17 Ağustos 2021

, ,

Faşist Teori

Faşist rejimin krizi, sosyalist siyasetçi Giacomo Matteotti’nin öldürülmesiyle başladı, faşizmin genel muhtevasını ve dış görünüşünü daha netleştirip belirginleştirdi.

Roma yürüyüşünden önce faşist parti, ne idüğü belirsiz bir yapıydı. Ta başından beri hareketin içinde olan kara gömleklilere göre faşizm, bir parti değil, hareketti. O, politik bir olgudan çok manevi bir olguydu ve her şeyin ötesinde [Birinci Dünya Savaşı esnasında İtalyanların 3 Kasım 1918’de elde ettikleri] Vittorio Veneto zaferinin ve yol açtığı sonuçların değersizleştirilmesine dönük siyasete karşı tepkinin adı idi.

Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı’nın (fasci) genel terkibi ve yapısı, faşistlerin ideolojik kafa karışıklığını izah ediyor. Zira İttifak, destekçilerini farklı toplumsal kategorilerden devşirmişti. Örgütün saflarında öğrenciler, subaylar, edebiyatçılar, memurlar, asiller, köylüler, hatta işçiler vardı. Faşist hareketin üst kadrosu da epey renkliydi. İçinde Mussolini ve Farinacci gibi sosyalist muhalifler, Igliori ve De Vecchi gibi savaşlarda yer almış eski askerler, Filippo Marinetti ve Emilio Settimelli gibi kabına sığmayan ve tuhaf fütürist yazarlar, kısa süre önce saflara katılmış Massimo Rocca gibi eski anarşistler, Cessare Rossi ve Michele Bianchi gibi sendikacılar, Casalini gibi Mazzinici cumhuriyetçiler, Giunta ve Giuriati gibi fiumeciler, ayrıca Savoy Dükalığı’na bağlı asillere mensup katı kralcı isimler yer alıyordu. Köken itibarıyla cumhuriyetçi, ruhban karşıtı, put kırıcı bir hareket olan faşizm, parti hâline gelince rejim ve kilise karşıtı tutumunu yumuşatıp tarafsız bir konuma savruldu.

Milletin bayrağı, her türden kaçakçılığın, öğretiye ve programa dair yanlışlığın üzerine örttü. Faşistler, kendilerini İtalyanlığın yegâne temsilcisi addettiler. Vatanseverliğin tekelini üstlerine aldılar. Savaşta yer alanları ve gazileri partiye toplamak için uğraştılar. Bu noktada Mussolini ve kendisine bağlı yardımcılardaki demagoji ve oportünizm, sosyalistlerin kötü siyasetinden epey istifade etti. Sosyalistlerin yersiz ve anlamsız savaş karşıtı lafları, savaşta yer alanların büyük bölümünü onlardan uzaklaştırdı.

Roma’nın ve iktidarın ele geçirilmesi ile birlikte faşistlerin sesi daha fazla duyulmaya başlandı. Zaman içerisinde faşistlerin etrafını kuşatan liberal, demokrat ve Katolik unsurlar, faşizmin ruhlarındaki ve zihinlerindeki gündelik etkisini kırmaya çalıştılar. Başarının halesine kapılıp faşizmin safına geçen insan sayısı da epey çoktu. Terkip itibarıyla faşizm, maneviyat ve toplumsallık açısından heterojen bir niteliğe kavuştu. Bu, Mussolini’nin darbeyi tam anlamıyla yapmasına mani oldu. Mussolini’yi iktidara taşıyan, bir ayaklanma idi. Ama o, kısa süre içerisinde meclisteki çoğunluğun desteğini aramaya başladı. Bu noktada taviz ve alışveriş üzerine kurulu bir siyaseti yürürlüğe koydu. Kendi diktatörlüğünü hukukî bir düzleme taşımaya çalıştı. Diktatörlükle meclis arasında salınıp durdu. Faşizmin en kısa sürede legalleşmesi gerektiğini söyledi. Ama bu iniş çıkışlı politika, faşist birliğin altını oyacak çelişkileri hiçbir şekilde ortadan kaldırmadı. Kısa süre içerisinde faşizmin bünyesinde iki çelişkili ruh hâli ve akıl açığa çıktı.

Aşırıcılar, faşist devrimin İtalya krallığının anayasasının bir parçası hâline gelmesi gerektiğini söylüyorlardı. Onların kanaatine göre, demokratik liberal devletin yerini faşist devlet almalıydı. Revizyonist hizipse parti politikasının düzeltilmesini savunuyordu. Bu hizip, köylerde keyfi bir biçimde uygulanan şiddeti kınadı. Faşist partiye bağlı bölge şefleri, köylerde despotik ve Ortaçağ’a has bir rejim tesis etmişlerdi.

Faşist mangalara ve çetelere karşı çıkan revizyonistler kazan kaldırdılar. En önemli liderlerinden Massimo Rocca, aşırıcı liderlerle ateşli polemikler içine girdi. Bu polemiklerin önemli sonuçları oldu. Revizyonistlerin niyeti, faşizmin işleyişini ve ideolojisini düzeltmek ve yeniden tanımlamaktı. O güne dek sadece eylemle haşır neşir olmuş olan faşizm, teoriye de ihtiyaç duymaya başlamıştı.

Bu süreçte Curzio Suckert faşizme, Katolik, ortaçağcı, liberalizm ve Rönesans karşıtı bir ruh aşıladı. Rönesans’ın, Protestanlığın, liberalizmin ruhu, İtalyanlığın manevi çıkarlarına aykırı, her şeyi çözen, nihilist bir ruh olarak tarif edildi. Faşistler, ilk giriştikleri maceralardan beri kendilerini her şeyden önce millete fikir aşılayanlar, açıktan Rönenansçı köklere sahip bir fikri kazandıranlar olarak tarif ettiklerinin farkında değillerdi.

Anlaşılan o ki bu çelişki, onları pek rahatsız etmiyordu. Mario Pantaleoni ve Michele Bianchi, kafalarındaki faşist devlet projesinin bir sendikacı devlet projesi olduğunu söylüyordu. Revizyonistler ise muğlâk bir liberalizmin rengine boyanmışlardı. Massimo Rocca’nın tezleri tüm aşırıcıların tepkisine yol açtı. Rocca, eskiden faşist hareket tarafından tehlikeli bir heretik olarak damgalanmış bir isimdi.

Mussolini bu tartışmalara hiç karışmadı. Polemiklere müdahil olmadı ve faşizm içerisinde orta yolcu bir konum aldı. Kendisi, hiçbir soruya net bir cevap vermeyecek kadar dikkatli biriydi. “Her şeyden önce bir partinin teorik muhtevası neden önemlidir? O muhtevaya asıl gücünü ve canlılığını, sahip olduğu uyum, irade ve onu teşkil edenlerin ruhu verir.”

Faşizmi tanımlamaya dönük çalışmaların belirli bir noktaya ulaştığı noktada Matteotti suikastı gerçekleşti. İlk başta Mussolini, faşist safları temizleme niyetinde olduğunu açıkladı. Senatoda, işlenen suçun yol açtığı fırtınanın ağır yükü altığında yaptığı konuşmada, siyasetin normalleştirilmesine ilişkin bir planın ana hatlarını sundu. O dönemde Mussolini’den hükümetine destek sunan liberallerin taleplerini karşılaması istendi. Ama halktaki huzursuzluğu gidermeye dönük tüm çabalar başarısız oldu. Faşizm, zamanla sempatizanlarını ve müttefiklerini yitirmeye başladı. İlk başta sosyalist devrimden korktukları için faşist saflara iltihak etmiş liberal ve demokrat unsurlar, süreç içerisinde Mussolini hükümetini tüm faşist olmayan görüşlerden uzaklaştırdı. Bu kopuş, faşizmi daha da savaşçı bir konuma sürükledi.

Partideki aşırıcı zihniyet, galebe çaldı. Mussolini, bazen muhalefetin o mücadeleci ruhunu zayıflatmak veya dağıtmak umuduyla uzlaşmacı bir dil kullansa da gerçekte faşizm, yüzünü savaşçı bir taktiğe çevirdi. Yeni kurulan milli mecliste faşist parti, tümüyle aşırıcı unsurların hâkimiyetine girdi. Bu kesimin en fazla öne çıkan lideri ise Farinacci idi.

Başını Bottai’nin çektiği revizyonistler, ana hatta teslim oldular. Ardından Mussolini, İtalya anayasasında yapılacak reformlar için bir komisyon kurdu. Faşist basında faşistlerin devletin birliği anlayışının yerini demokratik liberal devlet anlayışının alacağına dair haberler çıktı. Faşist partideki bu akıl, en uyumlu ve en saldırgan yansımasını, milletvekili Giunta’nın meclis başkanı yardımcılığından istifa etmesinde buldu. Giunta, kral vekilinin muhalif faşistlere karşı gerçekleştirilen saldırılardan sorumlu tutulup yargılanmasını istemesi üzerine istifa etmişti.

Aşırıcı kanadın lideri Cesare Forni, faşist partinin çoğunluğu tarafından, bu süreçte açıktan yapılan dayanışma açıklamaları ile korunmaya çalışıldı. Ama bu, sürdürülmesi mümkün olmayan bir tavırdı. Bir sonraki oylamada faşist çoğunluk tutumunu değiştirince protestolarla yüzleşti.

Mussolini’nin faşist vekillerin görevlerinden el çektirilmelerini sağlamak için tüm yetkisini kullanması gerekiyordu. Ama o, Michele Bianchi ile Farinacci’nin meclis içi taktiklerle ilgili kanaatlerden beslenen oportünist manevralar karşısında hoşnutsuzluğunu beyan etmesine mani olamadı.

Süper faşizm, ultra faşizm veya adına ne derseniz deyin, bu faşizmin tek bir rengi yoktu. Farinacci’ye bağlı mangacı, çeteci faşizmden Michele Bianchi ile Curzio Suckert’in bütünleşmeci faşizme kadar birçok farklı eğilim söz konusuydu.

Farinacci, kara gömlek mangalarındaki ruhun cisimleşmiş hâliydi. Cezalandırma amaçlı baskınlarla sendikalara ve kooperatiflere saldıran da, faşist diktatörlük sürecini başlatmak için Roma’ya yürüyen de onlardı.

Farinacci, bir yaptığı bir yaptığını tutmayan, teoriyle değil de eylemle ilgilenen, yerinde duramayan bir kişilikti. O, faşizm akımının en gerçek tiplerinden biriydi. Kontrol altında tuttuğu Cremona şehrinde Cremona Nuova [“Yeni Cremona”] isminde bir gazete çıkartıyor, bu gazete üzerinden muhalif grupları ve siyasetçileri mütemadiyen ikinci bir “faşist dalga” ile tehdit ediyordu. Ona göre “ilk dalga”, Roma’nın fethedilmesini sağlayan dalga idi. İkinci dalga, yine bir Aziz Bartalmay Yortusu esnasında, bir gecede faşist rejimin tüm muhaliflerinin silinip atılmasını ifade ediyordu. Farinacci bu açıklamasında, 1572 yılında Fransa’da Kalvinistlere yönelik olarak gerçekleştirilen kıyım sürecine atıfta bulunuyordu.

Eski bir demiryolu işçisi ve eski sosyalist olan Farinacci’de lider ve ajitatörlerde görülen bir ruh hâli hâkimdi. Makalelerinde ve konuşmalarında dilbilgisi üzerinde bilhassa titizleniyordu. Muhalif basın, onun konuşma ve yazılarındaki bu özellik üzerinde duruyordu.

Farinacci’nin sözlerinde ve düşüncesinde demokrasi, dilbilgisi yanlışları ve sosyalizme yönelik düşmanlık iç içe geçmişti. O, her zaman gerçek bir kara gömlekli olmak istemişti. L’Impero of Rome gazetesindeki faşistler, Farinacci’nin yanında daha fazla entelektüel kalıyorlardı, ama öte yandan Farinecci, o faşistlere kıyasla duygu ve düşüncelerini daha yalın ve daha çok ortaya koyan biriydi.

L'Impero of Rome gazetesinin yayın yönetmenliğini fütürizm akımından gelen Mario Carli ve Emilio Settimelli ismindeki iki yazar üstlenmişti. Bu isimlerin faşizmden istedikleri tek şey vardı, o da parlamenter rejimi tasfiye etmesiydi. Gazete, açıktan emperyalizm yanlısıydı. Ona göre, Roma İmparatorluğu’ndaki baltacıların baltasını kuşanmış faşist bir İtalya, dünya tarihinin mevcut kısmında oldukça ulvi bir göreve sahipti. L’Impero of Rome, aynı zamanda ikinci faşist dalga fikrine de destek çıkıyordu.

Michele Bianchi ve Curzio Suckert, bütünleşmeci faşizmin teorisyenleriydi. Sendikalardan veya loncalardan oluşan, dikine inşa edilmiş bir birlik olarak tasavvur edilen faşist devlet tekniğinin genel hatlarını oluşturan Bianchi idi. Suckert ise La Conquista dello Stato [“Devletin Fethi”] dergisinin direktörü olarak, felsefi söylemlerin üretilmesinden sorumluydu.

Faşist parti içerisinde bu eğilim de kendisine yer buldu. Ilımlı, muhafazakâr bir eğilim olarak liberalizmi veya Rönesans’ı reddetmeyen, faşizmin normalleşmesi için çalışan, Mussolini hükümetini bürokraside meşruiyet elde edeceği bir yola sokmaya uğraşan isimler, bu eğilim bünyesinde faaliyet yürüttüler.

Ilımlı eğilimin çekirdeğini ise, darbeden hemen sonra faşizm içinde eriyen L’Idea Nazionale [“Ulusun Ülküsü”] dergisi mensubu eski milliyetçiler oluşturuyordu. Bu milliyetçilerin ideolojisi, eski liberal sağın ideolojisiyle neredeyse aynıydı. Korkusuz olan kralcılarsa faşist darbenin krallığın temelleri ve anayasa üzerinden kimi tavizlerde bulunmasına karşı çıktılar. Faşizmin bu mutedil yanını ise Federzoni ve Paolucci temsil ediyordu.

Gelgelelim sahip oldukları zihniyet, mizaç ve geçmiş üzerinden Federzoni ile Paolucci’ye bağlı faşistler, esasen gerçekte faşist değillerdi. Onlar, aslında sağduyulu ve ölçülü birer muhafazakârdı. Ne aşırı ölçüde romantiklerdi ne de Ortaçağ konusunda ümitsiz bir nostaljiye teslim olmuşlardı. Liderlik yapacak ruha da sahip değillerdi. Ama Farinacci, faşistlerin en hakiki timsali idi. O, eli sopalı, taşralı, bağnaz ve her yanı yangın yerine çevirecek bir savaşçıydı. Onun için faşizm, bir anlayış ya da teori değil, savaş nidalarıyla harekete geçen bir tutkuydu.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: