Halep
asla düşmeyecek gibiydi.
Türkiye
destekli iki gücün son beş gün içinde yürüttüğü çarpıcı bir taarruz, Suriye’nin
ikinci büyük kenti ve sanayi merkezinin ele geçirilmesiyle sonuçlandı ve Esad
karşıtı daha kalabalık ve daha iyi kaynaklara sahip isyancıların asla
başaramadığını bir hafta içinde başardı. Ancak Heyet Tahrirü’ş Şam (HTŞ) ve
Suriye Milli Ordusu (SMO) kendilerini komşuları arasındaki çatışmaların,
Ankara’daki fırsatçı bir haminin, ABD’deki son seçimlerin ve Şam’daki iç savaş,
yaptırımlar ve yolsuzlukla zayıflamış bir hanedan diktatörlüğünün
faydalanıcıları olarak buldular.
HTŞ
ve DSG, Halep’in daha büyük bir bölümünü ele geçirmek, rejimden daha fazla
bölge koparmak ve İdlib’deki bölgelerini Suriye Hava Kuvvetleri’nin
bombardımanından korumak için hazırlık yapıyordu.
Geçtiğimiz
Çarşamba günü başlayan iki eş zamanlı savaş vardı: Bunlardan ilki
“Saldırganlığı Püskürtme” adını taşıyan HTŞ’nin öncülüğünde, ikincisi ise
İslamcı isyancılar ve eski Özgür Suriye Ordusu gruplarından oluşan ve şimdi
Türk yeniçerilerine dönüşen SMO tarafından başlatılan “Özgürlük Şafağı” idi.
SMO, Kuveyris hava üssü, Halep’in 15 mil doğusunda bulunan ve önemli bir
elektrik kaynağı olan Halep termik santrali ve Halep’in güneydoğusundaki bir
askeri-sanayi kompleksindeki savunma fabrikaları gibi stratejik askeri
mevzileri ele geçirmeyi başardı. Neredeyse hiç ateş altında kalmadan, hiç karşı
koyma olmadan içeri sızdılar.
Halep’in
dramatik bir şekilde ele geçirilmesiyle eş zamanlı olarak HTŞ’nin kuzey Hama
kırsalına girmesi, 48 saat içinde 39 köyü ele geçirmesi ve Suriye birliklerinin
İdlib’in güneyindeki Maaretü’n Numan kasabasından benzer bir şekilde çekilmesi
gerçekleşti. HTŞ, şu anda fiilen İdlib’in tamamını ve Suriye’nin en büyük
vilayeti olan Halep’in büyük bölümünü kontrol ediyor. HTŞ savaşçıları, kısa
süreliğine Hama şehrine girdi ancak bir başka vilayet başkentinin ele
geçirilmesi, HTŞ’nin buradaki hâkimiyetini pekiştirebilmesi için Halep’e rejim
takviyelerinin gelişini geciktirmeyi amaçlayan bir şaşırtmaca gibi görünüyor.
Sonuç
olarak rejim, komuta, kontrol ve moral açısından tam bir çöküş yaşadı ve
yeniden toparlanıp karşı saldırıya geçemedi. HTŞ, Batılı analistlerin
“felaketsel bir başarı” olarak gördükleri bir yıldırım harekatıyla kendi
hedeflerinin ötesine geçti.
Türkiye’nin
operasyona izin vermesinin nedeni, koşulların benzersiz bir şekilde bir araya
gelmesiydi. Birincisi, Şam ile uzlaşma ve normalleşme görüşmelerinin
başarısızlığa uğraması. İkincisi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın,
Donald Trump’ın uzun süredir niyetli olduğunu söylediği gibi ABD güçlerini
kaçınılmaz olarak kuzeydoğu Suriye’den çekeceği beklentisi göz önüne
alındığında, yeni Beyaz Saray ile daha fazla pazarlık gücü elde etme arzusu.
Üçüncüsü, ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri çatısı altında faaliyet
gösteren Kürdistan İşçi Partisi veya PKK’nin hâkimiyetindeki Kürt milislerin,
yukarıdan Amerikan F-16’ları ve aşağıdan ABD komandoları tarafından
korunmadıkları sürece Türkiye’nin güney kapısında artık önemli bir tehdit
oluşturmayacağı beklentisi. Dördüncüsü, Beşar Esad’ın ana kara kuvvetleri olan
ve geçtiğimiz bir yıl boyunca İsrail tarafından hırpalanan İran Devrim
Muhafızları’nın bir araya getirdiği milisler konsorsiyumunun harap hâli.
Beşincisi, Rusya’nın Ukrayna’daki güçlerini yeniden konuşlandırması ve Suriye’de
Batı yaptırımlarının kaldırılmasıyla başlayacak bir “barış payı” elde etme
arzusu.
HTŞ,
Halep’in dış mahallelerine ulaştığında rejimin ana savunma gücü olan 46. Alay
çöktü. Böylece 20 mil uzaklıktaki eyalet başkenti, ele geçirilmesi kolay ve
cazip bir hedef hâline geldi.
İsyancı
kaynaklar, New Lines’a rejimin Halep’teki çöküşünün ardında birkaç
faktör olduğunu açıkladılar. Bunlardan biri, Halep’te üst düzey bir güvenlik
toplantısına sızılması ve bu sırada İranlı bir tuğgeneral ile birkaç Suriyeli
subayın öldürülmesiydi. Bunun sonucunda şehrin güvenlik operasyonlarında kaos
ve şehirdeki yetkililer arasında korku baş gösterdi. Bir diğeri ise Halep’te
isyancılarla koordinasyon hâlinde olan ve sağlam bir geri çekilme pozisyonundan
bir garnizonu harekete geçirme çabalarının daha da aksamasını sağlayan uyuyan
hücrelerin kullanılmasıydı. Bir diğeri ise isyancıların hedeflerini akıllıca
seçerek, şehrin yaklaşık 4 mil güneybatısında yer alan Harp Okulu ve Topçu
Okulu gibi daha müstahkem mevkileri es geçmeleriydi. Ancak düşmanlarının ne
kadar hayali olduğu ortaya çıkınca onlar bile şok oldu.
Esad iktidarı,
sadece iyi planlanmış bir cihatçı harekatı değil, 13 yıllık iç savaşın ordusunu
bir posa hâline getirmesi ve askerlerinin moralini bozması yüzünden çöktü.
Suriye Arap Ordusu 2016’da Halep’te – HTŞ’nin önceki hâli de dâhil olmak üzere-
Esad karşıtı güçlerden oluşan bir yığına karşı savaştığı sırada Suriye’yi savaş
öncesi egemenliğine kavuşturacak görkemli bir ulusal zaferin eşiğinde olduğunu
hissediyordu. Bunun yerine, ülkenin kuzey ve doğusundaki rekabetçi ve çelişkili
Türk ve Amerikan himayeleri, Halep’in geri alınmasında ve güney Suriye’de Batı
destekli isyancıların yenilgiye uğratılmasında ağır işi yapan İran ve Rusya’ya
ipotekli başka yerler şeklinde ülke balkanlaştırıldı. İran’ın Kudüs Gücü,
Hizbullah ya da Iraklı müttefikleri tarafından inşa edilen ya da ithal edilen
Şii milisler, çoğunluğu Sünni olan geleneksel Suriye askerlerinin oynadığı rolü
gölgede bıraktı. Ancak bu milisler, bölgede yeni savaşlarla meşgul oldukları
için cihatçılardan oluşan bir orduyla karşı karşıya gelme gibi baş döndürücü
bir ihtimalle karşılaşan Suriye askerleri kaçıp gittiler.
Türkiye’nin
desteklediği operasyon, İsrail’in Lübnan’a yönelik uzun süreli bombardımanını
sona erdirmeyi amaçlayan İsrail-Lübnan ateşkesiyle aynı zamana denk geldi.
Hizbullah’ın İsrail’e karşı savaşa girme kararı, İsrail’in, örgütün uzun
süredir görev yapan genel sekreteri Hasan Nasrallah da dâhil olmak üzere üst
düzey lider kadrosuna suikast düzenlemesine, orta kademe kadrolarını patlayan
çağrı cihazlarıyla etkisiz hâle getirmesine ve cephaneliğinin %80’ini imha
etmesine yol açtı. Suriye savaş alanında Hizbullah’ın tükenmiş olması ve İran’ın
Levant’ta paramparça olan projesinin parçalarını toplamakla meşgul olması
nedeniyle, Türkiye destekli isyancılar saldırmak için mükemmel bir zaman
buldular.
Rusya
da başka yerlerde meşguldü ve gerçek bir karşı önlem alamadı. Vladimir Putin,
Ukrayna’da iki hafta içinde bitmesi öngörülen savaşın dördüncü yılına girmesine
aylar kaldı. Rusya’nın 700.000’i aştığı düşünülen askeri kayıplarını telafi
etmek için Kuzey Koreli, Kübalı, Hintli ve Husi yardımcılara bağımlı hâle
geldi. Ukrayna’nın tam ölçekli işgalinin başladığı Şubat 2022’den bu yana
Rusya, Suriye’deki ayak izini bir şekilde azalttı, bir yıl önce Rusya’da isyan
eden paralı Wagner Grubu’nun rolünü ortadan kaldırdı ve en gelişmiş hava
savunma platformlarından bazılarını çekti. Tüm bunlar, Washington’da Biden
yönetimi ile Trump’ın ikinci dönemi arasında bir nöbet değişimi yaşanırken
gerçekleşti.
HTŞ,
Halep’te büyük bir savaşa hazırlanıyordu. Karşılaştığı durum ise kolay bir
nöbet devralma oldu. Şehirde hiç Suriye askeri yoktu, sadece güvenlik güçleri
ve polis vardı, onlar da derhal geri çekildi.
HTŞ
lideri Ebu Muhammed Cevlani’nin ulusötesi cihatçılık saflarındaki görev süresi,
kırılmalar ve yeniden yapılanmalarla dolu olduğu kadar uzun solukludur. Daha
önce Nusret Cephesi olarak bilinen HTŞ, 2016 yılında El Kaide’den koptu ve o
zamandan beri El Kaide’nin Suriye’deki mevcut kolu Hurraseddin ile savaşıyor.
Bundan önce HTŞ’nin lideri Cevlani, Esad’a karşı halk isyanını cihatçıların
Suriye’yi ele geçirmesine dönüştürerek bu fırsatı değerlendiren İslam Devleti
grubunun artık hayatta olmayan “halifesi” Ebu Bekir Bağdadi’nin emriyle 2011
yılında Irak İslam Devleti (ISI) tarafından Suriye’ye gönderilmişti.
Cevlani
en iyi şekilde, Esad’larla aynı kumaştan kesilmiş bir Suriyeli olarak
anlaşılabilir: acımasız, alaycı ve her zaman üste çıkma eğiliminde olan bir
hilekâr. Dünyanın en büyük iki terör örgütünün liderlerini zekasıyla alt etti.
Bağdadi ve Irak’taki yardımcıları, Cevlani onların talimatlarını diplomatik
olarak görmezden gelip 2012-2013'te doğu ve kuzey Suriye'de kendi derebeyliğini
kurduğunda Suriyeli teğmenlerine asla tam olarak güvenmediler. Bağdadi’nin o
dönemdeki en üst düzey yardımcısı olan Ebu Ali Anbari, Suriye’de haftalar süren
saha araştırmasının ardından Cevlani hakkında sert bir değerlendirme rapor
etti: “Kurnaz bir insan; iki yüzlü; kendine tapıyor; askerlerinin dinini
umursamıyor; medyada isim yapmak için onların kanını feda etmeye hazır; uydu
kanallarında adının geçtiğini duyunca gözleri parlıyor.”
2013
baharında Bağdadi, IŞİD’in Suriye koluna danışmadan iki grubun artık tek bir
grup olduğunu, yani Irak ve Suriye İslam Devleti’ni kurduğunu kamuoyuna
duyurdu. Cevlani, bu plana uymayı reddetti. Bunun yerine, adamlarının
sadakatini korumak için El Kaide’ye biat ettiğini ilan etti. Çoğu, özellikle de
IŞİD üyeleri içinde Suriyeli olmayanlar, Bağdadi’ye katıldı. Üç yıl sonra Cevlani,
El Kaide’nin o zamanki lideri Eymen Zevahiri ile bir numara denedi. Başlangıçta
Zevahiri’nin temsilcilerini, ABD ve Batı’yı Suriye’deki isyanı hedef almamaya
ikna etmek için bir aldatmaca olarak kamuoyu önünde bağların koparılmasını
kabul etmeye ikna etti. Ancak zamanla yüz maskeye uymaya başladı ve Nusret Cephesi
El Kaide’den gerçekten koptu. Ulusötesi cihatçılıktan milliyetçi cihatçılık
lehine vazgeçti ve El Kaide’nin asla başaramadığı türden bir devlet kurma
çabasına girişti. (Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü’nde kıdemli bir
araştırmacı olan Aaron Zelin, yerel elektrik şebekelerinin düzenlenmesinden
trafiğin yönetilmesine ve COVID-19 yardım politikasına kadar her şeyi içeren bu
girişimin en ayrıntılı analizini yapmıştır). Örgüt, daha sonra adını iki kez
değiştirerek Şam Beldesi Kurtuluş Heyeti anlamına gelen HTŞ adını aldı.
HTŞ’nin
yeniden yapılandırıldı. Bu değişim sürecinde örgüt teknokratik bir Selefiliğe
evrildi. Bir yandan da ülke dışındaki paydaşların örgütün Esad ve onu
kurtarmaya gelenler haricinde kimse için bir tehdit teşkil etmediği konusunda
ikna edildiği halkla ilişkiler çalışmasının ürünüydü.
Cevlani,
Afganistan’daki olayları yakından takip etti. Bugün HTŞ’nin Taliban’ın daha
yumuşak, daha hoşgörülü bir muadili hâline gelmesini, yönetiminin tanınması
olmasa bile uluslararası kabul görmesini istiyor.
Örneğin,
Taliban liderliğinin artık düzenli olarak Katar’da ağırlandığını ve Trump’ın
imzaladığı Doha Anlaşması’nın koşulları uyarınca ABD ile koordinasyon halinde
olduğunu; ayrıca Rusya’nın Taliban’ı terörist bir oluşum olarak yasaklamasına
rağmen rutin olarak Moskova’ya seyahat ettiğini fark etmiş olmalıdır. Ancak
Amerika’nın en uzun savaşından çekilmesinin ardından sahadaki gerçeklerin
dramatik bir şekilde değişmesi nedeniyle bu politika da tamamlayıcı Rus
yaptırımları gibi kaldırılmak üzere.
Putin
Temmuz ayında yaptığı açıklamada, “Genel olarak Taliban’ın ülkede iktidarı
kontrol ettiği gerçeğinden hareket etmeliyiz. Bu anlamda Taliban, terörle
mücadelede kesinlikle bizim müttefikimizdir, çünkü görevdeki her hükümet, kendi
yönetiminin ve yönettiği devletin istikrarıyla ilgilenir” dedi.
HTŞ’nin
Suriye’de İslam Devleti ile savaştığı gibi Taliban da Mart ayında Moskova
yakınlarındaki Crocus Belediye Binası’na düzenlenen ve 145 kişinin ölümüne
neden olan silahlı saldırı ve kundaklama eylemi de dâhil olmak üzere son
aylarda Rusya’da bir dizi dehşet verici terör eylemi gerçekleştiren Afganistan’daki
uzantısıyla savaşıyor. (Rusya, bu vahşetin arkasında Ukrayna, İngiliz ve
Amerikan istihbaratının gizli ellerinin olduğunu iddia etmişti).
Cevlani’nin
Batı’ya ve Arap devletlerine yönelik argümanı Taliban’ınkine paralel: Kendisi
sadece dökecek masum kanı aramak için yurtdışına çıkan teröristlere tercih
edilmekle kalmıyor, aynı zamanda onlarla savaşıyor.
Cevlani’nin
Halep sonrası programı artık nüfusunun Şii çoğunluğu İslam Devleti tarafından
mürtet ilan edilen ve onları kılıçtan geçirmek isteyen Irak gibi komşu ülkelere
yönelik dış politikayı da içeriyor. Cevlani, milislerini evinde tuttuğu sürece
Bağdat’la bir sorunu olmadığını söylüyor.
Söylemeye
gerek yok: Batı, bu pazarlama oyunlarının hiçbirini yutmuyor. Ancak Suriye’de
hikâye daha karmaşık.
Halepliler,
doğal olarak HTŞ’nin köktendinci tasarımlarından korkuyor, laik aktivistlere ve
siyasi muhaliflere karşı belgelenmiş ihlallerinin farkındalar. Ancak pek çok
vahim tahminin (ve internette yayılan pek çok yanlış bilginin) ortasında, şu
ana kadar yaşananlar, HTŞ’nin pragmatik davrandığını gösteriyor. Militanları
hemen bankaları yağmadan korumak için gönderildi. İşgalin ilk gecesinde HTŞ,
fabrikaların elektriğini keserek sivil konutlara 2012’den beri sahip
olmadıkları 16 saatlik kesintisiz elektrik sağladı. Cevlani, hâkimiyeti
altındaki Hıristiyan ve Kürt sivillere güven vermek için özel bir çaba harcadı,
hatta Kürt militanlara silahlarıyla birlikte Halep’ten güvenli geçiş teklif
etti.
Henüz
ilk günler. Ancak HTŞ, kuzeybatıdaki daha küçük, kültürel açıdan daha muhafazakâr
bir yerleşim biriminden farklı olarak demografik çeşitliliğe sahip bir şehri
yönetmek istiyorsa, ideolojisini daha kozmopolit bir yerel nüfusa uydurmak
zorunda kalacaktır. Türkiye bunu anlıyor. Rejim de öyle.
HTŞ’nin
nasıl davrandığına dair haberler Şam’a ulaştığında, bunun sivilleri Halep’te
tutmaya yönelik bir oyun olduğu, böylece Esad yanlısı güçlerle gerçek
çatışmalar başladığında HTŞ tarafından canlı kalkan olarak kullanılabilecekleri
söylentileri yayılmaya başladı.
Suriye’nin
kuzeyindeki ilerleyişin büyük bölümünde Esad, Moskova’da önceden planlanmış bir
ziyaretteydi. 2016’nın sonlarında Rus savaş uçaklarının bir yılı aşkın bir süre
boyunca geri almasına yardım ettiği şehir 72 saat içinde düşmana teslim oldu.
Putin için bu manzara küçümseme ve “oh olsun” deme karışımı bir duyguyla
karşılanmış olmalı. Üç gün içinde düşmesi gereken Kiev’di, Halep değil.
HTŞ
ve SMO, sadece Suriye askeri tesislerini değil Rus askeri tesislerini de
yağmaladı, Rus askerlerini öldürdü ya da esir aldı ve Halep’teki Kuveyris hava
üssünü ele geçirdi. Bununla birlikte, bu hezimet, Putin’in Levanten
müşterisinin ne kadar zayıf ve içi boş olduğunu, Esadistan’ı bir arada tutmak
için geleneksel bir ordu yerine İranlı milislere güvenmesinin ne kadar yanlış
olduğunu ortaya koyuyor. Rusya, Suriye, Ukrayna ve Yemen’de stratejik olarak
İran’a bağlı olabilir ama bu, kendisini bu ilişkide küçük ortak olarak
görmekten hoşlandığı anlamına gelmiyor. Rus askerî blog yazarları arasındaki
konuşmalar, bu karmaşaya neden olduğu için Esad’ı suçlamaya eğilimli ve Esad’ın
bunu tek başına temizlemesi gerektiğini düşünüyorlar. Putin’in sözcüsü Dmitri
Peskov da benzer şekilde Halep’te güvenliğin yeniden tesis edilmesi için
sorumluluğu “Suriye hükümetine” yükledi.
Rus
jetleri kentteki -aralarında bir Fransisken İtalyan kilisesinin de bulunduğu-
çoğu sivil hedefleri ancak son 48 saat içinde vurmaya başladı. İdlib, yıllardır
sürekli Rus bombardımanı altında ve bu durum değişmedi. Bunun dışında süvariler
gelmiyor; geri çekiliyorlar.
Ukrayna’nın
askeri istihbarat servisi HUR, Rus askeri yetkililerinin ve diplomatlarının Şam’ı
aceleyle terk ettiğini belirtti. Diğer unsurların da ileri harekât üslerini
terk ederek Lazkiye’deki Rus hava üssüne taşındığı söyleniyor. İsyancılar, Hama’nın
kuzeyindeki Han Şeyhun’da henüz bilinmeyen miktarda Rus malzemesi ele geçirdi.
HUR’a göre, Rusya’nın 1 Aralık’ta gerçekleştirdiği hava sortilerinden biri,
terk edilmiş bir savaş donanımını imha etmek için yapıldı. Bu aşağılanmanın
profesyonel kurbanları arasında, Kremlin tarafından görevden alınan Suriye’deki
Rus güçlerinin komutanı Orgeneral Sergey Kisel de yer alıyor. Suriye’deki Rus
özel kuvvetlerinden bir birliğin komutanı olan Albay Vadim Baikulov, Halep’teki
insan gücü ve askeri teçhizat kayıplarının hesabını vermek üzere Moskova’ya
geri çağrıldı.
Rusya’nın
yavaş müdahalesini açıklayan teorilerden biri, Moskova’nın sınırlı bir isyancı
saldırısını Esad’ı Türkiye ile ciddi bir şekilde anlaşmaya ve Batı’nın
yaptırımlarının hafifletilmesi için gerekli olan taviz ve reformları yapmaya
zorlamanın bir yolu olarak görüp önemsememiş olabileceği. Putin ve Erdoğan,
büyük güçlere sahip rakipler ancak aralarındaki ilişki, ABD ve Batı’ya karşı
ortak bir tiksinti ve tek tek karşılaşmalarda birbirlerine üstünlük sağladıkça
artan karşılıklı saygı üzerine kurulu.
Türk
zırhlıları ve hava gücü, Libya ve Dağlık Karabağ’da Rusya’nın müttefiklerine
üstünlük sağladı. Türk insansız hava araçları, sofistike çoklu fırlatma roket
sistemleri ve misket bombaları (Amerika kendininkileri göndermeden önce gizlice
teslim edildi), Erdoğan’ın NATO üyeliğini desteklediği Ukrayna’daki Rus
mevzilerini paramparça etti. 2020 yılında Rus ve Suriye jetleri İdlib’de Baylun
köyündeki HTŞ mevzilerini hedef aldığı söylenen hava saldırılarında 36 Türk
askerini öldürdü. Erdoğan, buna Esad'ı suçlayarak ve Bahar Kalkanı Harekâtı’nda
rejimin askeri altyapısını ve yüzlerce Suriye askerini yok ederek karşılık
verdi.
Ateş
ve çelikle yoğrulmuş tüm anlaşmazlıklarına rağmen Erdoğan ve Putin’in Şam’daki
huysuz ve önemsiz isme diz çöktürmek gibi ortak bir eğlenceleri var.
Arap
ülkelerinin çoğu Esad ile ilişkilerini normalleştirirken, Türkiye
normalleştirmedi. Esad rejiminin bölgedeki tek NATO müttefikiyle uzlaşmak,
rejimi parya statüsünden kurtarmak ve yaptırımların kaldırılmasını sağlamak
için uzun bir yol kat etmesi gerekecek, bu da Putin’in Körfez ülkeleri ve Batı
karşısında kendi lehine kullanabileceği bir şey. Şam, Türkiye-Suriye sınırının
statüsü ve son on yıldaki varlıkları Erdoğan’ın ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
çoğunluğuna karşı popülist siyasi tepkilere neden olan 3,2 milyon Suriyeli
mültecinin Türkiye'ye yerleştirilmesi konusunda Ankara ile uzlaşmaya yanaşmadı.
Aralarındaki
anlaşmazlığın merkezinde ise Türkiye’nin daimi ulusal güvenlik önceliği olan ve
şu anda ABD’nin İslam Devleti’nin kalıntılarıyla mücadelede ana ortağı olan PKK’nin
Suriye kolu yer alıyor. Erdoğan, Ekim ayı sonunda Kazan’da düzenlenen BRICS
Zirvesi’ne katılımını, Ankara dışındaki Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ)’nde
meydana gelen ve hükümetinin Suriye’den Türkiye’ye giriş yapan PKK bağlantılı
Kürtleri sorumlu tuttuğu terör saldırısı nedeniyle yarıda kesti. Eskiden MİT’in
güçlü başkanı olan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da aynı dönemde Esad’ın
normalleşmeyle ilgilenmediğini söyledi. Konuşmaktan bıkan Ankara, HTŞ’yi
aylarca uzak tuttuktan sonra nihayet başka bir şey yapmaya karar verdi.
30
Kasım’da bir Rus askeri uçağı, Suriye’deki Hmeymim üssünden Antalya’ya gitmek
üzere havalandı. Uçak kargosu, Erdoğan’ın temsilcileriyle kendi sahalarında
görüşmek üzere yola çıkan Suriyeli bir güvenlik delegasyonunu taşıyordu. Daha
önceki görüşmelerde Suriyeliler, Türk topraklarında görüşmeyi reddetmiş,
görüşmelerin Rusya’da ya da tarafsız topraklarda yapılmasında ısrar etmişlerdi.
İşte Halep’in yeni yönetim altına girmesinin ardından Esad'ın verdiği ilk
taviz.
Müzakereler
şu anda devam ediyor ve Türkiye için en önemli hususları gerçekleştirmeyi
amaçlıyorlar. Bunlar, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kurulan devlet
yapısının tüm unsurlarıyla birlikte Suriye sınırındaki Kürt varlığının ortadan
kaldırılması; Suriyeli mültecilerin Suriyeli yetkililer tarafından taciz
edilmeden veya tutuklanmadan Türkiye’den geri gönderilmesi ve 22 mil
derinliğindeki tüm sınır şeridi boyunca Türkler için kalıcı bir güvenlik
koridorunun sağlanmasıdır. Türkiye, son yedi yıldır Ruslar aracılığıyla
pazarlığını yaptığı bu üç maddeyi de elde etmek için artık güçlü bir konumda.
2017
yılında Putin, Türkiye-Suriye uzlaşmasını teşvik etmek amacıyla, Boris Yeltsin
döneminde Federal Güvenlik Servisi (FSB) direktörü olarak atanmasından üç ay
sonra, o yılın Ekim ayında varılan 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nı yeniden
canlandırma fikrini ortaya attı. Anlaşma, PKK lideri Abdullah Öcalan ve
militanlarının Suriye’den çıkarılmasını amaçlıyor, Türk Ordusu’nun Kürt
ayrılıkçıların peşine düşmek için ancak Suriyeli muhataplarını
bilgilendirdikten ve önceden onaylarını aldıktan sonra girebileceği üç millik
bir güvenli bölge öngörüyordu.
Yeniden
gündeme getirilen Adana önerisine göre, Türk birlikleri Suriye topraklarına
sadece belirli bir operasyonel amaçla girebilecek ve bu 3 mil içinde süresiz
olarak kalamayacaktı. Erdoğan, bu kısıtlamaları prensipte kabul etti ancak
güvenli bölgenin 22 mile [35 km’ye -ç.n.] genişletilmesini talep etti.
Birbirini
izleyen müzakere turları sırasında Suriyeliler, Erdoğan’ın tampon bölge için
talep ettiği derinliği reddettiler, ancak 2022’nin sonlarında 3 milden 6 mile
çıkarmayı kabul ettiler. Türk ordusunun Suriye’ye ancak rejimin iznini aldıktan
sonra girebileceği konusunda ısrar ettiler. Bu, yine de yeterince iyi değildi.
Moskova’nın
vekil gücüne karşı azalan sabrı ve Doğu Avrupa’daki daha acil öncelikleri
nedeniyle geçtiğimiz aylarda Rusya’nın artan baskısı, Esad’ın uzlaşmaya istekli
olduğunu göstermesine ya da en azından öyleymiş gibi davranmasına neden oldu.
2024
yılının ortalarında Türk askerlerinin şu anda işgal altında tuttukları dört ana
şehirden derhal çekilmesi talebinden vazgeçti: El-Bab, Azez, Cerablus ve Efrin.
Sadece çekilme taahhüdüyle yetineceğini ve bunun yerine getirilmesi için üç ila
beş yıllık bir takvim belirleyeceğini söyledi. Görünüşte rejim, nihayet
Türklerle bir anlaşmaya varmak için Ruslarla işbirliği yapıyor gibiydi. Ancak
gerçekte Esad, verebileceğinden çok daha fazlasını pazarlık konusu yapıyordu.
Esad
yönetiminin askeri ve yönetim kapasitesindeki daralma, güçlerinin yakın ya da
orta vadede bu bölgelerin kontrolünü tek seferde ele geçiremeyeceği anlamına
geliyordu. Bu nedenle Esad, önce Türkiye’nin Cerablus’tan çekilmesini talep
etti, ardından El Bab, Menbiç ve Efrin’den ayrılması için bir takvim belirledi.
Bu arada Erdoğan, Halep’in kuzeyindeki Tel Rıfat’ta bulunan ve 2018’de Efrin’den
kaçan PKK’ye bağlı Kürt milisler tarafından kullanılan füze sisteminin
sökülmesi için Suriye’nin yardımını istedi.
Böylece
Suriye-Türkiye yakınlaşması bu yaza kadar devam etti. Sonra bozuldu.
Daha
sonra rejim, Irak’ın arabuluculuğuyla, ABD destekli Kürtleri Suriye’nin
doğusundan çıkarmayı amaçlayan ortak bir operasyon planını kabul etti. Bu plan,
Ağustos ayına kadar yürürlükte kaldı ancak daha sonra ayrıntılar üzerindeki
anlaşmazlıklar nedeniyle akamete uğradı. Esad, kara operasyonlarının sadece
Türk hava desteği ile yürütülmesinde ısrar etti ve Türk kuvvetlerini doğrudan
müdahalenin dışında bıraktı. Erdoğan, bu görev tamamlandıktan sonra sınır
bölgelerine yönelik niyetleri ve tasarımları konusunda şüpheciydi.
Son
aşağılama iki hafta önce gelmiş gibi görünüyor.
Esad,
11 Kasım’daki Arap ve İslam zirvesi için Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaret
sırasında Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Erdoğan’la görüşme
talebini geri çevirdi. 2022 uzlaşma görüşmelerinin başlamasından bu yana Esad’ın
daha önceki retlerini takip eden bir reddedişti bu. Esad, 22 millik tampon
bölge talebi konusunda da geri adım atmadı. En fazla 10 mil’i kabul
edebileceğini söyledi.
Türkiye’nin
tampon bölgesi, şu anda 30 milin üzerinde bir derinliğe sahip ve bu,
isyancıların yürüyüşlerini tamamladıkları varsayımına dayanıyor, ki öyle
olmadığı açık. Esad’ın Erdoğan’ın yeni şartlarını kabul etmekten ve onunla
masaya iyice küçülmüş bir şekilde oturmaktan başka çaresi yok. Türkiye, hem
İdlib’in hem de Halep’in hamisi olarak kendisini büyük bir ganimetle karşı
karşıya buluyor.
ABD
ise, HTŞ ve müttefikleri Fırat’ın doğu yakasında SDG’yi tehdit edene kadar, en
azından Amerikan botları hâlâ sahada olduğu sürece, bu meselenin dışında
duruyor.
Biden’a
bağlı Ulusal Güvenlik Konseyi ilk ve tek açıklamasında, Esad’ın Rusya ve İran’ın
garantörlüğüne aşırı güvenmesi nedeniyle küçük düştüğünü görmekten duyduğu
hafif memnuniyeti vurgularken, ABD tarafından terörist grup olarak tanımlanan
HTŞ ile hiçbir ilgisi olmadığını belirtti. Barack Obama yönetiminin mirası olan,
Biden’ın da benimsediği, Suriye’ye yönelik salt terörle mücadele üzerine kurulu
yaklaşım, öyle anlaşılıyor ki, ABD politikasının İslam Devleti’nin geri
dönmemesini, şimdi de İran’ın Levant’taki “ateş çemberinin” İsrail’i korumak
için kalıcı olarak söndürülmesini sağlamayı öngörüyor. ABD’nin bölgeden sorumlu
özel temsilcisi Amos Hochstein’ın, Esad rejiminin Tahran’la tüm bağlarını
koparması karşılığında (özellikle de Kudüs Gücü milisleri kaybedilen toprakları
geri alma çabası gösterebilecek tek kara gücü olduğu için) yaptırımların
hafifletilmesi konusunu Birleşik Arap Emirlikleri’yle müzakere ettiği
bildiriliyor.
Dikkat
çekici bir şekilde, ABD Ulusal Güvenli Konseyi Türkiye’den hiç bahsetmedi,
ancak yine de sonuç açıktı: Suriye’ye müdahil olan çoğu aktörün hor gördüğü
sultan, artık tüm kartları elinde tutuyor.
Hasan Hasan
Michael Weiss
2 Aralık 2024
Kaynak
Çeviri: Dünya Yanarken
0 Yorum:
Yorum Gönder