07 Aralık 2021

,

Fransız Sosyalizmi


On dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru Fransa’da sosyalizm, farklı okullara ve örgütlere ayrıştı. Başını Guesde ve Lafargue’un çektiği İşçi Partisi, resmi planda Marksizmi ve onun sınıfsal taktiklerini temsil eden yegâne yapıydı. Blankizm hareketi içinden çıkmış olan Sosyalist Devrimci Parti, bünyesinde Komün’ün devrimci geleneğini kendi bünyesinde cisimleştirdi. Hareketin en önemli ismi, Vaillant’dı. Bağımsızlar ise işçi sınıfından ziyade aydın cenahı içerisinde örgütlenmişlerdi. Hareket, sosyalizme ilgi duyan birçok insanı saflarına kattı. Viviani ve Jaurès gibi isimler, bu grup içerisinde faaliyet yürüttüler.

1898’de İşçi Partisi, farklı sosyalist örgütlerle yakınlaşma süreci içine girdi. Bu düzlemde anlaşmanın ve ittifakın zemini belirlendi. Başka ülkelerde sosyalist teorinin ve pratiğin netleştirilmesi süreci Fransa’da işledi, ama burada anarşizme meyilli sektlerin, tarikatların tasfiyesine ihtiyaç duyuldu.

Fransa’da görünürde dokuz ayrı eğilim varsa da aslında iki eğilim söz konusuydu: Sınıfçı eğilim ve işbirlikçi eğilim. Son tahlilde bu iki eğilim, uzlaşmaya varmak amacıyla birbirlerinin sınırlarını belirleme ihtiyacı duydu. Sınıfçı veya devrimci eğilime göre mesele, devrimin uzak bir hedef olduğu gerçeğinin görülmesi ve sınıf mücadelesinin en ılımlı tezahürlerine indirgenmesiydi. Diğer yandan işbirlikçi eğilimse işbirliğinin sosyalistlerin burjuva meclisine girişleri anlamına gelmediğini kabul etmek zorunda kaldı. Sosyalist hareketin yol açacağı kutuplaşma evresine ulaşana dek bu netlik, yürünecek yolun görülmesi için kâfi idi.

Ama sonra somuttaki bu uyumsuzluğu artıran bir olay yaşandı. Sosyalist örgütlerden birine bağlı bir isim olarak Millerand, Waldeck Rousseau’nun radikal hükümetinde bulunması yönünde yapılan teklifi kabul etti. Devrimci eğilim, Millerand’ın özür dilemesini ve ileride sosyalistlerin bakanlıkta yer almamasını talep etti. Açıktan Millerand’da destek sunmayan işbirlikçi eğilim, eski tezini yeniden gündeme getirdi ve belirli koşullarda bakanlıkta bir koltuk sahibi olma fikrine destek sundu. Kısa bir süre sora Millerand’ın yolundan giden Briand, bakanlık konusunda yeni bir maceraya atılmak istediği için, kapıları kapatmamak adına, hamle yapma ihtiyacı duydu. Öte yandan Fransa’da süreç içerisinde yaşanan ilerleme dâhilinde sosyalist hareket, sadeleşti. Artık dokuz ayrı eğilimden değil, iki eğilimden söz edilmekteydi.

Birlik, 1904 yılında gerçekleşti. Aynı yılın Ağustos ayı içerisinde bakanlıkta görev alma meselesi, Enternasyonal’in Amsterdam kongresinde incelemeye tabi tutuldu ve konuda bir hükme varıldı. Söz konusu kongre, işbirlikçilerin tezini redde tabi tuttu. O ana dek ilgili tezi samimiyetle savunmuş olan Jaurès, sorumluluk ve görev bilinci gereği disipline uydu ve Enternasyonal’de oylamaya tabi tutulan karara göre hareket etti. Amsterdam’da alınan kararın sonucunda Jaurès’in başını çektiği akım ile Guesde ve Vaillant’ın liderliğini yaptığı akım arasında varılacak anlaşmanın ilkeleri, müteakip süreçte yürütülen müzakereler dâhilinde belirlendi. Örgütler arası kaynaşma ise Nisan 1905’teki Paris Kongresi’nde kabul edilip onaylandı. Ertesi yıl Briand’dan kurtulmuş olan Sosyalist Parti, bir süreliğine burjuva siyasetinde önemli bir çekim merkezi olarak varlığını sürdürdü ve kabinede belirli görevlerde söz sahibi oldu.

Neticede birlik sürecinin doğurduğu parti, devrimci bir yoldan ilerlemedi. Birlik, esasen Fransız sosyalizmindeki iki akım arasında gerçekleşen uzlaşmanın ve tavizlerin bir sonucuydu. İşbirlikçi hareket, Üçüncü Cumhuriyet hükümetine doğrudan dâhil olunması fikrinden vazgeçti. Öte yandan sınıfçı akımın kendisini yutmasına izin vermedi. Hatta eskiye nazaran daha fazla uzlaşmaz bir örgüt hâline geldi.

Batı’daki diğer demokrasilerde olduğu gibi Fransa’da da sosyalizmin devrimci ruhu, parlamento çalışmaları dâhilinde zayıfladı ve ketlendi. Sosyalizme verilen oylar arttıkça mecliste alınan kararlarda sahip olunan ağırlık da arttı. Sosyalist Parti, burjuva siyasetinin iç çelişkileri ve çatışmaları dâhilinde belirli bir rol oynadı. Parlamento sahasında burjuvazinin en gelişkin partileriyle işbirliği siyaseti güttü. Jaurès, güçlü bir sima olarak yaptığı o nazik konuşmaları ile söz konusu işbirliği siyasetine idealizmin mührünü vurdu. Batı Avrupa’daki diğer sosyalist partiler gibi Sosyalist Parti de ilgili siyasete devrimci bir anlam kazandıramadı.

Zamanla Fransa’da devrimci ruh, sendikalizme huruç etti. Devrimin en önemli ideologu, Sosyalist Parti’nin yazarları arasından veya yayınları içerisinden çıkmadı. O ideolog, sosyalizmin parlamentarizm ile yozlaşmasını eleştiren, devrimci sendikalizmi yaratıp ona öncülük eden Goerge Sorel’den başkası değildi.

1905-1914 arası dönemde Fransız Sosyalist Partisi, seçim ve parlamento sahasında faaliyet yürüttü. Bu çalışmalar dâhilinde parti üye sayısını arttırdı, daha fazla insanı örgütledi. Küçük burjuvazinin belirli bir kısmını kendisine çekti. Birçok aydını saflarına kattı. İlkelerini onlara öğretti.

1914 seçimlerinde parti bir milyon yüz bin oy aldı. Meclise üç vekil soktu. Savaşın patlak vermesi ile partideki bu büyüme süreci sekteye uğradı. Avrupa sosyal demokrasisindeki hümanist ve barış yanlısı tutum karşısında savaş olgusunun o dinamik ve zalim gerçekliğini buldu. Seferberlik sürecinin başladığı dönemde Jaurès’in ölümü partiye ciddi zarar verdi. Büyük liderinin kaybıyla ümitsizliğe kapılan parti, fırtınaya saçlarını kaptırdı ve sürüklenmeye başladı. Fransız sosyalistleri savaşa karşı koyamadılar. Barış için hazırlık yapma imkânı da bulamadılar. Neticede hükümetle işbirliğine gitmek zorunda kaldılar. Guesde ve Sembat bakan oldu.

Sosyalizmin ve sendikal hareketin liderleri, kutsal birliğin siyasetini sürdürdüler. Bazı sendikacılar ve devrimciler savaşa karşı çıktılar, yalnızlaştırıldılar, katliama tek başlarına karşı koymaya çalıştılar.

Sosyalist Parti ve Genel İşçi Konfederasyonu, olayların kendilerini belirli bir yöne doğru sürüklemesine izin verdiler. Bazı Avrupalı sosyalistlerin Enternasyonal’i yeniden inşa etme çabaları, Fransız sosyalistlerinden ve sendikalarından gerekli desteği göremedi.

Sürpriz bir biçimde imzalanan ateşkes, partiyi daha da zayıflattı. Savaş süresince kendisinin belirlediği bir yoldan ilerlemeyen parti, burjuvazinin güdümüne girdi ve onun sürüklediği yere gitti. Ama burjuvazi, zaferin politik sahada getirdiği ganimeti Sosyalist Parti ile bölüşmedi. 1919 seçimlerinde, savaşın yol açtığı devrimci kabarış hoşnutsuz ve hüsrana uğramış halk kitlelerini sosyalizm safına doğru itmesine karşın, sosyalistler meclisteki koltuklarını da yitirdiler, ülke genelinde ciddi oy kaybına uğradılar.

Ardından parti bölündü. Parti ve sendika konfederasyonundaki bürokrasi devrimci niteliğini yitirdi. Bu sebeple yeni Enternasyonal’e alınmadı. Savaşın yol açtığı sersemlikten henüz çıkamamış olan gazetelerin yayın kurullarının, yazarların, memurların ve avukatların devrimin genelkurmay kadrosu içerisinde yer almaları mümkün değildi. Bu kesim, ister istemez, tehlikeden uzak, retoriği esas alan, savaşın tüm o acımasızlığıyla yol açtığı fırtına ile kesintiye uğrattığı demagojinin rahat ve kibirli dünyasına geri döndü.

Tüm bu insanlar normalleştiler, devrimci duygularını yitirdiler. Buna karşın yeni sosyalist kuşak yüzünü devrime çevirdi. Bu eğilim, kitlelerin desteğini aldı. 1920’deki Tours Kongresi’nde partinin büyük bir çoğunluğu “Komünist Partisi” isminin alınması ile ilgili öneriden yana saf tuttu. “Sosyalist Parti” isminden yana duranlarsa azınlıkta kaldılar. Eskiden olduğu gibi İşçi Enternasyonali Fransız Seksiyonu olarak varlığını sürdürmek istediler.

Çoğunluk ise Komünist Partisi’ni kurdu. Jaurés’in gazetesi L'Humanité komünist partisinin yayın organı hâline geldi. Sosyalist partinin en önemli isimleri ve vekilleri Sosyalist Parti içinde kaldı ve Leon Blum, Paul Boncour ve Jean Longuet ile birlikte hareket etti.

Komünistler kitleler, sosyalistler meclis içerisinde güçlü hâle geldiler.

Sonrasında Avrupa’da yaşanan süreç ve olaylar eski sosyalizmin yeniden dirilmesine katkıda bulundu. Devrimci dalga dindi. Proletaryanın saldırıya geçtiği dönem yerini burjuvazinin saldırısına tanıklık eden döneme bıraktı. Kısa sürede dünya devriminin gerçekleşeceğine dair umut yitip gitti. Eskiden olduğu gibi kitleler, bu sefer de eskinin efendilerine inanmaya ve bağlılık duymaya başladılar.

Ulusal Blok hükümeti döneminde sosyalizm Fransa’da birçok destekçi kazandı. Eskiden radikalizme yönelen insanlar ılımlı ve parlamentarist sosyalizme çevirdiler yüzlerini. İşçi Enternasyonali Fransız Seksiyonu sosyalist radikallerle birleşip Sol Blok’u meydana getirdi. Mayıs 1924 seçimlerinde bu blok 1919’da yitirdiği vekilleri geri kazandı, hatta bunlara yenilerini ekledi.

Bir süre sonra Sol Blok iktidar oldu. Sosyalistler, bunu kabinenin belirli bir bölümünü ele geçirme fırsatı olarak değerlendiremediler. Henüz işbirlikçi koalisyon karşıtı eğilimle ayrışmanın vakti değildi. Asıl önemli olan, Mayıs seçimlerinde sosyalist seçmenlere sunduğu vaatlerini yerine getirdiği sürece Herriot’ya destek sunmaktı.

Şubat ayında Grenoble’da yapılan kongrede İşçi Enternasyonali Fransız Seksiyonu üyesi sosyalistler radikallerle ilişkilerini gözden geçirdiler. Yapılan bir toplantıda Longuet, Ziromsky ve Braque, programını uygulayamadığı için Éduard Herriot’yu suçladı, ayrıca parlamentodaki sosyalist grubunu yumuşak bir siyaset uyguladığı ve bakanlıktan feragat ettiği için azarladı. Bu üç sözcüsü üzerinden sosyalistler, sınıfsal taktiklere bağlı kalma iradesini ortaya koydular. Ama öte yandan Millerand ve Briand ile birlikte partiden kovulan ve bakanlık koltuğuna oturmakla neticelenen işbirlikçi tutum Fransız sosyalizmi içerisinde yeniden açığa çıktı. Bakanlık koltuklarının rahatlığını, kayıtsızlığını ve sıcaklığını bilen ve bir dönem Marcel Sembat’nın yardımcılığını yapan Leon Blum, işbirlikçi kesimin temsilcilerinden biraz daha sabır göstermelerini istedi. Onlara bakan olmanın risk ve sorumluluk içermediğini anımsattı. Blum’a göre sosyalistler, hükümete radikallerin işbirlikçisi olarak dâhil olmamalılardı. Blum, esasen iktidarı tek başına ele alacakları koşulların olgunlaşacağı ana dek beklemeleri gerektiğini düşünüyordu. O, Sol Blok hükümetinin istim üzerinde olduğu dönemde Sosyalistlerin müttefiklerin elindeki iktidarı alacak gücü elde edeceklerini ümit ediyordu.

Bu ümitle hareket eden Sosyalist Parti, Grenoble’daki kongrede sol bloktan yana olduğunu, gericiliğe ve Bolşevizme karşı durduğunu beyan etti. Böylece tüm dürüstlüğüyle demokrasi yanlısı olduğunu söylemiş oldu.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: