23 Ağustos 2021

,

Boston Koleji Konuşması


İktidar halka!

Kardeşlerim, burada bulunmamın sebebi sizsiniz, bunun için teşekkür ederim. Bu can, halk iktidarı için mücadele etmediğinde bilin ki o azami güvenlikli bir hapishanededir.

Başkana, Ericka Huggins’e, Angela Davis’e, New York 21’e ve Soledad Kardeşler’e selam olsun. 28 ve 29 Kasım’da Washington’da Halkın Devrimci Anayasası kongresi düzenlenecek. İnsanlar gelmezse o kongre gerçekleşemez. Sonuçta dünya tarihini yazan insanlardır, her şeyden onlar sorumludur.

İnsan olmazsa kongre nasıl gerçekleştirilecek? Bazıları halkın kongresinin insan olmadan düzenlenebileceğine inanıyor. Hatırladığım kadarıyla 1777’de de durum bu şekildeydi.

Bu akşam Kara Panter Partisi’nin programı üzerinde durmak ve mevcut ideolojik konumumuza nasıl ulaştığımızı, On Maddelik Program’ın uygulanmasını neden gerekli gördüğümüzü açıklamak istiyorum. On Maddelik Program, kendi içinde ne devrimcidir ne de reformist. O, hayatta kalmak için hazırlanmış bir programdır. Biz halk olarak soykırım tehdidiyle karşı karşıyayız, çünkü ırkçılık ve faşizm ülkemizde ve tüm dünyada gemi azıya almış durumda. Bundan da Kuzey Amerika’daki yönetici sınıflar sorumlu. Niyetimiz, topyekûn dönüşümü gerçekleştirmek için bu durumu değiştirmek. Ama o topyekûn dönüşüm gerçekleştirilene dek bizim varlığımızı sürdürmemiz gerekiyor. Varlığımızı sürdürmek için de bizim hayatta kalmamız şart. Bunun için bizim On Maddelik Program gibi bir hayatı idame kitine ihtiyacımız var. Bu program, işlevsel ve yaratıcı zihinlere sahip, sağlıklı çocuklar yetiştirmek için gerekli. O çocuklar doğru beslenmezlerse böylesi bir zihne sahip olamazlar. Çocuklar için kahvaltı programı hazırlamamızın sebebi bu. Ayrıca toplum sağlığı programlarımız da var. Otobüsle taşıma ile ilgili program da yürürlükte. Bunun adı Tutsak Aileleri ve Yakınları Otobüsü. Amerika genelinde hapishaneleri işleten faşist rejimin kalleşliği gizlice yapmayı sevdiğini gördük. Dolayısıyla tutsakların yakınlarını, ailelerini ve dostlarını hapishanelere götürebilirsek faşistlerin kalleşliklerini ifşa edebileceğimizi düşündük. Bu da hayatta kalma programının bir parçası.

Hayatta kalma programlarımızı zulme verdiğimiz cevap dâhilinde ele almalıyız. Öte yandan onun devrimci bir program olduğunu iddia edemeyiz. Devrimleri, sertliğini muhafaza eden, kuvvetli isimler yapar. Ortada bir halk yoksa devrim de olmaz, çünkü devrimleri halklar yaparlar.

İleride düzenleyeceğimiz Devrimci Halkın Anayasa Kongresi’nde belirlediğimiz ana konu, ‘Halka Hizmet Üzerinden Hayatta Kalmak’tır. Kongremizde tüm hayatta kalma programımızı takdim edeceğiz. Bu program, bir uçak düştüğünde kullanılacak ilk yardım kiti gibi işleyecek, onun sayesinde denizin ortasında bir sala kavuşacaksınız. Sahile çıkana dek veya kendinizi mutlu ve sağlıklı hissedeceğiniz vahaya varana kadar bazı şeylere ihtiyaç duyacaksınız. Sahile çıkmak için gerekli şeylere sahip değilseniz varolma ihtimaliniz de olamaz. Bugün iktidar bizi ‘bir gün sonrayı veya devrimi göremeyeceksiniz’ diye korkutmaktadır. Kara Panter Partisi, halkın tümden yıkıma uğramasını asla kabul etmeyecektir. Nitekim bu amaç doğrultusunda bir ayrım çizgisi çektik, dolayısıyla artık her türden faşizme, saldırıya, zorbalığa ve cinayete hoşgörüyle yaklaşmayacağız. Oturup onların bizi öldürmelerine izin vermeyeceğiz. Herkes kendisini koruma yükümlülüğüne sahiptir. Eğer kişi kendisini korumuyorsa onu intiharla suçlamak gerekir: bu, gerici bir intihardır çünkü onun ölümüne gerici koşullar sebep olmuştur. Hiçbir şey yapmazsak durumu kabulleniyoruz, bizi öldürmelerine izin veriyoruz demektir. Bunu kabul etmeyeceğiz. Eğer elimizde az sayıda seçenek varsa oturup Almanya’da Yahudiler gibi ölümü beklemeyeceğiz. O noktada Varşova’daki Yahudiler gibi öleceğiz!

Nerede cesaret varsa, insanlar nerede kendilerine saygı duyup onurlarını koruyorsa orada koşulları değiştirip zafere ulaşmamız mümkün demektir. Buna devrimci coşku denir, zaferi güvence altına almak için bize böylesi bir mücadele gereklidir. Öleceksek devrimci intiharla ölelim. O tip bir intihar, ‘madem öleceğiz, madem bu dünyadan göçüp gideceğiz, kimse beni süpürgeyle süpürüp atamayacak. Sopayla kovalanmayı tercih ederim çünkü süpürgeyle süpürülüp atılmak beni küçültür, kendime dönük saygımı zedeler. Sopayla kovsalar en azından onurumu korur, köpek gibi değil insan gibi ölürüm’ der.

Elbette gerçek dileğimiz yaşamak üzerinedir, fakat kimse bizi yıldıramacak, bize gözdağı veremeyecek.

Kara Panter Partisi’nin ideolojik konuma ulaşmak için başvurduğu yöntemi izah etmek isterim. Daha da önemlisi burada bugün varolan sorunları ve çelişkileri çözmemize katkı sunabilecek düşünce sürecini veya çerçeveyi aktarmak istiyorum.

Soruna yaklaşmadan önce bizim gerçekte olan biteni net bir biçimde anlamamız gerekir. Burada belirli bir durumla ilgili tavrımızı ve duygularımızı bir kenara koymalıyız. Bu noktada olabildiğince nesnel olmalı, herhangi bir dogmayı benimsemeden olguların kendilerinin konuşmalarına izin vermeliyiz. Ama tümüyle nesnel olmak da yetmez, dış dünyadan alınan bilgilerin uygulanması noktasında öznel olabilmeliyiz.

Bu bilgiyi elde etmek için bilimsel yönteme başvurmalı, nihayetinde oluşacak öznelliği açık biçimde kabul etmeliyiz. Bilgiyi belirli bir sonuca ulaşmak için uyguladığımızda nesnelliğimiz biter, öznelliğimiz başlar. Biz buna teori ile pratiğin bütünleşmesi diyoruz. Kara Panter Partisi’nin yaptığı da budur.

Aynı anda işleyen güçleri idrak edebilmek için bilim bilimsel yöntem denilen şeyi geliştirmiştir. Bu yöntemin özelliklerinden veya vasıflarından biri ise tarafsızlıktır. Burada bahsi edilen şey kayıtsız değil tarafsız olmaktır. Ortaya çıkacak sonuca özel bir ilgi duymamaktır. Başka bir ifadeyle bilim insanı belirli bir sonucu öne çıkartmaz, sadece olguları toplar.

Ama olguları toplarken temel bir önermeden yola çıkması gerekir. En temel önermeler varsayımlardan türerler, bu varsayımlar yoksa ilk önermeyi sınamak güçleşir. Belirli varsayımlar konusunda uzlaşmaya vardıktan sonra zekice geliştirilmiş bir argüman dile getirilir. Geçerli bir çıkarıma ulaşmak içinse mantığa ve tutarlılığa ihtiyaç vardır.

Dışımızda, bizden bağımsız bir dünya var. Üzerinde duracağımız ikinci varsayımsa eşyanın sürekli değişime, dönüşüme, akışa tabi olduğu ile ilgilidir. Bu iki varsayımı herkes kabul ediyorsa tartışmamıza devam edebiliriz.

Bilimsel yöntem deneylere dayanır. Ama deneycilik sorunludur çünkü o gelecek konusunda bize pek bir şey söylemez. Sadece geçmişten bahseder, gözlem ve deneyim üzerinden zaten keşfedilmiş olan bilgileri verir. Deneycilik her daim geçmiş deneyime atıfta bulunur.

Deneysel bilginin kurallarının doğrulanmasından çok sonra Marx bu kuralları Kant’ın mantık adı altında geliştirdiği teoriyle birleştirmiştir. Kant bu muhakeme sürecine saf akıl demiştir. Çünkü bu süreç dış dünyaya değil, akıl üzerine kurulu bir çıkarıma ulaşabilmek için simgeleri yönlendirme pratiğindeki tutarlılığa dayanmamaktadır.

Örneğin “gökyüzü başımın üzerinde, dolayısıyla başımı yukarı kaldırdığımda onu görürüm” cümlesinde yanlış bir şey yoktur. Hatta bu, doğru bir cümledir. Ama burada gökyüzünün varlığı konusunda hiçbir şey söylemiş olmuyorum. Burada dış dünyaya bağımlı olma ile ilgili bir şey söylenmiyor. Deneycilik gelecek hakkında çok az laf ediyor.

Peki o zaman ne yapacağız? Marx’ın yaptığını. Dünyada olan biteni anlama noktasında Marx mantıkla deneyciliği bir araya getirme ihtiyacı duyuyor. Bu noktada diyalektik materyalizm kavramından bahsediyor. Eğer biz de Marx gibi bu iki kavramı, iki düşünme tarzını birleştirirsek dış dünyayla temas kırmakla kalmaz ayrıca kesintisiz dönüşümü açıklama imkânı buluruz. Ayrıca bu bizim, sürekli değişen ama bir yandan da çelişki içerisinde bulunan belirli toplumsal olguların ortaya çıkardığı sonuçlarla ilgili kimi tahminlerde bulunmamızı sağlar.

Bir sosyal bilimci olarak Marx, diğer sosyal bilimcileri bir olguyu veya olguları onları ortamından çıkartıp, tecrit edip belirli bir kategoriye soktukları, olgunun ortamından çıkartıldığı noktada dönüşüme uğradığı gerçeğini gözardı ettiği için eleştirir.

Örneğin sosyoloji gibi bir disiplinde belirli grupların faaliyetleri, onların nasıl bir arada durdukları, nasıl ayrıştıkları incelenirken o grupla ilişkili başka şeylere bakılmazsa o grubun niteliği ile ilgili yanlış bir sonuca ulaşılır. Marx’ın asıl yaptığı, olguları gerçekçi bir biçimde izah edecek bir düşünme yöntemi geliştirmektir.

Yanlış hatırlamıyorsam fizik şunu söylüyordu: atomlar çarpıştığında elektronlarına, protonlarına ve nötronlarına ayrışır. Peki atoma ne olur? Dönüşür. Toplumsal dünyada da benzer şeyler yaşanır. Aynı ilkeyi oraya da uygulayabiliriz. İki kültür çarpıştığında, bir süreç yaşanır, bir koşul ortaya çıkar: sosyologlar buna birbirleriyle temas eden iki kültürün değişimi derler. Marx ise toplumsal güçler veya sınıflar arasındaki çarpışmayı “çelişki” olarak adlandırır. Fiziksel dünyada güçler çarpışır. Çarpışma meydana gelir. Örneğin iki araba çarpışır, çünkü ikisi de aynı anda aynı yeri işgal etmek istemiştir, dolayısıyla her ikisi de dönüşür. Bazen başka şeyler de yaşanır. Bu iki araba birbirlerine sırtlarını dönüp hızla uzaklaşırlar. Bu noktada çelişki açığa çıkmaz. Farklı mekân ve zamandadırlar. Bazen insanlar tartışırlar, birbirlerini yanlış anlarlar, çünkü zıt görüşlere sahip oldukları için çatışmaktadırlar. Örneğin ben duvarın yüksekliğinin üç metre olduğunu söylerim, sense kırmızı olduğunu söylersin ve sırf zıt düşündüğümüz için aramızda çelişki olduğunu günboyu oturup düşünürüz. İnsanlar tartıştığında, biri tez diğeri anti-tez ortaya attığında bir çelişkiden söz etmek mümkün hâle gelir. Bir tür senteze varana dek, bir önerme üzerinde anlaşana kadar tartışmaya devam ederiz. Bu akşam umarım Kara Panter Partisi’ni eleştirmiş olan insanlarla bir tür anlaşmaya veya senteze ulaşabiliriz.

Bence asıl yanlış, bazı insanların akademide yürüttükleri araştırmaların ortaya attıkları iddialara ve diyalektik materyalizm disiplinine uygun hareket etmelerine rağmen görüneni gerçek zannediyor olmalarıdır. Bu insanlar, bilim insanının yapması gerekeni yapmıyor, derinlere inemiyor, görünenin ötesine geçip önemli olanı anlamaya çalışmıyorlar. Bu söylediklerimin Kara Panter Partisi ile ilişkisini izah etmeme izin verin lütfen. KPP diyalektik yönteme bağlıdır, teoriyle pratiği bütünleştirir, dolayısıyla Marksist-Leninist bir partidir. Biz mekanik Marksist değiliz, tarihselci materyalist de değiliz. Bazıları Hegel’in düşünceleriyle hareket ettiği için kendisini Marksist sayıyor. Bazıları, yaratıcılıktan uzak, geçmişe bağlı olduğu için kendisini Marksist-Leninist addediyor. Bu insanlar bugündeki koşullara tatbik edilmeyen bir retoriğin esiridirler. Onlar “dalkavukluk” olarak adlandırabileceğimiz bir yaklaşımla, dogmaya evrilen düşüncelere bağlılar.

Marx bir dizi koşula tatbik edilebilecek bir çerçeve oluşturmaya çalışmıştır. Bu çerçeveyi uygulamaya koyarken ortaya çıkacak sonuçlardan korkmamalıyız çünkü her şey değişiyor, dolayısıyla bizim nesnel varlıklar olarak yaşanan değişimi kabul etmemiz, bu konuda istekli olmamız gerekiyor. Diyalektik materyalist yöntemi kullanıyorsak, bir dakika sonrasında bile karşımızda aynı dünyayı bulamayacağımızı bilmeliyiz. Zira bir dakika öncesi artık tarih olmuştur. Eğer her şey sürekli değişim içerisinde ise demek ki hiçbir şey aynı kalmıyor. Eski olguları tarif etmek için kullanılan sözcükler yenileri tarif etme noktasında işe yaramıyor. Yeni olayları tarif ederken eski sözcükleri kullandığımızda, insanların kafalarını karıştırır, onları her şeyin sabit ve değişmez olduğunu söyleyerek kandırırız.

1917’de Sovyetler Birliği’nde adına “devrim” denilen bir olay meydana geldi. İki sınıf çatıştı, tüm ülke dönüştü. 1970’te bu ülkede Kara Panter Partisi bir belge yayımladı. Şu an Cezayir’de olan enformasyon bakanımız Eldridge Cleaver, “Kara Panter Partisi’nin İdeolojisi Üzerine” isimli bir broşür kaleme aldı. Bu çalışmada Eldridge Cleaver proleterlerin ve sanayi işçilerinin bu dönemde bu ülkede devrim yapma imkânına sahip olmadığını söylüyordu. İddiasına göre devrim yapma imkânına proletaryanın sol kanadı olarak lümpen proleterler sahipti, toplumsal dönüşümü nihai zirvesine öncülük misyonunu yerine getiren güç olarak bu kesim taşıyacaktı. Bazı insanlar, partiler, bazı örgütler, örneğin İlerici İşçi Partisi, devrimin imkânsız olduğunu söylüyor. Azınlık iken lümpen proleterlerin başarılı bir sosyalist dönüşümü nasıl gerçekleştireceklerini soruyorlar. Tarihin başarılı bir toplumsal devrimi sadece proleterlerin yapabileceğini ortaya koyduğu koşullarda lümpen proleterlerin bu işi nasıl yapacağı üzerinde duruyorlar. Bence de toplumsal devrimi yapacak olanların halkın çoğunluğunun çıkarlarını temsil edebilmeleri gerekiyor. Bu kesimin en geniş kitleyi temsil etmesi şart. 1917’de Sovyetler Birliği’nde yaşananları zaten analiz etmiştik. Ben de bu ülkede lümpen proleterlerin azınlık olduklarını kabul ediyorum. Bu konuda bir fikir ayrılığı söz konusu değil. Bunu söyleyerek kendimle çeliştiğimi söyleyebilir miyiz? Aslında ben burada görünen şeyin gerçeğin ta kendisi olmadığını söylüyorum. Çelişkiymiş gibi görünen, basit manada bir paradoks olabilir. Bu noktada bu gözle görünür çelişkiyi inceleyelim.

1917’de Sovyetler Birliği, temelde köylülüğün sayıca güçlü olduğu bir tarım toplumuydu. O dönemde varolan bir dizi toplumsal koşul sayesinde küçük de olsa bir sanayi oluşma imkânı buldu. Bu sanayi kesiminde çalışan insanlara “proleter” deniliyordu. Marx’ın teorisine başvuran Lenin, ülkedeki ana eğilimleri gözlemledi. Tarihselci değil diyalektik materyalistti, dolayısıyla o değişime odaklandı. 1917’de proleterlerin azınlık olduğunu gören Lenin’e göre bu kesimin devrim yapma imkânı mevcuttu, çünkü bu sınıf sayıca artıyor, köylülükse küçülüyordu. Koşullardan biri buydu. Proleterlerin alnında halk içerisinde önemli bir güç hâline gelmek yazılıydı. Onlar, ayrıca sosyalist bir devrimi yapma noktasında gerekli özelliklere de sahip olmaktaydı.

Bu ülkede diyalektik yöntemi benimseyen Kara Panter Partisi değişime bakıyor, toplumsal eğilimleri inceliyor ve lümpen proleterlerin azınlık, proleterlerin çoğunluk olduklarını ama teknolojinin hızla geliştiğini, otomasyonun ileri safhalara geçip bilgisayarın önemli bir yere sahip olmasığını sağladığını, bu bilgisayar temelli sibernasyonun da teknokrasiye yol açacağını görüyor. Bu şehre girerken yolda MIT’yi gördüm. Eğer şuan ülkeyi yönetenler iktidarda kalmaya devam ederlerse, görebildiğim kadarıyla, kapitalistler halkla zerre ilgilenmedikleri için teknolojiye dayalı mekanizmalarını geliştirmeyi sürdürecekler. Bu nedenle ben, onların halk daha fazlasını talep edene, nihayetinde onların kellesini isteyene dek mümkün olduğu ölçüde daha fazla para kazanma mantığına uygun hareket etmelerini bekliyorum. Eğer hemen devrim olmazsa, “hemen” diyorum çünkü teknoloji sahasında atılım üstüne atılım yaşanıyor (hatta Ay’a bile gidiliyor) ve eğer yönetenler iktidarda kalmayı sürdürürlerse, proleter sınıf işsiz kalacak ve zaten işsiz olan lümpenler sınıfına dâhil olacak. Yönetenler yüzünden her bir işçi risk altında. Biz, lümpen proleterlerin devrim yapma potansiyeline sahip olduklarını ve yakın gelecekte halkın çoğunluğunu teşkil edeceğini tam da bu sebeple söylüyoruz. İleride insanlarımızın büyük bir kısmı işsiz kalacak, nesnel olmak adına, çünkü biz diyalektik materyalistiz, gerçekleri kabul etmek zorundayız.

Marx, toplumun gelişim sürecini genel hatlarıyla özetledi. Toplumun köle sınıfından feodal sınıf yapısına, kapitalist sınıf yapısına, sosyalist sınıf yapısına ve nihayet komünizme gittiğini söyledi. Ya da başka bir deyişle, kapitalist devletten sosyalist devlete, devlet dışı devlete: komünizme geçişini anlattı. Sanırım dünyadaki köle sınıfının fiilen ücretli köleye dönüştüğü konusunda hemfikiriz. Başka bir deyişle, dünyadaki köle sınıfı artık önemli bir güç olarak mevcut değildir ve eğer kabul edersek, sınıfların kelimenin tam anlamıyla varoluşları düzleminde dönüştürülebileceğini kabul edebiliriz. Eğer böyleyse, köle sınıfı ortadan kaybolup başka bir şeye dönüşebiliyorsa ya da yok olmayıp sadece dönüştürülebiliyorsa ve başka özellikler üstlenebiliyorsa, o zaman proleterlerin veya endüstriyel işçi sınıfının varoluşunun dönüştürülebileceği de doğrudur. Elbette insanların kendileri yok olmayacak; Sadece diğer nitelikleri üstlenecekler. Benim ilgilendiğim özellik, yakında muktedirlerin işçilere ihtiyaç duymayacağı gerçeği ve eğer üretim araçlarını onlar kontrol ederse, işçi sınıfı işsiz veya lümpen olacak. Bu mantıklıdır, diyalektiktir. Sadece köle sınıfının ortadan kalkabileceğini söylemek yanlış olur diye düşünüyorum.

Marx çok zeki bir adamdı. O bir dogmacı değildi. Bir keresinde, “Olmadığım bir şey var o da şu: ben Marksist değilim” demişti. Bu sözlerle, İlerici İşçi Partisi'ne ve diğerlerine geçmişi şimdiki zaman ya da gelecek olarak kabul etmemelerini, onu anlamalarını ve gelecekte neler olabileceğini tahmin edebilmelerini ve bu nedenle akılcı bir şekilde hareket etmelerini anlatmaya çalışıyordu. Hepimizin istediği devrimi meydana getirmek.

Bunları göz önünde bulundurduktan sonra, zaman değiştikçe ve dünya değiştikçe bazı yeni tanımlara ihtiyacımız olduğunu görüyoruz, çünkü eski terimleri kullanmaya devam edersek insanlar eski durumun hâlâ var olduğunu düşünebilirler. 1917'de var olan aynı şartlar bugün hâlâ mevcut olsaydı buna şaşırmak gerekirdi.

İş biri için çalışmaya geldiğinde, Marx ve Lenin'in oldukça tembel olduklarını biliyorsunuz. Zorunluluklarınız için çalışarak çekilen zahmete bir lanet olarak baktılar. Ayrıca Lenin’in tüm teorisi, Marx’ın analizini uygulamaya koyduktan sonra, proleterlerden kurtulmaya yönelikti. Başka bir deyişle, proleter sınıf veya işçi sınıfı üretim araçlarını ele geçirdiğinde, toplumlarını zahmetsiz olacak şekilde planlayacaklardı. Nitekim Lenin, insanın bir yerde durabileceği, düğmelere basabileceği ve dağları hareket ettirebileceği bir zamanı öngörüyordu. Bana öyle geliyor ki, Lenin sanki proleter işçi sınıfının dönüştüğünü ve özgür bir zaman dilimine sahip olduğunu, üretken yaratıcılığa düşkün olduğunu, evrenlerini geliştirmeyi düşündüğünü, böylece mutluluğa, özgürlüğe ve zevke sahip olabilsinler diye uğraştığını görmüş gibi.

Bugünün kapitalisti, teknokratlar denen bir grup uzman insanı işe alabilecek kadar makine geliştirdi. Yakın gelecekte kesinlikle bundan daha fazlasını yapacak ve teknokrat, bir proleter olarak tanımlanamayacak kadar uzmanlaşacaktır. Aslında bu teknokratlar grubu o kadar hayati olacak ki, diğer insanların varlığını açıklamak için bir şeyler yapmamız gerekecek; Var olmak için başka bir tanım ve neden bulmamız gerekecek.

Ancak tartışmamızı teori ile sınırlamamalıyız; Değerli bir şey bulmak için teorimizin pratik uygulamasına sahip olmalıyız. Bazı insanlardan aldığımız eleştirilere rağmen, Parti teorilerinin pratik bir uygulamasına sahiptir. Faaliyetlerimizin çoğu işçi sınıfına ve işsizlere gelecekte var olmak için bir neden ve araç sağlıyor. İnsanlar bizim hayatta kalma programlarımızla yok olmayacaklar. Hâlâ buralarda olacaklar.

Kara Panter Partisi, proleterleri örgütlemenin tamamen doğru olduğunu söylüyor çünkü fabrikadan atıldıktan ve işsiz veya lümpen olarak adlandırıldıktan sonra, hâlâ yaşamak istiyorlar ve yaşamak için yemek yemek zorundalar. Kendisinin ve kardeşlerinin yaşayabilmesi için bolca üretmek amacıyla yaptığı makinelere el koymak, proleterin kendi çıkarınadır. Proleterin, onu eğitmek için lümpen proleter olmasını beklemeyeceğiz. Bugün halkın bilincini yükseltmeliyiz. Rüzgâr şiddetleniyor, nehirler akıyor, hayat zorlaşıyor ve bir daha eve dönemeyebiliriz. Ne anne rahmine ne de 1917'ye geri dönebiliriz.

Amerika Birleşik Devletleri veya benim Kuzey Amerika dediğim şey, muktedirlerin elinde bir ulustan bir imparatorluğa dönüştü. Bu, dünyada tam bir değişime neden oldu, çünkü birbiriyle ilişkili bir şeyin hiçbir parçası değişemez ve her şeyi aynı bırakamaz. Yani Birleşik Devletler veya Kuzey Amerika bir imparatorluk hâline geldiğinde dünyanın bütün yapısını değiştirdi. Dünyada başka milletler de vardı. Ancak 'imparatorluk', imparatorlukta yaşayan yönetici çevrenin (emperyalistler) diğer ulusları kontrol ettiği anlamına gelir. Şimdi bir süre önce, ilkel imparatorluk diye adlandırdığımız bir fenomen vardı. Bunun bir örneği Roma İmparatorluğu olabilir çünkü Romalılar bilinen dünyada her şeyi kontrol ediyordu. Aslında tüm dünyayı bilmiyorlardı, bu nedenle bazı milletler hâlâ ondan bağımsız olarak var oldular. Şimdi, muhtemelen tüm dünya biliniyor. Bir imparatorluk olarak Amerika Birleşik Devletleri ister doğrudan ister dolaylı olarak tüm dünyayı kontrol ediyor. 

Diyalektiği anlarsak, her belirlemenin bir sınırlama getirdiğini ve her sınırlamanın bir belirleme getirdiğini biliriz. Başka bir deyişle, bir kuvvet bir şeye yol açarken kendisi de dâhil olmak üzere diğer şeyleri ezebilir. Bu kavrama 'olumsuzlamanın olumsuzlanması' diyebiliriz. Böylece, 1917'de iktidar bir endüstriyel temel yaratırken ve kapitalizm sistemini kullanırken, aynı zamanda sosyalizm için gerekli koşulları da yaratıyordu. Bunu yapıyorlardı çünkü sosyalist bir toplumda servetin bir miktar merkezileştirilmesi, servetin bir miktar eşit dağılımı ve insanlar arasında bir miktar uyum olması gerekiyordu.

Şimdi size kabaca kendine ulus diyen her insanın sahip olması gereken bazı özellikler vereceğim. Bunlar ekonomik bağımsızlık, kültürel kararlılık, siyasi kurumların kontrolü, toprak bütünlüğü ve güvenliktir.

1966'da Partimize Siyah Milliyetçi Parti adını verdik. Kendimize Kara Milliyetçiler dedik çünkü cevabın ulus olduğunu düşünüyorduk. Bundan kısa bir süre sonra, gerçekten ihtiyaç duyulan şeyin devrimci milliyetçilik, yani milliyetçilik artı sosyalizm olduğuna karar verdik. Koşulları biraz daha analiz ettikten sonra, pratik olmadığını ve hatta çelişkili olduğunu gördük. Bu nedenle, daha yüksek bir bilinç seviyesine ulaştık. Özgür olabilmek için muktedirleri ezmemiz, bu nedenle dünya halkları ile birleşmemiz gerektiğini gördük. Bu yüzden kendimize Enternasyonalistler dedik. Dünya halklarıyla dayanışma yollarını aradık. Dünya milletleri ile dayanışma içine girdik. Ama sonra ne oldu? Her şeyin sürekli bir dönüşüm hâlinde olduğunu, teknolojinin gelişmesinden, kitle iletişim araçlarının gelişmesinden, emperyalistin ateş gücünden ve Amerika Birleşik Devletleri'nin artık olmadığı gerçeğinden dolayı anladık. Bir ulus değil bir imparatorluk, milletler var olamazdı, çünkü ulus olma kriterlerine sahip değillerdi. Kendi kaderlerini tayin etmeleri, ekonomik kararlılıkları ve kültürel kararlılıkları, emperyalistler ve yönetici çevre tarafından dönüştürüldü. Artık ulus değildiler. Enternasyonalist olabilmek için aynı zamanda Milliyetçi olmamız veya en azından ulusluğu kabul etmemiz gerektiğini gördük. Enternasyonalizm, kelimeyi anlıyorsam, bir grup ulus arasındaki karşılıklı ilişki anlamına gelir. Ama hiçbir ulus olmadığına ve Birleşik Devletler aslında bir imparatorluk olduğuna göre, bizim Enternasyonalist olmamız imkânsızdır.

Bu dönüşümler ve fenomenler kendimize “komünalistler” dememizi gerektiriyor çünkü uluslar dünyanın topluluklarına dönüşmüş durumda. Kara Panter Partisi şimdi enternasyonalizmi reddediyor ve toplumlararasılığı –enterkomünalizmi destekliyor.

Marx ve Lenin, sahip oldukları bilgilerle, devletsizliğin nihayet bir gerçekliğe dönüştüğü zaman, buna halk ve komünizm tarafından neden olunacağını veya başlatılacağını hissettiler. Tuhaf bir şey oldu. Egemen gericiler, emperyalist olmanın sonucu olarak, dünyayı 'Gerici Komünalizm' dediğimiz şeye dönüştürdü. Kurumlara o kadar hâkim olarak dünyanın tüm toplumlarını kuşatma altına aldılar ki, halka kendi topraklarındaki kurumlar tarafından hizmet edilmedi. Kara Panter Partisi, bu eğilimi tersine çevirmek ve dünya insanlarını 'Devrimci Komünalizm' çağına götürmek istiyor. Bu, insanların üretim araçlarını ele geçirip zenginliği ve teknolojiyi dünyadaki topluluklara eşitlikçi bir şekilde dağıttığı bir dönem olacaktır.

Bu noktada Kuzey Amerika'daki bir topluluğun ve Vietnam'daki bir topluluğun başına gelenlerin birbirinden çok farklı olmadığını düşünüyoruz. San Francisco'daki bir Çin topluluğu ile Hong Kong'daki bir Çin topluluğu kültürel açıdan benzer şeyler yaşıyor. Harlem'deki bir Siyah topluluğu ve Güney Amerika'daki Siyah bir topluluğu, Angola'daki bir Siyah topluluğa ve Mozambik'teki bir Siyah topluluğu aynı şeyleri yaşıyor. Yaşananlar arasında çok az fark var.

Dolayısıyla, gerçekte olan şey şu ki, devlet-dışı düzen zaten kurulmuş ama bu gerici bir düzen. Tanım olarak bir topluluk, orada yaşayan insanlara hizmet eden kapsamlı bir kurumlar koleksiyonudur. Bir ulustan farklıdır, çünkü bir topluluk genellikle devlet dediğimiz daha büyük bir yapı etrafında gelişir ve eğer yönetim insanları temsil ederse veya yönetim halkın komiseri olursa, devlet topluluk üzerinde belirli bir kontrole sahiptir. Şu anda böyle değil, bu yüzden hâlâ yapılması gereken bir şey var. Daha önce “olumsuzlamanın olumsuzlanmasından” bahsetmiştim, zenginliğin yeniden dağıtılması gerekliliğinden daha önce bahsetmiştim. Bugün dünyada her şey olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri'nde sosyalizmin asla var olmayacağını bilmenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Neden? Var olmayacağı için var olmayacak. Şu anda dünyanın hiçbir yerinde olamaz. Sosyalizm sosyalist bir devlete ihtiyaç duyacaktır ve eğer bir devlet yoksa sosyalizm nasıl var olabilir? Öyleyse, Çin Halk Cumhuriyeti gibi belirli ilerici ülkeleri nasıl tanımlarız? Belirli ilerici ülkeleri veya bizim onlara verdiğimiz Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti gibi ilerici ülkeleri nasıl tarif ediyoruz?

Kuzey Vietnam ve Güney’deki geçici hükümet gibi belirli toplulukları nasıl tanımlarız? Aslında onlar da ulus olduğunu iddia edemiyorlarsa, bu toplulukları nasıl açıklayabiliriz? Şunu söylüyoruz: Halkın kurtarılmış bölgesini temsil ettiklerini söylüyoruz. Kurtulmuş bir topluluğu temsil ediyorlar. Ancak Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin Güney'deki kurtarılmış topraklardan memnun olmaması gibi, bu topluluk da yeterli ve tatmin edici değil. Bu, yalnızca dünyanın kurtuluşunun temeli ve hazırlığıdır - egemen çevreden gelen zenginliği, eşit dağıtım ve orantılı temsili toplumlararası bir çerçevede ele geçirmektir. Kara Panter Partisi'nin halkın gücünün yardımıyla başarmak istediği şey budur, çünkü halk olmadan hiçbir şey başarılamaz.

Amerika Birleşik Devletleri'nde sosyalizmin asla olmayacağını belirttim. Amerika Birleşik Devletleri'nde bir devrimin gerçekleşmesi için, ulusal veya uluslararası düzeyde değil, toplumlar arası bir düzeyde servetin yeniden dağıtımını gerçekleştirebilmemiz gerekir. Çünkü muktedirler de başkalarının mülkünü gasp etme suçunu işledikleri koşullarda Kuzey Amerika’da serveti halka dağıttığımız vakit devrim yaptığımızı nasıl söyleyebiliriz? Bu insanlar başkalarının mallarını alıp Amerika'ya taşıdılar ve kendilerininmiş gibi kullandılar.

1917'de devrim gerçekleştiğinde, ulusal düzeyde zenginliğin yeniden dağılması mümkündü, çünkü uluslar vardı. Şimdi, dünya çapında, toplumlar arası düzeyde bir ekonomi planlaması açısından konuşursanız, önemli bir şey söylüyorsunuz: Bir ülkenin dolandırılması gibi, insanlar da dolandırıldı. Basit onarım yeterli değildir, çünkü insanlar sadece hammaddelerinden değil, aynı zamanda bu malzemelerin yatırımından, teknolojik makineyi yaratan bir yatırımdan elde edilen servetten de mahrum kaldılar. Dünya halkının kontrole sahip olması gerekecek - “X” süre için sınırlı bir kontrol payı değil, sonsuza kadar tam kontrol.

Gerçek bir enterkomünal ekonomiyi planlamak için dünyanın bağlantılı olduğunu kabul etmemiz gerekecek. Ulusların bir süredir var olmadığını da kabul etmemiz gerekecek. Bazı insanlar, kültürel farklılıklar nedeniyle ulusların hâlâ var olduğunu iddia edecek. Tanım olarak, sadece pratik argüman için, kültür, öğrenilmiş davranış kalıplarının bir toplamıdır. Burada, Amerika Birleşik Devletleri'nde Siyah insanlar, Afrikalılar anavatandan tecavüze uğradılar ve sonuç olarak Afrika değerlerimizin çoğunu tam anlamıyla kaybettik. Belki hâlâ hayatta kalan bazı Afrikalılar var, ancak zamanın ve muazzam kitle iletişim araçlarının bir beyin yıkama merkezi olarak işlev gören son derece teknolojik toplumu tarafından elde edilen dönüşümü genel olarak görebilirsiniz. İktidar, yeryüzüne bir ışın yansıtmak ve dünyaya aşılamak için uyduları fırlattı; bazı kültürel farklılıklar olsa da, bu farklılıklar niteliksel değil nicelikseldir. Diğer bir deyişle, teknoloji ve iktidar şu an olduğu gibi devam ederse, dünya insanları Batı değerlerini benimsemeye koşullandırılacaktır. (Bence Japonya iyi bir örnek.) İnsanlar arasındaki farklar çok azalıyor, ama bu gene yönetici çevrenin çıkarına. Tarihin geriye döndürülebileceğine inanmıyorum. Dünya gerçekten birbirine bu kadar bağlıysa, bunu kabul etmemiz ve insanların özgür olabilmeleri için toplulukların kurumlarını kontrol etmeleri ve ürettikleri teknolojik merkezde bir tür temsiliyetleri olması gerektiğini söylemeliyiz. Amerika Birleşik Devletleri, dünyadaki soygunu sonlandırma için önce çaldıklarını iade etmek zorunda kalacak. Meselenin servetin dünya genelinde dağıtılması olduğu koşullarda sosyalizmden nasıl bahsedebiliriz, bilmiyorum. Sanırım Marx'ın devlet-dışı hakkında konuşurken kastettiği buydu.

Bir süre önce Alex Haley’in evindeydim ve bana geçmişini araştırmasından bahsetti. Bu geçmişi Afrika’da bulan Haley, kısa bir süre sonra oraya döndüğünde paniğe kapıldı. Köyü çok fazla değişmemişti ama oraya gittiğinde yolda yürürken, sevdiği bir şeyi arabasında tutan yaşlı bir adam gördü. İngiliz yayın ağına yerleştirilmiş küçük bir transistörlü radyoydu. Söylemeye çalıştığım şey, kitle iletişim araçları ve ulaşımın gelişmesi, kendimizi uluslar olarak ayrı varlıklar açısından düşünmemizi imkânsız kılıyor. San Francisco'dan buraya gelmenin sadece beş saatimi aldığının farkında mısınız? Buradan Vietnam'a gitmek sadece on saat sürüyor. İktidar artık savaşları bile kabul etmiyor; Bunlara “polis eylemleri” diyorlar. Vietnam halkının isyanlarına “ülke içi karışıklık” diyorlar. Demek istediğim, iktidarın yaptıklarının sonuçlarını anlaması ve kabul etmesi gerektiğidir. Tek bir dünya olduğunu biliyorlar ama sömürü mantığına uygun hareket etme konusunda kararlılar.

Kısa bir süre önce Detroit'te topluluk kuşatma altındaydı ve şimdi Parti'nin on altı üyesi hapishanede. Polis o topluluğu ve evi kuşattı ve Vietnam'da kullandıkları aynı silahları kullandı (aslında iki tank toplandı). Aynı şey Vietnam'da da oluyor çünkü orada da “polis” var. “Polis” her yerdedir, hepsi aynı üniformayı giyer, aynı aletleri kullanır ve aynı amaca sahiptir: Kuzey Amerika'daki muktedirlerin korunması. Dünyanın tek bir topluluk olduğu doğrudur, ancak o gücünü yoğunlaştırıyor, bizi asıl rahatsız eden de budur. Biz halkın iktidar olmasını istiyoruz.

Daha önce de dile getirdiğim (ama konudan uzaklaştığım için derinleştiremediğim husus şudur: “olumsuzlamanın olumsuzlanması” teorisi hâlen daha geçerlidir. Bazı bilim insanları, Asya, Afrika ve Latin Amerika'da direnişin neden her zaman kolektif bir toplum hedefi peşinden gittiğini merak ediyorlar. Kapitalist ekonomiyi kurumsallaştırmıyor gibi görünüyorlar. Sanki feodalizmden kolektif bir topluma atlıyor gibiler, bunun sebebini kimi insanlar hiç anlamıyorlar. Neden tarihselci Marksizmi ya da tarihselci materyalizmi takip etmiyorlar? Neden feodalizmden kapitalist bir tabanın gelişimine ve nihayet sosyalizme geçmiyorlar? Geçmiyorlar çünkü bu mümkün değil. Harlem'deki Siyah topluluğunun kapitalizmi geliştirememesi, Oakland veya San Francisco'daki Siyah topluluğunun kapitalizmi geliştirememesi gibi, emperyalistler alanı çoktan önceden boşaltmış oldukları için bunu yapmıyorlar. Zenginliği zaten merkezileştirdiler. Bu nedenle, onlarla başa çıkmak için yapabileceğimiz tek şey, topluluğumuzu özgürleştirmek ve sonra kolektif bir güç olarak onların üzerine yürümektir.

İnsanlarla kanaatlerimiz konusunda uzun tartışmalar yürüttük. Bilinçli hâle gelmeden önce, kendimize burada Kuzey Amerika'da dağınık bir koloni topluluğu diyorduk. İnsanlar bütün gün ve bütün gece benimle tartıştılar, “Nasıl bir koloni olabilirsiniz? Koloni olabilmek için bir ulusa sahip olmalısın ve sen bir ulus değilsin, bir topluluksun. Dağınık bir topluluklar koleksiyonusunuz.” Kara Panter Partisi değiştirmekten veya hatayı kabul etmekten utanmadığı için, bu akşam eleştiriyi kabul etmek ve bu eleştirmenlerin kesinlikle haklı olduğunu söylemek istiyorum. Kore halkın, Vietnam halkının ve Çin halkının bir topluluklar topluluğu oluşturması gibi, biz de toplulukların bir topluluğuyuz - dağınık bir topluluklar topluluğu, çünkü kendi üstyapımız yok. Sahip olduğumuz üstyapı, tüm emeğimizin ürettiği Wall Street'in üst yapısıdır. Bu çarpık bir kolektiflik biçimidir. Her şey toplandı ama sadece muktedirlerin çıkarına kullanıldı. Kara Panter Partisi'nin Siyah kapitalizmi kınamasının ve yapabileceğimizin yalnızca Vietnam'da değil burada, sadece Kamboçya'da ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde değil, dünya toplumlarında da özgürleştirmek olduğunu söylemesinin nedeni budur. Tek bir topluluk olarak birleşip sonra dünyayı insanların mutlu olacağı, savaşların biteceği, devletin artık var olmayacağı ve komünizme sahip olacağımız bir yere dönüştürmeliyiz. Ama bunu hemen yapamayız. Dönüşüm gerçekleştiğinde, yapısal değişim yaşandığında, sonuç genellikle kültürel gecikmedir. İnsanlar üretim araçlarına sahip olduktan sonra, muhtemelen doğrudan komünizme geçmeyeceğiz, ancak burjuva düşüncesini silip atacağımız bir zamana kadar, ırkçılığı ve gerici düşünceyi söküp atacağımız zamana kadar, Devrimci Enterkomünalizmle oyalanacağız. Bir köylü toprağa bağlı olduğu için milletlerine bağlı değildir, ta ki insanlar akıl sağlığına kavuşana ve bir tanrı yerine halka hizmet edecek “özünde insan” olan bir kültür geliştirene kadar. Birbirimizle temastan kaçınamadığımız için, birlikte uyum içinde çalışmamıza yardımcı olacak bir değer sistemi geliştirmemiz gerekecek.

Huey Newton
18 Kasım 1970
Kaynak

0 Yorum: