12 Ağustos 2021

Avrupamerkezcilik

Edward Said'in Şarkiyatçılık eserinin etkisine ve sonrasında postkolonyal teorinin popüler oluşuna bağlı olarak Marksist kültür analizleri, genellikle ezbere bir yaklaşımla, Avrupamerkezci ve bütünleştirici olarak görülüp redde tabi tutulmuşlardır. Bu reddi gerçekleştirenlerin tespitine göre Karl Marx, Avrupalı olmayan halkların mücadelelerine çok az önem vermişti, öte yandan, tepeden tırnağa Avrupa şovenisti olan Marksist gelenekse, homojen bir Avrupa söylemi önerdiği için kusurluydu. Nitekim 1988'de Samir Amin, postyapısalcı ve postkolonyal eleştirilere karşı tarihsel materyalizmin cevabı olarak Avrupamerkezcilik çalışmasını kaleme aldı.

Neyse ki Avrupamerkezcilik’te postkolonyal teori ile karşılıklı olarak yürütülecek polemiğe odaklanılmamaktaydı. Amin, birkaç niteliğin yanı sıra, sömürgecilik sonrası Marksizm karşıtlığı hakkındaki şikâyetlerini yayınlamaktan çok, tarihsel materyalist bir Avrupamerkezcilik kavramını teorileştirmekle ilgileniyordu. Dahası, Said ve diğer postkolonyalistlerin eleştirilerini elinin tersiyle itmeyen Avrupamerkezcilik, sahip olduğu gücü esasen, ilgili eleştirileri ciddiye alıp onları Avrupa ve Avrupamerkezcilik konusunda somut ve düzgün bir tarih anlayışıyla dönüştürme yeteneğine borçluydu. Said'in Şarkiyatçılık eseri (Said'in Marx'a yaptığı gibi) ilk elden redde tabi tutulmadı, hatta önemli ve bilgilendirici bir metin olarak görüldü. Üstelik Amin, Marksizmin bazı postkolonyal eleştirileriyle hemfikir olduğunu göstermekle kalmadı, aynı zamanda tarihsel materyalizmin kendi geleneği içinde Avrupamerkezciliğe o güçlü eleştirileri nasıl yöneltebildiğini izah etti.

Ne yazık ki Amin’in Avrupamerkezcilik çalışmasının ilk baskısı, kısaltılmış hâli, teşkil edilme biçimi ve Amin'in başka yerlerde oluşturduğu teorik kategorileri kullandığı serbest tarzına bağlı olarak kısıtlı bir çalışma idi.

Esasında bana kalırsa Avrupamerkezcilik, Amin’in Sınıf ve Ulus (1980) çalışmasının içinde düşünülmesi gereken bir alt bölüm. Zira Avrupamerkezcilik’te geçen “haraççı üretim tarzı” ve “modernite” kavramlarının anlaşılabilmesi için Sınıf ve Ulus kitabını okumuş olmak gerekiyor.

Gelgelelim bu sorun, Amin'in Avrupamerkezcilik meselesini teorize etme çabasına halel getirmemiş olsa da (hatta Amin’in fikriyatındaki o önem arz eden iç uyumu ortaya koysa da) kitabın kimi bölümlerinin anlaşılmasına mani oldu. Ayrıca ilk baskı, dizine sahip olmadığı için eleştirilere maruz kaldı ve belirli pasajların yerlerinin tespitinin zor olduğu üzerinde duruldu. Avrupamerkezcilik’in uygun bir dizinle genişletilen ikinci baskısı, bu sorunların önemli bir bölümünün üstesinden geldi.

Amin'in Avrupamerkezcilik teorisinin gücü, “Avrupa”nın evrensel gibi görünen, kültüralizme ait bir kurgu olduğunu gösterme yeteneğinde yatmaktadır. Bu anlamda kitap, Batı/Doğu ya da Avrupa/Öteki ikiliğinin modern öncesi dünyada var olduğunu varsaymak yerine, Avrupa medeniyetinin 1492'den sonra gelişen modern sömürgecilik dönemine ait bir ideoloji olduğu iddiasında bulunur.

Avrupa kıtasındaki ulus devletler, birer sömürgeci efendi olduklarından, nihayetinde kendilerini üstün ve birleşik bir medeniyet olarak görmeye başladılar. Avrupamerkezci düşünce, kıtadaki bilim insanları geçmişi araştırmaya ve üstün olduğu iddia edilen medeniyetleri için emsaller oluşturmaya başladığında ortaya çıktı. Bu, ta ilk andan beri özgül olduğu düşünülen ve ebedi kabul edilen bir Batı’nın olduğu düşüncesinin gelişmesini sağladı. Bu keyfi ve efsaneleri temel alan kurgu, kendi muadili ve kendisi gibi aynı ölçüde suni olan Öteki’yi var etti. O Öteki de aynı şekilde efsanelere sırtını yaslıyordu.

Amin, Edward Said’in Şarkiyatçılık’ta geliştirdiği analizden tam da bu noktada ayrışır ve Said’in teorisinin önemli olduğunu kabul ederek, onun bazı konularda yeterince ileri gitmemesinin, ama bazı konularda da fazla ileri gitmesinin asli kusuru olduğunu söyler. (s. 175)

Bir yandan Said Avrupamerkezciliği, bir kurgu olarak “Avrupa”nın ortaya çıkmasına yol açan bazı tarihsel gerçekleri hesaba katmadan mahkûm eder. Bir yandan da Batı/Doğu ikiliğinin Avrupa kültürü inşa edilmeden önce var olduğunu öne sürerek, dünyanın Avrupa merkezli olarak bölünmesini kabul ediyor gibi görünür.

Şarkiyatçılık eserinde Said, eski Yunanlıların eski Persleri okuma biçimlerinde Avrupamerkezci bir şovenizme sahip olduklarını söyler. Amin ise, Perslerin de Yunanlılar kadar önyargılı olduklarını ve bu tür bir önyargının “sıradan taşralılık” olgusundan başka bir şey olmadığı tespitini yapar. (s. 154) Dahası Said, antik dünyada Avrupa diye bir şey bulunmadığından veya Batı ve Doğu anlayışı olmadığından, modern sömürgecilik çağından önce varolan Avrupamerkezcilik önyargısını izah edemez.

Devamında Amin, Avrupa kapitalizminin tarihsel gelişimini ve Aydınlanma’nın metafizikten kopuşunu inceleyerek konumunu daha da güçlendirir. Modernitenin sadık bir savunucusu olmaya devam etse de, kapitalist modernitenin Avrupacı kültüralizm tarafından sakatlandığını söyler. Moderniteyi (tarihi doğaüstü güçlerden ziyade insanların yazdığı anlayışını) bir dünya projesi olarak görmekten ziyade, Avrupamerkezci konum, Avrupa kültürünün modernitenin evrensel zemini olduğunu iddia eder. Aslında Avrupamerkezcilik, evrensel gibi görünen bir kültürel tikelciliktir.

Amin, bir kez daha evrensel değerlerin dışlayıcı ve şiddet temelli olduğu fikrini reddederek, postkolonyalizme karşı konum alır. Daha ziyade, evrenselmiş gibi görünen kültürlerin, farklılığı teşvik ettikleri için dışlayıcı olduklarını iddia eder. Dolayısıyla çözüm, Avrupa’yı merkez alan tikelcilikten kurtulmuş evrensel bir projeye, “moderniteyi eleştiren modernite” projesine bağlanmaktadır. (s. 17)

Bu sebeple, Avrupamerkezciliğe karşı verilecek ilerici cevap, belirli etnik kimlikleri ve dünyanın metafizik kavramlarını kucaklayan kültürel farklılığa geri dönüşü değil, dünyaya dair Avrupamerkezci vizyondan kurtulmuş, evrensel değerlere dayanan modern bir proje arayışını temel almalıdır. Bu argüman gücünü, Amin'in Avrupa kapitalizminin, o dönemde insan uygarlığının farklı merkezlerini oluşturan Avrupalı olmayan diğer kültürlerin zeminine karşı nasıl geliştiğine ilişkin tarihsel açıklamasından alır.

Dolayısıyla modernitenin değerleri, nihayetinde kapitalizmin doğuşuyla iç içe bağlantılı olan bir Avrupa bağlamında ortaya çıkacak olsa da, bu değerlerin tohumları başka yerlerde de mevcut idi. Ancak dünyanın Avrupa tarafından ilhak edilişiyle birlikte modernitenin Platoncu Avrupa kaynaklı bir ürün olduğunu söyleyen kültürel efsane ortaya çıktı.

Aydınlanma’yı ve moderniteyi Avrupamerkezci olarak görmezden gelmenin hâlâ az çok moda olduğu bugünlerde, genişletilmiş yeni baskısı yapılan Avrupamerkezcilik’i okumak, önem arz etmektedir.

Amin’in Avrupamerkezcilik eserinin bu hâli üzerine yaptığı çalışma, metni yeniden yapılandıran ve modernite meselesini ele alan bir tartışmayla başlar ve okura Amin’in evrenselcilikle ilgili anlayışının dayandığı arka planı sunar. Ayrıca bu bölüm, kitaba basit manada iliştirilmiş bir bölüm de değildir; zira moderniteye dair çok katmanlı inceleme kitapta örtük olarak verilmiş, dolayısıyla kavramsal düzeyde meseleleri izah eden bir önsöze ihtiyaç duyulmuştur. Ayrıca bu modernite tartışması, orijinal İngilizce metinde olmayan “Avrupamerkezci Olmayan Tarih Görüşüne ve Avrupamerkezci Olmayan Bir Sosyal Teoriye Doğru” başlıklı son bir bölümle nihayete ermektedir. Amin burada, Siyasal İslam analizini kendi geliştirdiği genel çerçeve içine oturtur, böylece Amin’in genel konumunu herhangi bir bağlama oturtma gereği duymadan yapılan ve onun Siyasal İslam eleştirisini “İslam düşmanı” diye etiketleyip çöpe atan boş eleştirileri hükümsüz kılar.

Bu baskı, aynı zamanda onun haraççı üretim tarzı teorisini açıklar, böylece okuyucuya gerekli arka planı sağlar ve aynı zamanda Amin’in Dünya Ölçeğinde Birikim (1974) ve Eşitsiz Gelişme (1976) isimli kitaplarıyla bağ kurar.

Amin, daha yakın zamandaki teorik katkılarından, örneğin “gerçekte var olan kapitalizm” teorisinden de yararlanır. İlk baskıdan farklı olarak, Avrupamerkezcilik çalışmasının bu baskısı, kendisini güçlü bir biçimde ve tüm açıklığı ile Marksist geleneğin içine yerleştirir, ayrıca birinci bölümde (Avrupamerkezci olmayan) bir tarihsel materyalist yaklaşıma neden ihtiyaç olduğuna dair açıklama sunar.

Avrupamerkezcilik kitabının ikinci baskısının ilk baskısındaki zayıflıkların üstesinden geldiğine inanmama rağmen, kanaatimce Sınıf ve Ulus’tan kimi bölümlerin olduğu gibi alınmış olması veya farklı cümlelerle ifade edilmiş olması, sorunludur. Örneğin Amin'in Avrupamerkezcilik’in dördüncü bölümünün ilk kısmında yer alan yabancılaşma tartışması, neredeyse olduğu gibi Sınıf ve Ulus'un girişinden alınmıştır. Şurası açık bu, o kadar da önemli bir kusur değil, lâkin üzerinde durulması gereken daha büyük bir soruna işaret etmektedir: yeni baskının genişletilmesi noktasında eklenen kısımlar, kanaatimce Avrupamerkezcilik’in teziyle pek alakalı değildirler. Amin’in eskiden geliştirdiği eşitsiz mübadele ile ilgili görüşlerinin kitaba aktarılmış olması, bunun kanıtıdır. Ben, bu eklenen bölümlerin Avrupamerkezcilik kitabıyla alakasız olduğunu söylemiyorum, sadece gözden geçirilmiş olan metnin bu bölümler olmadan daha güçlü olacağını iddia ediyorum. Hatta ben, Avrupamerkezcilik’in ve Sınıf ve Ulus’un birlikte güncellenmesini, fazlalıklarından arındırılmış olarak, birlikte basılmasını tercih ederdim.

Yine de, bu tür vasıflarına karşın Avrupamerkezcilik’in ikinci baskısının çıkmış olmasının ayrıca sırf okurun ceplerini boşaltmak için eklemeler yapılmamış olmasının beni memnun ettiğini söylemeliyim. Beni memnun eden diğer bir husus da onca zaman sonra Samir Amin’in hâlen daha devrimci sosyalist projeye bağlı olduğunu görmek. Umarım Avrupamerkezcilik’in bu versiyonu üniversitelerde ders kitabı olarak okutulur ve postkolonyal teorinin karşısına bir cevap olarak çıkartılır.

Joshua Moufawad-Paul
29 Kasım 2010
Kaynak

0 Yorum: