Edward
Said'in Şarkiyatçılık eserinin etkisine ve sonrasında postkolonyal
teorinin popüler oluşuna bağlı olarak Marksist kültür analizleri, genellikle
ezbere bir yaklaşımla, Avrupamerkezci ve bütünleştirici olarak görülüp redde
tabi tutulmuşlardır. Bu reddi gerçekleştirenlerin tespitine göre Karl Marx,
Avrupalı olmayan halkların mücadelelerine çok az önem vermişti, öte yandan,
tepeden tırnağa Avrupa şovenisti olan Marksist gelenekse, homojen bir Avrupa
söylemi önerdiği için kusurluydu. Nitekim 1988'de Samir Amin, postyapısalcı ve
postkolonyal eleştirilere karşı tarihsel materyalizmin cevabı olarak Avrupamerkezcilik
çalışmasını kaleme aldı.
Neyse
ki Avrupamerkezcilik’te postkolonyal teori ile karşılıklı olarak
yürütülecek polemiğe odaklanılmamaktaydı. Amin, birkaç niteliğin yanı sıra,
sömürgecilik sonrası Marksizm karşıtlığı hakkındaki şikâyetlerini yayınlamaktan
çok, tarihsel materyalist bir Avrupamerkezcilik kavramını teorileştirmekle
ilgileniyordu. Dahası, Said ve diğer postkolonyalistlerin eleştirilerini elinin
tersiyle itmeyen Avrupamerkezcilik, sahip olduğu gücü esasen, ilgili
eleştirileri ciddiye alıp onları Avrupa ve Avrupamerkezcilik konusunda somut ve
düzgün bir tarih anlayışıyla dönüştürme yeteneğine borçluydu. Said'in Şarkiyatçılık
eseri (Said'in Marx'a yaptığı gibi) ilk elden redde tabi tutulmadı, hatta
önemli ve bilgilendirici bir metin olarak görüldü. Üstelik Amin, Marksizmin
bazı postkolonyal eleştirileriyle hemfikir olduğunu göstermekle kalmadı, aynı
zamanda tarihsel materyalizmin kendi geleneği içinde Avrupamerkezciliğe o güçlü
eleştirileri nasıl yöneltebildiğini izah etti.
Ne
yazık ki Amin’in Avrupamerkezcilik çalışmasının ilk baskısı, kısaltılmış
hâli, teşkil edilme biçimi ve Amin'in başka yerlerde oluşturduğu teorik
kategorileri kullandığı serbest tarzına bağlı olarak kısıtlı bir çalışma idi.
Esasında
bana kalırsa Avrupamerkezcilik, Amin’in Sınıf ve Ulus (1980)
çalışmasının içinde düşünülmesi gereken bir alt bölüm. Zira Avrupamerkezcilik’te
geçen “haraççı üretim tarzı” ve “modernite” kavramlarının anlaşılabilmesi için Sınıf
ve Ulus kitabını okumuş olmak gerekiyor.
Gelgelelim
bu sorun, Amin'in Avrupamerkezcilik meselesini teorize etme çabasına halel
getirmemiş olsa da (hatta Amin’in fikriyatındaki o önem arz eden iç uyumu
ortaya koysa da) kitabın kimi bölümlerinin anlaşılmasına mani oldu. Ayrıca ilk
baskı, dizine sahip olmadığı için eleştirilere maruz kaldı ve belirli
pasajların yerlerinin tespitinin zor olduğu üzerinde duruldu. Avrupamerkezcilik’in
uygun bir dizinle genişletilen ikinci baskısı, bu sorunların önemli bir
bölümünün üstesinden geldi.
Amin'in
Avrupamerkezcilik teorisinin gücü, “Avrupa”nın evrensel gibi görünen,
kültüralizme ait bir kurgu olduğunu gösterme yeteneğinde yatmaktadır. Bu
anlamda kitap, Batı/Doğu ya da Avrupa/Öteki ikiliğinin modern öncesi dünyada
var olduğunu varsaymak yerine, Avrupa medeniyetinin 1492'den sonra gelişen
modern sömürgecilik dönemine ait bir ideoloji olduğu iddiasında bulunur.
Avrupa
kıtasındaki ulus devletler, birer sömürgeci efendi olduklarından, nihayetinde
kendilerini üstün ve birleşik bir medeniyet olarak görmeye başladılar.
Avrupamerkezci düşünce, kıtadaki bilim insanları geçmişi araştırmaya ve üstün
olduğu iddia edilen medeniyetleri için emsaller oluşturmaya başladığında ortaya
çıktı. Bu, ta ilk andan beri özgül olduğu düşünülen ve ebedi kabul edilen bir
Batı’nın olduğu düşüncesinin gelişmesini sağladı. Bu keyfi ve efsaneleri temel
alan kurgu, kendi muadili ve kendisi gibi aynı ölçüde suni olan Öteki’yi var
etti. O Öteki de aynı şekilde efsanelere sırtını yaslıyordu.
Amin,
Edward Said’in Şarkiyatçılık’ta geliştirdiği analizden tam da bu noktada
ayrışır ve Said’in teorisinin önemli olduğunu kabul ederek, onun bazı konularda
yeterince ileri gitmemesinin, ama bazı konularda da fazla ileri gitmesinin asli
kusuru olduğunu söyler. (s. 175)
Bir
yandan Said Avrupamerkezciliği, bir kurgu olarak “Avrupa”nın ortaya çıkmasına
yol açan bazı tarihsel gerçekleri hesaba katmadan mahkûm eder. Bir yandan da
Batı/Doğu ikiliğinin Avrupa kültürü inşa edilmeden önce var olduğunu öne
sürerek, dünyanın Avrupa merkezli olarak bölünmesini kabul ediyor gibi görünür.
Şarkiyatçılık eserinde
Said, eski Yunanlıların eski Persleri okuma biçimlerinde Avrupamerkezci bir
şovenizme sahip olduklarını söyler. Amin ise, Perslerin de Yunanlılar kadar
önyargılı olduklarını ve bu tür bir önyargının “sıradan taşralılık” olgusundan
başka bir şey olmadığı tespitini yapar. (s. 154) Dahası Said, antik dünyada Avrupa
diye bir şey bulunmadığından veya Batı ve Doğu anlayışı olmadığından, modern
sömürgecilik çağından önce varolan Avrupamerkezcilik önyargısını izah edemez.
Devamında
Amin, Avrupa kapitalizminin tarihsel gelişimini ve Aydınlanma’nın metafizikten
kopuşunu inceleyerek konumunu daha da güçlendirir. Modernitenin sadık bir
savunucusu olmaya devam etse de, kapitalist modernitenin Avrupacı kültüralizm
tarafından sakatlandığını söyler. Moderniteyi (tarihi doğaüstü güçlerden ziyade
insanların yazdığı anlayışını) bir dünya projesi olarak görmekten ziyade,
Avrupamerkezci konum, Avrupa kültürünün modernitenin evrensel zemini olduğunu
iddia eder. Aslında Avrupamerkezcilik, evrensel gibi görünen bir kültürel
tikelciliktir.
Amin,
bir kez daha evrensel değerlerin dışlayıcı ve şiddet temelli olduğu fikrini
reddederek, postkolonyalizme karşı konum alır. Daha ziyade, evrenselmiş gibi
görünen kültürlerin, farklılığı teşvik ettikleri için dışlayıcı olduklarını
iddia eder. Dolayısıyla çözüm, Avrupa’yı merkez alan tikelcilikten kurtulmuş
evrensel bir projeye, “moderniteyi eleştiren modernite” projesine
bağlanmaktadır. (s. 17)
Bu
sebeple, Avrupamerkezciliğe karşı verilecek ilerici cevap, belirli etnik
kimlikleri ve dünyanın metafizik kavramlarını kucaklayan kültürel farklılığa
geri dönüşü değil, dünyaya dair Avrupamerkezci vizyondan kurtulmuş, evrensel
değerlere dayanan modern bir proje arayışını temel almalıdır. Bu argüman
gücünü, Amin'in Avrupa kapitalizminin, o dönemde insan uygarlığının farklı
merkezlerini oluşturan Avrupalı olmayan diğer kültürlerin zeminine karşı nasıl
geliştiğine ilişkin tarihsel açıklamasından alır.
Dolayısıyla
modernitenin değerleri, nihayetinde kapitalizmin doğuşuyla iç içe bağlantılı
olan bir Avrupa bağlamında ortaya çıkacak olsa da, bu değerlerin tohumları
başka yerlerde de mevcut idi. Ancak dünyanın Avrupa tarafından ilhak edilişiyle
birlikte modernitenin Platoncu Avrupa kaynaklı bir ürün olduğunu söyleyen
kültürel efsane ortaya çıktı.
Aydınlanma’yı
ve moderniteyi Avrupamerkezci olarak görmezden gelmenin hâlâ az çok moda olduğu
bugünlerde, genişletilmiş yeni baskısı yapılan Avrupamerkezcilik’i
okumak, önem arz etmektedir.
Amin’in
Avrupamerkezcilik eserinin bu hâli üzerine yaptığı çalışma, metni
yeniden yapılandıran ve modernite meselesini ele alan bir tartışmayla başlar ve
okura Amin’in evrenselcilikle ilgili anlayışının dayandığı arka planı sunar.
Ayrıca bu bölüm, kitaba basit manada iliştirilmiş bir bölüm de değildir; zira
moderniteye dair çok katmanlı inceleme kitapta örtük olarak verilmiş,
dolayısıyla kavramsal düzeyde meseleleri izah eden bir önsöze ihtiyaç
duyulmuştur. Ayrıca bu modernite tartışması, orijinal İngilizce metinde olmayan
“Avrupamerkezci Olmayan Tarih Görüşüne ve Avrupamerkezci Olmayan Bir Sosyal
Teoriye Doğru” başlıklı son bir bölümle nihayete ermektedir. Amin burada,
Siyasal İslam analizini kendi geliştirdiği genel çerçeve içine oturtur, böylece
Amin’in genel konumunu herhangi bir bağlama oturtma gereği duymadan yapılan ve
onun Siyasal İslam eleştirisini “İslam düşmanı” diye etiketleyip çöpe atan boş
eleştirileri hükümsüz kılar.
Bu
baskı, aynı zamanda onun haraççı üretim tarzı teorisini açıklar, böylece
okuyucuya gerekli arka planı sağlar ve aynı zamanda Amin’in Dünya Ölçeğinde
Birikim (1974) ve Eşitsiz Gelişme (1976) isimli kitaplarıyla bağ
kurar.
Amin,
daha yakın zamandaki teorik katkılarından, örneğin “gerçekte var olan
kapitalizm” teorisinden de yararlanır. İlk baskıdan farklı olarak, Avrupamerkezcilik
çalışmasının bu baskısı, kendisini güçlü bir biçimde ve tüm açıklığı ile
Marksist geleneğin içine yerleştirir, ayrıca birinci bölümde (Avrupamerkezci
olmayan) bir tarihsel materyalist yaklaşıma neden ihtiyaç olduğuna dair
açıklama sunar.
Avrupamerkezcilik kitabının
ikinci baskısının ilk baskısındaki zayıflıkların üstesinden geldiğine inanmama
rağmen, kanaatimce Sınıf ve Ulus’tan kimi bölümlerin olduğu gibi alınmış
olması veya farklı cümlelerle ifade edilmiş olması, sorunludur. Örneğin Amin'in
Avrupamerkezcilik’in dördüncü bölümünün ilk kısmında yer alan
yabancılaşma tartışması, neredeyse olduğu gibi Sınıf ve Ulus'un
girişinden alınmıştır. Şurası açık bu, o kadar da önemli bir kusur değil, lâkin
üzerinde durulması gereken daha büyük bir soruna işaret etmektedir: yeni
baskının genişletilmesi noktasında eklenen kısımlar, kanaatimce Avrupamerkezcilik’in
teziyle pek alakalı değildirler. Amin’in eskiden geliştirdiği eşitsiz mübadele
ile ilgili görüşlerinin kitaba aktarılmış olması, bunun kanıtıdır. Ben, bu
eklenen bölümlerin Avrupamerkezcilik kitabıyla alakasız olduğunu
söylemiyorum, sadece gözden geçirilmiş olan metnin bu bölümler olmadan daha
güçlü olacağını iddia ediyorum. Hatta ben, Avrupamerkezcilik’in ve Sınıf
ve Ulus’un birlikte güncellenmesini, fazlalıklarından arındırılmış olarak,
birlikte basılmasını tercih ederdim.
Yine
de, bu tür vasıflarına karşın Avrupamerkezcilik’in ikinci baskısının
çıkmış olmasının ayrıca sırf okurun ceplerini boşaltmak için eklemeler
yapılmamış olmasının beni memnun ettiğini söylemeliyim. Beni memnun eden diğer
bir husus da onca zaman sonra Samir Amin’in hâlen daha devrimci sosyalist
projeye bağlı olduğunu görmek. Umarım Avrupamerkezcilik’in bu versiyonu
üniversitelerde ders kitabı olarak okutulur ve postkolonyal teorinin karşısına
bir cevap olarak çıkartılır.
Joshua Moufawad-Paul
29 Kasım 2010
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder