TKP’nin
üç mektupla nükleer savaşı durdurması, önemli ve kıymetli bir başarıdır.[1] Neticede
kendisi, nükleer savaşı durduran, bu uğurda Sovyetler’i tasfiye eden Gorbaçov’un
imal ettiği bir örgüttür. Politik-ideolojik niteliğini nükleer savaş tehdidinin sopa
niyetine sallandığı, solcuları o sopanın hizaya soktuğu seksenlere borçludur.
Sovyetler,
kendi varlığı ve pratiği adına Ortadoğu’ya “kapitalist olmayan kalkınma yolu”nu,
dünyaya ise emperyalizmle birlikte yaşama siyasetini önermiştir. TKP gibi sol
yapılar, bu iki önerinin ürünleridirler. İlk öneri uyarınca Ortadoğu’yu Batı
emperyalizminin çıkarlarına göre dönüştürecek “yerli” unsurlara teslim
olmayı; ikinci öneriyle, o yerli unsurların ardındaki emperyalizmle barış içinde
yaşamayı telkin etmiştir.
Sol
örgütlerin Sovyetler eleştirisi, liberalizmle maluldür. Tüm sosyalist hareketi
bu liberalizm inşa etmiştir. Sol, o liberalizmle dövüşemez.
TKP’nin ABD’ye, Türkiye’ye ve Rusya’ya yazdığı mektuplarda kullanılan dillerdeki farklılık, söz konusu telkinle alakalıdır. O farklılık, sınıfsal-politik ve devrimci-politik analize tabi tutulmalıdır.
İlk mektupta ABD’ye yiğitlenen TKP, Rusya’ya ateş püskürür, Türk devletine ise tek laf etmez. Tüm suçu günahı emperyalizmin işbirlikçilerine yükler. Devletini aklar. Mektupları yazan akıl, Koç ailesinin yetiştirip hariciyeci yaptığı bir kişiyi danışma kuruluna almıştır. Partinin bu aileyi karşı atması mümkün değildir.
Samet
Aybaba, son açıklamasında bir İngiliz futbolcusunun kendi iradesi hilafına takıma
alındığını, buna itiraz ettiğini, başkanın “futbolcuyu siyaset gereği almak
zorunda kaldıklarını” söylediğini aktarıyor. Aybaba, esasında uzun yıllar İngiliz devletiyle
ilişkili bir takım adına konuşuyor. Koç’un elemanının takım içini
karıştırmasındaki siyasi ve ekonomik boyutu görmüyor. Kaan Şakul gibi kişiler,
Chatham House’la ve emperyalist odaklarla irtibatlı Koç ailesi adına çalışıyorlar.
Bu ailenin adamlarının TKP içerisinde de bulunduğu görülüyor. TKP, Türk
hükümetine yazdığı mektupta devletini koruyup kolluyor, onu emperyalizme,
tasarrufu bile olmadığı üslere ve burjuva açgözlülüğüne karşı savunmaya çalışıyor.
TKP,
pandemi döneminde “Servet sahiplerinin en güçlü koruyucusu” dediği ABD’den
gelen emirlere bir bir uyan partidir. Bugün yüce bilimin geliştirdiği nükleere
karşı çıkarak gericilik yapmaktadır! Pandemide yürütülen, TKP’nin onay ve
destek verdiği siyaset, nükleer silah kadar tehlikeliydi, “parti”, bu gerçeğin
üzerini bilerek örtbas etmiştir.
TKP,
her daim “insanlık” denilen boş, sınıf dışı kurgu adına konuşuyor. Pandemide de
insanlık adına kurallara uyduklarını söylüyorlardı. ABD’yi gerçek burjuva fikriyatından,
burjuva felsefesinden, burjuva değerlerinden uzaklaştırdığı için eleştiriyor. “İnsanlık”,
bu fikriyata, felsefeye ve değerlere dair bir imgeden başka bir şey değil. Bu
cahillikle TKP, ABD’nin başındaki egemenleri akla, insanlığa ve sorumluluğa davet
ediyor. Marksist-Leninist akıldan azade oldukları çok açık.
Ruslara
yazdıkları mektupta ise “Dünya üzerinde bütün halkların kendisini koruma ve
varlığına yönelen saldırılara yanıt verme hakkı vardır” diyor. Yalnız belirtmek
gerekiyor: bu cümle, Kürtleri kapsamıyor. Çünkü onlar bir halk değil, Türk
devletinin tebaası!
Mektupların
yazarı, Türk devletinin CHP aklı içerisinden, bitaraf, sınırsız ve sınıfsız bir
zeminden, politika dışı bir yerden konuşuyor. Ruslara “NATO’ya kapitalizmle
karşı çıkamazsınız” dediklerinde, bu ülkede sosyalist devrim yapacaklarını
sanıyor. Her şey ve herkesle ilgili ahkam kesme hakkını nereden aldıklarını sorgulamak
gerekiyor. Rusya’yı kapitalizm üzerinden eleştirerek, liberallerin “kapitalist
bir ülkeyi mi savunuyorsunuz?” saldırısına ortak oluyor. Suyu bulandırıyor.
Rusya’ya
yazdığı mektubunda TKP, kripto Natocu bir yerden, Rusların nükleer
caydırıcılığıyla mücadele edeceğini söylüyor. Efendilerine hizmet ediyor. Bu
anlamda TKP, Ukrayna operasyonunun ilk günlerinde sosyalistlerin kurduğu
Donbass gibi halk iktidarlarını “sözde sosyalist cumhuriyetler” diye
aşağılıyor, liberallerle birlikte “kahrolsun Rusya emperyalizmi” korosuna dâhil
oluyordu. Şimdi de bu çizgisine uygun hareket ediyor.
“Ukrayna’da
sürmekte olan savaşın tarafları arasında tercihte bulunmak gibi bir
yükümlülüğümüz bulunmuyor” diyen TKP, özünde sorumluluk ve yükümlülük
sevmediğini söylüyor, böylelikle, aslında bir parti olmadığı gerçeğini haykırıyor. Sorumluluğu,
yükümlülüğü hep emperyalizmin ve burjuvaların sırtına yüklüyor. Misal, “şehirde
uyuşturucuyu halk olarak siz bitireceksiniz” diyor. Kendisi zerre sorumluluk
üstlenmiyor. Mevzi inşa etmiyor. Savaş ve kriz koşullarında “halkın ve işçi
sınıfının sorumluluğu bende” demiyor. Hep küçük burjuva hesaplar peşinde
koşuyor.
Bu
yalanı yetiştirdiği, yetiştirmediği tüm kişilere ezberletiyor. Misal, şu şahıs[2], aileden söz ediyor ama kendisi uçkuru için ailesini dağıtmış biri.
Bugün utanmadan “aileyi korumak gerek” diye yazı yazabiliyor. Bunu söyleyerek, CHP
adına, Zafer Partisi ve Yeniden Refah Partisi’ne karşı duvar örebileceğini
sanıyor. Efendilerinden iş dileniyor. Kendisini torpille işe sokanlara o torpil karşılığında sosyalizmi sarıp sarmalayıp peşkeş çekiyor. Bu noktada zerre sorumluluk
üstlenmiyor. Bu kişi, tek siyaseti ve eylemi burjuvaların meyhanelerinde ve
barlarında içki içmek iken, bugün “komünist partisi”nden bahsedebiliyor. Böyle bir
parti olmasın diye konuşuyor, hareket ediyor, tıpkı TKP gibi. Buna rağmen “kurtuluş,
yeniden ailenin örgütlenmesinden, eski tip mahalle çalışmaları yapmaktan, halk
meclisleri kurmaktan; halkın evlatları olarak halkın hizmetine girmekten ve
devrimci bir yarılma yaratmaktan geçiyor” yalanını söyleyebiliyor. Eski mahalle
çalışmasını kariyerist bir liberale bırakıp kaçtığından, halk meclisleri diyenleri, devrimci yarılmaya işaret edenleri etkisiz kılmak
için uğraştıklarından hiç söz etmiyor. Bu tür kişiler, derinlerle ilişkileri
sayesinde nefes alıp siyaset yapabildiklerini iyi biliyorlar.
Türk
devleti Halep operasyonunu başlatmadan önce TKP’nin yayınlarında, “sınırların
değişmesine karşıyız. Biz Sykes ve Picot’nun çizdiği sınırlardan memnunuz. Onları
savunmayı devrimcilik sanıyoruz” diye açıklama yapması tesadüf değil. Aynı şekilde,
yıllardır fazla doğulu ve kirli buldukları Lübnan Komünist Partisi ile ilişki
kurmaları, onları yoksul mahallelerini kirden arındırma projesi olarak
semtevlerinde ağırlamaları da manidar bir gelişme. LKP ile kurulan ilişki, Türk
devletinin Lübnan üzerindeki tahakküm ve nüfuz kurma çabasının parçası. Ancak bu
bağlamda gündeme gelebiliyor. Geçmişte bahsini ettiğimiz üzere, Kuzey Kıbrıs’ta
veya Azerbaycan’da sosyalistlerin Türkiyeli devrimcileri anması da aynı işgalci
ve ilhakçı fikriyatın yansımasıydı.
Düne
kadar “Alevi Türk’tür, Alevilik İslam ve Arap dışıdır” ezberine ikna olmuş olan
kişilerin “Suriye’de Alevi katliamı var” diyen açıklamaları, destek verdikleri
örgütün “Alevi diktası”na silah sıkmasıyla boşa düşmüştür.
Halep’te
bir Suriye askerine “Alevi misin?” sorusu yöneltilmektedir. Nedense o Alevi
Suriyeli, “Alevdir bizim kökümüz. Ali’yle ne alakamız var bizim! Buralar on bin
yıldır bizim yurdumuz” cevabını vermemektedir. Bu Aleviye karşı olan Alevci
örgütlerin bildirilerinde bahsini ettikleri Bozatlı Hızır, muhtemelen Veliefendi’de
bir jokeyin adıdır! Bu örgütlerin Bozatlı Hızır gibi gerici-ilkel hikâyelerle
bir bağı olamaz, olmamalı.
Eren Balkır
4 Aralık 2024
Dipnotlar:
[1] TKP, “Elçiliklere Mektup”, 2 Aralık 2024, X.
[2]
Burak Şerif, “Zombİncel”, 26 Kasım 2024, Org.
[3]
“Alevi Örgütleri: Suriye’deki Katliama Sessiz Kalma”, 4 Aralık 2024, Umut.
0 Yorum:
Yorum Gönder