03 Ağustos 2021

,

İnisiyasyon


Bugün solu, az çok bilgisi olan, kitap okumuş bir yoksula, işçiye tahammül edemeyenler yönetiyor. Sol, o küçük burjuva hâliyle, hep egemenlere, burjuvaziye yaranmaya çalışıyor. Küçük burjuva sol, kendisinin yegâne görevinin, kendisine verilen işin, yoksulun ve işçinin öfkesini silmek, derdini unutturmak olduğunu çok iyi biliyor. Buna rağmen, eleştiriye asla tahammül edemiyor!

O, “sınıfsal imtiyazlarını bireysel erdem hâline getirip toplumsal hâkimiyete destek sunuyor.”[1] İmtiyazlı kesim, “kapitalistlerin masasındaki kırıntılara gözünü dikiyor, yoksul emekçi kitlelerden uzaklaşıyor.”[2] Bireysel erdemini yüceltmek, kırıntılardan pay almak için kolektif olana düşmanlık ediyor. İşçinin, halkın, ezilenin tüm kudret imkânlarını yok etmek için uğraşıyor. Hâsılı küçük burjuva, işini yapıyor.

* * *

Aşı şirketleri, paranın dönmesi, piyasanın canlanması ve elde kalan aşıların çöpe gitmemesi için çocukların da aşılanması emrini verdiler. Bu emir uyarınca çocukların aşılanması fikrini yaymak, Eğitim-Sen’e ve Gençlik Komiteleri'ne düştü. Konuşan, o masadaki kırıntılar, imtiyazlar ve çıkarlardı.

Bu düzlemde “aşı karşıtlığı” diye bir laf üretildi. Tıpkı Erdoğan’ın “bunlar köprüye, ilerlemeye, ülkenin büyümesine karşı” deyip köprüyle ilgili eleştirileri ezmeye çalışmasında olduğu gibi, bu laf üzerinden de aşının ardındaki sömürü ve zulüm gizlenmeye çalışılıyor. DİSK, TTB, KESK ve TMMOB, solu burjuvazinin eşiğine bağlamak için var. Bu STK'ların başka bir anlamı ve değeri bulunmuyor.

* * *

Eski bir TKP’li, Rasih Nuri İleri’yi ziyarete gider. Çalışma odasında sohbet ederken masanın üzerindeki kafatasına takılır gözü. Nereden geldiğini sorunca, bir dönem “aristokrat sosyalist”[3] olarak anılan İleri, şu cevabı verir: “Babamın emrinde köylüler çalışırdı. Bir gün birisine sinirlenmiş, elindeki sopayla adamı öldürmüş. Sonra ibret olsun diye başını kestirmiş. Bu, o adamcağızın kafası. Ben de babama hürmetten atamadım.” Bu hikâyeyi anlatan, geçmişte sosyalist hareketi yöneten bir isim. Herkesten feodal değerlerden kopmalarını isteyen bir solcu, nedense babasının miras bıraktığı, bizzat öldürdüğü köylünün kafatasını atamamaktadır.

Bir başka genç TKP’li, bir sohbet esnasında abilerinin ablalarının Türkiye’ye ilk bilgisayarı getiren kişiler olmasıyla övünüyordu. Bugünse Avrupa’da komünizm var zannediyor, oraya gitme hayalleri kuruyor. O bilgisayarı ve Avrupa’yı sınıfsal anlamda analize tabi tutamıyor. Tutanlara düşman kesiliyor.

Balığın başı, kokuyor. Kadrolar, emeğe, derde, öfkeye, mücadeleye değil, kariyerist hesaplara, kişisel imtiyazlara, gelecek planlarına, bireysel kurtuluş gayretlerine göre şekil alıyor.

Yine bir (eski) TKP’li genç, İsviçre’de aldığı pazarlama dersini sosyalistlere öneriyor, konuşmanın sonunda da “üç yıl içerisinde devrim oldu oldu, olmazsa ben kendi çıkarıma bakarım, zengin olacağım ben!” diyor. Bu tür kadroların, işçi sınıfını, emekçi halkı, ezilenleri düşünmesi, onlar için bir şey yapması mümkün değil.

* * *

Sedat Peker meselesi de bu bireysel başarı, güç ve imtiyaz üzerinden okunuyor. Sınıf için, sınıf içre, sınıf içinden yapılacak bir değerlendirmenin konusu olamıyor. Peker, bireysel hınç, kin ve güç arayışına ait bir imge olarak önemseniyor. Dipten derinden, perde gerisinde Peker’in sahip olduğu güçten haz duyuluyor, videolar belirli bir esriklikle izleniyor. Eskiden Fuat Avni’nin düdüğüne üfleyenler, bugün Sedat Peker’in düdüğüne üflüyorlar.

Her tür mesele, birey süzgecinden geçiriliyor. Lenin, “oportünizmin bireylere mahsus bir rastlantı, günah, dil sürçmesi veya ihanet değil, tüm bir tarihsel dönemin toplumsal ürünü” olduğunu söylüyor. Başka bir yerde, “meseleler, bireysel, öznel değil, nesnel kolektif bir yerden analiz edilmelidir” diyor. Ama bizim solumuz, her şeyi ve herkesi, kendi bireyliğini ve öznelliğini yüceltmek, birilerine hoş göstermek adına, birey ve özne üzerinden analiz ediyor. Peker’in videoları ile birey olarak ilişki kuruyor.

Bir yerde Gramsci, “aydınlar birey olarak devrimci olabilirler. Sınıf olarak devrimci olma vasfı, sadece proletaryaya aittir” diyor.[4] Aydınların genel anlamda burjuvaziye hizmet ettiğini söylüyor. İşte o aydınlar, küçük burjuvazi, bireysel varlığını burjuvazi aynasında büyütüyor, işçileri o imaj önünde eğip bükmeye çalışıyor. Sınıf, meseleyi sınıf ölçüsünde, sınıf olarak anlarken aydın, meseleleri birey (kendi) ölçüsüne vurup, ona zarar verecek yanları buduyor.

Bu anlamda bireysel geçimi, varlığı için geçmişten bugüne Fethullah’ın veya mafyanın elini tutmuş kimi örgüt şeflerinin sınıf adına, sınıf içi ve sınıf için bir şeyler yapması mümkün olmuyor. Hepsi de döne dolaşa, Fethullah ve mafya eliyle örgütlenen, işlerini gören devlete ve sermayeye hizmet ediyor.

* * *

Yoksulun, işçinin okuduğu kitabın, edindiği, süzdüğü bilginin bir önemi yok. Çünkü, o kitap ve bilgi, işe yararlılık, faydacılık ölçütüne vuruluyor. “Okumuş ama bir işe yaramamış, adam hâlâ fakir!” deniliyor. Böylece vahiy indirse, hayatın sırrını da söylese, o kişi değer görmüyor, çünkü para ve güç üretmiyor. Dolayısıyla kitap ve bilgi, sadece burjuvazinin malı kabul ediliyor. Daha da düşme, eksilme, fakirleşme ihtimalini anlattığı için işçiden, yoksuldan tiksiniliyor. Zaten sol; işçi, ezilen ve yoksul olmama ihtimali olarak örgütleniyor, varoluyor, bu anlamda işçiye, ezilene ve yoksula karşı tiksinti ve nefreti kendisinde somutluyor.

Bugün örgüt, bir şirket gibi yönetiliyor, yönetilmeye çalışılıyor. “Bu pisliği devrim temizler” diyenler, kendi şirketlerinin ne tür pisliklere bulaştığından söz etmiyorlar. Dolayısıyla o devrime de izin ve imkân vermiyorlar. Gezi’de olduğu gibi, kitlenin ayaklanmasından ve devrimden en çok sol örgütler korkuyor.

* * *

Youtube, Netflix gibi ortamlarda burjuvazinin dişine uygun bireyler yetiştiriliyor. Her bir ortamda burjuvazi için bireyler, belirli bir tarikata kabul törenine alınıyorlar. İnisiye edilen kişiler, bir ot gibi yetiştiriliyorlar, kıvama getiriliyorlar, özel cemaatin parçası kılınıyorlar.

Tüm bu ayinlerde aslolan, kitlesel, kolektif, avâmî olandan kopmak. Herkes tek tek bu kopuşu tescillemek, kayıt altına almak zorunda. Ayinlerin kurbanı da işçiler, yoksullar, ezilenler. Kimse, o üstadlar önünde geri yanlarını gösteremez, herkes, bir biçimde aforoz ve hadım edileceğini düşünür. Gündelik hayat içerisinde bu cemaat, kendi dilini ve yaşam tarzını üretir. O üstadlar, her fırsatta kutsal olanı göstermekle yükümlüdür.

Kutsal olan, burjuvazinin mülküdür. O cemaate girmek istiyorsanız, burjuvazinin eşiğine yüz sürmek zorundasınız. Bu da yoksulu, emekçiyi aşağılamayı, ezmeyi gerekli kılar. "BİM çiğ köftesi yiyen kişiler", her zaman ezilmelidir. Ezen kimse, ona yoldaş olunmalıdır. 

Sol, katıldığı inisiyasyon töreninde gerçek yoldaşını bulmuştur. AKP’ye itirazı, o yoksulla, avamla, ezilenle ilişkilidir. AKP’ye değil, o yoksulun, avamın, ezilenin (güya) konuşma imkânı bulmasına karşıdır.

Geçmişte, 1920 civarı, Fransız sosyalistlerinin Komintern’e giriş sürecinde bir sorunla karşılaşıldı. Komintern, Fransız sosyalizminin hür masonlarla kurduğu bağı kopartmasını istiyordu. Çünkü o bağ, aslında reformizmle kurulmuş bir bağdı. Masonlarla iç içe geçmiş olan sosyalistler, Komintern’in bu kararına itiraz ettiler.[5] İşte bugün sol, o bağı, bağın kopartılması kararını ve o karara yönelik itirazın sebebini anlayamayacak durumdadır. Çünkü o, bu dönemin mason localarını örgütlemekle meşguldür. Demek ki Komintern’in yüz yıl önceki kararı, bugün için de geçerlidir.

Eren Balkır
4 Temmuz 2021

Dipnotlar:
[1] Jason Tebbe, “Yirmi Birinci Yüzyıl Viktoryenleri”, 31 Ekim 2016, İştiraki.

[2] V. I. Lenin, “II. Enternasyonal’in Çöküşü-VII”, Haziran 1915, İştiraki.

[3] Attila Aşut, “Rasih Nuri İleri”, 22 Aralık 2014, Birgün.

[4] Antonio Gramsci, “Il Partito si rafforza combattendo le deviazioni antileniniste”, 5 Temmuz 1925, BM. Türkçesi: İştiraki.

[5] José Carlos Mariátegui, “El Partido Comunista Frances”, 1925, Marxists. Türkçesi: İştiraki.

0 Yorum: