04 Ağustos 2021

Kültürel Elitizm ve Kimlikçi Sol

Britanya solunun birçok üyesi bir miktar tuhaflaştığı için, bu solun başarısından istifade edenlerin sayısı, ciddi ölçüde azaldı. Halkın büyük bir kısmını temsil etme ve harekete geçirme niyetinde olan bir harekette öne çıkan solcu liderler ve aktivistler, eskiden de özel çıkarlara ve kendilerine has ilgi alanlarına sahip olurlardı. Ama bugün bu özellik iyice belirginleşti, zira sendika ve yerel yönetim sahasındaki çöküşle birlikte işçi hareketinin üst kademelerindeki “sıradan insan” sayısı iyice azalırken, kimlikçi soldaki yükselişle birlikte hobici sol, yüksek mertebelerdeki koltuklara oturdu.

Larry Whitty’nin de hatırlattığı biçimiyle, eskiden meclisteki İşçi Partisi koltuklarında çok farklı kesimlerden insanlar olurdu. Artık böylesi bir durum söz konusu değil. Siyasetin bir uzmanlık alanına dönüşmesi, her şeyi değiştirdi. Bugün elimizde, tek derdi milletvekili olmak isteyen bir avuç insan kaldı.[1] Bu da eskiden karizmatik kampanyacı isimlere ev sahipliği yapan siyasete, insanı boğacak ölçüde kariyerist olan insanların egemen olmasını sağladı. Bir yandan da bu süreç, pek o kadar kariyerist olmayan, ama boş zaman meraklarına ve kişisel kimi kabahatlere sahip, birçok Britanyalıya yabancı kişilerin ortalığı sarmasına neden oldu.

Yüz yılı aşkın bir zaman önce Lenin “işçi aristokrasisi” terimine başvuruyor, buradan varlıklı, iyi maaş alan, sonuçta proletaryaya karşı burjuvazinin yanında saf tutan işçileri eleştiriyordu. Lenin’e göre bu işçiler, Britanya gibi ülkelerde devrime mani olmaktaydı.

Esasında işçi aristokrasisi, işleri güvence altında olan ve ehliyet gerektiren işlerde çalışan insanlar olarak, büyük ölçüde sendikalarda faaliyet yürütüyor ve İşçi Partisi’ne oy veriyordu. Ama öte yandan vasıfsız ve yevmiyeli işçiler arasında sendikalaşma oranı düşüktü ve bunlar, ya Liberal Parti’ye ya Muhafazakâr Parti’ye oy veriyor ya da sandığa hiç gitmiyorlardı.

Bugün sahnede yeni işçi aristokratları var ve bunlar, solun doğal destekçileri arasında sahip olduğu imaja zarar veriyorlar ve sosyalizm davasına köstek oluyorlar. Bu yeni aristokrasi, madencilerden ve mühendislerden değil, hobici solculardan oluşuyor. Hobici sol ise elit kültürüyle ve kendisine has ilgi alanlarıyla övünüyor ve ayaktakımının boş zaman meraklarını ve değerlerini horgörüyor.

Ülkenin en gözde sporunu ele aldığı yazısında Laurie Penny, şunları söylüyor: “Şu halkın sporu denilen şeyde şüpheli bir yan var. Sonuçta bu spor, halkın yarısını dışlıyor.” Penny, aslında bu tespitiyle cinsiyetçi bir laf etmiş oluyor ve kadınların futboldan hoşlanmadıklarını iddia ediyor. Bu cümle, Jeremy Corbyn’in tümüyle yanlış olan, kadınların işten sonra içmeye gitmeyi sevmediklerine ilişkin tespitine benziyor.[2] Diğer yandan, George Monbiot ise küçümseyici bir dille, artık tarih olmuş bir video kiralama dükkânındaki bir deneyimini paylaşıyor: “Bir hata yapıp dükkâna girdim. Bir baktım ki her yerde Hollywood filmleri var.” Ağustos 2017’de Guardian’da çıkan başka bir makalesinde ise daha da ileri gidiyor ve gazete yazarlarının en sevdikleri dizilerin Seinfeld, Simpsons ve Sex and the City olduklarını söylemelerinin sorunlu olduğunu söylüyor.[3]

Gazeteci-yazar Afua Hirsch bir yazısında, ileride evleneceği, işçi ve siyah olan sevgilisini Oxford’dan arkadaşlarıyla ilk kez tanıştırdığı akşamı anlatıyor. Aktardığı kadarıyla adamcağız, bacak bacak üstüne atmış, birbiriyle alakası olmayan bu Oxford mezunları karşısında şaşkına dönüyor. “Hayatı boyunca böylesi bir sahneyle karşılaşmamış olan” adam, ağır bir ciddiyetle, ne söyleyeceğini önceden planlayarak, alçak bir ses tonuyla konuşan, hatta bir yandan da küçük tabaklarla servis edilen tuhaf bir dizi otu mideye indiren, vegan beslenen bu kişileri seyrediyor. Sonrasında Hirsch, sevgilisinin arkadaşlarının yanında elinde bitki çayıyla oturmasına epey şaşırdığını söylüyor.[4]

Burada mesele, ırkla ilgili değil. Hirsch, anne tarafından Ganalı ve farklı etnik kimliklerden arkadaşları var. Mesele eğitim de değil. Hirsch’ün kocası, hukuk eğitimi almış, hatta o günlerde avukatlık stajını yapıyormuş.

Mesele, aslında sınıf kültürleri arasındaki fark. Sınıf kültürü, hobici solu çoğunluktan ayıran temel ayrım çizgisi. Mesele, ne kadar para kazandığınız, onu nasıl kazandığınız değil, o parayı harcama biçiminiz. Paket servisten sipariş de verebilirsiniz, evde vegan yemek de yapabilirsiniz; tatile gidip güneş altında yatabilirsiniz veya doğayı incitmeden, bir yürüyüşe de çıkabilirsiniz. Büyük ekran bir televizyon alabilir, futbol paketi satın alabilir veya raflarınızı kitaplarla doldurabilirsiniz.[5]

Gerçeklik, ikiliklerden daha karmaşıktır. Bu saydıklarımızı birçok insan sever. Sonuçta kültürel farklılıklar, hiç de anlamsız değildirler. Örneğin referandumda Avrupa Birliği’nden ayrılma kararının çıkacağını önceden, sınıf değil, ölüm cezasına verilen destekten anlayabilirsiniz. Diğer bir gösterge ise seçmenlerin televizyonda yayınlanan Bayan Brown’un Evlatları isimli komedi dizisiyle ilgili görüşleridir.

Hobici solun kültürel değerleri, bu kesimin temsil ettiklerini düşündükleri halka yabancılaştığını ortaya koyuyor. Bu sol, müzik, giyim kuşam, moda, gençlik kültürü ve akademi noktasında halktan farklı düşünüyor.

Hobici solla halk arasındaki uyumsuzluğun İşçi Partisi’nin seçim başarısını etkilediğini söylemek, elbette ki mümkün değil. Ama şu söylenebilir: Hobici sol, halkın değerlerini ve meşgalelerini hiç anlamıyor veya bunlara kibirli bir elitizmle yaklaşıyor. Onun genel anlamda popüler kültüre yönelik yaklaşımı ve tavrı, solun altını oyuyor ve bizim temsiliyetini üstlenmek istediğimiz insanlara ulaşmamıza mani oluyor.

David Swift

[Kaynak: A Left For Itself: Left-Wing Hobbyists and Performative Radicalism, Zero Books, 2019.]

Dipnotlar:
[1] Larry Whitty ile söyleşi.

[2] Laurie Penny, “Why I Despise the World Cup”, New Statesman, 11 Haziran 2010 ve Harriet Agerholm, “Jeremy Corbyn claims drinks after work are unfair on mothers”, The Independent, 2 Eylül 2016.

[3] George Monbiot, “Only America can end Britain’s Trident folly”, The Guardian, 22 Mart 2010 ve “Why your favourite TV show is problematic”, The Guardian, 3 Ağustos 2017.

[4] Afua Hirsch, Brit(ish). On Race, Identity and Belonging, Londra: Jonathan Cape, 2018, s. 3-5.

[5] Hannah Richardson, “England ‘divided into readers and watchers’”, 11 Mart 2014, BBC.

0 Yorum: