10 Ağustos 2021

, ,

Aydınlar ve Hintyağı


Faşizm, hükümetin ve Ebedi Şehrin yanında birçok İtalyan aydınının kalbini de fethetti. Bazıları, onun kullandığı iki tekerlekli savaş arabasına bindi, hazine odasının önünde diz çöktüler. Bazıları ise sessiz kalarak ona onay verdiler. Kimi aydınlarsa daha ihtiyatlı bir tavır sergileyerek, faşizme karşı mücadelede tarafsız kalmayı seçtiler.

Aydınlar, gücün kendilerini mülk edinmesini severler. Bilhassa faşizm örneğinde olduğu gibi güç cüretkâr, savaşçı ve maceracı ise bu, daha fazla geçerli bir durumdur.

İtalya’da aydınlar ve sanatçılar faşizme meylettiler. Bu ülkenin içinden geçtiği mevcut dönem, D’Annunzioculukla yoğrulmuş. Faşizmin maneviyata dair köklerini D’Annunzio’nun yazdıklarında bulmak mümkün. D’Annunzio olgusunun bir bileşeni ve yüzü olan fütürizm, faşizmin psikolojik unsurlarından biri.

Fütüristler, Trablus Savaşı’nı İtalya için açılan yeni dönemin başlangıcı olarak görüp göklere çıkarttılar. D’Annunzio, sonrasında ülkenin dünya savaşına katılımının manevi önderliğini de üstlendi. İtalya’da fütüristler ve D’Annunziocular, megalomanyak, Hristiyanlık karşıtı, romantik ve retoriğe dayalı bir mizah anlayışı ürettiler. Adriano Tilgher ve Antonio Labriola gibi yeni nesil aydınlara kahramanlığa, şiddete ve savaşa dair inancı vazettiler.

İtalyan halkı, sıcakkanlı, güneyli, üretken ama toprağı bereketsiz olduğu için iyi beslenmeyen, yoksul bir halktır. Bu sebeple onda genişlemeye dönük bir eğilim söz konusudur. Bu tür fikirler gelişip serpilecek bir ortamı illâki bulurlar. Demografik ve ekonomik faktörleri bir de kitap, dergi ve gazetelerde sunulan öneriler beslemektedir.

Bu D’Annunziocu ruh hâli, özellikle orta sınıfı ağına düşürüyor (Sosyalizmin kontrolü altında olan ve onun liderliğinde yürüyen proletarya, bu tür fikirlere kapalıdır). D’Annunziocu ruh hâline esas olarak Gentile ve Croce’un idealist felsefeleri, Alman düşünürlerin düşüncelerinin ülkeye ithali ve burada dönüştürüldüğü süreç eşlik etmektedir.

İdealistler, fütüristler ve D’Annunziocular, faşizmi kendilerine ait bir eser addettiler. Bunlar, faşizme kendi evlatları gibi sarıldılar. Faşizm, birçok aydına hassas bir göbek bağı ile bağlıydı. D’Annunzio, faşizm saflarına hiç katılmadı, orada kendisine teğmen olarak bile yer bulamazdı, ama gene de o samimi ilişkisini devam ettirdi ve platonik aşkını hiçbir zaman reddetmedi.

Fütüristlerse faşizmin saflarına katıldılar. Faşistliğini artık ifrata vardırmış olan Roma gazetesi L'Impero’yu [“İmparatorluk”] fütürist deneyimin ürettiği Mario Carli ve Emilio Settimelli çıkartıyordu. Gene eski bir fütürist olan Ardengo Soffici, Mussolini’nin gazetesi Il Popolo d'Italia’da [“İtalyan Halkı”] çalışıyordu. İdealist felsefeciler de aynı yola girdiler. Okumalarını değiştiren Giovanni Gentile, faşizmi idealizm düzleminde savunmaya başladı. Okulu veya tapınağı olmayan edebiyat dünyasının kimi isimleri de faşizmin zafer yürüyüşüne bir şekilde iştirak ettiler. Bu yalnızlaşan edebiyat dünyasının en önemli temsilcilerinden olan Sem Benelli, üzerine “kara gömleği” geçirdi, faşistlerin yanına ilişti, onların arasına karışmadan, faşistlerin yöntemlerine ve pratiklerine onay verdi. Son yapılan seçimde Sem Benelli’nin ismi, bakanlık listesinde yer alıyordu.

Tüm bunlar, faşist maceranın zirvede olduğu veya eksiksizmiş gibi göründüğü bir dönemde gerçekleşiyordu. Faşizmin gücü azalmaya başlayınca aydınlar, davranışlarını düzeltme ihtiyacı duydular.

Roma yürüyüşü karşısında sessiz kalanlar, bugün onu yargılama ve mahkûm etme ihtiyacı duyuyorlar. Faşizm, süreç içerisinde müşterilerinin ve kendisine destek veren aydınların büyük bir kısmını yitirdi. İtalyan sosyalist Giacomo Matteotti’nin öldürülmesi, bu süreci iyice hızlandırdı.

Bugün söz konusu anti-faşist akım, aydınlar içerisinde belirgin bir güce sahip. Roberto Bracco, demokratik muhalefetin liderlerinden biri artık. Benedetto Croce da kendisini “anti-faşist” olarak adlandırıyor, oysa onun da Giovanni Gentile ile birlikte idealist felsefenin ünlenmesinde epey bir sorumluluğu vardı.

Huysuz ve dengesiz bir isim olarak D’Annunzio, genel siyasetten emekli olduğunu, eskiden yalnız ve mağrur sanatçı olarak yaşadığı günlere geri döneceğini duyurdu. Son olarak Sem Benelli, faşizme ve faşizm hayranlığına muhalif olan isimlerle birlikte, İtalya’nın Birliği’ni kurdu. Amacı, “kara gömlekliler”in kullandıkları yöntemlere karşı ahlakî bir isyanı başlatabilmekti.

Son dönemde faşizm, Pirandello’nun desteğini aldı. Lâkin Pirandello mizah yazarıydı. Öte yandan Pirandello, bir küçük burjuva, taşralı ve anarşist, ince esprilerle örülmüş bolca edebi metin üreten, ama politik hassasiyeti pek az olan biriydi. Neticede gösterdiği tavır, politik bir yönelimin yansıması değildi.

Buna karşın Malgrado Pirandello’da görüldüğü kadarıyla, İtalyan aydınları faşizmden tiksiniyorlar. Görünüşe bakılırsa hintyağı[1] ile aydınlar arasındaki aşk sona ermiş.

Peki bu kopuş nasıl gerçekleşti? Bence şu tez derhal çöpe atılmalı: Aydınlar, Mussolini’den uzaklaştılar, çünkü Mussolini, aydınları takdir eden, onların işbirliğinden istifade etmeyi düşünen biri değildi. Aslında faşizm, kendisini emperyalist retorikle süsleyip püsleme, aynı zamanda da ilkesizliğini edebiyat sosuna daldırılmış basmakalıp lafların ardına gizleme eğilimindedir. Ama bir yandan da faşizm, kelimelerin zanaatkârlarından çok eylem insanlarını sever. Mussolini, etrafına edebiyat insanlarını ve profesörleri toplayacak kadar zeki ve kurnaz bir isimdir. Ona en çok da saldırı, kargaşa ve ajitasyon konusunda uzman olan demagog ve savaşçı kadrosu hizmet etmiştir. Faşizm, sözle sopa arasında her zaman, hiç tereddütsüz sopayı seçer.

Faşizmin şu anki liderlerinden biri olan ve son ulusal meclisin ana aktörü olarak karşımıza çıkan Roberto Farinacci, sadece özgürlük ve demokrasinin değil, dilbilgisinin de önemli bir düşmanıdır. Fakat aydınları yıkıma sürükleyen, bunlar değildir. Aslında Mussolini’nin hükümetini Bizans’a özgü bir akademiye dönüştüreceğini veya faşist düzyazının öncekilerden daha dilbilgisi temelli olacağını hiçbir aydın ummamıştır. Marinetti’nin “Sanatokrasi” adını verdiği edebiyat, felsefeci ve sanatçı camiası da kara gömleklilerin eylemlerindeki gaddarlık ve zalimlik karşısında fazla dehşete kapılmamışlardır. Bu insanlar, üç yıl boyunca zerre şikâyet etmeden, hiçbir itiraz geliştirmeden, sadece çile çekmişlerdir.

Özünde İtalyan aydınlarının yeni yönelimi, daha derinde yatan bir olguya dair bir işaret ve göstergedir. Bu olgu, faşizm açısından ciddiye alınacak bir şey değildir ve esasen daha büyük bir olgunun belirli bir parçasıdır. Sem Benelli gibi kimi şairlerin kaybedilmiş veya örgütlenmiş olmasının gericilik ve devrim için bir önemi yoktur. Aydınlar, sanatokrasi, faşizme içinde yer aldıkları toplumsal kategorilerden önce değil sonra tepki geliştirmişlerdir. Aslında faşizme karşı tavrını değiştiren, aydınlar değildir. Üç yıl önce Roma yürüyüşüne imkân sağlayan konsensüsün altında imzası bulunan burjuvazi, bankalar, basın vs.’dir.

Aydınlar, esasen oportünisttirler. Onlar, tarihte oldukça sınırlı ve mütevazı bir rol oynarlar. Siyasete onca megalomanyaklığına rağmen ne sanat ne de edebiyat yön verir. İkisi de siyasete tabidir, bu tespit, o kadar şanlı ve incelikli olmayan birçok faaliyet biçimi için de geçerlidir. Aydınlar, düzeninin, geleneğin, gücün, iktidarın vs.’nin, gerektiğinde sopa ve hintyağının müşterisi olurlar. Bazı yüce ruhlar, bazı yaratıcı zihinler, bu kuralın dışında dururlar, ama onlar da istisnai ruhlar ve zihinlerdirler.

Orta sınıf, sanatçılar ve edipler, genelde ne devrime meyillidirler ne de devrimcidirler. Bugün faşizme karşı başkaldırma cüretini gösterenler, tümüyle zararsız kimselerdirler. Örneğin Sem Benelli’nin kurduğu İtalyan Birliği, parti olmak istemediği gibi, siyaset yapıyormuş gibi görünmek bile istemez. Birlik, kendisini “kutsal programı geliştirecek kutsal bağ” olarak tarif eder: O, İtalyan Ulusunun İyiliği ve Haklılığı, İtalya insanının İyiliği ve Haklılığı için vardır. Sem Benelli’nin de dediği gibi bu program, çok kutsal olsa da aynı zamanda muğlâktır, hafiftir ve saftır. Geçmişe yönelik nostaljik yaklaşımı ve antik çağa ait ifadelere düşkünlüğü ile Benelli, bugünün o bildik vasat şairlerinden biri olarak, dünün büyük şairi gibi “Arş Arş İleri!” diyen İtalya’nın yolları boyunca yürümektedir. Tavsiyesi yapayalnız kalmıştır ve artık geçmişe ait bir meseledir.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

Dipnot:
[1] Gabriele D’Annunzio’nun kurduğu şok birlikleri, iddialara göre, muhaliflerine zorla hintyağı içiriyor, müshil etkisi gösteren bu yağ, insanların sakatlanmasına, hatta ölmesine neden oluyor. Bu yöntemi Mussolini’nin kara gömleklileri de kullanıyor.

0 Yorum: