24 Aralık 2024

,

Kapitalist Heyula ve Umutta Israr

 

Şiddet, burjuva toplumunun temelidir: ceza sisteminin sefaletinde, burjuva günlük yaşamının altındaki gettolarda, ‘iç güvenliğin’ militarizasyonunda, sömürü ilişkisinde...

[Peter Brückner]

 

Devlet şiddeti birçok kişiyi etkiler; öncelikle de yoksulları, sömürülenleri, dışlanmışları. Bu şiddet, protesto edenlere veya bu “normal” duruma karşı kendilerini savunan ve bu durumu doğal bir veri olarak kabul etmeyenlere yöneliktir. Bunlar -en güncel tezahürü- Filistin’deki soykırıma ve ona silah/lojistik destek sağlayan hükümetlere karşı gösteri yapanlar ve polis copları, yakalama, yargı tehditleri, sınır dışı etme şantajları, iş kaybı ve gizli servis gözetimi gibi otoriter-şiddet karışımına maruz kalanlar veya gösterileri tamamen yasaklananlardır.

Batı’nın küresel hegemonyasını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalması karşısında egemenler, militarizasyona ve Üçüncü Dünya Savaşı boyutlarına varacak savaşlar planlamaya yöneliyorlar gezegeni umursamadan.

Foucault ve kısmen Byung-Chul Han’ın öngörülerinin aksine, giderek sınırları zorlayan, akıllara durgunluk verecek derecede otoriterleşen bir “devlet çağı”na geldik. Bu, hiç şüphesiz kolektif travmalar yaratacak düzeyde bir toplumsal vakıa. Ancak bu, aynı zamanda kapitalizmin artan istikrarsızlığına da işaret ediyor. Kâr hırsıyla, üretilmesi giderek zorlaşan birikim olanaklarına ihtiyaç duyuyor “sistem”. Krizden krize yalpalıyor. Savaşların, toplumsal çalkantıların ve halkların üzerine fütursuzca boca edilen gerici düşüncelerin çağı.

Ve dönüp dolaşıp sorduğumuz kronik sorular: Ne yapılmalı?

Gelecekte, kolektif süreçlerdeki sömürü ve baskı koşullarını sorgulayan ve bunlarla mücadele eden sınıf mücadeleleri gelişecek mi?

Toplumsal dönüşümün nasıl başarılabileceği soruları; varoluşsal/toplumsal ve ekonomik erozyon, iktidarın artan askeri-kriminal basınçları ve gezegenin ekolojik olarak geri döndürülemez tahribatı çağında her zamankinden daha güncel.

Tarihin devrimci kavramları, kapitalizmi yenmek için yanıtlar sağlayamadı. Enzo Traverso ya da Zizek gibi “yenilgi diyalektiği” dolayımından havlu atmayı utangaç bir şekilde meşrulaştırmak/pasifizmi sineye çekmek yerine, yine de, değişen koşullar altında -temelde- aynı sorularla karşı karşıyayız.

Bu bakış açısından, krizle birlikte ortaya çıkan devlet ve toplum radikalizasyonuna ancak sisteme bir alternatif bulmanın yollarını arayarak karşı konulabilir. Toplumsal sorun, savaşa ve militarizasyona karşı direniş, kapitalizmin gezegeni ekolojik olarak yok etmesine karşı direniş ve dayanışma temelli enternasyonalizmin örgütlenmesi, bu yolu zorunlu olarak birlikte işaretler.

Yasadışılık, Dayanışma ve “Teröristler”

Güçlülerin tarih yazımında, kapitalist sisteme karşı direnişin bedeli kriminal yaftalarla ödetilir: suç, şiddet ve terör.

Yaratılan imgenin amacı, gerçekliğin yerini almak ve sistemin yapısal şiddetinin, insanlığın en büyük sorunu olduğu gerçeğini gizlemektir. Tedavüle sokulan bayat “terörist” imgesinin muradı, kapitalist şiddet ilişkilerine karşı direnişin tarihini siyasallaştırmak, bölmek, devlet şiddetinin ve kapitalist sistemin şiddet ilişkilerinin dünyadaki birçok insan için gerçekte "asıl terör" olduğu gerçeğini gizlemektir.

Protestodan direnişe geçen herkes, istisnasız “terörist” olarak stilize edilebilir. Sayısız isyan ve direniş hikâyesi bunu anlatır: Thomas Müntzer, ilk şehir gerillasının yaratıcısı ve 1920’lerin işçi hareketi ayaklanmalarının militanı Karl Plättner, Durruti, Che Guevara, Ulrike Meinhof, Patrice Lumumba, Mahir Çayan ve arkadaşları...

İster Paris Komünü olsun, ister siyah Jakobenler olsun, ister Avrupa sömürgeciliği tarafından köleleştirilen ve 1791’den itibaren bugünün Haiti’sinde sömürge karşıtı devrimde kurtuluş için savaşan insanlar olsun, ister birçok Avrupa ülkesinde Nazizme-faşizme karşı koyan partizanlar olsun, ister İspanya’da askeri diktatörlüğe barikat olan anarşistler olsun, ister Kara Panterlerin devrimci mücadelesi olsun, ister Ege’nin vicdanı 17 Kasım olsun, isterse Şah zulmüne ve darbecilere boyun eğmeyen İran’ın/Türkiye’nin onurlu devrimcileri... Hepsi de iktidarı gaspedenlerin propagandasında "terörist"ti.

Terörün bizimle hiçbir ilgisi yok ama yöneticilerle ve kapitalist sistemle çok ilgisi var!

“Terör” teriminin, tarihin özgürleştirici hareketlerinin devrimci öz savunması olan, yalnızca ve özellikle muktedirlere karşı yöneltilen devrimci karşı şiddetle hiçbir ilgisi yoktur. Terör, yönetimi yürürlüğe koymak veya güvence altına almak için ayrım gözetmeyen şiddeti tanımlar. Burjuva toplumunda “teröristler” terimi, gerçeklik içeriğini, diğer şeylerin yanı sıra, kendini suçlama ve yöneticileri tanımlama olarak deneyimleyecek ve o zaman manipülatif bir ifade yerine anlamlı bir terim olacaktır.

Bugün, “terörist” terimi, her şeyden önce bir yönetim, sömürü, baskı, Frontex rejimi, sınıf adaleti ve hapishane sistemi aracıdır; açlık, savaşlar, darbeler ve kapitalist merkezlerin yönetimi altındaki askeri diktatörlükler: milyonlarca ölü artık sayılamaz!

Terörün bizimle hiçbir ilgisi yok muhakkak, ancak onlarla ve onların sistemiyle kopmaz bir göbek bağı var!

Yusuf K.
24 Aralık 2024

0 Yorum: