüklenen, canlarını kaybeden o çocukların ve yaşlıların feryatlarını da, namusları kirletilen, işkence gören kadınların ve kızların çığlıklarını ve figanını da kimse duymadı. Faşistler, insanları aç bırakıp öldürdükten sonra o yeri terk ediyor.”[10]

Burada esasen sadece Nazilerin şiddetinden değil, ayrıca ideolojilerinden de nefret edilmesi gerektiği üzerinde duruluyor. Tıpkı Babahanov’un konuşmasında olduğu gibi bu çağrıda da bu ideolojinin Sovyetler’in temel ilkelerini tehdit ettiği söyleniyor:

“Hitler, Alman ırkının saf olmasını, her yerde hâkimiyet kurmasını söyleyen bir ideolojiyi savunuyor. Bu ideoloji, dünyadaki diğer tüm halkları tek ırk kabul ediyor, Doğulu Müslümanları maymun olarak görüyor. Bu ‘ideoloji’yi fiiliyata dökmek suretiyle Almanlar, diğer halkları köleleştirmek ve onların kendilerini yönetme imkânlarını ortadan kaldırmak istiyorlar. Hitler ve müttefikleri, bilinçlenmenin ve kültürün yanında vicdan hürriyetinin de düşmanı olduğunu ortaya koymuştur.”[11]

Bundan sonraki satırlar, sanki doğrudan Babahanov’un konuşmasından alınmış veya ortak bir kalıptan çıkmış gibi:

“Nazi devleti, Sovyetler Birliği ile imzaladığı anlaşmayı bozdu ve savaş ilân etmeyi gerekli bile görmeden, kadınlarımızı, erkeklerimizi köleleştirme, çocuklarımızı yetim ve yapayalnız bırakma, ocaklarımızı söndürme, evlerimize ahlaksızlığı ve kötülüğü sokma, kanunlarımızı ayaklar altına alma, dinimizi hor görüp ona hakaret etme, bağımızı bahçemizi viraneye, ülkemizi çöle çevirme, vatanımızı yok etme yeminine sadık kalarak Sovyetler’e saldırdı.”[12]

Ancak İsmailî liderleri, Babahanov’un Orta Asya’nın kutsal mekânlarından söz etmek yerine, Resulev’in konuşmasından bir bölümü alıyor. Bu bölümde, Nazilerin Kafkasya ve Kırım’da yol açtığı tahribata yer veriliyor. Benzer bir değerlendirmeyi bir yıl önce Resulev’in çağrısı da yapıyor:

“Müminleri ve gazileri ile ün salmış bir bölge olan Kuzey Kafkasya’da Naziler, büyük suçlar işlediler. Naziler, halkın mallarını talan ettiler, dağlıların evlerini ateşe verdiler, havaya uçurdular, binlerce kadın erkek ele geçirilip köleleştirildi. Krasnodar ve civarında, Harkov gibi yerlerde, Alman komutanlarının emirleriyle, aralarında hastaların, yaşlıların, kadınların ve çocukların bulunduğu binlerce insan, gaz verilerek boğuldu ve zehirlendi. Almanlar yüzünden halkımızın kendi elleriyle inşa ettikleri o büyük kanallarda ve su yollarında yetimlerin gözyaşları ve kanları aktı. Bu köpekler, masum insanların kanına girecek kadar vahşi. Ne Allah biliyorlar, ne kitap, bu zulme, bu zorbalığa, bu kana susamışlığa mani olacak hiçbir güç yok mu?”[13]

Dinî ya da seküler, savaş döneminde ortaya konulan propaganda faaliyetlerinde bakış açısı birden değişti. Artık mağdurluk değil, kahramanlıklar üzerinde duruluyor, Sovyetler’in müşterek mücadelesine işaret ediliyordu:

“Sovyetler Birliği halkları, Tacikler, Özbekler, Türkmenler, Tatarlar, Ruslar, Ukraynalılar ve diğerleri, canımızdan yüce tuttuğumuz vatanımızı savunurken verdiğimiz mücadelede ayağa kalktılar ve müşterek düşmana karşı birlik oldular.”

Ancak öte yandan “seküler” propaganda stratejileri çarpıcı bir biçimde terse çevriliyor, Müslüman halkların “seküler” bir mücadele içerisinde diğer Sovyet yurttaşlarıyla birleşmedikleri, bilâkis, Müslüman olmayanların Müslümanların öncülüğünde ilerleyen cihada dâhil oldukları üzerinde duruluyordu.

“Bugün faşizmin ezdiği, bugün olmasa bile yarın illaki ezeceği Avrupa halkları, Müslüman olsun ya da olmasınlar, bu zulme ve zorbalığa tahammül edemezler. Kana susamış faşizme karşı yürütülen mukaddes cihada iştirak edecekler, birbirlerine yardım elini tek bir ruh ve tek bir beden olarak uzatmayı bilecekler. İnsanlığın o büyük fikri, vatanseverlik fikri ile yüklü olan Müslüman kardeşlerimiz, faşizme karşı gerçekleştirilecek hakiki isyan için bir araya geldiler. Onlar, Avrupa’nın ezilen halklarına yardım eli uzattılar.

Kutsal miraslarının sağladığı temel uyarınca hareket eden Müslüman kardeşler, kurtuluşun ve özgürlüğün ancak hakiki ve samimi bir mücadele yoluyla mümkün olduğunu görüyorlar.

Biz Pamir Dağları’nda, Kuhistan’da, Bedahşan’da ve Sovyetler Birliği’nde Ağa Han’a hürmet eden mollalar olarak, tüm dünya Müslümanlarına, Alman faşizmi denilen, insanlığa ihanet içerisindeki düşmanımıza karşı mücadele vermeleri çağrısında bulunuyoruz ve bu mücadeleyi verenler için niyaz ediyoruz.”[14]

“Onlar yeryüzünden kazınıp atılmalıdırlar” cümlesiyle İsmailîlerin Nazilerin yok edilmesi için sürdürülen mücadeleye bağlılıklarının ortaya konulması ardından, “tüm dünya Müslümanları” ile birlikte, “yüce dinimizin yardımıyla” yürütülen mücadeleden dem vuran çağrıda[15] son olarak herkesin bir biçimde görmezden geldiği ana meseleye işaret ediliyor ve Ağa Han’ın kapitalist Batı’yla, bilhassa İngiltere’yle kurduğu yakın ve uzun soluklu ilişki üzerinde duruluyor. Bu cesur müdahalenin ardından, birden tüm Sovyet halklarıyla kurulmuş olan dostluğa ve ittifaka selam duruluyor:

“Biliniz ki Haşmetmahapları Mevlânâ Ağa Han, misafirperver İngiliz halkının ülkesine gitmiştir ve bugün orada ikamet etmektedir. Kendisindeki iyi yüreklilikle bu ülkeyi ödüllendirmektedir. O, aslında Amerika ve Rusya ile birlikte faşizme karşı mücadele veren bir ülkede yaşamaktadır. Bu, oldukça önemli bir husustur.

Kutsal kitapta da dendiği gibi, ‘Doğrusu şu ki yüce Allah saldırganları sevmez.’

Sovyetler Birliği içerisindeki sosyalist cumhuriyetlerde yaşayan ve İslam dinine hürmet eden mollalar olarak müminlerin o kutsal görevini belirli bir amaç doğrultusunda üstleniyoruz ve size bu kardeşlik duygularıyla kaleme aldığımız eylem çağrısını yapıyoruz.

Ayağa kalkın ve kana susamış olan Hitler ve yağmacı ordularıyla mücadele edin. Kendi ülkelerini ve tüm insanlığı cahil faşistlerden kurtarmak için her cephede savaşan ve kahramanca bir duruş sergileyen Sovyetler Birliği’nin kardeş halklarına yardım edin.”[16]

Ağa Han’ın İngiliz kraliyet ailesiyle ve zenginleriyle kurduğu sıcak ve ömrü boyunca süren ilişkisi, burada savaş çabalarının hayrına olan geçici bir ikamet olarak tasvir ediliyor. Bu çağrı, üstü örtük olarak, liderin Müttefiklerin mücadelesine katıldığı için İngiltere’ye cömert bir tavırla iyilikte bulunduğunu söylüyor ediliyor. Bu durumun önemi açıktan dile getirilmese de aslında ne söylendiği açık: Ağa Han, savaş konusunda yürütülen çalışmalara Müttefik Kuvvetler yanında saf tutarak dâhil olmuştur. (Oysa Ağa Han’ın Müttefiklerin yürüttüğü çalışmalarla ilişkisi karmaşık bir ilişkidir ve uzun zaman anlaşmazlıkların ve tartışmaların konusu olmuştur.)

Yüzeysel açıdan İsmailîlerin bu savaş çağrısı, Resulev ile Babahanov’un çağrılarıyla birçok yönden ortaklaşır. Hatta bazı bölümler, Resulev ve Babahanov’un çağrı metinlerinden hiç değiştirilmeden alınmış gibidir. Fakat yine de çağrı, az çok özgün bir metindir.

Resulev’deki Müslümanların mücadelesi üzerine kurulu anlayış, yönelim itibarıyla enternasyonalisttir. Bu anlamda metin, kendisinin de yaşadığı Volga Ural bölgesindeki Müslümanlarından özel olarak bahsetmez. Ne etnik ne de bölgesel açıdan bir vurgu söz konusudur. Buna karşılık, Babahanov’un çağrısında dünya Müslümanlığı ikincil bir yere sahiptir. Sahnede daha çok yerelliklerdeki kutsal mekânlar, kutsal tarih ve Orta Asya’nın tasavvuf geleneği durur, ama bunlar, kendine kapalı veya özel bir Orta Asyalı etnik grubun gözüyle ele alınmaz, daha çok, bölgedeki tüm Müslümanların ortak mirası olarak değerlendirilir.

İsmailî liderleri ise toplumlarının ayrıksı ve özel oluşu üzerinde dururlar, panislamizmin dilini susturmayı tercih ederler ve Sovyet sınırları içerisinde İsmailîlerin yaşadıkları bölgelere seslenirler. Bu açıdan, Sovyet devletinin gözünde İsmailîleri şüpheli hâle getiren de her türden vasfı ve özelliği öne çıkartma kararıdır. Muhtemelen iki farklı yere sadıktırlar. “Enternasyonalist” yönelimleri dâhilinde kapitalist Batı ile bağlantılı olan İsmailîler, bir yandan da Tacik veya Özbek gibi “seküler” etnik kategoriler karşısında müşterek dinî kimliklerini üstün tutmaktadırlar.

İsmailî cemaati, devletin şüpheliler listesinde yer almaya devam etti. Temmuz 1942’de Malenkov gibi üst düzey Sovyet yetkilileri, “savaş esnasında Pamir Dağları’nda ve sınır boyu uzanan diğer bölgelerde İsmailî tarikatının karşı-devrimci faaliyetlerini gözle görünür bir biçimde artırdığına” dair iddialar üzerine harekete geçtiler. Neticede İsmailî tarikatının Afganistan’da yaşayan diğer İsmailîlerle güçlü bağları mevcuttu. “Tarikat, sistemli bir biçimde organize edilen, sık sık Komsomol üyelerinin, hatta komünistlerin katıldıkları toplantılar gerçekleştiriyordu.”[17] İki yıl sonra Malenkov’a Tacikistan’daki parti sekreterinin konuşmasını ağır bir dille eleştiren bir bildiri ulaştı. Orada sekreter için şu söyleniyordu: “Bilhassa Pamir Dağları’nda geniş bir ağa sahip olan ve Afgan istihbaratı adına çalışan İsmailî tarikatı içerisindeki karşı-devrimci faaliyetlerin ciddi bir hâl alması karşısında sessiz kalan isimlere göz yumuyor.”[18]

Özetle şunu söylemek mümkün: Müslüman cemaatlerinin liderleri, Hitler’e karşı Sovyet Müslümanlarının yaptıkları savaş çağrılarını cemaatlerinin niteliğini ve endişelerini tanımlamak, hatta bu endişeler, devletin görünürde takındığı tavırla çelişse bile, onları dillendirmek için bir fırsat olarak gördüler. Sovyet propagandası, müşterek kimi konu başlıklarına sahipti ve bu başlıklar, tüm bildirilerde karşılık buluyordu. Ana görev, Müslümanları savaşa sokmaktı ve bu görev başarıyla yürütüldü. Ama öte yandan Müslüman liderler, ellerine tutuşturulan, konuşma kalıpları ile daha fazla şey elde ettiler. İster tasavvufî, ister İsmailî isterse başka türden olsun, her türden Müslüman kimliğinin öncelikli olduğuna yeniden vurgu yapıldı ve Sovyet Müslümanlarını her ne kadar hâlihazırda kuşatma altında olsa da, tüm dünya Müslümanlarıyla yeniden ilişkilendirme imkânına kavuşuldu. Müslüman liderler, önceki hükümetlerin yasaklamalarıyla boğuşan panislamist, enternasyonalist ve kutsal mekânları merkeze koyan farklı konumlar aldılar, bir yandan da bu konumlarını daha renkli bir ambalaj içerisinde sunma gereği duydular. Başka bir ifadeyle, Babahanov ve Resulev gibi Müslüman liderler, bu sayede epey yol katettiler.

Onlarca yıl sonra Stalin ile Resulev arasında gerçekleşen ilk toplantı konusunda Başkurtlar arasında başka bir hikâye dilden dile dolaştı. Bu hikâyeye göre Stalin, savaşın nasıl yürütüleceği konusunda Resulev’den tavsiye alma gereği duydu ve ona Sovyetler’in Nazilere neden üstünlük kuramadığını sordu.

Resulev, soruya şu cevabı verdi: “Çünkü Allah’a niyaz etmiyoruz.” Stalin, bu cevabın üzerine şunu dedi: O zaman niyaz edelim.”[19]

Jeff Eden

[Kaynak: God Save The USSR: Soviet Muslims and The Second World War, Oxford University Press, 2021, s. 82-88.]

Dipnotlar:
[1] “Mohammedans Greet Marshall Stalin,” Soviet War News, 31 Mayıs 1944. Aynı mektupta Stalin, “Allah’ın lütfu, Sovyet hükümetinin başındaki bilge lider, yüce başkumandan, faşist kâfirlere karşı  halkları savunan büyük önder” olarak tarif edilip övülüyor. Ayrıca bkz.: M. Kolarz, Religion in the Soviet Union, New York: St. Martin’s Press, 1961, s. 428; Yaacov Ro’i, Islam in the Soviet Union: From the Second World War to Gorbachev, New York: Columbia University Press, 2000, s. 105; David Motadel, Islam and Nazi Germany’s War, Cambridge: Harvard University Press, 2014, s. 175. Kuzey Kafkasya müftülüğünün Müslümanlara yaptığı ilk “yurtsever çağrı” bir dizi dilde yayımlandı ki bu, bölgenin çokdilliliğinin bir neticesiydi. Bildiri, Avarca, Kumukça, Dargice, Lezgice, Lakça, Tabasaran dili, Kabartayca, Osetçe, Adigece, Çerkesçe ve Nogayca olarak yayımlandı. [V. A. Akhmadullin, Patrioticheskaia deiatel’nost’ dukhovnykh upravlenii musul’man v gody velikoi otechestvennoi voiny, Moskova: Islamskaia kniga, 2015, s. 44.]

[2] I. Kh. Sulaev, “Musul’manskoe dukhovenstvo v Velikoi Otechestvennoi Voine 1941– 1945 gg.,” Voenno-istoricheskii zhurnal, Sayı 5 (2007) , s. 25.

[3] Müftülükleri bir tür Sovyet İslamı Vatikanı olarak iş görecek “Tüm Müslüman Merkezler Birliği” çatısı altında bir araya getirmeyi öngören planlar hazırlandı ve 1945 yılında müftülük liderlerince tereddütlerle birlikte onaylandı. Ama bu planlar hiçbir vakit yürürlüğe girmedi. Bkz.: R. I. Bekkin, “Muftiiaty i gosudarstvo v sovetskuiu epokhu: evolutsiia otnoshenii / Sovyet Döneminde Müftülükler ve Devlet: İlişkilerin Evrimi” Rossiiskii islam v transformatsionnykh protsessakh sovremennosti: novye vyzovy i tendentsii razvitiia v XXI veke içinde, yayına hazırlayan: Z. R. Khabibullina (Ufa: Dialog, 2017), s. 64.

[4] Eren Tasar, Soviet and Muslim: The Institutionalization of Islam in Central Asia, New York: Oxford University Press, 2017, s 44. Stalin döneminin sonlarında Tacikistanlı bir mülteci kendisiyle yapılan bir mülâkatta Bedahşan İsmailîlerinin Mekke’ye hac vazifelerini yerine getirmek amacıyla Sovyet sınırını gizlice geçmek zorunda kaldıklarını söylüyor [The Harvard Project on the Soviet Social System, Cambridge, Massachusetts, B, cilt. 9, dosya 448 s. 20–21.]

[5] Russian State Archive of Socio-Political History (RGASPI), Moskova, f.62, op.2, d.1145, l.83 (“Postanovlenie Plenuma Sredazbiuro o musdukhovenstve,” Russian Perspectives on Islam, IP [erişim tarihi 14 Nisan 2020]).

[6] RGASPI, f.62, op.2, d.1145, l.35– 68 (“Musul’manskoe dukhovenstvo Srednei Azii v 1927 g. [po dokladu polnomochnogo predstavitelia OGPU v Srednei Azii] [4 Haziran 1927],” Russian Perspectives on Islam, IP [erişim tarihi 14 Nisan 2020]).

[7] Iu. N. Guseva, Rossiiskii musul’manin v XX veke (na materialakh Srednego Povolzh’ia), Samara: Ofort, 2013, s. 156.

[8] Yayoi Kawahara ve Umed Mamadsherzodoshev, Documents from Private Archives in Right- Bank Badakhshan. Tokyo: University of Tokyo, TIAS Central Eurasian Research Series, 2015.

[9] Bu belgenin altında bir dizi İsmailî lideri imza attı: Seyyid Kâzım Seyyid Şahidzade, Şehram Seyyid Mursilzade, Mezheb Şah, Seyyid Murad Ali Seyyid Mirza, Seyyid Şerif Seyyid Aşur, Şahnazar Atalığ Şahzade ve Mahrembey Rizazade.

[10] Yayoi Kawahara ve Umed Mamadsherzodoshev, Documents from Private Archives in Right- Bank Badakhshan. Tokyo: University of Tokyo, TIAS Central Eurasian Research Series, 2015.

[11] Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.

[12] Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.

[13] Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.

[14] Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.

[15] Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.

[16] Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.

[17] RGASPI, f.17, op.127, d.163, l.63 (“Zapiska zam. nachal’nika Upravleniia kadrov TsK VKP(b) N.V. Kiseleva sekretariam TsK VKP(b) A.A. Andreevu, G.M. Malenkovu, A.S. Shcherbakovu o rabote partiinoi organizatsii Tadzhikistana (o vliianiia islama v prigranichnykh raionakh,” Russian Perspectives on Islam, IP [erişim tarihi 14 Nisan 2020]).

[18] RGASPI, f.17, op.88, d.632, l. 73 (“Dokladnaia zapiska zamestitelia zaveduiushchego Organizatsionno- instruktorskim otdelom TsK VKP(b) L.A. Slepova sekretariu TsK VKP(b) G.M. Malenkovu o vystuplenii sekretaria TsK KP(b) Tadzhikistana D.Z. Protopopova na plenume TsK KP(b) Tadzhikistana o roli musul’manskogo dukhovenstva v gody Velikoi Otechestvennoi voiny,” Russian Perspectives on Islam, IP [erişim tarihi: 12 Nisan 2020]).

[19] Yayına Hazırlayanlar: S. A. Kildin, S. Sh. Yarmullin ve F. F. Ghaysina, Bashkortostan— aulialar ile, Ufa: Kitap, 2012, s. 226.

0 Yorum: