Faşizm,
hükümetin ve Ebedi Şehrin yanında birçok İtalyan aydınının kalbini de fethetti.
Bazıları, onun kullandığı iki tekerlekli savaş arabasına bindi, hazine odasının
önünde diz çöktüler. Bazıları ise sessiz kalarak ona onay verdiler. Kimi aydınlarsa
daha ihtiyatlı bir tavır sergileyerek, faşizme karşı mücadelede tarafsız
kalmayı seçtiler.
Aydınlar,
gücün kendilerini mülk edinmesini severler. Bilhassa faşizm örneğinde olduğu
gibi güç cüretkâr, savaşçı ve maceracı ise bu, daha fazla geçerli bir durumdur.
İtalya’da
aydınlar ve sanatçılar faşizme meylettiler. Bu ülkenin içinden geçtiği mevcut dönem,
D’Annunzioculukla yoğrulmuş. Faşizmin maneviyata dair köklerini D’Annunzio’nun yazdıklarında
bulmak mümkün. D’Annunzio olgusunun bir bileşeni ve yüzü olan fütürizm, faşizmin
psikolojik unsurlarından biri.
Fütüristler,
Trablus Savaşı’nı İtalya için açılan yeni dönemin başlangıcı olarak görüp
göklere çıkarttılar. D’Annunzio, sonrasında ülkenin dünya savaşına katılımının
manevi önderliğini de üstlendi. İtalya’da fütüristler ve D’Annunziocular,
megalomanyak, Hristiyanlık karşıtı, romantik ve retoriğe dayalı bir mizah
anlayışı ürettiler. Adriano Tilgher ve Antonio Labriola gibi yeni nesil
aydınlara kahramanlığa, şiddete ve savaşa dair inancı vazettiler.
İtalyan
halkı, sıcakkanlı, güneyli, üretken ama toprağı bereketsiz olduğu için iyi beslenmeyen,
yoksul bir halktır. Bu sebeple onda genişlemeye dönük bir eğilim söz konusudur.
Bu tür fikirler gelişip serpilecek bir ortamı illâki bulurlar. Demografik ve
ekonomik faktörleri bir de kitap, dergi ve gazetelerde sunulan öneriler beslemektedir.
Bu
D’Annunziocu ruh hâli, özellikle orta sınıfı ağına düşürüyor (Sosyalizmin
kontrolü altında olan ve onun liderliğinde yürüyen proletarya, bu tür fikirlere
kapalıdır). D’Annunziocu ruh hâline esas olarak Gentile ve Croce’un idealist
felsefeleri, Alman düşünürlerin düşüncelerinin ülkeye ithali ve burada dönüştürüldüğü
süreç eşlik etmektedir.
İdealistler,
fütüristler ve D’Annunziocular, faşizmi kendilerine ait bir eser addettiler. Bunlar,
faşizme kendi evlatları gibi sarıldılar. Faşizm, birçok aydına hassas bir göbek
bağı ile bağlıydı. D’Annunzio, faşizm saflarına hiç katılmadı, orada kendisine
teğmen olarak bile yer bulamazdı, ama gene de o samimi ilişkisini devam ettirdi
ve platonik aşkını hiçbir zaman reddetmedi.
Fütüristlerse
faşizmin saflarına katıldılar. Faşistliğini artık ifrata vardırmış olan Roma gazetesi
L'Impero’yu [“İmparatorluk”] fütürist deneyimin ürettiği Mario Carli ve
Emilio Settimelli çıkartıyordu. Gene eski bir fütürist olan Ardengo Soffici,
Mussolini’nin gazetesi Il Popolo d'Italia’da [“İtalyan Halkı”]
çalışıyordu. İdealist felsefeciler de aynı yola girdiler. Okumalarını
değiştiren Giovanni Gentile, faşizmi idealizm düzleminde savunmaya başladı. Okulu
veya tapınağı olmayan edebiyat dünyasının kimi isimleri de faşizmin zafer yürüyüşüne
bir şekilde iştirak ettiler. Bu yalnızlaşan edebiyat dünyasının en önemli temsilcilerinden
olan Sem Benelli, üzerine “kara gömleği” geçirdi, faşistlerin yanına ilişti, onların
arasına karışmadan, faşistlerin yöntemlerine ve pratiklerine onay verdi. Son yapılan
seçimde Sem Benelli’nin ismi, bakanlık listesinde yer alıyordu.
Tüm
bunlar, faşist maceranın zirvede olduğu veya eksiksizmiş gibi göründüğü bir
dönemde gerçekleşiyordu. Faşizmin gücü azalmaya başlayınca aydınlar, davranışlarını
düzeltme ihtiyacı duydular.
Roma
yürüyüşü karşısında sessiz kalanlar, bugün onu yargılama ve mahkûm etme
ihtiyacı duyuyorlar. Faşizm, süreç içerisinde müşterilerinin ve kendisine destek
veren aydınların büyük bir kısmını yitirdi. İtalyan sosyalist Giacomo
Matteotti’nin öldürülmesi, bu süreci iyice hızlandırdı.
Bugün
söz konusu anti-faşist akım, aydınlar içerisinde belirgin bir güce sahip.
Roberto Bracco, demokratik muhalefetin liderlerinden biri artık. Benedetto
Croce da kendisini “anti-faşist” olarak adlandırıyor, oysa onun da Giovanni
Gentile ile birlikte idealist felsefenin ünlenmesinde epey bir sorumluluğu
vardı.
Huysuz
ve dengesiz bir isim olarak D’Annunzio, genel siyasetten emekli olduğunu,
eskiden yalnız ve mağrur sanatçı olarak yaşadığı günlere geri döneceğini
duyurdu. Son olarak Sem Benelli, faşizme ve faşizm hayranlığına muhalif olan
isimlerle birlikte, İtalya’nın Birliği’ni kurdu. Amacı, “kara gömlekliler”in
kullandıkları yöntemlere karşı ahlakî bir isyanı başlatabilmekti.
Son
dönemde faşizm, Pirandello’nun desteğini aldı. Lâkin Pirandello mizah
yazarıydı. Öte yandan Pirandello, bir küçük burjuva, taşralı ve anarşist, ince
esprilerle örülmüş bolca edebi metin üreten, ama politik hassasiyeti pek az
olan biriydi. Neticede gösterdiği tavır, politik bir yönelimin yansıması
değildi.
Buna
karşın Malgrado Pirandello’da görüldüğü kadarıyla, İtalyan aydınları faşizmden tiksiniyorlar.
Görünüşe bakılırsa hintyağı[1] ile aydınlar arasındaki aşk sona ermiş.
Peki
bu kopuş nasıl gerçekleşti? Bence şu tez derhal çöpe atılmalı: Aydınlar,
Mussolini’den uzaklaştılar, çünkü Mussolini, aydınları takdir eden, onların
işbirliğinden istifade etmeyi düşünen biri değildi. Aslında faşizm, kendisini
emperyalist retorikle süsleyip püsleme, aynı zamanda da ilkesizliğini edebiyat
sosuna daldırılmış basmakalıp lafların ardına gizleme eğilimindedir. Ama bir
yandan da faşizm, kelimelerin zanaatkârlarından çok eylem insanlarını sever.
Mussolini, etrafına edebiyat insanlarını ve profesörleri toplayacak kadar zeki
ve kurnaz bir isimdir. Ona en çok da saldırı, kargaşa ve ajitasyon konusunda
uzman olan demagog ve savaşçı kadrosu hizmet etmiştir. Faşizm, sözle sopa
arasında her zaman, hiç tereddütsüz sopayı seçer.
Faşizmin
şu anki liderlerinden biri olan ve son ulusal meclisin ana aktörü olarak
karşımıza çıkan Roberto Farinacci, sadece özgürlük ve demokrasinin değil,
dilbilgisinin de önemli bir düşmanıdır. Fakat aydınları yıkıma sürükleyen,
bunlar değildir. Aslında Mussolini’nin hükümetini Bizans’a özgü bir akademiye
dönüştüreceğini veya faşist düzyazının öncekilerden daha dilbilgisi temelli
olacağını hiçbir aydın ummamıştır. Marinetti’nin “Sanatokrasi” adını verdiği
edebiyat, felsefeci ve sanatçı camiası da kara gömleklilerin eylemlerindeki
gaddarlık ve zalimlik karşısında fazla dehşete kapılmamışlardır. Bu insanlar,
üç yıl boyunca zerre şikâyet etmeden, hiçbir itiraz geliştirmeden, sadece çile çekmişlerdir.
Özünde
İtalyan aydınlarının yeni yönelimi, daha derinde yatan bir olguya dair bir
işaret ve göstergedir. Bu olgu, faşizm açısından ciddiye alınacak bir şey
değildir ve esasen daha büyük bir olgunun belirli bir parçasıdır. Sem Benelli
gibi kimi şairlerin kaybedilmiş veya örgütlenmiş olmasının gericilik ve devrim
için bir önemi yoktur. Aydınlar, sanatokrasi, faşizme içinde yer aldıkları
toplumsal kategorilerden önce değil sonra tepki geliştirmişlerdir. Aslında
faşizme karşı tavrını değiştiren, aydınlar değildir. Üç yıl önce Roma yürüyüşüne
imkân sağlayan konsensüsün altında imzası bulunan burjuvazi, bankalar, basın
vs.’dir.
Aydınlar,
esasen oportünisttirler. Onlar, tarihte oldukça sınırlı ve mütevazı bir rol
oynarlar. Siyasete onca megalomanyaklığına rağmen ne sanat ne de edebiyat yön
verir. İkisi de siyasete tabidir, bu tespit, o kadar şanlı ve incelikli olmayan
birçok faaliyet biçimi için de geçerlidir. Aydınlar, düzeninin, geleneğin,
gücün, iktidarın vs.’nin, gerektiğinde sopa ve hintyağının müşterisi olurlar.
Bazı yüce ruhlar, bazı yaratıcı zihinler, bu kuralın dışında dururlar, ama
onlar da istisnai ruhlar ve zihinlerdirler.
Orta
sınıf, sanatçılar ve edipler, genelde ne devrime meyillidirler ne de
devrimcidirler. Bugün faşizme karşı başkaldırma cüretini gösterenler, tümüyle
zararsız kimselerdirler. Örneğin Sem Benelli’nin kurduğu İtalyan Birliği, parti
olmak istemediği gibi, siyaset yapıyormuş gibi görünmek bile istemez. Birlik,
kendisini “kutsal programı geliştirecek kutsal bağ” olarak tarif eder: O,
İtalyan Ulusunun İyiliği ve Haklılığı, İtalya insanının İyiliği ve Haklılığı
için vardır. Sem Benelli’nin de dediği gibi bu program, çok kutsal olsa da aynı
zamanda muğlâktır, hafiftir ve saftır. Geçmişe yönelik nostaljik yaklaşımı ve
antik çağa ait ifadelere düşkünlüğü ile Benelli, bugünün o bildik vasat
şairlerinden biri olarak, dünün büyük şairi gibi “Arş Arş İleri!” diyen
İtalya’nın yolları boyunca yürümektedir. Tavsiyesi yapayalnız kalmıştır ve
artık geçmişe ait bir meseledir.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Dipnot:
[1] Gabriele D’Annunzio’nun kurduğu şok birlikleri, iddialara göre,
muhaliflerine zorla hintyağı içiriyor, müshil etkisi gösteren bu yağ,
insanların sakatlanmasına, hatta ölmesine neden oluyor. Bu yöntemi
Mussolini’nin kara gömleklileri de kullanıyor.
0 Yorum:
Yorum Gönder