07 Aralık 2024

,

Bozatlı Hızır

 

TKP’nin üç mektupla nükleer savaşı durdurması, önemli ve kıymetli bir başarıdır.[1] Neticede kendisi, nükleer savaşı durduran, bu uğurda Sovyetler’i tasfiye eden Gorbaçov’un imal ettiği bir örgüttür. Politik-ideolojik niteliğini nükleer savaş tehdidinin sopa niyetine sallandığı, solcuları o sopanın hizaya soktuğu seksenlere borçludur.

Sovyetler, kendi varlığı ve pratiği adına Ortadoğu’ya “kapitalist olmayan kalkınma yolu”nu, dünyaya ise emperyalizmle birlikte yaşama siyasetini önermiştir. TKP gibi sol yapılar, bu iki önerinin ürünleridirler. İlk öneri uyarınca Ortadoğu’yu Batı emperyalizminin çıkarlarına göre dönüştürecek “yerli” unsurlara teslim olmayı; ikinci öneriyle, o yerli unsurların ardındaki emperyalizmle barış içinde yaşamayı telkin etmiştir.

Sol örgütlerin Sovyetler eleştirisi, liberalizmle maluldür. Tüm sosyalist hareketi bu liberalizm inşa etmiştir. Sol, o liberalizmle dövüşemez.

TKP’nin ABD’ye, Türkiye’ye ve Rusya’ya yazdığı mektuplarda kullanılan dillerdeki farklılık, söz konusu telkinle alakalıdır. O farklılık, sınıfsal-politik ve devrimci-politik analize tabi tutulmalıdır. 

İlk mektupta ABD’ye yiğitlenen TKP, Rusya’ya ateş püskürür, Türk devletine ise tek laf etmez. Tüm suçu günahı emperyalizmin işbirlikçilerine yükler. Devletini aklar. Mektupları yazan akıl, Koç ailesinin yetiştirip hariciyeci yaptığı bir kişiyi danışma kuruluna almıştır. Partinin bu aileyi karşı atması mümkün değildir.

Samet Aybaba, son açıklamasında bir İngiliz futbolcusunun kendi iradesi hilafına takıma alındığını, buna itiraz ettiğini, başkanın “futbolcuyu siyaset gereği almak zorunda kaldıklarını” söylediğini aktarıyor. Aybaba, esasında uzun yıllar İngiliz devletiyle ilişkili bir takım adına konuşuyor. Koç’un elemanının takım içini karıştırmasındaki siyasi ve ekonomik boyutu görmüyor. Kaan Şakul gibi kişiler, Chatham House’la ve emperyalist odaklarla irtibatlı Koç ailesi adına çalışıyorlar. Bu ailenin adamlarının TKP içerisinde de bulunduğu görülüyor. TKP, Türk hükümetine yazdığı mektupta devletini koruyup kolluyor, onu emperyalizme, tasarrufu bile olmadığı üslere ve burjuva açgözlülüğüne karşı savunmaya çalışıyor.

TKP, pandemi döneminde “Servet sahiplerinin en güçlü koruyucusu” dediği ABD’den gelen emirlere bir bir uyan partidir. Bugün yüce bilimin geliştirdiği nükleere karşı çıkarak gericilik yapmaktadır! Pandemide yürütülen, TKP’nin onay ve destek verdiği siyaset, nükleer silah kadar tehlikeliydi, “parti”, bu gerçeğin üzerini bilerek örtbas etmiştir.

TKP, her daim “insanlık” denilen boş, sınıf dışı kurgu adına konuşuyor. Pandemide de insanlık adına kurallara uyduklarını söylüyorlardı. ABD’yi gerçek burjuva fikriyatından, burjuva felsefesinden, burjuva değerlerinden uzaklaştırdığı için eleştiriyor. “İnsanlık”, bu fikriyata, felsefeye ve değerlere dair bir imgeden başka bir şey değil. Bu cahillikle TKP, ABD’nin başındaki egemenleri akla, insanlığa ve sorumluluğa davet ediyor. Marksist-Leninist akıldan azade oldukları çok açık.

Ruslara yazdıkları mektupta ise “Dünya üzerinde bütün halkların kendisini koruma ve varlığına yönelen saldırılara yanıt verme hakkı vardır” diyor. Yalnız belirtmek gerekiyor: bu cümle, Kürtleri kapsamıyor. Çünkü onlar bir halk değil, Türk devletinin tebaası!

Mektupların yazarı, Türk devletinin CHP aklı içerisinden, bitaraf, sınırsız ve sınıfsız bir zeminden, politika dışı bir yerden konuşuyor. Ruslara “NATO’ya kapitalizmle karşı çıkamazsınız” dediklerinde, bu ülkede sosyalist devrim yapacaklarını sanıyor. Her şey ve herkesle ilgili ahkam kesme hakkını nereden aldıklarını sorgulamak gerekiyor. Rusya’yı kapitalizm üzerinden eleştirerek, liberallerin “kapitalist bir ülkeyi mi savunuyorsunuz?” saldırısına ortak oluyor. Suyu bulandırıyor.

Rusya’ya yazdığı mektubunda TKP, kripto Natocu bir yerden, Rusların nükleer caydırıcılığıyla mücadele edeceğini söylüyor. Efendilerine hizmet ediyor. Bu anlamda TKP, Ukrayna operasyonunun ilk günlerinde sosyalistlerin kurduğu Donbass gibi halk iktidarlarını “sözde sosyalist cumhuriyetler” diye aşağılıyor, liberallerle birlikte “kahrolsun Rusya emperyalizmi” korosuna dâhil oluyordu. Şimdi de bu çizgisine uygun hareket ediyor.

“Ukrayna’da sürmekte olan savaşın tarafları arasında tercihte bulunmak gibi bir yükümlülüğümüz bulunmuyor” diyen TKP, özünde sorumluluk ve yükümlülük sevmediğini söylüyor, böylelikle, aslında bir parti olmadığı gerçeğini haykırıyor. Sorumluluğu, yükümlülüğü hep emperyalizmin ve burjuvaların sırtına yüklüyor. Misal, “şehirde uyuşturucuyu halk olarak siz bitireceksiniz” diyor. Kendisi zerre sorumluluk üstlenmiyor. Mevzi inşa etmiyor. Savaş ve kriz koşullarında “halkın ve işçi sınıfının sorumluluğu bende” demiyor. Hep küçük burjuva hesaplar peşinde koşuyor.

Bu yalanı yetiştirdiği, yetiştirmediği tüm kişilere ezberletiyor. Misal, şu şahıs[2], aileden söz ediyor ama kendisi uçkuru için ailesini dağıtmış biri. Bugün utanmadan “aileyi korumak gerek” diye yazı yazabiliyor. Bunu söyleyerek, CHP adına, Zafer Partisi ve Yeniden Refah Partisi’ne karşı duvar örebileceğini sanıyor. Efendilerinden iş dileniyor. Kendisini torpille işe sokanlara o torpil karşılığında sosyalizmi sarıp sarmalayıp peşkeş çekiyor. Bu noktada zerre sorumluluk üstlenmiyor. Bu kişi, tek siyaseti ve eylemi burjuvaların meyhanelerinde ve barlarında içki içmek iken, bugün “komünist partisi”nden bahsedebiliyor. Böyle bir parti olmasın diye konuşuyor, hareket ediyor, tıpkı TKP gibi. Buna rağmen “kurtuluş, yeniden ailenin örgütlenmesinden, eski tip mahalle çalışmaları yapmaktan, halk meclisleri kurmaktan; halkın evlatları olarak halkın hizmetine girmekten ve devrimci bir yarılma yaratmaktan geçiyor” yalanını söyleyebiliyor. Eski mahalle çalışmasını kariyerist bir liberale bırakıp kaçtığından, halk meclisleri diyenleri, devrimci yarılmaya işaret edenleri etkisiz kılmak için uğraştıklarından hiç söz etmiyor. Bu tür kişiler, derinlerle ilişkileri sayesinde nefes alıp siyaset yapabildiklerini iyi biliyorlar.

Türk devleti Halep operasyonunu başlatmadan önce TKP’nin yayınlarında, “sınırların değişmesine karşıyız. Biz Sykes ve Picot’nun çizdiği sınırlardan memnunuz. Onları savunmayı devrimcilik sanıyoruz” diye açıklama yapması tesadüf değil. Aynı şekilde, yıllardır fazla doğulu ve kirli buldukları Lübnan Komünist Partisi ile ilişki kurmaları, onları yoksul mahallelerini kirden arındırma projesi olarak semtevlerinde ağırlamaları da manidar bir gelişme. LKP ile kurulan ilişki, Türk devletinin Lübnan üzerindeki tahakküm ve nüfuz kurma çabasının parçası. Ancak bu bağlamda gündeme gelebiliyor. Geçmişte bahsini ettiğimiz üzere, Kuzey Kıbrıs’ta veya Azerbaycan’da sosyalistlerin Türkiyeli devrimcileri anması da aynı işgalci ve ilhakçı fikriyatın yansımasıydı.

Düne kadar “Alevi Türk’tür, Alevilik İslam ve Arap dışıdır” ezberine ikna olmuş olan kişilerin “Suriye’de Alevi katliamı var” diyen açıklamaları, destek verdikleri örgütün “Alevi diktası”na silah sıkmasıyla boşa düşmüştür.

Halep’te bir Suriye askerine “Alevi misin?” sorusu yöneltilmektedir. Nedense o Alevi Suriyeli, “Alevdir bizim kökümüz. Ali’yle ne alakamız var bizim! Buralar on bin yıldır bizim yurdumuz” cevabını vermemektedir. Bu Aleviye karşı olan Alevci örgütlerin bildirilerinde bahsini ettikleri Bozatlı Hızır, muhtemelen Veliefendi’de bir jokeyin adıdır! Bu örgütlerin Bozatlı Hızır gibi gerici-ilkel hikâyelerle bir bağı olamaz, olmamalı.

Eren Balkır
4 Aralık 2024

Dipnotlar:
[1] TKP, “Elçiliklere Mektup”, 2 Aralık 2024, X.

[2] Burak Şerif, “Zombİncel”, 26 Kasım 2024, Org.

[3] “Alevi Örgütleri: Suriye’deki Katliama Sessiz Kalma”, 4 Aralık 2024, Umut.

0 Yorum: