29 Aralık 2022

,

Hitler Ölmedi


Hitler Ölmedi:
Faşizmin Sol Kolu Olarak Liberalizm

Kendine biçilen ömürden daha uzun yaşamaya hevesli olan kapitalizm, yolun sonunda Hitler’e varır. Her türden biçimsel hümanizmin ve felsefeye yönelik reddiyenin varacağı yer, Hitler’dir.

[Aimé Césaire, Discourses on Colonialism]

Geçmişteki yanlışları yeniden yapmamak ve tarihi yinelememek için yaptığımız tarihsel öncüllerimize dair değerlendirmelerin bilerek ve yaygın biçimde yanlış yapıldığı önemli bir sosyopolitik dönemdeyiz.

Faşizm, Avrupalıların Batı Afrika sahilleriyle ilk temas kurdukları anda başlamış olan, yönetim konusunda devreye sokulmuş bir sosyo-ekonomik ve politik proje ve sistemdir. Avrupa ve Amerika burjuvazisinin sonrasında pazarları genişletip sermayenin kaynaklarını artırmak amacıyla fetih çalışmaları üzerinden yerlilere ait toprakları işgal etmesiyle ilgili süreç devam etti. Bu sürecin sonunda bugün Amerika diye bildiğimiz ülke ortaya çıktı. En güçlü ve teknolojik açıdan en ileri düzeyde olan bu ülke, dünyanın bugüne dek tanık olmadığı bir sömürgeci şiddeti ve hâkimiyet kurma amaçlı politikaları uyguladı. Aşırı askerileşmiş, hapishane pratiğini ve polis devletini esas alan bu güç, sömürgeci, emperyalist ve kapitalist şiddeti sürekli başka ülkelere taşıdı.

Son dört yıl içerisinde birçoklarının Trump ve şürekasıyla alakalı olduğunu düşündüğü şiddet ve açığa çıkan çelişkiler, esasen sermayenin ve onunla el ele ilerleyen beyaz üstünlükçülüğünün talepleri ve yol açtığı maddi sonuçlarla alakalı meseleler. Trump’ı veya idaresini istisnai kabul edenlerin görüşleri, tehlikeli ve alabildiğine dar bir bakış açısını esas kabul ediyorlar. Gerçekte başa hangi başkan geçse, bu türden bir rolü ve sorumluluğu üstlenecekti.

Buna karşın, son dört yıl içerisinde liberal medya kurumları ve egemen sınıf, Batı’nın geçmişte Hitler’e yönelik yaklaşımına benzer bir yaklaşım içerisinde, Trump’ı istisnai bir kötülük olarak tarif etti, daha önce onun yaptıklarını yapanın olmadığını söyledi, böylece Trump’ın işlediği politik suçlardan kendilerini ayrıştırma imkânı buldu. Zenginler, bu tuhaf ve tarihe aykırı değerlendirmeyi kendi çıkarlarına uygun olarak dile getirdiler.

Oysa ne Hitler ne de Trump ilk kez çıkıyordu sahneye. Üstelik son da olmayacaklar. Tıpkı Hitler gibi Trump da beyaz üstünlükçüsü patriarkal kapitalizmin kendince doğallaştırdığı düzeni ve idareyi sürdürmek için ürettiği veya geliştirdiği sistemde yapabilecekleri açısından istisna değil, kural olarak görülmeli.

Trump’ı ve bugüne dek biraz da kitaba aykırı bir biçimde yaptıklarını istisnaiymiş göstermeye devam etmelerine izin verirsek, bu sefer bizi daha az küstah, ama daha etkili başka bir Trump’la kandırma şansı bulacaklar.

Batı’nın revizyonist tarihi ve profesyonel liberal medyası, bizim öyle olduklarına inanmamızı istiyorlar, ama Hitler de Trump da sadece kendi bireysellikleriyle sınırlı, kendilerine has suçlar işliyor değiller. Aslında ırkçı terör, şiddet ve soykırım, Batı’nın yürüttüğü projenin ana unsurlarıdır. Bunlar, Batı’yı meydana getiren dokunun bileşenidirler. Tüm Avrupa ve Amerika, bu gerçeği kültürel ve politik düzlemde bilir. Politik ekonomileri bu şekilde sürdürülsün diye teröre ve şiddete devam ederler. Tüm projenin yaşaması buna bağlıdır.

Küresel kapitalist politik ekonominin temeli ırkçı şiddettir ve o, bu şiddet sayesinde ayakta durur. Dolayısıyla, şiddet belirli bir politik liderle veya sözde başkanla sınırlı tutulamaz. Her ikisi de kötü kişiler olsalar da ve suçlanmayı hak etseler de Hitler ve Trump, kötülük konusunda istisnai isimler değillerdir. Her batılı liderin, ABD’deki her bir başkanın elinde kan vardır.

Tüm liderler, tek tek ve hep birlikte sayısız insanı terörize edip kıyımdan geçirmiştir. Emperyalizmin, yeni sömürgeciliğin ve küresel kapitalizmin elindeki araçları kullanan bu insanların yürüttükleri politikalar ve ABD hegemonyasını ayakta tutma gayretleri, bu türden ölümcül sonuçlara yol açmıştır.

Radyoyu açıp Amerika’da siyahilerin linç edildiği haberini işitince dedim ki bunlar ‘Hitler öldü’ dediler, ama aslında yalan söylediler. Radyoyu açıp haberlerde Yahudilerin hakaretlere, baskılara ve kıyımlara maruz kaldığını işitince dedim ki bunlar ‘Hitler öldü’ dediler, ama aslında yalan söylediler. Radyoyu açıp Afrika’da zorla çalıştırmanın gündeme geldiğini ve yasallaştırıldığını işitince dedim ki ‘Hitler öldü’ diyenler bize yalan söylediler.

[Aime Cesaire]

Burada ben “Hitler” derken bir kişiden değil, tam da Aimé Césaire’in tarif ettiği biçimiyle, hem soyut hem de somut olan, küresel sonuçlara yol açan rejimin bekası için yürütülen çalışmaların ve batı medeniyetinin doğasında bulunan bir bağlamdan söz ediyorum.

Hitler, ilhamını ABD’nin Siyahilere ve Kızılderililere yönelik yaklaşımından almış bir isim. Buna karşın, ABD ve en geniş manada Batı, Hitler’i istisnai bir figür olarak takdim ediyor, böylelikle kendisini Hitler’in işlediği suçlardan ahlaken ve politik açıdan azade kılabileceğini düşünüyor.

Hitler’in dün, Trump’ın bugün işlediği suçların benzerlerinin dünya genelinde ırkçı saldırılara maruz kalan halklara karşı işlendiği vakit profesyonel liberal aygıtın neden hiç gıkı çıkmıyor? Winston Churchill, Franklin D. Roosevelt, Harry Truman, John F. Kennedy ve Barack Obama gibi liberallerin hayran oldukları isimler, dünya genelinde halklara karşı benzer suçları işlediklerinde, o liberaller aynı öfkeyi neden sergilemiyorlar, neden bu politik liderleri mahkûm etmiyorlar?

Köleleştirme faaliyetleri, tecavüz, hırsızlık, mülksüzleştirme ve sömürü pratiği, Batı sermayesinin amaç ve talepleri doğrultusunda diğer sömürge ulusların ve halkların aleyhine kullanılan bir tür şablon olarak devreye sokulan Afrikalılar için Hitler nedir?

ABD’nin ve tüm siyasetçilerimizin destek sunduğu, finanse ettiği, hâlen daha devam eden soykırımın ve terörün kurbanı olan Filistinler için Hitler nedir?

ABD emperyalizmi ve küresel kapitalizm önünde boyun eğdirilmeye çalışılan İran, Kore ve Çin halkı için Hitler nedir?

Avrupa-Amerika sermayesinin ve idaresinin yol açtığı sonuçlara maruz kalan, ırkçılığın, emperyalizmin veya sömürgeciliğin her türden pratiğine maruz kalan uluslar ve halklar için Hitler nedir?

İkinci Dünya Savaşı süresince ülkede insanların öfkesi Almanlara değil, Japonlara yönelikti. Bu süreçte Almanlar değil, Japonlar hapse atıldılar. Şimdi İranlılar ve benzeri halklar aynı durumdalar. Avrupa ve Amerika, elindeki silâhın namlusu kendilerine dönene dek Hitler’e hiç karşı çıkmadı.

[James Baldwin]

Faşizm, ABD ve Almanya gibi başından beri kapitalist, sömürgeci ve/veya emperyalist olan ülkelerde seçim siyasetiyle mağlup edilecek bir şey değildir. Becerikli ve istekli bir faşistin başa geçmesi, düzene payanda olması, hatta onu çeşitli yollardan ilerletmesi mümkündür. Fakat şunu görmek gerekir: faşizm, söz konusu bireyin veya sandığa atılan oy pusulasının başlatıp son verebileceği bir şey değildir.

Egemen sınıf, tebaasını seçim denilen yanıltıcı seçenekle kandırır, sistemi kimin ayakta tutacağını tayin eder. İdeolojiler ve şiddet, bu noktada devreye girer.

Liberallerin Trump’ın şiddet üzerine kurulu rejimini istisnai gösterme çabaları ifşa edilmelidir. Egemen sınıf, her zaman Trump’a verdiği görevleri geri alır, beyaz üstünlükçü faşist düzenine verdiği desteği geri çeker, onun yerine, beyazların iktidarını daha zarif ve daha mahir bir üslupla sürdüreni geçirir. Halkın çoğunluğunun ona destek vermesini sağlar.

Amerikalıların büyük bir kısmı, politik şiddetin dünyanın geneline nasıl ve ne ölçüde ihraç edildiğinin farkında değildir. Kendisini ilerici addeden kişilerin veya açıktan yeni muhafazakâr olduğunu söyleyen kişilerin içinden seçilen liderlerin başka ülkelerdeki şiddetin, terörün ve ölümün ne kadarından sorumlu olduğunu kimse bilmez.

Tekrarlarsak; Faşist düzen, ABD’de 2016’da gerçekleştirilen seçimle değil, Avrupalıların Batı Afrika sahillerine ayak bastığı gün kurulmaya başladı. Hitler’in doğduğu günden çok önce Avrupalılar ve Amerikalılara eşlik eden Almanya, yüzlerce yıl Afrikalıları köleleştirip katletti. Bizse bugün faşizmin Hitler’le veya 2016 yılında Trump’la birlikte başladığına inanıyoruz.

Marx’ın bize öğrettiği biçimiyle sermayenin işlediği suçlar, “tepeden tırnağa, derideki her bir gözenekten akan kan ve kirle birlikte” gündeme geliyor. Bu işlenen suçlar, Avrupa’nın gayrimeşru çocuğu Amerika’ya ebelik yapıyor.

Birçok ülkenin dâhil olduğu, çok sayıda insanın kan döktüğü, Sovyetler’in Almanya’daki faşist canavarı mağlup etmek için verdiği savaşta ABD, kendi hegemonyasının tehdit altında olduğunu görünce sürece müdahil oldu.

Neticede faşizm, sandığa gidip oy kullanarak mağlup edilebilecek bir şey değil.

Amerika, Avrupa’nın daha fazla sermaye üretmek adına yeni pazarlar bulmayla ilgili politik, kültürel ve libidinal arzunun ideolojik uzantısı olarak doğdu.

Hitler ölmedi. ABD’nin değerlerinin, kurumlarının ve dünyadaki meşruiyetinin, sömürgeler dünyasına geçirdiği pençenin zayıfladığı koşullarda Hitler’in ölmediği gerçeği konusunda daha fazla kanıtla yüzleşiyoruz.

Profesyonel liberal sınıf, bugünkü polis devletini ve uygulanan politik baskıyı Trump ve onun gibi isimlere atfediyor, öte yandan aynı sınıf, pandemi koşullarının ve ekonomik karışıklığın ortasında çile çeken milyonlarca insanı görmezden geliyor. Bu durum, özünde beyaz üstünlükçü kapitalizmin bir ürünüdür, bugün ertelenmiş, ama kesinlikle kaçınılmaz olan ölümüne yönelik tepkisidir.

Yasal ve yasadışı tüm destekçileriyle birlikte devlet, sermayenin ve beyazlığın ihtiyaçlarına ve arzularına cevap geliştiriyor. Kimin başkan olduğundan bağımsız olarak bu çelişkiler daha da derinleşecek, çünkü sermayenin ve beyazlığın ihtiyaçları beyaz olmayanların ve yoğun sömürüye maruz kalanların hilafına olacak şekilde karşılanacak. İniş çıkışlarla ve karışıklıklarla malul olan bu düzenin sürekli korunmaya ve uyuma ihtiyacı var. Hitler, tam da bu sebeple ölmedi.

Şu gerçeği kabul etmek ve onu dillendirmek zorundayız: Burjuvazi, her gün daha fazla öfkeli, daha fazla hiddetli, arsız, özetle daha fazla barbar olmaya mahkûm. Kanundur: Ölümün eşiğinde olan her sınıf, tarihin tüm kirli sularının biriktiği kaba çevirir yüzünü. Ortadan kaybolmadan önce her sınıf, önce kendisini her alanda tümden rezil eder. O bok çukuruna baş aşağı gömülmezden önce ölmekte olan toplumlar, son gösterilerini yaparlar.

[Aimé Césaire, Discourses on Colonialism]

İster Hitler isterse Trump şahsında somutlaşsın, faşizm, tüm ekonomisi savaş, terör ve şiddet üzerine kurulu olan, yeni pazarlar için mücadele edip kendisine alan açan küresel kapitalist sistemin kaçınılmaz bir sonucudur. Hitler ölmedi. Faşizm, “çürümekte olan kapitalizm”dir. Dolayısıyla, faşizme bir son vermek veya en azından ona kafa tutmak istiyorsak, kapitalizmi ortadan kaldırmak için çalışmalıyız.

Faşizmi yanlış ele alan anlayışlar, esasen neoliberalizmi faşist düzenin alternatifi veya karşıtı olarak görüyorlar. Oysa tarih bize neoliberalizmin faşizmin bir türü olmasa bile, onunla işbirliği içerisinde hareket eden bir ideoloji olduğunu gösteriyor.

Liberal demokratlar, o kibirli hâlleriyle, hep “orta yol yok, tarafını seç” diyorlar. Bu tür cümleler, kötüleşen maddi koşullar ve iklim felâketi karşısında, faşizmle sosyalizm arasında seçim yapmayı gerekli kılan bu önemli sosyopolitik momente vurgu yapmak için değil, cumhuriyetçiler karşısında demokratlara oy vermemizi sağlamak adına bizi suçlu psikolojisine sokmak için dillendiriliyorlar.

Liberal demokratların aslında faşist düzeni istikrara kavuşturan ve onu muhafaza eden güç olduğu artık görülmüş olmalı. Bu insanlar, liberal demokrasinin, batı kapitalizminin ve en geniş manada beyazlara ait iktidar yapısının yol açtığı sonuçlara ve maddi gerçeklere karşı muhalefet edildiğine dair bir yanılsamanın oluşmasını sağlıyorlar. Bir yandan da neoliberal faşist düzene payanda oluyorlar ve en ufak bir ilerleme ihtimalini ortadan kaldırıyorlar.

Burjuvazinin seçim denilen müsameresinden kopmuş olan sol radikaller sürekli eziliyorlar. Küçük tavizlerden daha fazlasını talep ettiler diye hor görülüyorlar. Oysa sonrasında başa Cumhuriyetçi bir başkan geçince bu reformlar, delik deşik ediliyor, altı boşaltılıyor, güçsüzleştiriliyor sonra da hükümsüz kılınıyor. Bu yolu ise uysal, ümit vermekten uzak, kariyeriyle emperyalizme hizmet eden Demokrat adaylar açıyorlar.

Liberal demokratlar, şiddetten arınmış bir dünya talep ettikleri, sermayeye teslim olmayan temsilciler istedikleri, seçim müsameresinde iki kötü arasında ehveni şer olanı seçmeyi reddettikleri için radikalleri “çocuksu” buluyorlar ve onları boş yere “saflık” peşinde koşan kişiler olarak görüyorlar.

Oysa şurası açık: müesses nizama bağlı liberal demokratlar ve onların düzenine hizmet eden oportünistlerin bu dünyadaki mülksüzlerle, sömürgelerle, ırkçı saldırılara maruz kalanlarla, sömürülenlerle, yeryüzünün lanetlileriyle bir alakası yok. Onların derdi, daha iyi bir dünya inşa etme arzumuzu ortadan kaldırmak veya bu yönde ortaya konulacak çalışmaları sürekli ertelemek, böylece bizim müesses nizama teslim olmamızı sağlamak.

Liberal demokratlar, faşizmin sol kolu olarak iş görüyorlar. Onlar, Cumhuriyetçi “kötü polisler”in yanında duran “iyi polisler”. Aleni faşistlerle zımni faşistlerin “kavga”sı bu.

Asıl kötü olansa bu iki tarafın da hâlen daha polis olması ve birlikte faşist sistemi o kaçınılmaz sona doğru sürüklemeleri. Demokratlar, ideolojik açıdan sağcı olmasına rağmen halk nezdinde meşru ve kabul gören tek politik “sol” partiyi temsil ediyorlar. Bunlar, güneyin yoksul ülkelerinin ve üçüncü dünyanın teslim alınması sürecinde suç ortaklığı yapıyorlar ve bu ülkelerde yaşayan insanların hilafına olacak şekilde, ırkçı, sömürgeci, mülksüzleştirici ve sömürücü düzenin bekası adına ufak tavizler verilmesini sağlıyorlar.

Liberal demokratlar, sosyal medyada öfkeli cümleler yazıyorlar, kameralar önünde Cumhuriyetçilerin uyguladığı şiddete karşı bağırıp çağırıyorlar, ama bir yandan da bu şiddete karşı boş laftan ve gösterişli hareketlerden başka bir tavır geliştirmiyorlar, herhangi bir direniş ortaya koymuyorlar, o şiddete asla muhalefet etmiyorlar. Onların tek derdi, insanların kendilerine oy verip vermemeleri. Çünkü onlar da Cumhuriyetçilerin kötü polis rolünü kabulleniyorlar ve bu pratiğin keyfini çıkartıyorlar. Neticede her iki parti de birbirine mecbur, biri olmazsa diğeri de olmaz. Her ikisi de faşizmin sürdürülmesi ve büyümesi konusunda sermayeye sundukları hizmet açısından alabildiğine faydalı.

Orta yolculuk, muhafazakârlık ve cumhuriyetçilik, ekonomiyle alakalı ideolojiler değiller. Bunlar, daha çok sermaye düzeni dışında bir dünyanın olmadığına iman ediyorlar ve bunu söyleyen önermeyi temel alıyorlar.

Peki o zaman bu tür sebeplere bağlı olarak bu iki parti neyimize lazım? Sadece taktikler ve yaklaşımlar açısından farklılaşan bu iki parti de aynı, her ikisi de ekonomik neoliberalizm, yani kapitalizmin savunulması konusunda birleşiyor.

“Ya neoliberalizm ya faşizm” diyen liberaller yalan söylüyorlar. Bunlar, neoliberalizmin faşizme alternatif teşkil ettiğini, ona karşı olduğunu, faşizmi ötelediğini iddia ediyorlar. Oysa tarih boyu faşizmle işbirliği içerisinde olmuş bir ideoloji, faşizme alternatif olamaz.

Hâlihazırda yaşanan barınma krizine, işsizlik sorununa ve ekonomik karışıklığa denk gelen Kovid döneminde devlet eliyle uygulanan şiddete, politik baskılara, kötü muamelelere ve ihmallere en çok da Demokratların yönettiği “liberal” şehirlerde yaşayan insanlar, bilhassa mahpuslar, göçmenler ve evsizler maruz kaldı. Bu durum, bize çok şey söylüyor olmalı.

Kimin başkan olduğunun bir önemi yok. Beyaz üstünlükçü kapitalizmin marazları her iki parti eliyle görünür hâle geliyor. Kamuoyundaki belirli olaylara ve politik şiddete dair algı ve liberal medyanın bu olayları ve şiddeti haber yapma yöntemi, birbiriyle uyumlu.

Esasen dört yıldır, çöküşte olan bir imparatorluğun hem dünyayı hem de kendi halkını kontrol altında tutmak için attığı adımlara şahit oluyoruz. Bu süreçte ülke ve dünya genelinde ayaklanmalar ve isyanlar yaşanıyor. Venezuela ve Bolivya gibi ülkelerde darbe girişimleri başarısız oluyor. Bu darbeleri ve ayaklanmaları liberaller eleştiriyorlar, ama onları antiemperyalist bir açıdan ele almıyorlar, sadece Trump’ı emperyalizmi etkin kılamadığı için suçlamakla yetiniyorlar.

Trump Hitler’se, o vakit Libya halkının, Suriye halkının veya Pakistan halkının gözünde Obama nedir? George W. Bush Jr. Iraklıların gözünde nedir? Bill Clinton, Sudan halkı için ne ifade ediyor? Veya Yugoslavya için?

Bu başkanları kafeslere konulup sınır dışı edilen göçmenler, her gün sokaklarda polis tarafından katledilen Siyahiler, en temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayacak araçlardan mahrum bırakılan işçiler, her gün gözetlenen on milyonlarca insan nasıl değerlendirsin? Tüm bunlar Trump’tan önce de vardı, ondan sonra yoğunlaşmaya ve artmaya devam edecek.

İmparatorluk yaşıyor. Şimdilik. Hitler’se ölmedi.

Joshua Briond
3 Kasım 2020
Kaynak

0 Yorum: