09 Aralık 2022

,

KESK’in 27 Yılı Üzerine


8 Aralık 1995 KESK’in kuruluş tarihidir. Bu yazıda KESK’in tarihinden ve nasıl kurulduğundan öte, 27 yıllık süreç içindeki serüveni ele alınacaktır.

Yenilgi, Kurban, Çürüme” başlıklı yazımızda sendikalara ve sola yaptığımız genel eleştiriler mevcuttur. İlgili yazıda belirtilen genel eleştirilerin bir bölümü, bu yazıda KESK ve ona bağlı sendikalar özelinde somutlanacaktır.

Eğitimsen İstanbul şubelerinden birinin KESK’in 27. yılını kutlamak için hazırladığı sosyal medya görsellerinde dikkat çeken noktalar tartışmaya açıktır. Bu yazı da fenomenolojik bir çalışma olup söylem analizine dayanmaktadır. Görüngülerin teorik tartışması, planlanan başka bir yazının konusudur. Yazının en başında yazıya okuyanlar şu soruyu sorabilirler: Görsellerden KESK logosunu ve yazısını kaldırınca görsellere yazılan söylemlerin sadece KESK değil, herhangi bir sendikaya ilişkin olup olmadığı anlaşılabilir mi? Bu sorunun cevabı “Evet, anlaşılabilir” ise KESK doğru yolda demektir ve KESK’in büyüyüp güçlenmesinin önünde engel yok demektir. Cevap “Hayır, anlaşılmaz” ise…

İlk görsel şu şekilde[1]:

Bu görselde meydanlarda 27 yıl geçtiği iddia edilmektedir. Bu iddia, tamamen doğru değildir. Gerek sendikalar yasasından kaynaklı gerek KESK’in sendikal politikası dolayısıyla son 10 yılda meydanlardan çekilme süreci yaşanmaktadır. Özellikle Cov-19 küresel salgın/kapanma döneminde KESK, TTB, TMMOB, DİSK balkonlarda 1 Mayıs kutlama kararı alarak bunu emekçilere dayatmıştır. Öyle ki genel olarak ülke çapında özel olarak nüfusun ağırlıklı bölümünün yaşamını sürdürmeye çalıştığı İstanbul’da balkonlu evler bulunmamakta, insanlar depreme dayanıksız binalarda, kotlarda, mülteci işçiler dönüşümlü kullandığı bodrum katlarda ikamet etmektedir. KESK bu gerçeğe uzaktır. KESK’in 1 Mayıs meydanı olarak önerdiği ve 1 Mayıs’ı kutladığı yer bir meydan değildir, 1 Mayıs tertip komitesinde yer alan TMMOB’un şehir suçu saydığı dolgu alanıdır. Problem, basit bir meydan tartışması olmaktan öte emek hareketlerinin düştüğü açmaz ve çıkmazdan ibarettir. İlgili alan 1 Mayıs alanıysa Taksim nedir? Taksim’in KESK için ne olduğunu anlamak istiyorsak, aşağıdaki görsele bakmak yeterli olacaktır.[2] Görselde 1 Mayıs 77’de katledilen işçiler kadın erkek olarak ayrılmakta, kadınları anmak için KESK kadın meclisi kadınlara çağrı yapmaktadır. Emek hareketini kadın-erkek emekçi tarihi diye bölmek, sınıf dışı bir harekettir. 77’de o meydana giden işçiler-emekçiler kadın erkek ayrımı yapılarak katledilmemiştir. Tarihi bölmek, kadın tarihi olarak ataerkil yapıyı bozuma uğratmak burjuvaziye koltuk değneği olmaktır. Aynı şekilde 8 Mart, 25 Kasım, LGBT’nin onur yürüyüşleri için de aynı meydana çıkmak bir irade dayatması olarak tezahür etmektedir. Bu noktada cevaplanması gereken soru şudur: KESK, TTB, TMMOB, DİSK neden 1 Mayıs’a yeni alanlar aramaktadır? Madem böyle bir irade dayatması yapılabiliyorken neden aynı irade 1 Mayıs’ta gösterilememektedir? Sorunun cevabı uzun bir yazının konusu olsa da kısaca cevaplamakta fayda var. Aşağıdaki görselde yer alan çağrı sürecin son noktasıdır.

1 Mayıs, sendikalar eliyle tarihten silinmeye çalışılmaktadır. Sorun, işçi sınıfının temsilcisi olduğunu iddia eden hareket/lerin dediği “alan fetişizmi” değildir (“fetişizm” sözcüğünün nasıl bir arzunun göstergesi olduğu da ayrı problem). 1 Mayıs, alan üzerinden tarihten koparılarak meydan postmodernizmi esas alan kimlikçi anlayışlarla doldurulmak istenmektedir. Kazancı’ya kadınları çağırıp 1 Mayıs’ta aynı yerden kadınları ve LGBT’yi çekmek de bir yanılsamayı açığa çıkarmaktadır: Yıllardır kimlikçiliğe karşı ideolojik mücadeleyi veremeyen ve sendikaları elinde tutan sol çevrelerin kimlikleri sınıf hareketinde birleştirme propagandasının kofluğu ortadadır, çünkü kimlikçiler, onları postmodern liberallikte birleştirmiştir.

Tekrar aynı tartışmaya dönersek Gezi’deki 3 akımı incelemek gerekir: Sol, ulusalcılar ve postmodern kimlikçiler. Süreçten “kazanımla” çıkan kimlikçiler olmuştur ki 1 Mayıs alanında kendi tarihlerini yazıp emek mücadelesini dolgu alana göndermişlerdir. “Nereden nasıl fon alınır?” diye yüzlerce sayfalık kitap hazırlayanların bu ülkenin işçi-emekçi ve halk gerçeğiyle uzaktan yakından ilişkisi olamadığı gibi bu kitleyle yürüyenlerin de onlarla ideolojik bir farklılığı bulunmamaktadır. Türkçeye “STK” olarak çevrilen oluşumların yabancı dildeki açılımında “hükümetlerden ve yönetimlerden bağımsız hareket eder” yazsa da fon alınacağı belirtilen yerler, emperyalist ülkelerin büyükelçilikleridir!

Kendini 68’in devamı sayanların kimlerle yürüyüp hangi manşetleri kullandığını görmek istersek Pride’da kimin kimle hangi alanda yan yana geldiğine bakmamız gerekir.[3] Kimlik eleştirisi yaptığını iddia edenler de bu yan yana gelişte ne kadar halk değerlerine, antiemperyalizme uzak; kimlikçiliğe ve liberalliğe ne kadar yakın olduklarına bakabilirler. Yapı bozuma uğrattıkları şeyin ne olduğunu anladıklarında aynaya bakıp liberallikten ve kitle kuyrukçuluğundan başka bir şey göremeyeceklerdir. Görselle ilgili denecek bir şey daha var: 80 öncesi 1 Mayıs videolarına bakmaları hatırlatılır ki orada görecekleri şey ataerki değildir. Orada katledilen işçi-emekçi kadınların ardıllarının aşağıdaki görseli hazırlayanlar olmadığı da anlaşılacaktır.

Aşağıdaki görsellerde “patriyarka ve nefretin karşısında 27 yıl” şeklindeki yazı bulunmaktadır. Diyelim ki bu konuda KESK’in mücadelesini eleştirisiz haklı kabul edelim. Bu, bir gerçeği yansıtmamaktadır. Eğitimsen’in ve KESK’in LGBT komisyonları kurması bile son 10 yılda gerçekleşmiştir. Bütün KESK tarihini bu şekilde göstermek doğru olmamakla birlikte, böyle bir tarihi olduğunu iddia etmek KESK için değil insan hakları savunusu yapan çevrelerin ve İHD’nin yerine geçmektir. KESK bir sendika gibi değil İHD gibi hareket etmektedir. Sorun da burada aranmalıdır. KESK neden İHD gibi hareket etmektedir?

Yazının sonunda tüm görsellerde yer alan ifadelerin ortak noktası kısaca açıklanacaktır. KESK kadın meclislerinin sosyal medya paylaşımlarına bakıldığında, kadınlara özel tiyatro ve sinema gösterimleri, kitap okuma grupları, söyleşiler, atölyeler, tanışma kahvaltıları, basın açıklamaları olduğu görülecektir (Yoga ve dans atölyeleri ayrı yazının konusu). Kaldı ki postmodern ya da bugünkü feminizm toplumsal cinsiyetin biyolojik olmadığını ve cinsiyetin bedenle değil, kişinin “kendisi” tarafından belirleneceği (yönelim) iddia etmektedir ki KESK bu konuda da çelişkiye düşmektedir çünkü kadınlara özel yapılan etkinliklere erkek emekçinin girebilmesi için erkek olmadığını söylemesi gerekir, yoksa onun biyolojik fiziki görünümünden dolayı kadın meclisi cinsiyeti hakkında karar vermek durumunda kalacaktır! Nasıl bir ironi değil mi? Kişiye kimliğini söyletmek nasıl bir kafanın dışavurumudur, nasıl bir kendiyle çelişmedir. KESK’in patriyarkaya karşı diye yazdığı tarih, erkek emekçilere karşı yazılmaya çalışılan bir tarihtir. Yayımladığı Kadın Bülteni de önerilen filmlerden kullanılan dile kadar ne bir emek hareketinin profili yansıtılmakta ne de kadın emekçilerin sınıfsal sorununa değinilmektedir. Erkek emekçiye kapatılan alan Kaos GL’ye açılmakta ve eğitimci vasfına sahip olmayan Kaos GL trans çocuk dosyasında 5-6 sayfa bu bültende yazı yazarak kendi lügatindeki kavramları boca etmektedir. Çocukların iyi şartlarda hayata başlayamamasına, tarım işçiliğine (o sırada yönetimler tatildedir, sendika eylemlerine bile gelmezler), sömürülmesine, açlığına, kahvaltısız okula gelişine, iyi bir eğitim alamamasına kısaca çocukların çalıştırılarak sömürünün onlar üzerinde yoğunlaştırılmasına değil kimliksel meselelere kafa yorulmaktadır. KESK ve Eğitimsen’in bu konuda göstermelik gündelik açıklamaları dışında bir mücadelesi yoktur. Çocukların dinsel “tercihlerini” şekillendiren ebeveynin hayat bakışıyla bu çevrelerin çocuklar üzerinden geliştirdiği kimlik politikaları aynı anlayışın tezahürüdür. KESK yönetimini eleştirmeyen yayınlar ve çevreler ya da “dostları trans çocuklukta korkutan nedir?” başlıklı yazılar yayımlamaktadır. Hepsinin buluştuğu yer aynıdır. Öte yandan, KESK’in politikalarını ve yönetimini belirleyen hâkim anlayış, yekpare bir yönetimle sendikacılık yaptığı bölge illerinde ne Pride düzenlenmesine öncülük edebilmekte ne de bu teorileri “kendi” halkının “değerleri”ne ters (!) düşebilme pahasına savunabilmektedir. Bu anlayışın çıkmazı ve çarpıklığı bu alanda da boy göstermekten geri kalmamaktadır. Aşağıdaki görselde geçen “nefretin karşısında” ifadesi de ayrı sorunludur. Sınıf kini yerine her eylemde gülerek toplu fotoğraf çektiren yönetimlerin hazırlayacağı afişlerde başka cümle yazması da beklenemezdi. Buradan çıkan bir sonuç da patriyarka denen şeyin erkek işçi ve emekçiler olduğu gerçeğidir, çünkü onlar geridir, erildir, kabadır(!).

KESK’e bağlı sendikalarda üye olarak kalıp kongrede dağıtılan broşürden dolayı Eğitimsen’den ayrılıp Eğitimiş’e iltica eden çevrenin de esasında karşı çıktığını iddia ettiği broşürden farkı yoktur. Bu çevre de parti bayraklarına gökkuşağı rengini eklemekte, açtığı bar-kafe-kültür merkezinde kendi partilisini garson olarak çalıştırmaktadır. Sunduğu menüdeki fiyatlarla bir işçinin orada arkadaşı ya da ailesiyle yemek yemesi mümkün değildir.

Görsellerden hareketle belirtilmesi gereken bir diğer husus da KESK’te ve bağlı birkaç sendikada eşbaşkanlık uygulamasının olması ve Eğitimsen’de yönetim belirlerken anlayışların güya eşbaşkanlığın getirilmesinde anlaşamadıkları için kongreyi terk etmeleridir ki bu da ilkesizliktir. Bölge illerindeki Eğitimsen şubelerinde tüzükte yer almadığı hâlde eşbaşkanlık uygulaması fiili olarak sürdürülmüştür ve bunu sürdüren anlayış, bu uygulamanın kırmızı çizgisi olduğunu savunmaktadır.

Burada konu “eşbaşkanlık olmalı mı?” tartışması değildir. Eşbaşkanlık pazarlık konusudur ve kongrede değil, kongre öncesinde adına “pazarlık” denen mutabakat sürecinde emekçiden gizli saklı ticarileştirilerek yapılmıştır. Eğer taraflar samimiyse ve tutarlıysa, neden kendi anlayışlarını savunan üyelerin genel başkanlığı sürdürürken, eşbaşkanlığı uygulayan şubelere sessiz kalmışlardır? Hani sendika hukuku ve tüzüğü vardı! Taraflar anlaşsaydı, kongredeki tek listeli seçimde el kaldır indir pasifizmiyle eşbaşkanlık kabul edilecekti. Aynı şekilde, eşbaşkanlığa karşı çıktığını iddia eden anlayıştan kişiler, neden KESK’te eşbaşkanlığı yürütmeyi kabul etmişlerdir? Demokratik değil, bürokratik merkeziyetçiliğin emekçiye bakışı da bu tartışmalarda aranmalıdır. (Görsellerden hareketle tartışmanın muhatabı LGBT değildir. Eristik diyalektikle tartışmanın çarpıtılıp yazının erillik tuzağına çekilmesi en kolay yöntemdir ki KESK eleştiriden çok ad hominem ilkesince söze değil, aidiyete bakmaktadır.)

KESK ve “dostları” kendilerine “uzak” olan çevreleri kadın ve cinsiyet bağlamında amasız fakatsız eleştirip, hatta kınayıp propaganda yaparken, “mutabakat” dedikleri anlayışların yakın olduğu çevrelerde geçtiğimiz yıl iddia edilen taciz ve şiddet söylemleri karşısında sessiz kalmayı tercih ederek kol kırılsın yen içinde kalsın politikasını savunmuştur.

Konumuz bu iddialar değildir. Konumuz, KESK’in kadın ve LGBT politikasının tutarsızlığı ve bu politikanın sadece kitle kuyrukçuluğu düzeyinde kalması ve samimiyetsizliğidir. KESK’in asıl sorunu, savunduğunu iddia ettiği bu politikalar üzerinden sınıf mücadelesinden “arınmaya” çalışmasıdır. Kuşak çatışmasında gençlerin, yaşını almışların tecrübesini hiçe sayıp sohbetten sıkılması gibi KESK de sınıf mücadelesini savunan üyelerini gördüğünde aynı tepkiyi vermektedir.

KESK turuncu sendikacılığı (sarı değil) sınıf sendikacılığına yeğ tutmaktadır ve bu görseller de bu yeğlemenin ürünüdür. O yüzden eleştiri, KESK’e üye emekçilere değil, yönetimleri oluşturan anlayışlaradır.

KESK’te aidiyetsiz bir üyenin yönetime gelmesi neredeyse imkânsızdır. Yönetimin tek listesi şubelerden genel merkeze kadar ki buna üst delegeler de dâhil, “pazarlıkla” belirlenmektedir. Dört üye, seçtiği bir delegeyi seçip şube kongresine gönderir, seçilen delege de orada önüne konan tek listeyi onaylar (burada oylama söz konusu değil). Bu yüzyılda böyle bir yöntemle yönetim oluşturan hangi sendikanın üyesi, sendikal mücadelenin içinde fiilen var olabilir! Anti tez: Her üyenin yönetim seçimine girme hakkı vardır! Bunun doğru olduğunu düşünen varsa, şube seçim süreçlerini yakından takip etmesi gerekir. Örneğin Eğitimsen şube yöneticilerinin bir gün işe gitmeyip sendikal mücadele yürütme hakkı varken birçok branş öğretmeninin işyeri gezisi yapacak öyle bir günü olmadığı gibi sendika yönetiminin bu konuda elinde bulundurduğu koşulları da bilmelidir. Aday olmak isteyen şube kongresinde gidip hemen orada kendini tanıtır, üye de oy verir ve seçer! Bir saatlik seçim çalışması, yani eşit yürümeyen bir seçim süreci.


Aşağıdaki görsellerde direnişle dolu, hiç durmadan, baş eğmeden geçen bir 27 yıl olduğu iddia edilmektedir. KESK, 150 yıllık emek mücadelesinde kamu emekçileri alanında kuruluşu ve kurulduğu tarih açısından çok önemli bir yere sahiptir ki sendikaların kurulamayacağının söylendiği dönemde zorlu bir mücadele sürecinde söz, karar, yetki emekçiye anlayışını savunmuş; kapıları mühürlenmiş, yasaklarla mücadele ederek kurulmuştur.

KESK’i kuran emekçilerin alın teri ve mücadelesi sayesinde KESK 27 yıl boyunca emek tarihindeki yerini almıştır. KESK, sivil toplumculuğu, liberalizmi, radikal demokrasiyi savunduğu; adına “seçim” denen tek listenin onaylanmasını emekçiye dayattığı, emek-sermaye çelişkini reddedip yerine sivil toplumu bayraklaştırdığı, emekçileri cinsiyetleri ve kimlikleri üzerinden ayrıştırdığı, bir sendika değil meslek odası gibi hareket edip kendisini “aktivizm” hülyasına kaptırdığı için kendi tarihine yabancılaşıp kimlikçi başka bir tarih yazmaya çalışmaktadır. KESK’i savuran şey, sınıf mücadelesinden uzaklaşıp sınıfı inkâr etmesidir.

27 yılın direnişle geçtiğini iddia edenler, iki üyeden birinin istifasının nedenlerini bir bilanço olarak sendika üyesi emekçilere ve sendikal mücadeleye özeleştiri olarak vermek zorundadır. Özeleştiri vermek, yenilmek değil, aynı hatayı bir daha yapmamayı güvence altına alıp emekçiyle arasındaki güven bağını sağlamlaştırmak ve mücadeleyi yeniden tesis etmektir.

27 yılın direnişle geçtiğini iddia edenler, 6 yıl önceye gidip üyesi olduğu emekçiye sahip çıkmamasına bakmalıdır. 27 yılın direnişle geçtiğini iddia edenler, hiçbir bölgesel ve merkezî mitingin 5-10 bin kişiyi bulamadığına bakabilirler.


Vegan Kortej’in sendika şubelerinde yaptığı 1 Mayıs açıklamaları da vardır. Onlar da patronsuz ve pezevenksiz (Eğitim sendikasında bu açıklamanın yapılmasına dikkat ediniz) dünya talebini dile getirmektedir. Sendika üyesi çıkıp “bir eğitim sendikasının Vegan Kortej’in 1 Mayıs’la ne ilişkisi var?” diye sormaya kalkarsa, alacağı tepkiye karşı ve kendinin de bilmediği kimliğinin “açıklanarak suçlanması”na da hazırlıklı olmalıdır. Vegan Kortej kusura bakmasın, sizle ilgili bir afiş hazırlanmamış, sizin biraz daha genişleyip kitleselleşmenizi bekliyor KESK(!) ama üzülmeyiniz KESK’i o noktaya “dostları” getirecek, çünkü 7 yıl önce kurban derisi toplayanlar şimdi vegan oldular, onlar, KESK’i ikna ederler. Görsellerde inekten insan eylemlerine kadar iklim krizinden dolayı proleterlerin bilinçsizliğini gerekçe gösteren iklim aktivistlerinin söylemleri yoktur, ama onlar da bir yıl sonraki görsellere girme yolundalar, çünkü KESK’e bağlı sendikalar, bu konuya da ilgi duyup paneller düzenlemeye başlamıştır. Dikkatle incelenirse KESK her alanda söz sahibidir, ama sadece sınıf mücadelesinde söz sahibi değildir.

Yukarıdaki görsellerle ilgili asıl soru şudur: Bu görsellerde ne yoktur?

Bu görsellerde sınıf mücadelesiyle geçen 27 yıl diye bir söylem yoktur. Bu da tarihi tahrif etmektir, çünkü KESK’in sınıf mücadelesiyle geçen tarihi vardır, ama 27 yıl değildir, tam olarak kuruluşu ve 27 yılın ilk dönemleri bu şekildedir. Bugün sınıf mücadelesi yürütmediği gibi sınıf mücadelesiyle geçen tarihini de inkâr etmektedir, çünkü KESK’in ana gövdesini oluşturan Eğitimsen’in son genel kongresinde emek-sermaye çelişkisini reddedip yerine şu broşürde yazan -aşağıda alıntılanan- politikayı koyan sendikal anlayış yıllardır fiili olarak devrededir. Aşağıdaki anlayışı bir sendika değil, ancak bir parti savunabilir. KESK’in sorunu da budur çünkü bir sendika mı meslek odası mı İHD mi siyasi parti mi olduğuna karar vermek zorundadır.

Bu broşür zaten 10 yıldır uygulanmaktadır ki broşürün kongreye sunulması son aşamadır, ilânıdır. Eğer ki anlayışlar arası “pazarlık” kârlı sonuçlansaydı, dağıtılan bu broşürden de ne emekçinin ne de emek mücadelesinin haberi olacaktı [Broşürün daha önce de dağıtıldığı iddia edilmektedir(?)].

“Ekonomik bazda kâr-ücret, sosyal bazda burjuva-proleter kavramlaştırmaları, kapitalizm tarafından paramparça edilen insanlığın tüm tarihsel birikimini en acımasız ve ince yöntemlerle asimile eden ve sonunda soykırım ve nükleer dehşetle gezegene salan bir sistemi pozitivist tarz bilimselleştirmenin ilk adımlarıdır. Proleter denen unsurun tek başına emeğiyle değer yarattığını, daha sonra bir nevi sahibi olan sermayedarın para ve diğer araçlarının karşılığını bu değerden kâr olarak kopardığını bilimsel bir tespitmiş gibi ileri sürmek, ekonomizm yaklaşımının temelidir. Ekonomik indirgemecilik denen anlayış bu olsa gerekir. […] Temel Çelişki; Devletli Uygarlıkla Demokratik Uygarlık Arasındadır”[3]

Bu görsellerde boykot, grev, kazanım gibi sınıfsal hiçbir kavram bulunmamaktadır. “Meydanlarda” ve “direniş” gibi ifadelerle bu kavramların üzeri örtülmektedir, çünkü meydanlara futbol tarafları da çıkmaktadır, farklı kesimler de geri talepler için direnebilmektedir. Meydanlara ne için çıkıldığı ve ne için direnildiği kasıtlı şekilde bulanıklaştırılmaktadır. Hatırlatılmamak istenen şey neyse görsellere yazılmayan şey de odur.

Sonuç

KESK’in 27. yılı için hazırlanan görsellerden hareketle yapılan söylem analizinde ortak olan nokta sınıftan kaçış, radikal demokrasi çizgisi çerçevesinde üretilen kimlikçi ve sendikal mücadele hattından uzak üretilmiş söylemlerdir. Görsellerde öne çıkan söylemler ise fiili olarak hayatta karşılığı olan sürecin yansıması ve sonucudur. KESK’in 28. yılı için hazırlanacak görsellerde sınıf ve emek mücadelesi görülmek isteniyorsa sendika üyelerinin kuruluş sürecinde olduğu gibi sendikal mücadeleye doğrudan katılıp etkili olması gerekmektedir. KESK ve Eğitimsen yönetimlerinin tüzük kongresi yapıp sendikal mücadeleyi sınıf mücadelesine dâhil edip yönetim belirleme yöntemini üyenin doğrudan katılımına dönüştürmesi bugün için acil çözümlerdir. Ancak bu şekilde üyeler, sendikal sürece müdahil olabilecek koşullara sahip olabileceklerdir.

Görselleri üreten sendikal hattın başarısızlığı gün gibi ortaya çıkmışken yanlışta ısrar etmek hem sendika üyelerine hem de bütünsel olarak işçi ve emekçilerin mücadelesine zarar verip yenilgiyi pekiştirmektedir. Aksi taktirde KESK kuruluş sürecinden dolayı emek mücadelesi tarihinde değerli bir anı olarak kalmaktan öteye gidemeyecektir.

Yazı boyunca tüm eleştiriler KESK’i yöneten sendikal anlayış/laradır, KESK’in üye profili önemli bir dönüşüm yaşasa da hâlen sınıf mücadelesinin tek geçer sendikal hat olduğunun bilincinde olan üye sayısı az değildir. KESK, sınıf mücadelesini savunan anlayışı bastırdığından, oluşan üye profili de sendikacılığı KESK’in yürüttüğü mücadeleyi doğru sanıp sendikal mücadeleyi bu çarpıklık sanmaktadır. Kitleyi böyle oluşturup sonra da “kitle böyle istiyor” demek, gerçeği ters yüz etmekten başka bir şey değildir.

Sınıflar mücadelesinde durma/yerinde sayıp bekleme yoktur, ya ileri gidilir ya da gerileme yaşanır. Tarihin yasalarıyla mücadele etmek, metafizik bataklıkta tepinmekten başka bir şey değildir.

Notlar
1. Yazıda savunulan tüm düşüncelerin yanlışlanması isteniyorsa grevi bile anket aracılığıyla üyelerine soran KESK, üyelerin isimlerini yazmadığı bir ankette bu düşünceleri test edebilir fakat anket sonucunu paylaşmak koşuluyla.

2. Üçüncü dipnotun bağlı olduğu söz konusu broşürde savunulan düşünceler, yeni icat edilmiş değildir, Laclau ve Mouffe adlı postmarksist yazarlara aittir. Açıköğretim ders kitaplarında bile iki yazarın görüşleri bu broşürle aynı içerikle, “postmarksizm” ünitesinde madde madde bulunabilir.

3. KESK, ülke solunun yansıması olduğundan, asıl ideolojik mücadele, solun açmazıyla teorik düzeyde verilmelidir.

S. Adalı
9 Aralık 2022

Kaynaklar:
[1] Eğitimsen İstanbul 3 Nolu Şube Twitter hesabı, Twitter.

[2] “1 Mayıs’ta Katledilen Kadınlar Kazancı Yokuşu’nda Anıldı”, 29 Nisan 2017, Evrensel.

[3] Cansu Pişkin ve Ezgi Görgü, “Onur Yürüyüşü Ramazan Yasağını Deldi”, 28 Haziran 2015, Evrensel.

[4] Ertuğrul Bilir, “Eğitim Sen Kongresi ve Tartışmalar Üzerine”, 4 Aralık 2020, Sendika.

0 Yorum: