“Şiddet,
burjuva toplumunun temelidir: ceza sisteminin sefaletinde, burjuva günlük
yaşamının altındaki gettolarda, ‘iç güvenliğin’ militarizasyonunda, sömürü ilişkisinde...”
[Peter
Brückner]
Devlet şiddeti birçok kişiyi etkiler; öncelikle
de yoksulları, sömürülenleri, dışlanmışları. Bu şiddet, protesto edenlere veya
bu “normal” duruma karşı kendilerini savunan ve bu durumu doğal bir veri olarak
kabul etmeyenlere yöneliktir. Bunlar -en güncel tezahürü- Filistin’deki
soykırıma ve ona silah/lojistik destek sağlayan hükümetlere karşı gösteri
yapanlar ve polis copları, yakalama, yargı tehditleri, sınır dışı etme
şantajları, iş kaybı ve gizli servis gözetimi gibi otoriter-şiddet karışımına
maruz kalanlar veya gösterileri tamamen yasaklananlardır.
Batı’nın küresel hegemonyasını kaybetme
tehlikesiyle karşı karşıya kalması karşısında egemenler, militarizasyona ve
Üçüncü Dünya Savaşı boyutlarına varacak savaşlar planlamaya yöneliyorlar
gezegeni umursamadan.
Foucault ve kısmen Byung-Chul Han’ın
öngörülerinin aksine, giderek sınırları zorlayan, akıllara durgunluk verecek
derecede otoriterleşen bir “devlet çağı”na geldik. Bu, hiç şüphesiz kolektif
travmalar yaratacak düzeyde bir toplumsal vakıa. Ancak bu, aynı zamanda
kapitalizmin artan istikrarsızlığına da işaret ediyor. Kâr hırsıyla, üretilmesi
giderek zorlaşan birikim olanaklarına ihtiyaç duyuyor “sistem”. Krizden krize
yalpalıyor. Savaşların, toplumsal çalkantıların ve halkların üzerine fütursuzca
boca edilen gerici düşüncelerin çağı.
Ve dönüp dolaşıp sorduğumuz kronik sorular:
Ne yapılmalı?
Gelecekte, kolektif süreçlerdeki sömürü ve
baskı koşullarını sorgulayan ve bunlarla mücadele eden sınıf mücadeleleri
gelişecek mi?
Toplumsal dönüşümün nasıl başarılabileceği
soruları; varoluşsal/toplumsal ve ekonomik erozyon, iktidarın artan
askeri-kriminal basınçları ve gezegenin ekolojik olarak geri döndürülemez
tahribatı çağında her zamankinden daha güncel.
Tarihin devrimci kavramları, kapitalizmi
yenmek için yanıtlar sağlayamadı. Enzo Traverso ya da Zizek gibi “yenilgi
diyalektiği” dolayımından havlu atmayı utangaç bir şekilde meşrulaştırmak/pasifizmi
sineye çekmek yerine, yine de, değişen koşullar altında -temelde- aynı
sorularla karşı karşıyayız.
Bu bakış açısından, krizle birlikte ortaya
çıkan devlet ve toplum radikalizasyonuna ancak sisteme bir alternatif bulmanın
yollarını arayarak karşı konulabilir. Toplumsal sorun, savaşa ve
militarizasyona karşı direniş, kapitalizmin gezegeni ekolojik olarak yok
etmesine karşı direniş ve dayanışma temelli enternasyonalizmin örgütlenmesi, bu
yolu zorunlu olarak birlikte işaretler.
Yasadışılık, Dayanışma ve “Teröristler”
Güçlülerin tarih yazımında, kapitalist
sisteme karşı direnişin bedeli kriminal yaftalarla ödetilir: suç, şiddet ve
terör.
Yaratılan imgenin amacı, gerçekliğin yerini
almak ve sistemin yapısal şiddetinin, insanlığın en büyük sorunu olduğu
gerçeğini gizlemektir. Tedavüle sokulan bayat “terörist” imgesinin muradı,
kapitalist şiddet ilişkilerine karşı direnişin tarihini siyasallaştırmak,
bölmek, devlet şiddetinin ve kapitalist sistemin şiddet ilişkilerinin dünyadaki
birçok insan için gerçekte "asıl terör" olduğu gerçeğini gizlemektir.
Protestodan direnişe geçen herkes, istisnasız
“terörist” olarak stilize edilebilir. Sayısız isyan ve direniş hikâyesi bunu
anlatır: Thomas Müntzer, ilk şehir gerillasının yaratıcısı ve 1920’lerin işçi
hareketi ayaklanmalarının militanı Karl Plättner, Durruti, Che Guevara, Ulrike
Meinhof, Patrice Lumumba, Mahir Çayan ve arkadaşları...
İster Paris Komünü olsun, ister siyah
Jakobenler olsun, ister Avrupa sömürgeciliği tarafından köleleştirilen ve 1791’den
itibaren bugünün Haiti’sinde sömürge karşıtı devrimde kurtuluş için savaşan
insanlar olsun, ister birçok Avrupa ülkesinde Nazizme-faşizme karşı koyan
partizanlar olsun, ister İspanya’da askeri diktatörlüğe barikat olan
anarşistler olsun, ister Kara Panterlerin devrimci mücadelesi olsun, ister Ege’nin
vicdanı 17 Kasım olsun, isterse Şah zulmüne ve darbecilere boyun eğmeyen İran’ın/Türkiye’nin
onurlu devrimcileri... Hepsi de iktidarı gaspedenlerin propagandasında
"terörist"ti.
Terörün bizimle hiçbir ilgisi yok ama
yöneticilerle ve kapitalist sistemle çok ilgisi var!
“Terör” teriminin, tarihin özgürleştirici
hareketlerinin devrimci öz savunması olan, yalnızca ve özellikle muktedirlere
karşı yöneltilen devrimci karşı şiddetle hiçbir ilgisi yoktur. Terör, yönetimi
yürürlüğe koymak veya güvence altına almak için ayrım gözetmeyen şiddeti
tanımlar. Burjuva toplumunda “teröristler” terimi, gerçeklik içeriğini, diğer
şeylerin yanı sıra, kendini suçlama ve yöneticileri tanımlama olarak
deneyimleyecek ve o zaman manipülatif bir ifade yerine anlamlı bir terim
olacaktır.
Bugün, “terörist” terimi, her şeyden önce bir
yönetim, sömürü, baskı, Frontex rejimi, sınıf adaleti ve hapishane sistemi
aracıdır; açlık, savaşlar, darbeler ve kapitalist merkezlerin yönetimi
altındaki askeri diktatörlükler: milyonlarca ölü artık sayılamaz!
Terörün bizimle hiçbir ilgisi yok muhakkak, ancak
onlarla ve onların sistemiyle kopmaz bir göbek bağı var!
Yusuf K.
24 Aralık 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder