Hasan Sivri’nin özellikle son bir ay içerisinde söyledikleri, ya yalan ya da yanlış. Hatta Esad, Sivri’nin istihbaratına kanıp her şeyin yolunda olduğuna inandığı, bu yüzden önlem almadığı, ihaneti görmediği, iktidarını tam da sebeple yitirdiği söyleniyor!
AKP
borazanları da yalan söylüyorlar. Suriye’de olayların başladığı günlerde
Esad’ın uyguladığı zulümden bahsederken, Erdoğan’ın o dönemde çıkıp “Esad
kardeşimizi ‘Mübarek ve Kaddafi’nin başına gelenler senin de başına gelir’ diye
uyardık. Kendisine, gerekirse eylemleri zor kullanarak bastırmasını tavsiye
ettik” dediği üzerinde hiç durmuyorlar.
O
borazanlar, Sünnilerin ikna edildiği yağma sürecinde o toprakların ateşe ve
kana boğulmasında Türkiye’nin politik ve askeri bir araç olarak kullanıldığı
gerçeğine hiç değinmiyorlar. O Sünniler, “biz ıslahçı yolumuzda yürüyorduk.
Bize parti kurmamızı Hakan Fidan söyledi. Sonra başımıza gelmeyen kalmadı”
diyen Mısır’ın İhvancılarını unutmuş görünüyorlar. O İhvan’a yönelik katliamın
simgesi Rabia, devlete ait bir simgeye bizzat Erdoğan’ın eliyle dönüştürülüyor.
Solun hâlen daha laiklik yaygarası koparması da devletin emri. Yapılanlar, bu
yaygarayla gizleniyor.
Arap
Baharı, Sünnilerin sürece topyekûn ikna ve ortak edilmesinden başka bir anlama
sahip değil. Abdullah Gül’ün makul vatandaşı olarak 1 Mayıs’ta Taksim’e
girenler, meydana uzanan yolun bir şeridinde, (hafıza yanıltmıyorsa eğer) “Arap
Baharı emperyalizmin oyunudur” diyen MKP, diğer şeridinde “Arap Baharı
halkların devrimidir” diyen TKP-ML pankartlarına şahit olmuştu. Belki de iki
öneri de yolun ortasındaki refüj kadar Maoist değildi! Zira kimsenin uzun
yürüyüşe sabrı yoktu.
Bir
momentte Esad’ın uyguladığı zulüm görülmeliydi, ama emperyalizmin müdahalesi
sonrası sürecin içeriği ve biçimi değişti. Gene de gözler, sahada Esad’a karşı
yürüyen bir devrim varsa ona örgütlenebilen, kitleleri örgütleyebilen, onların
öfkesini kuşanan bir iradeyi arıyordu. O günlerde ya gözler ya da iradenin
kendisi kördü.
Esad,
Hizbullah’ın dolayısıyla İran’ın devlette ve mekânda stratejik öneme sahip
noktalara yerleşmesine izin vermedi. Aynı şeyi 27 Kasım sonrası da yaptı. Sonra
Rusya’ya sığınmayı tercih etti. Bu süreçte kimse, ateşi ateşle durdurmayı
düşünmedi. Karşı-devrimin karşısına devrimle çıkmadı. Eski düzenin devrim
olduğu inancıyla hareket edildi.
Marx,
“karşı-devrim de devrimdir” diyor. Emek-Adaletçiler, işte tam da bu
karşı-devrimciliğe örgütlüler.[1] 2010 ve öncesinde kurucularının bastığı
toprakları ateş ve kana boğuldu. Onlar, bu konuda hiçbir şey yapmadılar.
Suriye, Filistin ve Lübnan’daki dirençle ve öfkeyle buluşma kanallarını
aramadılar. Ancak karşı-devrim gerçekleşince ses çıkartabildiler. Solu liberal
bir yerden silahsız bırakmak için uğraştılar. Müslüman cenahtan gelenlerin asli
niyeti bu.
EAP’ın
ve solcuların gözlerini kapadığı bir gerçek var: Esad, babasından miras ülkeyi
neoliberalizmin rüzgârlarına açandı. İngiltere’den yanında getirdiği iktisatçı,
finans-kapitalin elemanıydı. 2003’teki kıtlık sonrası mahvolan köylünün maruz
kaldığı sömürü ve zulmün altında bu elemanın bağlı olduğu güçlerin imzası
vardı. O köylüler proleterleştiler, misal Halep’e işçi olup akın ettiler. Bu
akını ve sınıfı laik solcuların “İslamcı ve cihatçı” diye tu kaka ilân etmeyi
sevdikleri güçler örgütledi. Kimse, “biz niye örgütlemedik?” diye sormadı. Bu
açıdan, Aralık ayı başında Suriye Komünist Partisi’nin “devletin liberal
politikalarına da karşı çıkıyoruz”[2] demesinin bir anlamı yok. O da TKP gibi
devletin sarayının gölgesinde yaşamaya alışmış bir bitkiden başka bir şey
değil. Neoliberalizmin yol açtığı öfkeyi örgütlemek için hiçbir şey yapmadı.
Devletin serinliğine saklandı.
Dolayısıyla,
aradaki çatlaklardan ilerleyecek, işçi-köylü iktidarı adına mevzi örecek bir
iradeye ihtiyaç vardı. Bu yoksa Esad’da temsil olunan iradeye bakmak
zorunluydu. Emek ve Adaletçilerin kimlikçi-liberal bir Sünnicilikle Suriye’deki
yağmaya alkış tutmasının politik bir anlamı bulunmuyordu. Onlar, mikro siyaset
ve birey merkezli ideolojileri üzerinden pratiklerini kendilerinden
kuruyorlardı. Bu kurguda başkasına ancak hürmet edilebilir ya da acınabilirdi. Aynı
kurgu, doğası gereği, emperyalizme kör ve sağırdı.
Emperyalizm,
Libya’da Kaddafi’yi, Suriye’de Esad’ı El-Kaide ile mücadeleye zorla kattı.
Sonra da El-Kaide’yi silahlandırıp bu isimlerin üzerine saldı. Bu oyun
görülemedi. Sünni’deki öfke, idrak edilemedi. Halk sınıflarının tabi olduğu
dinamik, anlaşılamadı. Devlet, Sünni’yi emperyalist yağmaya örgütleme işini
Erdoğan’a verdi.
Denildiğine
göre, HTŞ aslında geçen sene saldıracaktı ama Erdoğan’ın isteği üzerine saldırı
ertelendi. Ağustos ayı içerisinde Esad’la görüşme niyetinin dile döküldüğü
günlerde saldırı hazırlıkları başlatıldı. Demek ki Erdoğan’ın görüşme talebi,
hazırlıkları gizleyen sis perdesiydi.
Suriye’deki
gelişmeler, Irak işgali ile bağlantılı. 2003’te Irak’a güneyden girmek isteyen
İngiltere’yle ABD arasında gerilim olduğu söyleniyordu. Hatta iddiaya göre,
Türkiye’deki İngilizcilerin etkisiyle 1 Mart tezkeresine “hayır” denildi.
Sonrasında ABD, İstanbul’da doğrudan İngiliz’le bağlantılı noktalara yapılan
bombalı saldırılarla bu “hayır”a cevap verdi.
Suriye’de
yaşananlarda CIA-Pentagon arası gerilim de etkili. Bu iki kuruluş, bir tür “iyi
polis-kötü polis” oyunu çeviriyor. Kürtler ve HTŞ ile ilgili tartışmalar, bu
gerilimle alakalı olmalı.
HTŞ,
yeni ihtiyaçlara göre eldeki El-Kaide’nin dönüştürülmüş hâli. Amerikalı
gazeteci Seymour Hersh (burada Tekin
Yayınları’ndan çıkması gereken ama yayınevinin korkudan basamadığı) kitabında,
Ladin’in 2006’da yakalandığını, 2011’de öldüğü ilan edilene kadar CIA’in
El-Kaide hücrelerine Ladin imzalı mektuplar gönderdiğini söylüyor.[3]
Belki
de Ladin, 2006’da yakalandıktan kısa bir süre sonra öldürüldü. 2011’e dek
Suriye için tüm örgütsel yapı, içeriği ve biçimiyle birlikte dönüştürüldü.
Bugün EAP’ın “blazerli devrimci”si Cevlani, yeni makyaj, yeni imaj. Muhtemelen
yakında “bizim dışişleri politikamızın merkezinde LGBT duruyor” diyen Amerikan
dışişleri bakanlığının emri uyarınca eşcinselliğine dair imalara veya bu alana
dair mesajlarına tanık olacağız! O, serbest piyasa ekonomisi neyi emrediyorsa
onu yapacak. Kalın’ın kıldığı namaz da aynı sermaye için. EAP, o sermayenin
ilerleyişini “halkların özgürlük yürüyüşü” olarak makyajlamak zorunda.
Kalın’ın
selefi Hakan Fidan’a İsrail’le ticaretin solcu raportörü Metin Cihan’ın
methiyeler düzmesi tesadüf değil. Demek ki Cihan’ın bilgi kaynağı orası. Cihan
da “Hakan Fidan’ın dışişleri bakanı olmasını isterim” diyen Sırrı Süreyya
Önder’le aynı yere hizmet ediyor. Vaktiyle Fidan’ın PR’ı için çekilen dizide
bugünkü Etimesgut belediye başkanının hem tiyatrocu hem de yapımcı olarak rol
almış olması gayet normal!
Dildeki
İsrail karşıtlığı yalan. Sahada HTŞ, İsrail’i kuran Hagana ve İrgun gibi
hareket ediyor. Bu terör örgütleri zamanla devletin ordusu hâline geliyorlar. Örgüt
içerisinde savaşan Uygurlar İsrail’in model ülke olduğunu söylüyorlar.
Emperyalist-Siyonist proje, kendi kadrolarını imal ederek ilerliyor. Herkes, bir
akla, sınıfa ve güncel ihtiyaçlara bağlanıyor.
Hakan
Fidan, meclisteki oturumda Dem Parti sıralarına dönüp, “biraz rasyonel olun,
biraz sınıf atlayın, kendinizi update edin. Üçüncü dünyacı demagojiden
kurtulun” diyor. Oysa zaten o sıralarda oturanlar, tam da Fidan’ın dediğini
yapıyorlar, o söz uyarınca hareket ediyorlar. O nedenle, dün sendikasını ve
örgütünü devlete teslim eden, o devletin içteki elemanı olarak Veysi Sarısözen,
“Öcalan’ı verin, Rojava’yı alın” buyuruyor. Kimin toprağını kime verdiğini
kimse sormuyor.
Bugün
dostlar alışverişte görsün çatışmalarına ve eylemlerine tanık olunuyor, perde
gerisinde yapılan anlaşma işliyor, plan yürüyor, ezilenlere umut olarak
sunulan, özgürlük diyarı Rojava, parsel parsel devlete teslim ediliyor. Her
şey, Sünni zenginler, Kasiyun Dağı manzaralı lüks malikanelerinde alkolsüz
şampanyalar patlatsın, Körfez ağalarıyla partilesin, Türk’ün laik zenginleri de
paylarını alsın diye yapılıyor. Sosyalist hareketin önderi Özgür Özel, bu
yüzden patronlara “madem Suriyeliler gidecek, siz de fabrikalarınızı Suriye’ye
taşıyın” buyuruyor.[4] O işçiden ve köylüden tiksinenler, sosyalist hareketi o
özgür ve o özel için ele geçiriyor. Herkes, koşa koşa CHP kervanına bağlanıyor.
Eren Balkır
18
Aralık 2024
Dipnotlar:
[1] “Suriye Halklarının Sevincini Kuşanalım, Halkların Düşmanlarına Karşı Ayağa
Kalkalım!”, 9 Aralık 2024, EAP.
[2]
Suriye Komünist Partisi, “Tüm Güçler Seferber Edilmeli, Düşmanlara Karşı
Konulmalı”, 1 Aralık 2024, İştiraki.
[3]
Seymour M. Hersh, The Killing of Osama bin Laden, Verso, 2016. Hersh,
aynı zamanda Suriye’yi istikrarsızlaştırma çabalarının 2006’da başladığını
söylüyor.
[4] “Özgür Özel Patronlara Suriyeli Sömürme Taktiği Verdi”, 17 Aralık 2024, Sol.
0 Yorum:
Yorum Gönder