07 Aralık 2024

,

Halep’in Düşüşünün Ardındaki Hikâye

Halep asla düşmeyecek gibiydi.

Türkiye destekli iki gücün son beş gün içinde yürüttüğü çarpıcı bir taarruz, Suriye’nin ikinci büyük kenti ve sanayi merkezinin ele geçirilmesiyle sonuçlandı ve Esad karşıtı daha kalabalık ve daha iyi kaynaklara sahip isyancıların asla başaramadığını bir hafta içinde başardı. Ancak Heyet Tahrirü’ş Şam (HTŞ) ve Suriye Milli Ordusu (SMO) kendilerini komşuları arasındaki çatışmaların, Ankara’daki fırsatçı bir haminin, ABD’deki son seçimlerin ve Şam’daki iç savaş, yaptırımlar ve yolsuzlukla zayıflamış bir hanedan diktatörlüğünün faydalanıcıları olarak buldular.

HTŞ ve DSG, Halep’in daha büyük bir bölümünü ele geçirmek, rejimden daha fazla bölge koparmak ve İdlib’deki bölgelerini Suriye Hava Kuvvetleri’nin bombardımanından korumak için hazırlık yapıyordu.

Geçtiğimiz Çarşamba günü başlayan iki eş zamanlı savaş vardı: Bunlardan ilki “Saldırganlığı Püskürtme” adını taşıyan HTŞ’nin öncülüğünde, ikincisi ise İslamcı isyancılar ve eski Özgür Suriye Ordusu gruplarından oluşan ve şimdi Türk yeniçerilerine dönüşen SMO tarafından başlatılan “Özgürlük Şafağı” idi. SMO, Kuveyris hava üssü, Halep’in 15 mil doğusunda bulunan ve önemli bir elektrik kaynağı olan Halep termik santrali ve Halep’in güneydoğusundaki bir askeri-sanayi kompleksindeki savunma fabrikaları gibi stratejik askeri mevzileri ele geçirmeyi başardı. Neredeyse hiç ateş altında kalmadan, hiç karşı koyma olmadan içeri sızdılar.

Halep’in dramatik bir şekilde ele geçirilmesiyle eş zamanlı olarak HTŞ’nin kuzey Hama kırsalına girmesi, 48 saat içinde 39 köyü ele geçirmesi ve Suriye birliklerinin İdlib’in güneyindeki Maaretü’n Numan kasabasından benzer bir şekilde çekilmesi gerçekleşti. HTŞ, şu anda fiilen İdlib’in tamamını ve Suriye’nin en büyük vilayeti olan Halep’in büyük bölümünü kontrol ediyor. HTŞ savaşçıları, kısa süreliğine Hama şehrine girdi ancak bir başka vilayet başkentinin ele geçirilmesi, HTŞ’nin buradaki hâkimiyetini pekiştirebilmesi için Halep’e rejim takviyelerinin gelişini geciktirmeyi amaçlayan bir şaşırtmaca gibi görünüyor.

Sonuç olarak rejim, komuta, kontrol ve moral açısından tam bir çöküş yaşadı ve yeniden toparlanıp karşı saldırıya geçemedi. HTŞ, Batılı analistlerin “felaketsel bir başarı” olarak gördükleri bir yıldırım harekatıyla kendi hedeflerinin ötesine geçti.

Türkiye’nin operasyona izin vermesinin nedeni, koşulların benzersiz bir şekilde bir araya gelmesiydi. Birincisi, Şam ile uzlaşma ve normalleşme görüşmelerinin başarısızlığa uğraması. İkincisi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Donald Trump’ın uzun süredir niyetli olduğunu söylediği gibi ABD güçlerini kaçınılmaz olarak kuzeydoğu Suriye’den çekeceği beklentisi göz önüne alındığında, yeni Beyaz Saray ile daha fazla pazarlık gücü elde etme arzusu. Üçüncüsü, ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri çatısı altında faaliyet gösteren Kürdistan İşçi Partisi veya PKK’nin hâkimiyetindeki Kürt milislerin, yukarıdan Amerikan F-16’ları ve aşağıdan ABD komandoları tarafından korunmadıkları sürece Türkiye’nin güney kapısında artık önemli bir tehdit oluşturmayacağı beklentisi. Dördüncüsü, Beşar Esad’ın ana kara kuvvetleri olan ve geçtiğimiz bir yıl boyunca İsrail tarafından hırpalanan İran Devrim Muhafızları’nın bir araya getirdiği milisler konsorsiyumunun harap hâli. Beşincisi, Rusya’nın Ukrayna’daki güçlerini yeniden konuşlandırması ve Suriye’de Batı yaptırımlarının kaldırılmasıyla başlayacak bir “barış payı” elde etme arzusu.

HTŞ, Halep’in dış mahallelerine ulaştığında rejimin ana savunma gücü olan 46. Alay çöktü. Böylece 20 mil uzaklıktaki eyalet başkenti, ele geçirilmesi kolay ve cazip bir hedef hâline geldi.

İsyancı kaynaklar, New Lines’a rejimin Halep’teki çöküşünün ardında birkaç faktör olduğunu açıkladılar. Bunlardan biri, Halep’te üst düzey bir güvenlik toplantısına sızılması ve bu sırada İranlı bir tuğgeneral ile birkaç Suriyeli subayın öldürülmesiydi. Bunun sonucunda şehrin güvenlik operasyonlarında kaos ve şehirdeki yetkililer arasında korku baş gösterdi. Bir diğeri ise Halep’te isyancılarla koordinasyon hâlinde olan ve sağlam bir geri çekilme pozisyonundan bir garnizonu harekete geçirme çabalarının daha da aksamasını sağlayan uyuyan hücrelerin kullanılmasıydı. Bir diğeri ise isyancıların hedeflerini akıllıca seçerek, şehrin yaklaşık 4 mil güneybatısında yer alan Harp Okulu ve Topçu Okulu gibi daha müstahkem mevkileri es geçmeleriydi. Ancak düşmanlarının ne kadar hayali olduğu ortaya çıkınca onlar bile şok oldu.

Esad iktidarı, sadece iyi planlanmış bir cihatçı harekatı değil, 13 yıllık iç savaşın ordusunu bir posa hâline getirmesi ve askerlerinin moralini bozması yüzünden çöktü. Suriye Arap Ordusu 2016’da Halep’te – HTŞ’nin önceki hâli de dâhil olmak üzere- Esad karşıtı güçlerden oluşan bir yığına karşı savaştığı sırada Suriye’yi savaş öncesi egemenliğine kavuşturacak görkemli bir ulusal zaferin eşiğinde olduğunu hissediyordu. Bunun yerine, ülkenin kuzey ve doğusundaki rekabetçi ve çelişkili Türk ve Amerikan himayeleri, Halep’in geri alınmasında ve güney Suriye’de Batı destekli isyancıların yenilgiye uğratılmasında ağır işi yapan İran ve Rusya’ya ipotekli başka yerler şeklinde ülke balkanlaştırıldı. İran’ın Kudüs Gücü, Hizbullah ya da Iraklı müttefikleri tarafından inşa edilen ya da ithal edilen Şii milisler, çoğunluğu Sünni olan geleneksel Suriye askerlerinin oynadığı rolü gölgede bıraktı. Ancak bu milisler, bölgede yeni savaşlarla meşgul oldukları için cihatçılardan oluşan bir orduyla karşı karşıya gelme gibi baş döndürücü bir ihtimalle karşılaşan Suriye askerleri kaçıp gittiler.

Türkiye’nin desteklediği operasyon, İsrail’in Lübnan’a yönelik uzun süreli bombardımanını sona erdirmeyi amaçlayan İsrail-Lübnan ateşkesiyle aynı zamana denk geldi. Hizbullah’ın İsrail’e karşı savaşa girme kararı, İsrail’in, örgütün uzun süredir görev yapan genel sekreteri Hasan Nasrallah da dâhil olmak üzere üst düzey lider kadrosuna suikast düzenlemesine, orta kademe kadrolarını patlayan çağrı cihazlarıyla etkisiz hâle getirmesine ve cephaneliğinin %80’ini imha etmesine yol açtı. Suriye savaş alanında Hizbullah’ın tükenmiş olması ve İran’ın Levant’ta paramparça olan projesinin parçalarını toplamakla meşgul olması nedeniyle, Türkiye destekli isyancılar saldırmak için mükemmel bir zaman buldular.

Rusya da başka yerlerde meşguldü ve gerçek bir karşı önlem alamadı. Vladimir Putin, Ukrayna’da iki hafta içinde bitmesi öngörülen savaşın dördüncü yılına girmesine aylar kaldı. Rusya’nın 700.000’i aştığı düşünülen askeri kayıplarını telafi etmek için Kuzey Koreli, Kübalı, Hintli ve Husi yardımcılara bağımlı hâle geldi. Ukrayna’nın tam ölçekli işgalinin başladığı Şubat 2022’den bu yana Rusya, Suriye’deki ayak izini bir şekilde azalttı, bir yıl önce Rusya’da isyan eden paralı Wagner Grubu’nun rolünü ortadan kaldırdı ve en gelişmiş hava savunma platformlarından bazılarını çekti. Tüm bunlar, Washington’da Biden yönetimi ile Trump’ın ikinci dönemi arasında bir nöbet değişimi yaşanırken gerçekleşti.

HTŞ, Halep’te büyük bir savaşa hazırlanıyordu. Karşılaştığı durum ise kolay bir nöbet devralma oldu. Şehirde hiç Suriye askeri yoktu, sadece güvenlik güçleri ve polis vardı, onlar da derhal geri çekildi.

HTŞ lideri Ebu Muhammed Cevlani’nin ulusötesi cihatçılık saflarındaki görev süresi, kırılmalar ve yeniden yapılanmalarla dolu olduğu kadar uzun solukludur. Daha önce Nusret Cephesi olarak bilinen HTŞ, 2016 yılında El Kaide’den koptu ve o zamandan beri El Kaide’nin Suriye’deki mevcut kolu Hurraseddin ile savaşıyor. Bundan önce HTŞ’nin lideri Cevlani, Esad’a karşı halk isyanını cihatçıların Suriye’yi ele geçirmesine dönüştürerek bu fırsatı değerlendiren İslam Devleti grubunun artık hayatta olmayan “halifesi” Ebu Bekir Bağdadi’nin emriyle 2011 yılında Irak İslam Devleti (ISI) tarafından Suriye’ye gönderilmişti.

Cevlani en iyi şekilde, Esad’larla aynı kumaştan kesilmiş bir Suriyeli olarak anlaşılabilir: acımasız, alaycı ve her zaman üste çıkma eğiliminde olan bir hilekâr. Dünyanın en büyük iki terör örgütünün liderlerini zekasıyla alt etti. Bağdadi ve Irak’taki yardımcıları, Cevlani onların talimatlarını diplomatik olarak görmezden gelip 2012-2013'te doğu ve kuzey Suriye'de kendi derebeyliğini kurduğunda Suriyeli teğmenlerine asla tam olarak güvenmediler. Bağdadi’nin o dönemdeki en üst düzey yardımcısı olan Ebu Ali Anbari, Suriye’de haftalar süren saha araştırmasının ardından Cevlani hakkında sert bir değerlendirme rapor etti: “Kurnaz bir insan; iki yüzlü; kendine tapıyor; askerlerinin dinini umursamıyor; medyada isim yapmak için onların kanını feda etmeye hazır; uydu kanallarında adının geçtiğini duyunca gözleri parlıyor.”

2013 baharında Bağdadi, IŞİD’in Suriye koluna danışmadan iki grubun artık tek bir grup olduğunu, yani Irak ve Suriye İslam Devleti’ni kurduğunu kamuoyuna duyurdu. Cevlani, bu plana uymayı reddetti. Bunun yerine, adamlarının sadakatini korumak için El Kaide’ye biat ettiğini ilan etti. Çoğu, özellikle de IŞİD üyeleri içinde Suriyeli olmayanlar, Bağdadi’ye katıldı. Üç yıl sonra Cevlani, El Kaide’nin o zamanki lideri Eymen Zevahiri ile bir numara denedi. Başlangıçta Zevahiri’nin temsilcilerini, ABD ve Batı’yı Suriye’deki isyanı hedef almamaya ikna etmek için bir aldatmaca olarak kamuoyu önünde bağların koparılmasını kabul etmeye ikna etti. Ancak zamanla yüz maskeye uymaya başladı ve Nusret Cephesi El Kaide’den gerçekten koptu. Ulusötesi cihatçılıktan milliyetçi cihatçılık lehine vazgeçti ve El Kaide’nin asla başaramadığı türden bir devlet kurma çabasına girişti. (Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü’nde kıdemli bir araştırmacı olan Aaron Zelin, yerel elektrik şebekelerinin düzenlenmesinden trafiğin yönetilmesine ve COVID-19 yardım politikasına kadar her şeyi içeren bu girişimin en ayrıntılı analizini yapmıştır). Örgüt, daha sonra adını iki kez değiştirerek Şam Beldesi Kurtuluş Heyeti anlamına gelen HTŞ adını aldı.

HTŞ’nin yeniden yapılandırıldı. Bu değişim sürecinde örgüt teknokratik bir Selefiliğe evrildi. Bir yandan da ülke dışındaki paydaşların örgütün Esad ve onu kurtarmaya gelenler haricinde kimse için bir tehdit teşkil etmediği konusunda ikna edildiği halkla ilişkiler çalışmasının ürünüydü.

Cevlani, Afganistan’daki olayları yakından takip etti. Bugün HTŞ’nin Taliban’ın daha yumuşak, daha hoşgörülü bir muadili hâline gelmesini, yönetiminin tanınması olmasa bile uluslararası kabul görmesini istiyor.

Örneğin, Taliban liderliğinin artık düzenli olarak Katar’da ağırlandığını ve Trump’ın imzaladığı Doha Anlaşması’nın koşulları uyarınca ABD ile koordinasyon halinde olduğunu; ayrıca Rusya’nın Taliban’ı terörist bir oluşum olarak yasaklamasına rağmen rutin olarak Moskova’ya seyahat ettiğini fark etmiş olmalıdır. Ancak Amerika’nın en uzun savaşından çekilmesinin ardından sahadaki gerçeklerin dramatik bir şekilde değişmesi nedeniyle bu politika da tamamlayıcı Rus yaptırımları gibi kaldırılmak üzere.

Putin Temmuz ayında yaptığı açıklamada, “Genel olarak Taliban’ın ülkede iktidarı kontrol ettiği gerçeğinden hareket etmeliyiz. Bu anlamda Taliban, terörle mücadelede kesinlikle bizim müttefikimizdir, çünkü görevdeki her hükümet, kendi yönetiminin ve yönettiği devletin istikrarıyla ilgilenir” dedi.

HTŞ’nin Suriye’de İslam Devleti ile savaştığı gibi Taliban da Mart ayında Moskova yakınlarındaki Crocus Belediye Binası’na düzenlenen ve 145 kişinin ölümüne neden olan silahlı saldırı ve kundaklama eylemi de dâhil olmak üzere son aylarda Rusya’da bir dizi dehşet verici terör eylemi gerçekleştiren Afganistan’daki uzantısıyla savaşıyor. (Rusya, bu vahşetin arkasında Ukrayna, İngiliz ve Amerikan istihbaratının gizli ellerinin olduğunu iddia etmişti).

Cevlani’nin Batı’ya ve Arap devletlerine yönelik argümanı Taliban’ınkine paralel: Kendisi sadece dökecek masum kanı aramak için yurtdışına çıkan teröristlere tercih edilmekle kalmıyor, aynı zamanda onlarla savaşıyor.

Cevlani’nin Halep sonrası programı artık nüfusunun Şii çoğunluğu İslam Devleti tarafından mürtet ilan edilen ve onları kılıçtan geçirmek isteyen Irak gibi komşu ülkelere yönelik dış politikayı da içeriyor. Cevlani, milislerini evinde tuttuğu sürece Bağdat’la bir sorunu olmadığını söylüyor.

Söylemeye gerek yok: Batı, bu pazarlama oyunlarının hiçbirini yutmuyor. Ancak Suriye’de hikâye daha karmaşık.

Halepliler, doğal olarak HTŞ’nin köktendinci tasarımlarından korkuyor, laik aktivistlere ve siyasi muhaliflere karşı belgelenmiş ihlallerinin farkındalar. Ancak pek çok vahim tahminin (ve internette yayılan pek çok yanlış bilginin) ortasında, şu ana kadar yaşananlar, HTŞ’nin pragmatik davrandığını gösteriyor. Militanları hemen bankaları yağmadan korumak için gönderildi. İşgalin ilk gecesinde HTŞ, fabrikaların elektriğini keserek sivil konutlara 2012’den beri sahip olmadıkları 16 saatlik kesintisiz elektrik sağladı. Cevlani, hâkimiyeti altındaki Hıristiyan ve Kürt sivillere güven vermek için özel bir çaba harcadı, hatta Kürt militanlara silahlarıyla birlikte Halep’ten güvenli geçiş teklif etti.

Henüz ilk günler. Ancak HTŞ, kuzeybatıdaki daha küçük, kültürel açıdan daha muhafazakâr bir yerleşim biriminden farklı olarak demografik çeşitliliğe sahip bir şehri yönetmek istiyorsa, ideolojisini daha kozmopolit bir yerel nüfusa uydurmak zorunda kalacaktır. Türkiye bunu anlıyor. Rejim de öyle.

HTŞ’nin nasıl davrandığına dair haberler Şam’a ulaştığında, bunun sivilleri Halep’te tutmaya yönelik bir oyun olduğu, böylece Esad yanlısı güçlerle gerçek çatışmalar başladığında HTŞ tarafından canlı kalkan olarak kullanılabilecekleri söylentileri yayılmaya başladı.

Suriye’nin kuzeyindeki ilerleyişin büyük bölümünde Esad, Moskova’da önceden planlanmış bir ziyaretteydi. 2016’nın sonlarında Rus savaş uçaklarının bir yılı aşkın bir süre boyunca geri almasına yardım ettiği şehir 72 saat içinde düşmana teslim oldu. Putin için bu manzara küçümseme ve “oh olsun” deme karışımı bir duyguyla karşılanmış olmalı. Üç gün içinde düşmesi gereken Kiev’di, Halep değil.

HTŞ ve SMO, sadece Suriye askeri tesislerini değil Rus askeri tesislerini de yağmaladı, Rus askerlerini öldürdü ya da esir aldı ve Halep’teki Kuveyris hava üssünü ele geçirdi. Bununla birlikte, bu hezimet, Putin’in Levanten müşterisinin ne kadar zayıf ve içi boş olduğunu, Esadistan’ı bir arada tutmak için geleneksel bir ordu yerine İranlı milislere güvenmesinin ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyuyor. Rusya, Suriye, Ukrayna ve Yemen’de stratejik olarak İran’a bağlı olabilir ama bu, kendisini bu ilişkide küçük ortak olarak görmekten hoşlandığı anlamına gelmiyor. Rus askerî blog yazarları arasındaki konuşmalar, bu karmaşaya neden olduğu için Esad’ı suçlamaya eğilimli ve Esad’ın bunu tek başına temizlemesi gerektiğini düşünüyorlar. Putin’in sözcüsü Dmitri Peskov da benzer şekilde Halep’te güvenliğin yeniden tesis edilmesi için sorumluluğu “Suriye hükümetine” yükledi.

Rus jetleri kentteki -aralarında bir Fransisken İtalyan kilisesinin de bulunduğu- çoğu sivil hedefleri ancak son 48 saat içinde vurmaya başladı. İdlib, yıllardır sürekli Rus bombardımanı altında ve bu durum değişmedi. Bunun dışında süvariler gelmiyor; geri çekiliyorlar.

Ukrayna’nın askeri istihbarat servisi HUR, Rus askeri yetkililerinin ve diplomatlarının Şam’ı aceleyle terk ettiğini belirtti. Diğer unsurların da ileri harekât üslerini terk ederek Lazkiye’deki Rus hava üssüne taşındığı söyleniyor. İsyancılar, Hama’nın kuzeyindeki Han Şeyhun’da henüz bilinmeyen miktarda Rus malzemesi ele geçirdi. HUR’a göre, Rusya’nın 1 Aralık’ta gerçekleştirdiği hava sortilerinden biri, terk edilmiş bir savaş donanımını imha etmek için yapıldı. Bu aşağılanmanın profesyonel kurbanları arasında, Kremlin tarafından görevden alınan Suriye’deki Rus güçlerinin komutanı Orgeneral Sergey Kisel de yer alıyor. Suriye’deki Rus özel kuvvetlerinden bir birliğin komutanı olan Albay Vadim Baikulov, Halep’teki insan gücü ve askeri teçhizat kayıplarının hesabını vermek üzere Moskova’ya geri çağrıldı.

Rusya’nın yavaş müdahalesini açıklayan teorilerden biri, Moskova’nın sınırlı bir isyancı saldırısını Esad’ı Türkiye ile ciddi bir şekilde anlaşmaya ve Batı’nın yaptırımlarının hafifletilmesi için gerekli olan taviz ve reformları yapmaya zorlamanın bir yolu olarak görüp önemsememiş olabileceği. Putin ve Erdoğan, büyük güçlere sahip rakipler ancak aralarındaki ilişki, ABD ve Batı’ya karşı ortak bir tiksinti ve tek tek karşılaşmalarda birbirlerine üstünlük sağladıkça artan karşılıklı saygı üzerine kurulu.

Türk zırhlıları ve hava gücü, Libya ve Dağlık Karabağ’da Rusya’nın müttefiklerine üstünlük sağladı. Türk insansız hava araçları, sofistike çoklu fırlatma roket sistemleri ve misket bombaları (Amerika kendininkileri göndermeden önce gizlice teslim edildi), Erdoğan’ın NATO üyeliğini desteklediği Ukrayna’daki Rus mevzilerini paramparça etti. 2020 yılında Rus ve Suriye jetleri İdlib’de Baylun köyündeki HTŞ mevzilerini hedef aldığı söylenen hava saldırılarında 36 Türk askerini öldürdü. Erdoğan, buna Esad'ı suçlayarak ve Bahar Kalkanı Harekâtı’nda rejimin askeri altyapısını ve yüzlerce Suriye askerini yok ederek karşılık verdi.

Ateş ve çelikle yoğrulmuş tüm anlaşmazlıklarına rağmen Erdoğan ve Putin’in Şam’daki huysuz ve önemsiz isme diz çöktürmek gibi ortak bir eğlenceleri var.

Arap ülkelerinin çoğu Esad ile ilişkilerini normalleştirirken, Türkiye normalleştirmedi. Esad rejiminin bölgedeki tek NATO müttefikiyle uzlaşmak, rejimi parya statüsünden kurtarmak ve yaptırımların kaldırılmasını sağlamak için uzun bir yol kat etmesi gerekecek, bu da Putin’in Körfez ülkeleri ve Batı karşısında kendi lehine kullanabileceği bir şey. Şam, Türkiye-Suriye sınırının statüsü ve son on yıldaki varlıkları Erdoğan’ın ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çoğunluğuna karşı popülist siyasi tepkilere neden olan 3,2 milyon Suriyeli mültecinin Türkiye'ye yerleştirilmesi konusunda Ankara ile uzlaşmaya yanaşmadı.

Aralarındaki anlaşmazlığın merkezinde ise Türkiye’nin daimi ulusal güvenlik önceliği olan ve şu anda ABD’nin İslam Devleti’nin kalıntılarıyla mücadelede ana ortağı olan PKK’nin Suriye kolu yer alıyor. Erdoğan, Ekim ayı sonunda Kazan’da düzenlenen BRICS Zirvesi’ne katılımını, Ankara dışındaki Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ)’nde meydana gelen ve hükümetinin Suriye’den Türkiye’ye giriş yapan PKK bağlantılı Kürtleri sorumlu tuttuğu terör saldırısı nedeniyle yarıda kesti. Eskiden MİT’in güçlü başkanı olan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da aynı dönemde Esad’ın normalleşmeyle ilgilenmediğini söyledi. Konuşmaktan bıkan Ankara, HTŞ’yi aylarca uzak tuttuktan sonra nihayet başka bir şey yapmaya karar verdi.

30 Kasım’da bir Rus askeri uçağı, Suriye’deki Hmeymim üssünden Antalya’ya gitmek üzere havalandı. Uçak kargosu, Erdoğan’ın temsilcileriyle kendi sahalarında görüşmek üzere yola çıkan Suriyeli bir güvenlik delegasyonunu taşıyordu. Daha önceki görüşmelerde Suriyeliler, Türk topraklarında görüşmeyi reddetmiş, görüşmelerin Rusya’da ya da tarafsız topraklarda yapılmasında ısrar etmişlerdi. İşte Halep’in yeni yönetim altına girmesinin ardından Esad'ın verdiği ilk taviz.

Müzakereler şu anda devam ediyor ve Türkiye için en önemli hususları gerçekleştirmeyi amaçlıyorlar. Bunlar, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kurulan devlet yapısının tüm unsurlarıyla birlikte Suriye sınırındaki Kürt varlığının ortadan kaldırılması; Suriyeli mültecilerin Suriyeli yetkililer tarafından taciz edilmeden veya tutuklanmadan Türkiye’den geri gönderilmesi ve 22 mil derinliğindeki tüm sınır şeridi boyunca Türkler için kalıcı bir güvenlik koridorunun sağlanmasıdır. Türkiye, son yedi yıldır Ruslar aracılığıyla pazarlığını yaptığı bu üç maddeyi de elde etmek için artık güçlü bir konumda.

2017 yılında Putin, Türkiye-Suriye uzlaşmasını teşvik etmek amacıyla, Boris Yeltsin döneminde Federal Güvenlik Servisi (FSB) direktörü olarak atanmasından üç ay sonra, o yılın Ekim ayında varılan 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nı yeniden canlandırma fikrini ortaya attı. Anlaşma, PKK lideri Abdullah Öcalan ve militanlarının Suriye’den çıkarılmasını amaçlıyor, Türk Ordusu’nun Kürt ayrılıkçıların peşine düşmek için ancak Suriyeli muhataplarını bilgilendirdikten ve önceden onaylarını aldıktan sonra girebileceği üç millik bir güvenli bölge öngörüyordu.

Yeniden gündeme getirilen Adana önerisine göre, Türk birlikleri Suriye topraklarına sadece belirli bir operasyonel amaçla girebilecek ve bu 3 mil içinde süresiz olarak kalamayacaktı. Erdoğan, bu kısıtlamaları prensipte kabul etti ancak güvenli bölgenin 22 mile [35 km’ye -ç.n.] genişletilmesini talep etti.

Birbirini izleyen müzakere turları sırasında Suriyeliler, Erdoğan’ın tampon bölge için talep ettiği derinliği reddettiler, ancak 2022’nin sonlarında 3 milden 6 mile çıkarmayı kabul ettiler. Türk ordusunun Suriye’ye ancak rejimin iznini aldıktan sonra girebileceği konusunda ısrar ettiler. Bu, yine de yeterince iyi değildi.

Moskova’nın vekil gücüne karşı azalan sabrı ve Doğu Avrupa’daki daha acil öncelikleri nedeniyle geçtiğimiz aylarda Rusya’nın artan baskısı, Esad’ın uzlaşmaya istekli olduğunu göstermesine ya da en azından öyleymiş gibi davranmasına neden oldu.

2024 yılının ortalarında Türk askerlerinin şu anda işgal altında tuttukları dört ana şehirden derhal çekilmesi talebinden vazgeçti: El-Bab, Azez, Cerablus ve Efrin. Sadece çekilme taahhüdüyle yetineceğini ve bunun yerine getirilmesi için üç ila beş yıllık bir takvim belirleyeceğini söyledi. Görünüşte rejim, nihayet Türklerle bir anlaşmaya varmak için Ruslarla işbirliği yapıyor gibiydi. Ancak gerçekte Esad, verebileceğinden çok daha fazlasını pazarlık konusu yapıyordu.

Esad yönetiminin askeri ve yönetim kapasitesindeki daralma, güçlerinin yakın ya da orta vadede bu bölgelerin kontrolünü tek seferde ele geçiremeyeceği anlamına geliyordu. Bu nedenle Esad, önce Türkiye’nin Cerablus’tan çekilmesini talep etti, ardından El Bab, Menbiç ve Efrin’den ayrılması için bir takvim belirledi. Bu arada Erdoğan, Halep’in kuzeyindeki Tel Rıfat’ta bulunan ve 2018’de Efrin’den kaçan PKK’ye bağlı Kürt milisler tarafından kullanılan füze sisteminin sökülmesi için Suriye’nin yardımını istedi.

Böylece Suriye-Türkiye yakınlaşması bu yaza kadar devam etti. Sonra bozuldu.

Daha sonra rejim, Irak’ın arabuluculuğuyla, ABD destekli Kürtleri Suriye’nin doğusundan çıkarmayı amaçlayan ortak bir operasyon planını kabul etti. Bu plan, Ağustos ayına kadar yürürlükte kaldı ancak daha sonra ayrıntılar üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle akamete uğradı. Esad, kara operasyonlarının sadece Türk hava desteği ile yürütülmesinde ısrar etti ve Türk kuvvetlerini doğrudan müdahalenin dışında bıraktı. Erdoğan, bu görev tamamlandıktan sonra sınır bölgelerine yönelik niyetleri ve tasarımları konusunda şüpheciydi.

Son aşağılama iki hafta önce gelmiş gibi görünüyor.

Esad, 11 Kasım’daki Arap ve İslam zirvesi için Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaret sırasında Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Erdoğan’la görüşme talebini geri çevirdi. 2022 uzlaşma görüşmelerinin başlamasından bu yana Esad’ın daha önceki retlerini takip eden bir reddedişti bu. Esad, 22 millik tampon bölge talebi konusunda da geri adım atmadı. En fazla 10 mil’i kabul edebileceğini söyledi.

Türkiye’nin tampon bölgesi, şu anda 30 milin üzerinde bir derinliğe sahip ve bu, isyancıların yürüyüşlerini tamamladıkları varsayımına dayanıyor, ki öyle olmadığı açık. Esad’ın Erdoğan’ın yeni şartlarını kabul etmekten ve onunla masaya iyice küçülmüş bir şekilde oturmaktan başka çaresi yok. Türkiye, hem İdlib’in hem de Halep’in hamisi olarak kendisini büyük bir ganimetle karşı karşıya buluyor.

ABD ise, HTŞ ve müttefikleri Fırat’ın doğu yakasında SDG’yi tehdit edene kadar, en azından Amerikan botları hâlâ sahada olduğu sürece, bu meselenin dışında duruyor.

Biden’a bağlı Ulusal Güvenlik Konseyi ilk ve tek açıklamasında, Esad’ın Rusya ve İran’ın garantörlüğüne aşırı güvenmesi nedeniyle küçük düştüğünü görmekten duyduğu hafif memnuniyeti vurgularken, ABD tarafından terörist grup olarak tanımlanan HTŞ ile hiçbir ilgisi olmadığını belirtti. Barack Obama yönetiminin mirası olan, Biden’ın da benimsediği, Suriye’ye yönelik salt terörle mücadele üzerine kurulu yaklaşım, öyle anlaşılıyor ki, ABD politikasının İslam Devleti’nin geri dönmemesini, şimdi de İran’ın Levant’taki “ateş çemberinin” İsrail’i korumak için kalıcı olarak söndürülmesini sağlamayı öngörüyor. ABD’nin bölgeden sorumlu özel temsilcisi Amos Hochstein’ın, Esad rejiminin Tahran’la tüm bağlarını koparması karşılığında (özellikle de Kudüs Gücü milisleri kaybedilen toprakları geri alma çabası gösterebilecek tek kara gücü olduğu için) yaptırımların hafifletilmesi konusunu Birleşik Arap Emirlikleri’yle müzakere ettiği bildiriliyor.

Dikkat çekici bir şekilde, ABD Ulusal Güvenli Konseyi Türkiye’den hiç bahsetmedi, ancak yine de sonuç açıktı: Suriye’ye müdahil olan çoğu aktörün hor gördüğü sultan, artık tüm kartları elinde tutuyor.

Hasan Hasan
Michael Weiss

2 Aralık 2024
Kaynak
Çeviri: Dünya Yanarken

0 Yorum: