26 Aralık 2021

,

Lunaçarski

Burjuvaziyle ilgili kanaatlerinden ötürü Sovyetler Halk Eğitim Komiserliği’nde çalışan isimler ve bu kişilerin yaptığı çalışmalar, Batı dünyası genelinde tepkiyle karşılandı. Daha ilk andan itibaren Rus devrimi, medeniyet için bir tehdit olarak görüldü. Bolşevizmi hakir gören ve onu barbar Asya kabilelerine benzeten kişiler, sanatın ve bilimin nefes dahi alamayacağı, zehirli bir ortam meydana getirdiler. Süreci üzüntüyle takip eden kimi insanlar, Rus kültürünün geleceğine dair kötümser öngörülerde bulundular. Tüm bu değerlendirmeler ve ilgili dönem geride kaldı.

Rus devrimi, belki de en somut adımlarını halk eğitimi alanında attı. Avrupa ve Amerika’dan birçok uzman, Rusya’yı ziyaret etti ve bu çalışmaları kendi gözleriyle gördü. Éduard Herriot, La Russie Nouvelle [“Yeni Rusya”] isimli kitabında Rus devriminin bilime tabiri caizse taptığını söylüyordu. Komünizme belirli bir mesafede duran başka aydınlar da bu Fransız devlet adamının söylediklerine benzer şeyler söylüyorlar. H. G. Wells yaptığı değerlendirmede, Lunaçarski’yi yeni Rusya’nın en önemli kurucu ruhlarından biri olarak anıyor. Yedi yıl öncesine dek dünyanın görmezden geldiği bir isim olan Lunaçarski, bugün herkesin önemsediği bir figür.

Çarlık döneminde Rus kültürü küçük bir elit kesimin tekelindeydi. Halk, sadece fiziki yoksulluğun değil, ayrıca fikri yoksulluğun da çilesini çekiyordu. Okuryazar oranı korkunç düzeylerdeydi. 1910 yılında Petrograd’da yapılan nüfus sayımının da ortaya koyduğu biçimiyle şehrin yüzde 31’i okuryazar, yüzde 49’u okur ama yazamaz durumdaydı. Tabii bu durumun, Batı’nın modasının ve sanatının inceliklerine hâkim olan asiller veya dönemin en önemli fikirlerini tartışan üniversiteler için bir önemi yoktu. Mujik, işçi, avam bu kültüre yabancıydı.

Devrim, Lunaçarski’ye proleter kültürün temellerini atma görevini verdi. Bu devasa iş için elde mevcut olan malzeme gayet kıttı. Sovyetler, elindeki maddi ve manevi imkânların önemli bir kısmını gerici güçlerin her cepheden saldırdığı devrimin savunulmasına tahsis etmek zorundaydı.

Rusya’nın ekonomik planda yeniden örgütlenmesi konusunda yüzleşilen sorunlar, Bolşevikleri epey uğraştırıyordu. Lunaçarski’nin istifade edeceği insan sayısı da çok azdı. Bilim ve edebiyat alanında çalışan insanlar, burjuvaziye ait tüm teknisyenler ve fikir emekçileri devrimin çabalarını baltalamakla meşgullerdi. Eskiden varolan okullara da yeni okullara da öğretmen bulunamıyordu. Nihayetinde Rusya’da devrimci mücadelenin başvurduğu şiddet araçları ve terör yöntemleri kültür alanının yeniden inşa edilmesi için yürütülecek her türden çalışmaya köstek olan savaş benzeri bir ortam yarattı.

Ancak Lunaçarski, bu önemli görevi gene de üstlendi. İlk günler çok zor geçti. Cesareti kırıldı. Rus sanatına ait eski eserleri korumanın imkânsız olduğunu gördü. Bu tehlike karşısında ümitsizliğe kapıldı.

Kremlin’e bağlı kiliselerin ve Aziz Basil Katedrali’nin devrimin askerlerince bombalanıp imha edildiğine dair haberler Petrograd sokaklarında dolaşınca Lunaçarski, bu fırtınanın orta yerinde mücadelesine devam edecek takatin kendisinde kalmadığını düşündü. Cesareti kırılan Lunaçarski görevinden istifa etti. Neyse ki bu haberin yanlış olduğunu öğrendi. Lunaçarski’ye devrimcilerin her çalışmasında tam yetkiyle yardım edeceğine dair güvence verildi. Böylece Lunaçarski imanını tazeledi.

Rusya’daki sanatsal miras bütün olarak kurtarıldı. Tek bir çalışma bile kaybolmadı. Halka açık müzeler, resimlerle, heykellerle, özel koleksiyonlara ait eserlerle dolup taştı. Eskiden Rus aristokratlarının ve burjuvalarının saraylarında ve köşklerinde tuttukları sanat eserleri, devlete ait galerilerde sergilenmeye başlandı. Bir vakitler iktidardaki kastın bencil zevklerine hizmet eden bu eserler, halkın sanat eğitimi için kullanılıyorlardı.

Başka alanlarda da olduğu gibi bu alanda da Lunaçarski, sanatı kitlelerle buluşturmak için çabaladı. Örneğin bu amaç doğrultusunda proleter kültür komitesi anlamında Proletkült’ü kurdu. Bu komite halk tiyatrolarını örgütledi. Ülke geneline yayılan komite, bugün birçok önemli şehirde faaliyetlerde bulunuyor. Bu yapı içerisinde yer alan işçiler, sanatçılar ve öğrenciler devrimci sanatı yaratma arzusuyla hareket ediyorlar. Moskova’daki merkezinde bulunan salonlarda devrimci sanatla alakalı tüm konu başlıkları tartışılıyor. Gene de bazı noktalarda devrim ve sanat, biraz tuhaf ve biraz da keyfi bir biçimde teorize ediliyor. Yeni Rusya’nın devlet adamları, avangart sanatçılardaki yanılsamaları pek paylaşmıyorlar. Onlar, proleter toplumun ve proleter kültürün kendi sanatını üretebileceğine inanmıyorlar. Bu isimlerin düşüncesine göre sanat, toplumsal düzendeki gelişmişliğin bir göstergesi. Ama gene de bu yaklaşım, onların genç sanatçıların sabırsızlıkla malul çalışmalarına yardım etmelerine, bu gençleri teşvik etmelerine mani olmuyor.

Kübistlerin, ekspresyonistlerin, her renkten fütüristin makaleleri ve araştırmaları Sovyet hükümetince sahipleniliyor. Ancak bu destek, hükümetin fütürizmin devrimcilere ilham verdiği ile ilgili teze bağlı olduğu anlamına gelmiyor. Sanat ve devrim arasındaki ilişki ile ilgili etkileyici ve önemli eleştiriler kaleme alan Trotskiy ve Lunaçarski bu teze destek konusunda epey dikkatli davranıyor.

Örneğin Lunaçarski’ye göre fütürizm, “burjuva sanatının belirli devrimci yaklaşımlarla birlikte sürdürülmesidir. Proletarya, geçmişin sanatını geliştirecek, belki de bu noktada işe Rönesans’tan başlayacak, bu sanatı fütüristlerden daha ileriye ve daha yukarıya taşıyacak, üstelik bunu da fütüristlerden çok farklı yapacaktır.”

Öte yandan avangart sanat eserleri, o en gelişkin tarzları ile Rusya’dan başka hiçbir yerde bu denli değer bulmamış, saygı görmemiştir. Devrimin ulu şairi Mayakovski neticede fütürist okuldan çıkmadır.

Lunaçarski, okullarda daha verimli ve yaratıcı çalışmalarda bulundu. Bu çalışmalar esnasında kendisi, kamu eğitimi bütçesindeki yetersizlik, okullarda gerekli materyallerin bulunmaması, öğretmen eksikliği gibi bir dizi engelle karşılaştı. Bunca şeye rağmen sovyetler, çar dönemine kıyasla belirli okullara daha fazla destek sundu.

1917’de ülkede 38.000 okul vardı. 1919’a gelindiğinde bu sayı 62.000’i aştı. Sonraki süreçte birçok yeni okul açıldı. Komünist devletin amacı, öğrencilere oda, yurt ve kıyafet sunmaktı. Eldeki sınırlı kaynaklar bu programın eksiksiz yürütülmesini mümkün kılmadı. Yedi yüz bin öğrenci, imkânları sınırlı okullarda masrafları bizzat üstlenerek okumak zorundaydı. Süreç içerisinde birçok lüks otel, devlete ait sayısız köşk, okul veya yurda dönüştürüldü.

Fransız ekonomist Charles Gide’in gözlemine göre Rusya’da devrimden en fazla istifade eden, ondan en çok yararlanan kesim çocuklardı. Rus devrimcileri için çocuk, yeni insanlığın gerçek temsiliydi.

Herriot ile yaptığı bir sohbette Lunaçarski, eğitim politikasının temel özelliklerini şu şekilde aktarıyor:

“Her şeyden önce biz okulları tekleştirdik. Tüm çocuklarımız dört yıl eğitim veren ilkokulu bitirmek zorunda. En iyiler, liyakat temelinde, altıda bir oranında beş yıllık okullara alınıyorlar. Bu dokuz yıllık eğitimin ardından üniversiteye giriyorlar. Normal güzergâh bu şekilde. Ama biz, bir yandan da proleter programımıza uygun hareket edebilmek için işçileri de yüksek eğitime yönlendirmek istiyoruz. Bu sonuca ulaşabilmek adına fabrikalara gidip 18 ilâ 30 yaş arası işçiler arasından seçim yaptık. Devlet, bu öğrencilere kalacak yer ve yiyecek veriyor. Her bir üniversitede işçilerin kendi fakülteleri var. Bu sınıflardaki otuz bin öğrenci, mühendis veya doktor olmalarını sağlayacak eğitimi alıyor. Her yıl sekiz bin öğrenci almak, bunları üç yıl işçi fakültesinde okutmak, ardından da üniversiteye göndermek istiyoruz.”

Herriot’nun dediğine göre, bu iyimserlik gayet meşru bir zemine sahipti. Süreç içerisinde bu işçi fakültelerini bir Alman araştırmacı ziyaret etti. Yaptığı değerlendirmeye göre bu okullardaki öğrenciler, dogmatizm ve zevk düşkünlüğüne karşılardı. Lunaçarski, Herriot ile yaptığı sohbettin devamında şunları söylüyordu:

“Bizim okullarımız karmadır. İlk başta kadın ve erkek öğrencilerin bir arada olması öğrencileri korkuttu ve bazı hadiselerin yaşanmasına neden oldu. Bugünse taşlar yerine oturdu. Kadın erkek tüm öğrenciler birlikte yaşamaya alıştılar, genç diye onlardan korkmaya gerek yok artık. Okullarımız hem karma hem de laik. Disiplin anlayışı da zamanla değişti. Biz, öğrencilerin sevgi ortamında eğitim almasını, yetişmesini istiyoruz. Başka özel projeleri de devreye sokmaya çalıştık. İlk projede amacımız, şehir sovyetlerinin bize gönderdiği gençleri eğitip birer uzman hâline getirecek bir üniversite kurmaktı. Kurslar bir ilâ üç yıl sürüyordu. Öte yandan bir de Doğu Halkları Üniversitesi kurduk. Bu okulun muazzam bir politik etkiye sahip olacağını düşündük. Bu üniversiteye Hindistan’dan, Çin’den, Japonya’dan ve İran’dan bin kadar genç kaydoldu. Bu sayede kendi misyonerlerimizi yetiştirme imkânı bulacağız.”

Halk Eğitim Komiseri, zihni ışıl ışıl bir edebiyat insanı. Çağdaş, huzursuz, insancıl bir kişi olarak komiser, tutkulu bir isim. Hayatın tüm yönlerini kendisine dert edinmiş. Batı kültürüyle beslenmiş. Avrupa edebiyatı konusunda derin bir bilgiye sahip. Shakespeare’in oyunlarını da Mayakovski’nin şiirlerini de biliyor. Edebiyat ile ilgili birikimi hem eski çağların hem de bugünün eserlerini içeriyor.

Lunaçarski, geçmişe de, bugüne de, yarına da hâkim. Kıvrak bir zekâ ile ele alıyor bu üçünü. Üstelik o, geçmişin değil şu anın devrimcisi. Yeni toplumsal yapılar inşa etmenin edebi değil, politik bir çalışma olduğunu iyi biliyor. Tam da bu sebeple kendisini bir yazar değil politikacı olarak görüyor. Kendi döneminin insanı olarak Lunaçarski, devrimin basit bir izleyicisi olmak istemiyor, o, devrimin faillerinden, ana kahramanlarından biri olmak istiyor. Tarih konusunda düşünceler üretmekle veya yorumlarda bulunmakla yetinmek istemiyor, onun tek arzusu tarih yapmak. Hayat hikâyesi, bize bu tarihsel figürün maneviyat açısından zengin bir içeriğe sahip olduğunu gösteriyor.

Lunaçarski, sosyalizm saflarına gençken dâhil oldu. Rus sosyalizmi içinde yaşanan ayrışmada Menşeviklerin karşısına geçti, Bolşeviklerin yanında oldu. Diğer Rus devrimcileri gibi o da sürgünde yaşamak zorunda kaldı. 1907’de mecburen Rusya’dan ayrıldı. Bolşevizmin tanımlandığı süreçte ayrılıkçı hiziple ilişkisi yüzünden partiden uzaklaştı, ama gene de ondaki hakiki devrimci yönelim sayesinde kısa bir süre sonra kendisini yeniden yoldaşlarının yanında buldu. Vaktinin yarısını politikaya, yarısını edebiyata ayırdı.

Romain Rolland’ın kitabı, bize Lunaçarski’nin Ocak 1917’de Cenevre’de Maksim Gorki’nin hayatı ve eserlerine dair ders verdiğini söylüyor. Kısa bir süre sonra ise hayatının en ilginç bölümü başladı: Lunaçarski, Sovyetler Halk Eğitim Komiseri (eğitim bakanı) olarak çalışmaya başladı.

Anatoli Lunaçarski, hayat hikâyesinin bu bölümünde karşımıza Rus devrimine can ve yön veren en önemli isimlerden biri olarak çıkıyor. O, Rusya’yı tüm yönleriyle ve kararlı bir biçimde devrimcileştiriyor. Ekonomik ihtiyaçların yol açtığı baskılar, ekonomi ve siyaset sahasında komünist öğretinin değişmesine veya zayıflamasına sebep olsa da artık belirli kapitalist yapıların hayatta kalması veya dirilmesi asla mümkün değil. Bu yapıların başındaki yöneticiler politik iktidara sahip değiller, dolayısıyla devrimin geleceğini riske atamazlar. Lunaçarski’nin kurduğu okullar ve üniversiteler, zaman içerisinde yeni bir insanlık meydana getiriyor. Gelecek, Lunaçarski’nin okullarında, üniversitelerinde mayalanıyor.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: