Bir
hareketin öncü isminin Marksizm, Leninizm, Komünizm gibi gerici ve ilkel
ideolojileri terk edip feminist olması, birlikte gerçekleştirilen atılımın
zaferidir. Bu feminist oluş süreci, önemli ve hayırlı bir gelişmedir.
Mukaddes Erdoğdu Çelik verdiği mülâkatta[1] Muazzez İlmiye Çığ’dan söz ediyor. Toplamda mülâkat boyunca ettiği laflar, onun İlmiye Çığ’ın vakfının solculara benimsetmeye çalıştığı “örgüt olduk ama birey olamadık” düsturuna bağlandığını ortaya koyuyor.
Kendisine “71 kopuşu ardından oluşan politik-teorik hat, örgütlenme biçimleri, devrim tahayyülü ve kitleyle kurulan ilişkiler” soruluyor. Çelik, söz konusu düstura olan inancı üzerinden, kendi kişisel hikâyesini, deneyimlerini aktarıyor, ilgili dönemde “faşizm, emperyalizm, antifaşizm gibi büyük sözler” işitildiğini söylüyor. Bu “büyük” sıfatı, aslında “bireyden büyük” anlamına geliyor. Çelik, iktidarla tokalaşıldığı dönemin serinliğinde konuşuyor. O serinlik için konuştuğunun bilinciyle diziyor cümlelerini.
Her fırsatta, her satır arasında, feminist bir yerden, “kişisel
olan politiktir” diye bağıran Çelik, doğru bir yaklaşım üzerinden, politikayı
kendisi üzerinden inşa ediyor. Çığ’ın gösterdiği yola girmesi de yerinde, çünkü
bu geri kalmış topraklara özgürlüğü ancak emperyalizm ve sermaye getirebilir. Çünkü burjuvazi
dışında bir özne yoktur, başka bir güç, ancak burjuvaziyi taklit ederek
özneleşebilir. Çelik, bu gerçeği idrak ve kabul etmiş görünüyor.
Çelik, çocuk doğurma hikâyesini de aynı birey merkezinden anlatıyor. Yoldaşlarının gıybetini, dedikodusunu yaptığı bölümde eşit olmadığını gördüğünü, o an aydınlanıp feminist olduğunu söylüyor. Bizim bu hikâyeye inanmamızı istiyor. Feministleri kandırmak için edilmiyorsa, bunlar kıymetli ifadeler.
Çelik,
özgürleşmiş, ilerlemiş, gelişmiş, neticede feminist olmuştur. Ama hâlâ “feodal
kırıntılar”ın, geçmişin eril tahakkümünün tesiri altındadır. İşkenceye dair
anlattığı her şey, toksik ve erildir. Bir yerde sarf ettiği “erkekler
kadınlardan daha fazla işkence görüyordu” sözü, tümüyle antifeministtir. Üstelik erkeklerin neden daha fazla işkence gördüğünü izah etmiyor. Ama gene de bu tür
kusurlarına rağmen, karşımıza feminist teorinin eksikli tecessümü olarak çıkan
Çelik, Batı emperyalizminin ve akademyasının feminist külliyatına hâkim
olduğunu ortaya koyuyor.
Kusurları ise muhtemelen sosyalist kesimi feminizme ikna etme çabasıyla ilgili olsa gerek. Onlardanmış gibi görünme çabası onu hataya sürüklüyor.
Bir yerde Lenin gibi antifeminist isimleri anıyor, onlar üzerinden inanmadığı
sözler ediyor, Lenin’in Zetkin’le görüşmesine değiniyor. Lenin o görüşmede
Zetkin’e, “işlediğin günahların listesi hâlâ çok kabarık” diyor, mansplaining
yapıyor, toksik ve eril bir dil kullanıyor.[2] O dönemde kadınların istedikleri
kişilerle özgürce seks yapması gerektiğini söyleyen, evlilik ve aile karşıtı broşürü eleştiren Lenin,
erkekkk hâliyle bir kadına ahkam kesiyor. Çelik ve hareketi, söz ve eylemini tutarlı
kılmak istiyorsa, bu tür isimlerden kopmalı.
Tutarlılık,
bize Çelik’in doğurduğu kızına hormon tedavisi uygulatıp kısırlaştırmasını,
çocuk doğurulmamasını telkin etmesini de emrediyor. Zira ekolojik kriz
koşullarında verilen polenlerin özgürlüğü mücadelesi, çocuk doğurmamayı gerekli
kılıyor. Çelik, yoldaşlarına da bu talimatı bir kararnameyle vermeli. Bir yandan
da vegan yemek dolu kasesine kaşık sallamalı.
Feminizmle
özgürleşen Çelik, özgürlükten hâlâ daha korkuyor. Tüm mülâkat boyunca siyaseti
ve teoriyi birey ve ben merkezinde inşa eden Çelik, hâlâ daha Lenin gibi bu anlayışı
eleştirmiş isimlere atıfta bulunuyor. Feminizmin önder partisi olacaksa,
aradığı kitleyi nihayet bulacaksa, bu yanlıştan kurtulmalı.
Feminist olduğuna göre o da şunu biliyor olmalı: Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi’nden beri özne olmak, sadece burjuvaziye hastır, ona özeldir, onunla tanımlıdır. Dolayısıyla, işçi-burjuva karşıtlığına ancak küçük burjuva gibi bakılabilir, işçi burjuvayla eşitlenir, burjuva işçinin öfkesini soğurur. Bu ilişki biçimi, sömürge-sömürgeci, kadın-erkek için de geçerlidir. İşçinin burjuvalaşması, sömürgenin sömürgecileşmesi, kadının erkekleşmesi, burjuva siyaset düzleminde tek çözümdür.
Fuhuş, porno, onlifens, Epstein adası, pedofili vs. kadını özgür kılan eylemlerdir. Bir feminist olarak Çelik, bunları açıktan savunabilmelidir.
Kadın, sadece kahve kahve gezip erkeklerin demliğine atılan şapla erkekliği öldürerek özgürleşmez. Kriz ve savaş koşullarında en doğru eylem biçimi, emekçi mahallelerinde erkekliği öldürmektir.
Bu açıdan, özellikle 11 Eylül sonrası geliştirilen ve uygulanan terörle küresel mücadeleye yedeklenen feministler gibi buranın feministleri de kadını zevk noktaları, bireysel tercihleri ve bedensel kurgusu üzerinden tarif etmeli, onu birer askere dönüştürüp emperyalizmin emir eri hâline getirmeyi bilmelidir.
Neticede
kadın, emperyalistlerin ve sermayenin işgal ettiği topraksa[3] bu toprak, onların üssü hâline gelmelidir. Böylelikle emperyalizm bir zırha kavuşacak, ona
yönelik eleştiriler kadın düşmanlığı denilerek savuşturulacaktır. Bu sayede hayat,
canlılık ve ilerleme için emperyalizme muhtaç olduğumuz bilincine herkes
varacaktır. Sol için yaşam, kadın, özgürlük, Sermaye’nin ayetleridir.
Artık
nüfusun oluştuğu, erkeklerin değersizleştiği, işsizleştirilip çöpe atıldığı
momentte onlara yönelik yürütülen savaşın kahyalara ve bekçilere ihtiyacı
vardır. Bunun için kadının toplumla ve tarihle kurduğu her türden bağ kesilip
atılmalı, o, metafizik âlemin efendisi kılınmalıdır. Feminizm, aslolarak, kadının diyalektikten ve maddeden kopartılmasıdır. Özgürlük budur.
Candan Badem gibi emperyalizm solcularının dile getirdiği gibi, “emperyalizm ilericidir, ilerleticidir.” Çelik’in feyz aldığı TKP’nin eski elemanı Ayşe Hür’ün dediği gibi, “emperyalizmin nimetlerinden yararlanmak gerekir.” Ama önce onun Allah olduğu idrak edilmelidir. Rızkımızı veren Hüda, odur.
Çelik gibi iki solcuyu feminizme kandıracağım diye feminizmi sulandırmanın, sündürmenin bir anlamı yoktur. Bu açıdan, seksen öncesinde “kadın diye bir şey yoktu” diyen Çelik, bu sözüne ve feminizme sadıksa, o geçmişle ve ideolojik birikimiyle tüm bağlarını kopartmalı, saçlarını Batı’nın özgürlük rüzgârlarına bırakabilmelidir. Çelik’in örgütlendiği feminizm, neticede Rockefeller Center binası önünde yola koyulmuş bir harekettir. Özüne, manasına kimse ihanet etmesin!
Erkeği öldüreceğini söyleyen hareket, önce erkek-egemen geçmişinden, eril ve toksik ezberinden kurtulmalıdır. Neticede uzay mekiği, Marksizm, Leninizm, Maoizm, Enverizm kapsüllerini geride bırakıp feminizm uzayına açılmıştır. Geriye dönüş mümkün değildir. İlkel gerici milliyetçiliğin geliştiği Bakû Kurultayı’nda feminizmi eleştiren Naciye Hanım, Doğulu kadınlara feminizmi karalayan Stalin, Zetkin gibi isimlerin feminizmini aşağılayan Lenin, ilk dalga feminizmin kurucu ismini ABD’de Enternasyonal’den kovan Karl Marx, artık geride bırakılmalı, terk edilmelidir.
Bireyden
büyük, bireyi aşan, bireyi görmeyen, bireyin özgürlüğünü boğan her şey,
reddedilmelidir. Neticede Sinan Çetin o filmleri boşuna çekmedi!
Son
söz olarak şu uyarı yapılmalı: madem feminist olundu, yukarıdaki resimde
görüldüğü üzere, yayın organının yönetmeni, İslamcı, Stalinist, mollacı, aşı
karşıtı, İran’ın etki ajanı, meczup bir yayın olan İştirakî ile poz
vermemelidir.
Eren Balkır
3
Aralık 2024
Dipnotlar:
[1]
“Kadın Devriminin Programı “Jin, Jîyan, Azadî”, 30 Kasım 2024, Komün.
[2]
Clara Zetkin, “Lenin on the Women’s Question”, MIA. Türkçesi: İştiraki.
[3] Jennifer Bilek, “İşgal Altındaki Toprak: Kadınlık”, 27 Kasım 2021, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder