20 Aralık 2022

,

Faşizm ve Toplumsal Devrim

Emperyalizmdeki Çürüme Sürecinin Bir İfadesi Olarak Faşistleşme:

Rajani Palme Dutt’ın Faşizm ve Toplumsal Devrim Çalışması


Emperyalizm ve faşizm el ele ilerler. Onlar kan kardeşleridir.”[1]


Bu, hem bağımsız Hindistan’ın ilk başbakanı Cevahirlal Nehru’nun hem de Büyük Britanya Komünist Partisi’nin önde gelen teorisyenlerinden Rajani Palme Dutt’ın (1896-1974) sözüdür. Kendi döneminde Dutt, İngilizce konuşulan dünyada en etkili komünistlerden biriydi ve esas olarak sömürgelerdeki azgelişmişliğe dair analizi sebebiyle tanınan bir isimdi. Bugün faşizmin yükselişini ele alan uzun soluklu çalışması, başyapıtı olarak kabul edildi.[2]

Lenin’in Emperyalizm çalışmasının devamı olarak kaleme alınmış olan Faşizm ve Toplumsal Devrim, dünya ölçeğini merkeze koyan, faşizmin iktidara yükselişini “emperyalist güçler arasında giderek yoğunlaşan çelişki” bağlamında ele alan yanıyla öne çıkan bir çalışma.[3]

Faşizmin emperyalizm boyutu ve onun liberal sömürgecilikle birlikte geleceğe taşınması gibi olgular, akademinin daha yeni ilgisini çekiyor. Oysa Dutt’ın elinde iki savaş arasında yayımlanmış, faşizmi ele alan önemli çalışmalar bulunmuyordu. Hatta kitabında troçkist tarihçi David Renton’ın yeniden gözden geçirip yayımladığı klasik eseri Faşizm: Tarih ve Teori isimli çalışmadan bile bahsetmemekteydi.[4]

Sonrasında Dutt’ın Stalin’e ve Komintern’e bağlılığı yüzünden kitapları tozlu raflara kaldırıldı. Onu hakir gören solcular, kendisini “şıracının şahidi bozacı” olarak görüyor, oportünist olmakla suçluyor, ama bir yandan da onun antiemperyalizm davasına ne denli bağlı bir isim olduğu gerçeğinin üzerini örtüyorlardı.

İmparatorluk: “Faşizmin İngiliz Biçimi”

Geleneksel değerlendirmeler, faşizmin istisnai özelliklerine, ulusal ve kültürel açıdan özgül olan yanlarına vurgu yapıyorlar. Bu vurgu dâhilinde, otuzlarda ve kırklarda faşizmin yol açtığı dehşet bir tür sapma olarak görülüyor.

Bengal’den göç edip gelmiş bir babanın oğlu olan ve karanlığın merkezinde yaşayan Dutt, iki savaş arasında tecrübe edilen toplumsal karışıklığı sömürgecilik karşıtlığının açtığı pencereden bakarak ele aldı. Bu gerçeğe kendisinin ifadesiyle “bir yabancı olarak bakan” Dutt, 1923 gibi erken bir tarihte “imparatorluğun faşizmin İngiliz biçimi” olduğunu söylüyordu.[5]

Dutt’a göre erken dönemde Rudyard Kipling’in şiirleri ve Boer Savaşı konusunda Daily Mail gazetesinde yürütülen ajitasyon faaliyeti, “rüşeym hâlinde de olsa, faşizmin ruhunu çok önceden somutlamaktaydı”. Dutt, çalışmasında “demokrat” emperyalistlerin ikiyüzlülüğünü ifşa ediyor, bu noktada Batı Avrupa ve Amerika’da faşizme yönelik burjuva eleştirilerin sanki faşist Almanya ve faşist İtalya şovenizm ve işgal savunusu konusunda öne çıkan ilk ve yegâne ülkelermiş gibi laflar sıraladığını, daha önce başkalarının da savaş başlattığını, savaş hazırlığı yürüttüğünü söylüyor, “İngiltere, Fransa ve ABD masum birer barış meleği değil” diyordu.[6]

Otuzlu yıllar Britanya İmparatorluğu’nun Karayipler’de yaşanan sömürgecilik karşıtı emekçi isyanlarının ezilmesine ve Hindistan’daki bağımsızlık hareketinin bastırılmasına tanık olunan bir dönemdi.

İngiltere’deki emperyalist faşizmi ilk elden tecrübe eden Dutt, faşizmi “eski muhafazakâr ve gerici partilerden milliyetçi şovenist ideolojiyi, antisemitizmi ve ırkçı teorileri ödünç almış, onlara yeni tek bir şey bile katmamış bir fikir” olarak tarif ediyordu.[7] Dutt’a göre, Britanya’da yetişmiş ve Oswald Mosley’nin başını çektiği faşistlerin ilhamını sadece Mussolini’nin Kara Gömlekliler’inden değil, ayrıca Hindistan’da Amritsar Katliamı’nı gerçekleştirenlerden ve 1920’de İrlanda’da oluşturulan Siyah-Kahverengi polis birliklerinden alıyordu. Amerikan egemen sınıfı da kendisini aynı şekilde faşizme adapte etti, bu süreç dâhilinde on iki milyon zencinin ve yoğun bir biçimde sömürülen göçmen nüfusun ezilmesi konusunda yoğun bir çalışma yürütüldü. Dutt çalışmasında, Amerikan burjuvazisinin ürettiği gelenek dâhilinde faşizmin sahip olduğu zemini örneklerken Scottsboro davası, muhaliflerin komünistlikle suçlanması, Haymarket’te gerçekleşen idamlar ve Ku Klux Klan örgütünün gerçekleştirdiği linç eylemlerinden söz ediyordu.[8] Nazilerin ırk konusunda savunduğu görüşlerin ve getirdikleri kanunların esas kaynağı ise Jim Crow kanununu önceleyen kanunlar ve Kızılderililere yönelik soykırımdı.

Sonrasında benzer bir analizi, Trinidadlı komünist (Dutt’ın Labour Monthly dergisine düzenli katkı sunan) komünist George Padmore yaptı. Padmore, 1935’te Mussolini’nin Etiyopya’yı işgal etmesi ve 275.000 Afrikalıyı öldürmesi ardından şunu yazdı: “Bugün sömürgeler, Avrupa’da zincirlerinden kurtulmuş olan bir tür faşist zihniyeti besleyen toprak hâline geldi.”[9] Aimé Césaire, bu yorumu alıp 1950’de kaleme aldığı Sömürgecilik Üzerine Söylem kitabında geliştirdi. Césaire’e göre, “medeni” Avrupalıların gözünde Hitler’in işlediği asıl suç, Cezayir’in Araplarına, Hindistan’ın amelelerine, Afrika’nın yerlilerine özel olarak uyguladığı sömürgecilik uygulamalarını Avrupa’ya uygulamış olmasıydı. Ondan yıllar önce Dutt, Nazizmin geleneksel Avrupa emperyalizminin yaramaz çocuğu olduğunu söylüyordu:

“Tamam, kibritle barutu bir araya Hitler getirdi, ama o barutu yere döküp hat çizen, sonra da Hitler’in eline o kibriti tutuşturan, İngiliz ve Fransız egemen sınıfı idi.”[10]

Hitler, Almanların yaşam alanı olarak görüp ele geçirmeyi düşündüğü Rusya’yı “bizim Hindistan’ımız” olarak nitelendiriyordu. Bu anlamda, Naziler Namibya’da gerçekleştirilen Herero ve Nama soykırımı türü sömürgeci zulüm pratiklerinden çok şey öğrendiler.[11]

Sömürgeci Düşman ve Aç Emperyalistler

Faşizm ve Toplumsal Devrim kitabı, aynı zamanda Britanya’da üretilen ve İkinci Dünya Savaşı’nın demokrasi adına yürütülmüş antifaşist bir savaş olduğuna dair mitleri de yerin dibine gömüyor. Kitabın kaleme alındığı dönemde emperyalistler, bilhassa İngilizler, yeniden silahlandırılacak faşist Almanya’nın Japonlarla birlikte Sovyetler’in üzerine salmayı düşünüyorlardı.[12] Nazilerin doğuya doğru ilerlediği dönemde İngiliz egemen sınıfı, onları finanse ediyor, İngiliz-Alman donanma anlaşması dâhilinde Hitler’in yeniden silâhlandırılması fikrine destek çıkıyordu. Eski başbakan David Lloyd George, Hitler’i Bolşevizme karşı inşa edilmiş bir kale olarak tarif ediyor, Churchill ise o dönemde “İtalyan olsaydım, Mussolini’ye destek verirdim” diyor, onun yürüttüğü karşıdevrim sürecine destek çıkabileceğini söylüyordu.

Georgi Dimitrov ve Lev Trotskiy gibi nispeten daha fazla etkili olan ve faşizmi analiz eden Marksist teorisyenlerden farklı olarak Dutt, faşizmin yükselişi denilen olguyu Birinci Dünya Savaşı öncesinde yaşanan küresel ekonomik kriz ve emperyalistlerin kendi aralarında, sömürgelerdeki pazarlar konusunda gerçekleştirdikleri kavga bağlamına yerleştiriyordu. Dutt’a göre, faşizmin gelişi, ancak “dağılma aşamasına girmiş olan emperyalizmin mevcut hâlinin bir yansıması olarak oynadığı genel toplumsal rol ile ilişkisi dâhilinde idrak edilebilir”di. Bu süreçte temelde dünyayı yağmalaya yağmalaya şişmiş ve artık doyma noktasına ulaşmış olan Britanya ve Fransa gibi sömürgeci güçlerin karşısında saldırgan bir yayılma politikası yürütmeye niyetli olan, Almanya, İtalya ve Japonya gibi “aç” emperyalistler duruyordu.[13]

Alman sol sosyal demokrat Richard Löwenthal da o dönemde benzer bir sonuca ulaşıyordu. Löwenthal, faşizmin özünü “müflislerin ve fakirlerin emperyalizmi” olarak tarif ediyordu.[14] Mussolini de İtalya’yı sömürgelerden hak ettiği payı alamayan, “Avrupa’nın proleter ülkesi” olarak tanımlıyordu.[15]

Tarihin talihsizliği şu ki Dutt’ın ileriyi gören antiemperyalist analizi, kitap yayımlandıktan birkaç ay sonra, Sovyetler “demokrat” müttefik güçlerle ittifak kurmaya karar verip sömürgecilik karşıtı vaatlerinden geri adım atınca kıyıya köşeye atıldı. Dutt, Komintern’deki siyaset değişikliğini meşrulaştırmak için ideolojik planda eğilip bükülmek zorunda kaldı. Fakat bu noktada onun “Stalin’in Britanya’daki borazanı” olduğuna dair görüşün basit bir görüş olduğunu dile getirmek gerekiyor.

Misal, Almanların Rusya’yı işgal etmesi sonrası başlayan “Halk Savaşı” aşamasında Dutt, Sovyetler’in uzlaşmacı yaklaşımıyla çelişen bir tutum içerisine girdi ve Britanya’nın faşizm karşıtı mücadeleye sunduğu katkılara destek olunması gerektiğini, ama bu desteğe İngiliz emperyalizmine ve Churchill’e karşı mücadelenin eşlik etmesinin şart olduğunu söyledi.[16]

Dutt’ın görüşleri, aşırı sağın yeniden dirildiği ve “merkezî” kapitalist güçler arasındaki çelişkilerin yeniden gündeme geldiği bugünkü koşullarda geçerliliğini koruyor. Temel bir farklılık olsa da bugün de aç emperyalistler mevcut. Ama öte yandan bugün faşizmin yeniden vücut buluşuna özel olarak eğilmek gerekiyor. İstisnacılık tehlikesi hâlen daha mevcut. Joshue Briond’un Césaire’a selam duran “Hitler Ölmedi” isimli makalesinde anımsattığı biçimiyle, “göçmenlerin toplu olarak kamplara alınması veya sınır dışı edilmesi, siyahlara yönelik polis şiddeti ve Batı Asya’daki emperyalist savaşlar Trump’tan çok önce varlardı, Trump’tan sonra da hızını ve yoğunluğunu artırmayı sürdürdüler.”

Sosyal Emperyalizmden “Sosyal Faşizm”e

Dutt, aynı zamanda burjuva demokrasisinin kendi içinde “faşistleştiği” süreci de analize tabi tuttu. Lenin’in “eşitsiz kapitalist gelişme kanunu” olarak sunduğu genel çerçeveden istifade eden Dutt, egemen sınıfların artık toplumsal barışı tesis edecek maddi imkânlardan yoksun kaldığı “fakir” emperyalist ülkelerde toplumsal çelişkilerin epey keskinleştiğini, dolayısıyla bu ülkelerin işçilere diz çöktürecek otoriter tedbirlere daha fazla başvurduklarını tespit etti.[17] Öte yandan Dutt, tüm kapitalist dünyanın “faşizm öncesi” aşamaya geçiş yaptığı türünden yanlış bir değerlendirmede bulunuyordu, ama bu kehanetçi dil, belli ölçüde mazur görülebilirdi, çünkü otuzlarda yaşanan felâketlere tanık olanların çok azı, kapitalizmin savaş sonrasında toparlanamayacağını düşünüyordu.

Faşizm ve Toplumsal Devrim kitabı, “sosyal faşizm” tezini sistematik bir yaklaşımla savunuyor, bu bağlamda, sosyal demokrat partilerin olağanüstü hâl yetkilerinin kullanılması üzerinden faşizmin yolunu açtığını, komünistlerle antifaşist ittifaklar kurma fikrine karşı çıktığını, proleter devrime set oluşturduğunu söylüyordu. Komintern üçüncü döneminde (1928-1934) sosyal faşizmden dem vuran yaklaşıma destek çıkıyor ve bu dönemde reformist siyasetçileri sınıf düşmanı kabul ediyordu. Dutt, bu politikadaki sekterliğe ait çapakların üzerini örtse de bu hamleyi “aşırı solcu ahmaklık” olarak görüp çöpe atanlar, söz konusu çizginin 1929’da Berlin’de 1 Mayıs için toplanan göstericilere ateş açılmasıyla zirveye ulaşan, sosyal demokratların tuttuğu ihanet zincirinde karşılık bulduğu gerçeğini bir çırpıda unutuveriyorlar.[18]

Troçkistlerin faşizmin orta sınıf tabanına aşırı vurgu yaptığı koşullarda Dutt, sosyal demokrasiyle bağını koparmış, demoralize olmuş işçi sınıfı kesimlerini harekete geçirip aldatmanın mümkün olduğunu görmüştü. Bu dinamik sayesinde faşizm, radikalleşme imkânına sahip, gerçek anlamda bir kitle hareketi hâline geldi ve kendisini önceki “sağcı diktatörlükler”den ayırdı.[19]

Faşizmin ve sosyal reformizmin birbirinin ikizi olduğunu söyleyen fikir, göründüğünden daha derinlikli: burada aslında Renton’ın iddia ettiği gibi, “sosyal demokrasinin başka bir tür faşizm” olduğundan söz edilmiyor.[20] Nihayetinde her ikisi de “tekelci sermayenin iktidarında kullanılan birer araç”, her ikisi de “devleti sınıfların üzerine” yerleştirmeye çalışıyor, ama sadece farklı yöntemlere başvuruyor. Faşizm işçi örgütlerini dışarıdan gelip kapatırken, sosyal demokrasi o örgütlerin içine girip onları içten içe kemiriyor. Dutt’a göre, faşist diktatörlükte asıl yeni olan, mevcuttaki işçi hareketini emperyalist devletle bütünleştirmesi değil, işçilerin bağımsız örgütlerini şiddet kullanarak yok etme çabası idi.”[21]

Kitabın özgün diğer bir yanı da faşizmin sınıfsal enternasyonalizme ihanet etmiş olan ve kitleleri aşırı sağcı demagojinin pençelerine terk eden batı sosyalizmine çok şey borçlu olduğunu söylüyor olması.[22] Dutt, Avrupa sosyal demokrasisinin sömürgeci köleliğin sunduğu temel üzerine inşa edildiğini görüyor, bu gerçeğin en çarpıcı ifadesinin “demokrasi savunucusu” olarak lanse edilen İşçi Partisi hükümetinin Hindistan’da despotizmin sürdürülmesi için teröre başvurması ve altmış bin insanı demokratik haklar talep etti diye hapse atması olduğunu söylüyor.

Emperyal gücün “kendi kendisine yeterliliği” üzerinde duran faşist anlayış, bizim otuzlarda reformist solda gördüğümüz, orada aşina olduğumuz bir anlayış. Dutt, kitabında İşçi Partisi vekili ve ileride faşist hareketin lideri olan Oswald Mosley’nin “sosyalist emperyalizm” fikrini temel alan milli bir ekonomik büyüme programı hazırladığını, aralarında sonradan Ulusal Sağlık Hizmetleri denilen kurumu kuracak olan Aneurin Bevan gibi İşçi Partisi içindeki solcu siyasetçilerin ona destek verdiğini ve kampanyasında ona yardım ettiğini söylüyor.[23]

Birçok komünist gibi Dutt da İkinci Enternasyonal’e mensup reformist partilerin şoven çılgınlığa teslim olduğu, kendi hükümetlerini emperyalist Birinci Dünya Savaşı’nda destekledikleri bir dönemde radikalleşti. Dutt, bu dönemde İngiltere’de Robert Blatchford, Almanya’da Alexander Parvus gibi “savaş yanlısı sosyalistler”in başvurdukları aşırı milliyetçi retoriğin sonrasında ortaya çıkan faşizmle birçok yönden benzediğini tespit etti.[24] İtalya’da Paolo Orano gibi bir dizi önemli faşist devrimci, birer sendikacı olarak faaliyet yürüttükleri dönemde, Birinci Dünya Savaşı’na girmenin milleti kurtaracağı üzerinde duruyordu.[25] Strasser kardeşlerde dil bulduğu biçimiyle, Nazizm hareketinin başlarda güya sahiplendiği sosyalizm de faşistlerde görülen milliyetçilik, emperyalizm ve sınıf işbirliği türünden, uzun süre sosyal demokrasinin şovenist kanadı tarafından desteklenmiş olunan fikirlerden ödünç alınmıştı.[26]

Bugün batı solunda sınıf politikası ve yeniden dirilme imkânları, sosyal emperyalist kuşatma altında. Kısa bir zaman sonra faşizmin nasıl durdurulacağıyla ilgili bir kitap çıkartan gazeteci Paul Mason’ın Jeremy Corbyn’e sunduğu öneri, bu konuda simgesel bir öneme sahip. Mason o önerisinde Wigan, Newport ve Kirkcaldy’de büyümeyi sağlayacak, refahı artıracak bir programın hazırlanması gerektiğini söylüyordu. Ona göre bu program, serveti Şenzen’e, Bombay’a ve Dubai’ye aktarmamak pahasına yürürlüğe konmalıydı. Yerlicilik edebiyatı yapıp göçmen karşıtı duygulara oynayan sosyal demokrat ve liberal partiler, tüm Avrupa ve Kuzey Amerika genelinde sağ popülizmin elini güçlendirmeye devam ediyor. Bu anlamda Rajani Palme Dutt’ın ismi, Padmore, Sylvia Pankhurst ve Amílcar Cabral gibi isimlerle birlikte anılmalı, zira bu insanlar, içte işleyen faşistleşme sürecine karşı koymanın yegâne etkili yolunun antiemperyalizm ve sosyalist enternasyonalizm olduğunu söylüyorlar.

Alfie Hancox
23 Mart 2021
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Aktaran: Michele L. Louro, Comrades Against Imperialism: Nehru, India, and Interwar Internationalism (Cambridge: Cambridge University Press, 2018), s. 238.

[2] John Callaghan, Rajani Palme Dutt: A Study in British Stalinism (Londra: Lawrence and Wishart, 1993), s. 7.

[3] R. P. Dutt, Fascism and Social Revolution (Gözden geçirilmiş ikinci baskı, Londra: Martin Lawrence Ltd., 1935), s. 63.

[4] Yayına hazırlayan: David Beetham, Marxists in the Face of Fascism: Writings by Marxists on Fascism from the Inter-War Period (Şikago: Haymarket Books, 2019); David Renton, Fascism: History and Theory (Lonra: Pluto Press, 2020). Özgün baskıda Dutt’ın adı, Komintern’in sınıfa kör analizine dair bir örnek olarak, küçümseyici bir dille, sadece bir dipnotta zikrediliyor. Renton, Fascism: Theory and Practice (Londra: Pluto Press, 1999), s. 134.

[5] John Callaghan, “The Heart of Darkness: Rajani Palme Dutt and the British Empire – A Profile”, Contemporary Record 5 Sayı. 2 (1991): s. 257-75.

[6] Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 182; 213.

[7] A.g.e., 183; Callaghan, Rajani Palme Dutt, s. 10.

[8] Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 238-41. Tarihçiler emperyalist politikaların İngiliz faşizminin merkezinde durduğunu daha yeni kabul ettiler. Bkz.: Liam J. Liburd, “Beyond the Pale: Whiteness, Masculinity and Empire in the British Union of Fascists, 1932-1940”, Fascism: Journal of Comparative Fascist Studies 7 Sayı. 2 (2018): s. 275-96.

[9] George Padmore, How Britain Rules Africa (New York: Negro Universities Press, 1969), s. 4.

[10] Aktaran: Neil Redfern, Class or Nation? Communists, Imperialism and Two World Wars (Londra: Tauris Academic Studies, 2005), s. 101.

[11] Renton, Fascism: History and Theory, s. 16.

[12] Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 217.

[13] A.g.e., s. 213-16.

[14] Richard Löwenthal, “The Fascist State and Monopoly Capitalism” (1935), Yayına hazırlayan: David Beetham, Marxists in the Face of Fascism: Writings by Marxists on Fascism from the Inter-War Period içinde, s. 339.

[15] Renton, Fascism: History and Theory, s. 13.

[16] Callaghan, Rajani Palme Dutt, s. 198.

[17] Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 216.

[18] A.g.e., s. 116.

[19] A.g.e., s. 82; 76. Renton da bu dinamiğin varlığını kabul ediyor: “Küçük burjuvazi faşist partilerde büyük bir role sahip olsa da bu kesim, faşistlere kaynaklık edemeyecek ölçüde küçük bir kesimdi. […] Faşizmin asıl korkutucu yanı, daha önce sosyalist partilere kolaylıkla örgütlenebilmiş olan insanları saflarına kazanabilmiş olmasıydı.” Fascism: History and Theory, s. 153.

[20] Renton, Fascism: History and Theory, s. 79.

[21] Vurgu özgün metne ait. Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 115; 203.

[22] A.g.e., s. 162.

[23] A.g.e., s. 235; 255.

[24] A.g.e., s. 157.

[25] Zak Cope, The Wealth of (Some) Nations: Imperialism and the Mechanics of Value Transfer (Londra: Pluto Press, 2019), s. 180.

[26] Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 162.

0 Yorum: