13 Aralık 2021

,

Fransız Komünist Partisi

Fransız Komünist Partisi, diğer Avrupa komünist partileriyle aynı rahimden doğdu. Savaşın son yıllarında sosyalizmin ve sendikalizmin bağrında şekil aldı. Sosyalist Parti’den ve Genel İşçi Konfederasyonu’ndan memnun olmayan, sosyalizmin “kutsal birliğe” bağlılığını, savaşa sunduğu desteği eleştirmeye cüret edenler, hareketin ilk hücrelerini oluşturdular. Öncüler arasında az sayıda ismi bilinen militan bulunuyordu. Bu ufak ama dinamik ve militan olan azınlık grup, Zimmerwald ve Kienthal konferanslarına katıldı, yeni devrimci Enternasyonal’in taslağı bu grup eliyle oluşturuldu.

Hareketin arkasındaki itkiyi ise Rus devrimi sağladı. Loriot, Monatte gibi Sosyalist Parti ve Genel İşçi Konfederasyonu üyesi kimi isimler bir araya geldiler. Üçüncü Enternasyonal’in kurulmasıyla birlikte Fransız devrimcilerinin temsilcileri olarak Guilbeaux Sadoul’un öne çıktığı süreçte, Monatte ve Loriot’un başını çektiği hizip, Sosyalist Parti içerisinde Moskova’ya bağlanma meselesini tartışmaya açtı.

1920’de Strazburg’da düzenlenen kongrede komünist eğilim çok sayıda oy aldı. Her şeyden önemlisi bu hareket, başını Cachin ve Frossard’ın çektiği merkezci eğilimden ciddi bir destek aldı ve parti içerisinde önemli bir güç hâline geldi. Tartışma, bu kongreyle sona ermedi. Cachin ve Frossard Moskova’ya gitti. Burada devrime tümüyle bağlandı. Bu dönüşümle birlikte, bir önceki kongreden on ay sonra toplanan Tours Kongresi’nde Sosyalist Parti’nin çoğunluğu, Üçüncü Enternasyonal’e bağlılığını ilân etti.

Bu noktada, rüzgârın komünist hareketten yana estiği koşullarda parti bölündü. Sosyalistler, partinin eski ismine sahip çıktılar. Vekillerin önemli bir kısmı da onlardan yana durdu. Komünistlerse devrimci geleneğin mirasını ve L'Humanité gazetesini sahiplendiler.

Ne var ki Tours’daki ayrışma, partiyi reformist/devrimci veya başka bir ifadeyle, sosyalist/komünist diye açık ve net bir biçimde tanımlanmış homojen iki gruba ayrıştırmadı. Sosyalist Parti’nin devrimci aklı ve ruhu yeni komünist partisine geçti. Birçok militan, demokrasiye fazlasıyla bağlı olduğu için komünist hareketle sadece duygusal ve düşünsel bir bağ kurabildi. Savaş öncesi dönemin sosyalizm okulunda eğitim görmüş olan bu isimler, Bolşevik yönteme kendilerini adapte edemediler. Ruhen fazla eleştirel, fazla akılcı ve fazla çocuksu olan bu militanlar, Bolşevizmi dinî ve mistik düzlemde yücelten görüşü benimsemediler. Onların çalışmaları, vardıkları hükümler, biraz şüphe yüklüydü ve Üçüncü Enternasyonal’in genel ruh hâliyle asla örtüşmüyordu. Bu karşıtlık ve uyumsuzluk krize yol açtı. Reformist bir kökene ve psikolojiye sahip unsurlar ya içerilecek ya da dışlanacaktı. Bunların varlığı, genç partinin hareketini ketliyor, partiyi felç ediyordu.

Sosyalist Parti’deki bölünmenin ardından Genel İşçi Konfederasyonu da bölündü. George Sorel’in fikirlerinden beslenen devrimci sendikalizm, savaş öncesinde proletaryanın devrimci ve sınıfçı ruhunu diriltmiş ama bu ruh süreç içerisinde reformist ve parlamentarist pratik eliyle dinginleştirilmişti. Savaştan beri konfederasyona bu ruh hâkimdi. Konfederasyon, savaş süresince Sosyalist Parti ne yaptıysa onu yaptı.

Sonuçta savaş sona erdiğinde sosyalizm krize girince sendikacılık da krize girdi. Genel İşçi Konfederasyonu’nun bir kısmı sosyalist hareketi, diğer kısmı komünist hareketi destekledi. Proleter mücadelenin bu yeni aşamasında devrimci ve sınıfçı ruhu, Üçüncü Enternasyonal’e bağlı fırkalar temsil ettiler.

Devrimci sendikacılığın birçok teorisyeni de bu gerçeği kabul etti. Sosyalizmin reformizm eliyle yozlaştığı süreci ağır bir dille eleştiren bir isim olarak Sorel, Bolşeviklerin sınıfsal yöntemine destek sundu, ama Lenin’in kitaba bağlı bir Marksist olarak görülemeyeceğini söyleyen kimi sosyalistler, Lenin’in kişiliğinin Sorel’in etkisi altında olduğunu iddia ettiler.

Genel İşçi Konfederasyonu, sendikalar devrim yolu ile reform yolu arasında bir seçim yapmak zorunda kaldıkları için bölündü. Mücadele dâhilinde devrimci sendikalizm yerini komünist harekete bıraktı. Ekonomi sahasından politika sahasına taşınan mücadelenin, kaçınılmaz olarak heterojen bir bileşime sahip olan sendikalar eliyle yürütülmesi imkânsızdı. Mücadele, neticede homojen bir nitelik arz eden bir parti tarafından verilmeliydi.

Teoride değilse bile pratikte iki eğilime de mensup sendikalar bu zorunluluk karşısında boyun eğdiler. Eski konfederasyon Sosyalist Parti siyasetine, yeni konfederasyon (Birleşik Genel İşçi Konfederasyonu –CGTU) Komünist Partisi siyasetine bağlandı. Ama aynı zamanda sendika sahasında kutuplaşma ve tasnif süreci yavaş işleyen, zahmetli bir dizi çalışma üzerinden somutlandı. Yaşanan kopuş ortadaki meseleyi çözüme kavuşturmadı, onu sadece gündeme getirmeye yaradı.

Bu sebeplere bağlı olarak Fransız komünistlerinin Bolşevikleşme süreci, gözyaşlarının dökülmesine sebep olacak bir dizi tasfiyenin devreye sokulmasına neden oldu. Bu adımı atmaya kararlı olan Üçüncü Enternasyonal, en radikal araçlarını devreye soktu. Örneğin Komintern, Hür Masonluk’la arasındaki tüm bağları kopartmaya karar verdi. Savaş öncesi dönemde laiklik mücadelesi dâhilinde radikal tutumları desteklemiş olan eski Sosyalist Parti, zamanla mason locaları içerisinde radikal burjuvaziyle bağ kurmuş, ona teslim olmuştu.

Esasen hür masonluk, radikal hareketle sosyalist hareket arasında var olan, kendisini kısmen gizleyen bağdı. Sosyalist Parti içerisindeki bölünmeyle birlikte hür masonluğun etkisi Komünist Partisi’ne miras kaldı. Aradaki bağ, varlığını sürdürdü. Kamusal alanda reformizmin her biçimine karşı mücadele eden birçok komünist, militan mason localarında her türden radikal isimle, burjuva siyasetçisiyle kardeş olmuştu.

Neticede devrimci siyasetle reformist siyaset, hâlen daha birbirine bağlıydı. Üçüncü Enternasyonal, işte bu bağı kesmek istedi. Alınan karara karşı çıkan reformistler kazan kaldırdılar. 1920’de Moskova’ya gitmiş olan Frossard, Komintern’in kendisinden gücünün yetmeyeceği bir şeyi istediğini düşünüyordu. Bu noktada genel sekreterlik görevinden istifa ettiğine dair bir mektup kaleme aldı. O aşamada parti bölündü. Frossard, Lafont, Meric, Paul Louis ve diğer önde gelen unsurlar, maceralı ve insanı bitap düşüren bir sürecin ardından, ileride Sosyalist Parti’ye yeniden katılacak olan özerk bir grup meydana getirdiler.

Bu kopuşlar, partiyi ve köklerini pek zayıflatmadı. Aksine, Mayıs seçimleri, komünistlerin kitle tabanlarının genişlediğini ortaya koydu. Komünistlerin listesi, dokuz yüz bin oy aldı. Bunun sonuncunda meclise yirmi altı komünist vekil sokuldu. Ulusal Blok ve Sol Blok karşısında önemli bir adım atılmış oldu. Bazı isimleri yitirmesine rağmen parti, homojenleşti. Bolşevikleşme süreci başarıyla sonuçlandı.

Ama tüm bu gelişmeler, Fransa’da komünist ayaklanmanın eli kulağında olduğunu, pek yakında gerçekleşeceğini anlatan olgular değillerdi. “Komünizm tehlikesi”, hareketi dışsallaştırmak için başvurulan bir ifadeydi ve hâlen daha kullanılıyordu.

Her şeyin ötesinde devrim, sabit bir olgu olarak ele alınamaz. Devrim, darbe değildir. O, çok katmanlı bir çalışmadır. Devrim, tarihin eseridir. Komünistler, bu gerçeği gayet iyi bilirler. Onlar, günlerini yanılsamalarla geçiremezler.

Fransız Komünist Partisi, bugün iktidarı almak için hızlı ve yepyeni bir atak peşinde değil. Parti, işçi kitlelerini ve destekçilerini programına örgütlemeye çalışıyor. Küçük burjuvazi içerisinde propaganda yürütmek için adımlar atıyor. Bu çalışma dâhilinde kendi misyoner birliklerini oluşturuyor, sahaya sürüyor. Her gün L’Humanité gazetesinin iki yüz bin nüshası, partinin sözünü tüm Fransa’ya ulaştırıyor. Karadeniz’deki isyankâr geminin denizcileri olarak Marcel Cachin, Jacques Doriot, Jean Renaud, André Berthon, Paul Vaillant Couturier ve André Marty, bugün mecliste çalışma yürütüyor.

Parti arınıyor. Hedefine odaklanıyor. Komünistlerin lügatinde “parlamenter” kelimesi klasik mânâda kullanılmıyor. Komünist parlamenterler müzakere yürütmüyorlar. Meclis, onlar için ajitasyon yapmak, eleştiri yöneltmek için kullanılacak bir kürsü.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: