Edward Said'in Şarkiyatçılık
eserinin etkisine ve sonrasında postkolonyal teorinin popüler oluşuna bağlı
olarak Marksist kültür analizleri, genellikle ezbere bir yaklaşımla, Avrupamerkezci
ve bütünleştirici olarak görülüp redde tabi tutulmuşlardır. Bu reddi gerçekleştirenlerin
tespitine göre Karl Marx, Avrupalı olmayan halkların mücadelelerine çok az önem
vermişti, öte yandan, tepeden tırnağa Avrupa şovenisti olan
Neyse ki Avrupamerkezcilik’te
postkolonyal teori ile karşılıklı olarak yürütülecek polemiğe
odaklanılmamaktaydı. Amin, birkaç niteliğin yanı sıra, sömürgecilik sonrası Marksizm
karşıtlığı hakkındaki şikâyetlerini yayınlamaktan çok, tarihsel materyalist bir
Avrupamerkezcilik kavramını teorileştirmekle ilgileniyordu. Dahası, Said ve
diğer postkolonyalistlerin eleştirilerini elinin tersiyle itmeyen Avrupamerkezcilik, sahip olduğu gücü
esasen, ilgili eleştirileri ciddiye alıp onları Avrupa ve Avrupamerkezcilik
konusunda somut ve düzgün bir tarih anlayışıyla dönüştürme yeteneğine
borçluydu. Said'in Şarkiyatçılık eseri
(Said'in Marx'a yaptığı gibi) ilk elden redde tabi tutulmadı, hatta önemli ve
bilgilendirici bir metin olarak görüldü. Üstelik Amin, Marksizmin bazı
postkolonyal eleştirileriyle hemfikir olduğunu göstermekle kalmadı, aynı zamanda
tarihsel materyalizmin kendi geleneği içinde Avrupamerkezciliğe o güçlü
eleştirileri nasıl yöneltebildiğini izah etti.
Ne yazık ki Amin’in Avrupamerkezcilik çalışmasının ilk baskısı, kısaltılmış hâli, teşkil
edilme biçimi ve Amin'in başka yerlerde oluşturduğu teorik kategorileri
kullandığı serbest tarzına bağlı olarak kısıtlı bir çalışma idi.
Esasında bana kalırsa Avrupamerkezcilik, Amin’in Sınıf
ve Ulus (1980) çalışmasının içinde düşünülmesi gereken bir alt bölüm. Zira Avrupamerkezcilik’te geçen “haraççı
üretim tarzı” ve “modernite” kavramlarının anlaşılabilmesi için Sınıf ve Ulus kitabını okumuş olmak
gerekiyor.
Gelgelelim bu sorun, Amin'in Avrupamerkezcilik
meselesini teorize etme çabasına halel getirmemiş olsa da (hatta Amin’in
fikriyatındaki o önem arz eden iç uyumu ortaya koysa da) kitabın kimi
bölümlerinin anlaşılmasına mani oldu. Ayrıca ilk baskı, dizine sahip olmadığı
için eleştirilere maruz kaldı ve belirli pasajların yerlerinin tespitinin zor
olduğu üzerinde duruldu. Avrupamerkezcilik’in
uygun bir dizinle genişletilen ikinci baskısı, bu sorunların önemli bir
bölümünün üstesinden geldi.
Amin'in Avrupamerkezcilik teorisinin gücü, “Avrupa”nın
evrensel gibi görünen, kültüralizme ait bir kurgu olduğunu gösterme yeteneğinde
yatmaktadır. Bu anlamda kitap, Batı/Doğu ya da Avrupa/Öteki ikiliğinin modern
öncesi dünyada var olduğunu varsaymak yerine, Avrupa medeniyetinin 1492'den
sonra gelişen modern sömürgecilik dönemine ait bir ideoloji olduğu iddiasında
bulunur.
Avrupa kıtasındaki ulus devletler, birer sömürgeci
efendi olduklarından, nihayetinde kendilerini üstün ve birleşik bir medeniyet
olarak görmeye başladılar. Avrupamerkezci düşünce, kıtadaki bilim insanları
geçmişi araştırmaya ve üstün olduğu iddia edilen medeniyetleri için emsaller
oluşturmaya başladığında ortaya çıktı. Bu, ta ilk andan beri özgül olduğu
düşünülen ve ebedi kabul edilen bir Batı’nın olduğu düşüncesinin gelişmesini
sağladı. Bu keyfi ve efsaneleri temel alan kurgu, kendi muadili ve kendisi gibi
aynı ölçüde suni olan Öteki’yi var etti. O Öteki de aynı şekilde efsanelere
sırtını yaslıyordu.
Amin, Edward Said’in Şarkiyatçılık’ta geliştirdiği analizden tam da bu noktada ayrışır
ve Said’in teorisinin önemli olduğunu kabul ederek, onun bazı konularda
yeterince ileri gitmemesinin, ama bazı konularda da fazla ileri gitmesinin asli
kusuru olduğunu söyler. (s. 175)
Bir yandan Said Avrupamerkezciliği, bir kurgu
olarak “Avrupa”nın ortaya çıkmasına yol açan bazı tarihsel gerçekleri hesaba
katmadan mahkûm eder. Bir yandan da Batı/Doğu ikiliğinin Avrupa kültürü inşa
edilmeden önce var olduğunu öne
sürerek, dünyanın Avrupa merkezli olarak bölünmesini kabul ediyor gibi görünür.
Şarkiyatçılık eserinde Said, eski Yunanlıların eski Persleri okuma
biçimlerinde Avrupamerkezci bir şovenizme sahip olduklarını söyler. Amin ise,
Perslerin de Yunanlılar kadar önyargılı olduklarını ve bu tür bir önyargının “sıradan
taşralılık” olgusundan başka bir şey olmadığı tespitini yapar. (s. 154) Dahası
Said, antik dünyada Avrupa diye bir
şey bulunmadığından veya Batı ve Doğu anlayışı olmadığından, modern
sömürgecilik çağından önce varolan Avrupamerkezcilik önyargısını izah edemez.
Devamında Amin, Avrupa kapitalizminin tarihsel
gelişimini ve Aydınlanma’nın metafizikten kopuşunu inceleyerek konumunu daha da
güçlendirir. Modernitenin sadık bir savunucusu olmaya devam etse de, kapitalist
modernitenin Avrupacı kültüralizm tarafından sakatlandığını söyler. Moderniteyi
(tarihi doğaüstü güçlerden ziyade insanların yazdığı anlayışını) bir dünya
projesi olarak görmekten ziyade, Avrupamerkezci konum, Avrupa kültürünün
modernitenin evrensel zemini olduğunu iddia eder. Aslında Avrupamerkezcilik,
evrensel gibi görünen bir kültürel tikelciliktir.
Amin, bir kez daha evrensel değerlerin dışlayıcı
ve şiddet temelli olduğu fikrini reddederek, postkolonyalizme karşı konum alır.
Daha ziyade, evrenselmiş gibi görünen kültürlerin, farklılığı teşvik ettikleri
için dışlayıcı olduklarını iddia eder. Dolayısıyla çözüm, Avrupa’yı merkez alan
tikelcilikten kurtulmuş evrensel bir projeye, “moderniteyi eleştiren modernite”
projesine bağlanmaktadır. (s. 17)
Bu sebeple, Avrupamerkezciliğe karşı verilecek
ilerici cevap, belirli etnik kimlikleri ve dünyanın metafizik kavramlarını
kucaklayan kültürel farklılığa geri dönüşü değil, dünyaya dair Avrupamerkezci
vizyondan kurtulmuş, evrensel değerlere dayanan modern bir proje arayışını temel
almalıdır. Bu argüman gücünü, Amin'in Avrupa kapitalizminin, o dönemde insan
uygarlığının farklı merkezlerini oluşturan Avrupalı olmayan diğer kültürlerin
zeminine karşı nasıl geliştiğine ilişkin tarihsel açıklamasından alır.
Dolayısıyla modernitenin değerleri, nihayetinde
kapitalizmin doğuşuyla iç içe bağlantılı olan bir Avrupa bağlamında ortaya
çıkacak olsa da, bu değerlerin tohumları başka yerlerde de mevcut idi. Ancak
dünyanın Avrupa tarafından ilhak edilişiyle birlikte modernitenin Platoncu
Avrupa kaynaklı bir ürün olduğunu söyleyen kültürel efsane ortaya çıktı.
Aydınlanma’yı ve moderniteyi Avrupamerkezci olarak
görmezden gelmenin hâlâ az çok moda olduğu bugünlerde, genişletilmiş yeni
baskısı yapılan Avrupamerkezcilik’i
okumak, önem arz etmektedir.
Amin’in Avrupamerkezcilik
eserinin bu hâli üzerine yaptığı çalışma, metni yeniden yapılandıran ve
modernite meselesini ele alan bir tartışmayla başlar ve okura Amin’in
evrenselcilikle ilgili anlayışının dayandığı arka planı sunar. Ayrıca bu bölüm,
kitaba basit manada iliştirilmiş bir bölüm de değildir; zira moderniteye dair çok
katmanlı inceleme kitapta örtük olarak verilmiş, dolayısıyla kavramsal düzeyde
meseleleri izah eden bir önsöze ihtiyaç duyulmuştur. Ayrıca bu modernite
tartışması, orijinal İngilizce metinde olmayan “Avrupamerkezci Olmayan Tarih
Görüşüne ve Avrupamerkezci Olmayan Bir Sosyal Teoriye Doğru” başlıklı son bir
bölümle nihayete ermektedir. Amin burada, Siyasal İslam analizini kendi
geliştirdiği genel çerçeve içine oturtur, böylece Amin’in genel konumunu
herhangi bir bağlama oturtma gereği duymadan yapılan ve onun Siyasal İslam
eleştirisini “İslam düşmanı” diye etiketleyip çöpe atan boş eleştirileri
hükümsüz kılar.
Bu baskı, aynı zamanda onun haraççı üretim tarzı
teorisini açıklar, böylece okuyucuya gerekli arka planı sağlar ve aynı zamanda
Amin’in Dünya Ölçeğinde Birikim (1974)
ve Eşitsiz Gelişme (1976) isimli
kitaplarıyla bağ kurar.
Amin, daha yakın zamandaki teorik katkılarından,
örneğin “gerçekte var olan kapitalizm” teorisinden de yararlanır. İlk baskıdan
farklı olarak, Avrupamerkezcilik
çalışmasının bu baskısı, kendisini güçlü bir biçimde ve tüm açıklığı ile Marksist
geleneğin içine yerleştirir, ayrıca birinci bölümde (Avrupamerkezci olmayan)
bir tarihsel materyalist yaklaşıma neden ihtiyaç olduğuna dair açıklama sunar.
Avrupamerkezcilik kitabının ikinci baskısının ilk baskısındaki zayıflıkların
üstesinden geldiğine inanmama rağmen, kanaatimce Sınıf ve Ulus’tan kimi bölümlerin olduğu gibi alınmış olması veya
farklı cümlelerle ifade edilmiş olması, sorunludur. Örneğin Amin'in Avrupamerkezcilik’in dördüncü bölümünün
ilk kısmında yer alan yabancılaşma tartışması, neredeyse olduğu gibi Sınıf ve Ulus'un girişinden alınmıştır.
Şurası açık bu, o kadar da önemli bir kusur değil, lâkin üzerinde durulması
gereken daha büyük bir soruna işaret etmektedir: yeni baskının genişletilmesi
noktasında eklenen kısımlar, kanaatimce Avrupamerkezcilik’in
teziyle pek alakalı değildirler. Amin’in eskiden geliştirdiği eşitsiz mübadele
ile ilgili görüşlerinin kitaba aktarılmış olması, bunun kanıtıdır. Ben, bu eklenen
bölümlerin Avrupamerkezcilik
kitabıyla alakasız olduğunu söylemiyorum, sadece gözden geçirilmiş olan metnin
bu bölümler olmadan daha güçlü olacağını iddia ediyorum. Hatta ben, Avrupamerkezcilik’in ve Sınıf ve Ulus’un birlikte
güncellenmesini, fazlalıklarından arındırılmış olarak, birlikte basılmasını
tercih ederdim.
Yine de, bu tür vasıflarına karşın Avrupamerkezcilik’in ikinci baskısının
çıkmış olmasının ayrıca sırf okurun ceplerini boşaltmak için eklemeler
yapılmamış olmasının beni memnun ettiğini söylemeliyim. Beni memnun eden diğer
bir husus da onca zaman sonra Samir Amin’in hâlen daha devrimci sosyalist
projeye bağlı olduğunu görmek. Umarım Avrupamerkezcilik’in
bu versiyonu üniversitelerde ders kitabı olarak okutulur ve postkolonyal
teorinin karşısına bir cevap olarak çıkartılır.
Joshua
Moufawad-Paul
29 Kasım 2010
0 Yorum:
Yorum Gönder