02 Aralık 2024

, ,

Halep’e Saldırı Rejim Değişikliği Planının İlk Adımı mı?



Heyet Tahrirü’ş Şam (eski adıyla Nusret Cephesi) öncülüğündeki Suriyeli muhalif gruplar tarafından, yabancı güçlerin desteğiyle (ki bu güçlerin Ukrayna, Türkiye veya paralı askerlerden oluştuğu düşünülüyor) düzenlenen bu saldırılar, spontane bir gelişme olarak değerlendirilemez. Bilâkis, Amerika-İsrail-Türkiye ortaklığında uzun süredir hazırlığı yapılan bir planın parçası ve bu hazırlık aylar, hatta daha uzun bir süre boyunca gizli toplantılarda yürütülmüştür.

Şu anda Halep’te yaşananlar, Suriye hükümeti ve müttefiki Rusya’yı şaşırtan bir biçimde, 2011 senaryosunun tekrarı. Bu şaşkınlık, saldırıya geçen güçlerin Halep’in yarısından fazlasını bir gün gibi kısa bir sürede ele geçirmesi ve Suriye Arap Ordusu’nun büyük kayıpları önlemek adına taktiksel bir şekilde şehirden çekilmesiyle kendini gösteriyor. Ordu, yeniden mevzilenip kenti geri almak ve saldırgan güçleri püskürtmek için hazırlık yapıyor; bu, birkaç yıl önceki süreci andırıyor. Önümüzdeki haftalarda ya da aylarda, yeşil otobüslerin tekrar gündeme gelmesi muhtemel.

Suriye’de şu an yaşananlar, ABD’nin Irak’ta 1991 yılından itibaren uyguladığı, önce halkı boğucu bir ambargo ile aç bırakmak, ardından 12 yıl sonra işgal ve rejim değişikliğini içeren senaryonun birebir tekrarı. Fakat Irak için geçerli olan bu strateji, güçlü bir orduya, kendisine sadık bir halk tabanına ve Vladimir Putin liderliğinde stratejik bir müttefik olan Rusya’ya sahip olan Suriye için geçerli olmayabilir. Üstelik, İran’ın güçlü askeri (belki de nükleer) desteği ile Lübnan, Irak, Yemen ve Filistin’deki ideolojik silahlı unsurlar da bu müttefikler arasında yer alıyor. Bu nedenlerle, ikinci senaryonun Suriye’de ilk versiyonu gibi başarısız olması muhtemel.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bu saldırılara doğrudan müdahil olduğu aşikâr. Bunun en bariz göstergesi, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı Hizbullah’a destek vermekle suçlaması ve Esad’ın, Amerika ve İsrail’in İran yapımı modern füze ve askeri teçhizatın Hizbullah’a ulaşmasını engellemeye yönelik baskılarına boyun eğmeyi reddetmesidir. İsrail’in Lübnan-Suriye sınırındaki kapılara düzenlediği hava saldırıları, bu planın en önemli örneklerinden biri olarak görülebilir.

Suriye Arap Ordusu, bu planlara karşı koyup Halep şehrini savunurken yalnızca Suriye’nin egemenliği ve ulusal toprak bütünlüğünü koruma amacı taşımıyor; aynı zamanda Direniş Ekseni’nin lideri İran’ı ve Rusya’nın stratejik çıkarlarını da savunuyor. İsrail Başbakan Netanyahu, defalarca Lübnan’daki ateşkes anlaşmasını kabul ettiğini, fakat İran’la mücadeleye ve Gazze Şeridi’ndeki tüm direniş örgütlerini yok etmeye odaklanabilmek için bunu yaptığını açıkça ifade etmişti.

Türkiye Dışişleri Bakanı ve eski istihbarat başkanı Hakan Fidan, bugün (cumartesi) düzenlediği bir basın toplantısında, Türkiye’nin Halep ve İdlib bölgelerinde şu anda yaşanan çatışmalarla hiçbir ilgisi olmadığını belirtti. Ancak bu açıklamalar kimseyi ikna etmiyor. Bu saldırıya katılan tüm grupların, Türk istihbaratının bilgisi ve onayı olmadan, Kuzey Suriye’de bir kuştan bile daha küçük bir hedefe ateş açması mümkün değil. Zira bu gruplar, Türk istihbaratı tarafından destekleniyor, silahlandırılıyor ve korunuyor.

Türkiye’nin bu çatışmalara her ne şekilde dâhil olduğu ya da ne ölçüde rol oynadığı belirsiz olsa da bu durum Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetinin, Türkiye’nin ulusal güvenliğinin ve güçlü komşusu Rusya ile ilişkilerinin aleyhine dönebilir. Halep’e yönelik bu saldırı, Erdoğan’ın bizzat Devlet Başkanı Vladimir Putin ile imzaladığı Astana ve Soçi mutabakatlarını ihlal ediyor. Bu anlaşmalar, İdlib ve kırsalındaki tüm “silahlı grupların” bölgeden çıkarılmasını öngörüyordu. Dün gerçekleştirilen Suriye-Rusya ortak hava saldırılarında bu gruplara mensup 500’den fazla militanın öldürülmesi, olası bir Türk-Rus çatışmasının başlangıcı olabilir.

Halep ve Musul’u, Türkiye’nin toprakları olarak gören Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye güçlerini Halep’ten çıkarmayı ve müttefiki olan silahlı Suriye muhalefetini, tıpkı İdlib ve diğer işgal altındaki bölgelerde olduğu gibi, Halep’te yönetici olarak taçlandırmayı amaçlıyorsa, bu hesaplamasında yanılıyor olabilir. Bunun yerine tam tersi bir sonuç doğabilir ve yüz binlerce yeni Suriyeli mülteci Türkiye sınırına akın edebilir ve güvenlik için Erdoğan Amca’ya sığınabilir.

Nusret Cephesi ve militanları tarafından Halep savaşında kullanılan modern insansız hava araçları ve füzelerle ilgili bazı haberler, bu silahların Ukrayna’dan geldiğini ve kullanımını Ukraynalı askeri danışmanların yönettiğini öne sürüyor. Bu durum, büyük ölçüde doğrulanmış görünüyor ve bu silahların kullanımı, Rusya’nın tüm kırmızı çizgilerini ihlal ederek Türkiye’nin Ukrayna savaşındaki gizli rolünü ortaya çıkarıyor.

2023 yılı Mayıs ayında, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile evinde yaklaşık beş saat süren bir görüşme gerçekleştirdim. Bu görüşmede Esad, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a kesinlikle güvenmediğini ve Türk kuvvetlerinin Suriye topraklarından tamamen çekilmediği takdirde onunla bir araya gelmeyeceğini açıkça belirtmişti. Bu şartı, hiçbir koşulda esnetmeyeceğini de vurgulamıştı. Cumhurbaşkanı Esad’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm uzlaşma çağrılarını ve Vladimir Putin’in aracılığıyla bir Suriye-Türkiye zirvesi düzenlenmesi tekliflerini reddetmesi beni hiç şaşırtmadı. Esad, ancak Rusya’nın garantisi altında net ve bağlayıcı bir çekilme taahhüdü sonrasında böyle bir zirveye katılabileceğini söyledi.

Amerika-İsrail-Türkiye üçlüsünün Suriye’yi yeniden parçalamayı ve Netanyahu’nun planı doğrultusunda bölgenin haritalarını İsrail bayrağı altında yeniden çizmeyi hedefleyen bu yeni planının başarı şansı oldukça düşük görünüyor, hatta neredeyse imkânsız. İran ve Rusya’nın bu plana karşı tepkisiz kalacağını düşünmüyoruz; zira Suriye’nin yenilgisi, İran ve Rusya rejimlerinin ve belki de Irak yönetiminin yenilgisine zemin hazırlayacaktır. Bekleyip göreceğiz…

Abdülbari Atvan
30 Kasım 2024
Kaynak
Çeviri: Emre Köse

0 Yorum: