Heyet
Tahrirü’ş Şam (eski adıyla Nusret Cephesi) öncülüğündeki Suriyeli muhalif
gruplar tarafından, yabancı güçlerin desteğiyle (ki bu güçlerin Ukrayna,
Türkiye veya paralı askerlerden oluştuğu düşünülüyor) düzenlenen bu saldırılar,
spontane bir gelişme olarak değerlendirilemez. Bilâkis, Amerika-İsrail-Türkiye
ortaklığında uzun süredir hazırlığı yapılan bir planın parçası ve bu hazırlık
aylar, hatta daha uzun bir süre boyunca gizli toplantılarda yürütülmüştür.
Şu
anda Halep’te yaşananlar, Suriye hükümeti ve müttefiki Rusya’yı şaşırtan bir
biçimde, 2011 senaryosunun tekrarı. Bu şaşkınlık, saldırıya geçen güçlerin
Halep’in yarısından fazlasını bir gün gibi kısa bir sürede ele geçirmesi ve
Suriye Arap Ordusu’nun büyük kayıpları önlemek adına taktiksel bir şekilde
şehirden çekilmesiyle kendini gösteriyor. Ordu, yeniden mevzilenip kenti geri
almak ve saldırgan güçleri püskürtmek için hazırlık yapıyor; bu, birkaç yıl
önceki süreci andırıyor. Önümüzdeki haftalarda ya da aylarda, yeşil otobüslerin
tekrar gündeme gelmesi muhtemel.
Suriye’de
şu an yaşananlar, ABD’nin Irak’ta 1991 yılından itibaren uyguladığı, önce halkı
boğucu bir ambargo ile aç bırakmak, ardından 12 yıl sonra işgal ve rejim
değişikliğini içeren senaryonun birebir tekrarı. Fakat Irak için geçerli olan
bu strateji, güçlü bir orduya, kendisine sadık bir halk tabanına ve Vladimir
Putin liderliğinde stratejik bir müttefik olan Rusya’ya sahip olan Suriye için
geçerli olmayabilir. Üstelik, İran’ın güçlü askeri (belki de nükleer) desteği
ile Lübnan, Irak, Yemen ve Filistin’deki ideolojik silahlı unsurlar da bu
müttefikler arasında yer alıyor. Bu nedenlerle, ikinci senaryonun Suriye’de ilk
versiyonu gibi başarısız olması muhtemel.
İsrail
Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bu saldırılara doğrudan müdahil olduğu aşikâr.
Bunun en bariz göstergesi, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı Hizbullah’a destek
vermekle suçlaması ve Esad’ın, Amerika ve İsrail’in İran yapımı modern füze ve
askeri teçhizatın Hizbullah’a ulaşmasını engellemeye yönelik baskılarına boyun
eğmeyi reddetmesidir. İsrail’in Lübnan-Suriye sınırındaki kapılara düzenlediği
hava saldırıları, bu planın en önemli örneklerinden biri olarak görülebilir.
Suriye
Arap Ordusu, bu planlara karşı koyup Halep şehrini savunurken yalnızca
Suriye’nin egemenliği ve ulusal toprak bütünlüğünü koruma amacı taşımıyor; aynı
zamanda Direniş Ekseni’nin lideri İran’ı ve Rusya’nın stratejik çıkarlarını da
savunuyor. İsrail Başbakan Netanyahu, defalarca Lübnan’daki ateşkes anlaşmasını
kabul ettiğini, fakat İran’la mücadeleye ve Gazze Şeridi’ndeki tüm direniş
örgütlerini yok etmeye odaklanabilmek için bunu yaptığını açıkça ifade etmişti.
Türkiye
Dışişleri Bakanı ve eski istihbarat başkanı Hakan Fidan, bugün (cumartesi)
düzenlediği bir basın toplantısında, Türkiye’nin Halep ve İdlib bölgelerinde şu
anda yaşanan çatışmalarla hiçbir ilgisi olmadığını belirtti. Ancak bu
açıklamalar kimseyi ikna etmiyor. Bu saldırıya katılan tüm grupların, Türk
istihbaratının bilgisi ve onayı olmadan, Kuzey Suriye’de bir kuştan bile daha
küçük bir hedefe ateş açması mümkün değil. Zira bu gruplar, Türk istihbaratı
tarafından destekleniyor, silahlandırılıyor ve korunuyor.
Türkiye’nin
bu çatışmalara her ne şekilde dâhil olduğu ya da ne ölçüde rol oynadığı
belirsiz olsa da bu durum Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetinin,
Türkiye’nin ulusal güvenliğinin ve güçlü komşusu Rusya ile ilişkilerinin
aleyhine dönebilir. Halep’e yönelik bu saldırı, Erdoğan’ın bizzat Devlet
Başkanı Vladimir Putin ile imzaladığı Astana ve Soçi mutabakatlarını ihlal
ediyor. Bu anlaşmalar, İdlib ve kırsalındaki tüm “silahlı grupların” bölgeden
çıkarılmasını öngörüyordu. Dün gerçekleştirilen Suriye-Rusya ortak hava
saldırılarında bu gruplara mensup 500’den fazla militanın öldürülmesi, olası
bir Türk-Rus çatışmasının başlangıcı olabilir.
Halep
ve Musul’u, Türkiye’nin toprakları olarak gören Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye
güçlerini Halep’ten çıkarmayı ve müttefiki olan silahlı Suriye muhalefetini,
tıpkı İdlib ve diğer işgal altındaki bölgelerde olduğu gibi, Halep’te yönetici
olarak taçlandırmayı amaçlıyorsa, bu hesaplamasında yanılıyor olabilir. Bunun
yerine tam tersi bir sonuç doğabilir ve yüz binlerce yeni Suriyeli mülteci
Türkiye sınırına akın edebilir ve güvenlik için Erdoğan Amca’ya sığınabilir.
Nusret
Cephesi ve militanları tarafından Halep savaşında kullanılan modern insansız
hava araçları ve füzelerle ilgili bazı haberler, bu silahların Ukrayna’dan
geldiğini ve kullanımını Ukraynalı askeri danışmanların yönettiğini öne
sürüyor. Bu durum, büyük ölçüde doğrulanmış görünüyor ve bu silahların
kullanımı, Rusya’nın tüm kırmızı çizgilerini ihlal ederek Türkiye’nin Ukrayna
savaşındaki gizli rolünü ortaya çıkarıyor.
2023
yılı Mayıs ayında, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile evinde yaklaşık beş saat
süren bir görüşme gerçekleştirdim. Bu görüşmede Esad, Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’a kesinlikle güvenmediğini ve Türk kuvvetlerinin Suriye
topraklarından tamamen çekilmediği takdirde onunla bir araya gelmeyeceğini
açıkça belirtmişti. Bu şartı, hiçbir koşulda esnetmeyeceğini de vurgulamıştı.
Cumhurbaşkanı Esad’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm uzlaşma çağrılarını ve
Vladimir Putin’in aracılığıyla bir Suriye-Türkiye zirvesi düzenlenmesi
tekliflerini reddetmesi beni hiç şaşırtmadı. Esad, ancak Rusya’nın garantisi
altında net ve bağlayıcı bir çekilme taahhüdü sonrasında böyle bir zirveye
katılabileceğini söyledi.
Amerika-İsrail-Türkiye
üçlüsünün Suriye’yi yeniden parçalamayı ve Netanyahu’nun planı doğrultusunda
bölgenin haritalarını İsrail bayrağı altında yeniden çizmeyi hedefleyen bu yeni
planının başarı şansı oldukça düşük görünüyor, hatta neredeyse imkânsız. İran
ve Rusya’nın bu plana karşı tepkisiz kalacağını düşünmüyoruz; zira Suriye’nin
yenilgisi, İran ve Rusya rejimlerinin ve belki de Irak yönetiminin yenilgisine
zemin hazırlayacaktır. Bekleyip göreceğiz…
0 Yorum:
Yorum Gönder