Britanya solunun birçok üyesi bir miktar tuhaflaştığı
için, bu solun başarısından istifade edenlerin sayısı,
ciddi ölçüde azaldı. Halkın büyük bir kısmını temsil etme ve harekete geçirme
niyetinde olan bir harekette öne çıkan solcu liderler ve aktivistler, eskiden
de özel çıkarlara ve kendilerine has ilgi alanlarına sahip olurlardı. Ama bugün
bu özellik iyice belirginleşti, zira sendika ve yerel yönetim sahasındaki
çöküşle birlikte işçi hareketinin üst kademelerindeki “sıradan insan” sayısı iyice
azalırken, kimlikçi soldaki yükselişle birlikte hobici sol, yüksek
mertebelerdeki koltuklara oturdu.
Larry Whitty’nin de hatırlattığı biçimiyle, eskiden
meclisteki İşçi Partisi koltuklarında çok farklı kesimlerden insanlar olurdu.
Artık böylesi bir durum söz konusu değil. Siyasetin bir uzmanlık alanına
dönüşmesi, her şeyi değiştirdi. Bugün elimizde, tek derdi milletvekili olmak
isteyen bir avuç insan kaldı.[1] Bu da eskiden karizmatik kampanyacı isimlere
ev sahipliği yapan siyasete, insanı boğacak ölçüde kariyerist olan insanların
egemen olmasını sağladı. Bir yandan da bu süreç, pek o kadar kariyerist
olmayan, ama boş zaman meraklarına ve kişisel kimi kabahatlere sahip, birçok
Britanyalıya yabancı kişilerin ortalığı sarmasına neden oldu.
Yüz yılı aşkın bir zaman önce Lenin “işçi
aristokrasisi” terimine başvuruyor, buradan varlıklı, iyi maaş alan, sonuçta
proletaryaya karşı burjuvazinin yanında saf tutan işçileri eleştiriyordu.
Lenin’e göre bu işçiler, Britanya gibi ülkelerde devrime mani olmaktaydı.
Esasında işçi aristokrasisi, işleri güvence altında
olan ve ehliyet gerektiren işlerde çalışan insanlar olarak, büyük ölçüde
sendikalarda faaliyet yürütüyor ve İşçi Partisi’ne oy veriyordu. Ama öte yandan
vasıfsız ve yevmiyeli işçiler arasında sendikalaşma oranı düşüktü ve bunlar, ya
Liberal Parti’ye ya Muhafazakâr Parti’ye oy veriyor ya da sandığa hiç gitmiyorlardı.
Bugün sahnede yeni işçi aristokratları var ve bunlar,
solun doğal destekçileri arasında sahip olduğu imaja zarar veriyorlar ve
sosyalizm davasına köstek oluyorlar. Bu yeni aristokrasi, madencilerden ve
mühendislerden değil, hobici solculardan oluşuyor. Hobici sol ise elit
kültürüyle ve kendisine has ilgi alanlarıyla övünüyor ve ayaktakımının boş
zaman meraklarını ve değerlerini horgörüyor.
Ülkenin en gözde sporunu ele aldığı yazısında Laurie
Penny, şunları söylüyor: “Şu halkın sporu denilen şeyde şüpheli bir yan var.
Sonuçta bu spor, halkın yarısını dışlıyor.” Penny, aslında bu tespitiyle cinsiyetçi bir laf etmiş oluyor
ve kadınların futboldan hoşlanmadıklarını iddia ediyor. Bu cümle, Jeremy
Corbyn’in tümüyle yanlış olan, kadınların işten sonra içmeye gitmeyi
sevmediklerine ilişkin tespitine benziyor.[2] Diğer yandan, George Monbiot ise küçümseyici bir dille, artık tarih
olmuş bir video kiralama dükkânındaki bir deneyimini paylaşıyor: “Bir hata
yapıp dükkâna girdim. Bir baktım ki her yerde Hollywood filmleri var.” Ağustos
2017’de
Guardian’da çıkan
başka bir makalesinde ise daha da ileri gidiyor ve gazete yazarlarının en
sevdikleri dizilerin Seinfeld, Simpsons ve Sex and
the City olduklarını söylemelerinin
sorunlu olduğunu söylüyor.[3]
Gazeteci-yazar Afua Hirsch bir yazısında, ileride
evleneceği, işçi ve siyah olan sevgilisini Oxford’dan arkadaşlarıyla ilk kez
tanıştırdığı akşamı anlatıyor. Aktardığı kadarıyla adamcağız, bacak bacak
üstüne atmış, birbiriyle alakası olmayan bu Oxford mezunları karşısında şaşkına
dönüyor. “Hayatı boyunca böylesi bir sahneyle karşılaşmamış olan” adam, ağır
bir ciddiyetle, ne söyleyeceğini önceden planlayarak, alçak bir ses tonuyla konuşan, hatta bir yandan da
küçük tabaklarla servis edilen tuhaf bir dizi otu mideye indiren, vegan
beslenen bu kişileri seyrediyor. Sonrasında Hirsch, sevgilisinin arkadaşlarının
yanında elinde bitki çayıyla oturmasına epey şaşırdığını söylüyor.[4]
Burada mesele,
ırkla ilgili değil. Hirsch, anne tarafından Ganalı ve farklı etnik kimliklerden
arkadaşları var. Mesele eğitim de değil. Hirsch’ün kocası, hukuk eğitimi almış,
hatta o günlerde avukatlık stajını yapıyormuş.
Mesele, aslında sınıf kültürleri arasındaki fark.
Sınıf kültürü, hobici solu çoğunluktan ayıran temel ayrım çizgisi. Mesele, ne
kadar para kazandığınız, onu nasıl kazandığınız değil, o parayı harcama biçiminiz.
Paket servisten sipariş de verebilirsiniz, evde vegan yemek de yapabilirsiniz;
tatile gidip güneş altında yatabilirsiniz veya doğayı incitmeden, bir yürüyüşe de çıkabilirsiniz. Büyük ekran bir
televizyon alabilir, futbol paketi satın alabilir veya raflarınızı kitaplarla
doldurabilirsiniz.[5]
Gerçeklik, ikiliklerden daha karmaşıktır. Bu
saydıklarımızı birçok insan sever. Sonuçta kültürel farklılıklar, hiç de
anlamsız değildirler. Örneğin
referandumda Avrupa Birliği’nden ayrılma kararının çıkacağını önceden, sınıf
değil, ölüm cezasına verilen destekten anlayabilirsiniz. Diğer bir gösterge ise
seçmenlerin televizyonda yayınlanan Bayan Brown’un Evlatları isimli komedi dizisiyle ilgili görüşleridir.
Hobici solun kültürel değerleri, bu kesimin temsil
ettiklerini düşündükleri halka yabancılaştığını ortaya koyuyor. Bu sol, müzik,
giyim kuşam, moda, gençlik kültürü ve akademi noktasında halktan farklı
düşünüyor.
Hobici solla halk arasındaki uyumsuzluğun İşçi
Partisi’nin seçim başarısını etkilediğini söylemek, elbette ki mümkün değil.
Ama şu söylenebilir: Hobici sol, halkın değerlerini ve meşgalelerini hiç
anlamıyor veya bunlara kibirli bir elitizmle yaklaşıyor. Onun genel anlamda
popüler kültüre yönelik yaklaşımı ve tavrı, solun altını oyuyor ve bizim
temsiliyetini üstlenmek istediğimiz insanlara ulaşmamıza mani oluyor.
David Swift
[Kaynak: A Left For Itself: Left-Wing Hobbyists and
Performative Radicalism, Zero Books, 2019.]
Dipnotlar:
[1] Larry Whitty ile söyleşi.
[2] Laurie Penny, “Why I Despise the World Cup”, New Statesman, 11
Haziran 2010 ve Harriet Agerholm, “Jeremy Corbyn claims drinks after work are
unfair on mothers”, The
Independent, 2 Eylül 2016.
[3] George Monbiot, “Only America can end Britain’s
Trident folly”, The
Guardian, 22 Mart 2010 ve “Why your favourite
TV show is problematic”, The
Guardian, 3 Ağustos 2017.
[4] Afua Hirsch, Brit(ish). On Race, Identity and Belonging, Londra: Jonathan Cape, 2018, s. 3-5.
[5] Hannah Richardson, “England ‘divided into readers
and watchers’”, 11 Mart 2014, BBC.
0 Yorum:
Yorum Gönder