Öğretmenin
batıya tayin istemesiyle solun batıya çekilmesi, birbiriyle yakın ilişkili
süreçlerdir.
Anadolu’dan
kaçışın eşiği 1980’dir. O güne kadar sola ağıtlar ve türküler yakan şehirler,
bugün gericiliğin merkezleridir.
Ne
olduysa, nasıl olduysa, resmî tarih anlatısına yansıyan, milli mücadele döneminde
belirli şehirlerde meydana gelmiş olan gerici isyanlara katılan halkın
torunları, 1960 sonrası süreçte hızla sol siyasette radikalleşip, dedelerinin
aksine, bir düzen arayışı için bedeller ödemişlerdir. Yine sonra nasıl olduysa,
bu kuşağın çocukları tekrar dedelerine benzemişlerdir!
Geriye
“bir” ihtimal kalıyor: “moda”, “rüzgâr”, “çağın ruhu”... Tuhaftır ki insanlar
moda için can veriyor, işinden aşından oluyor, öğrencilerinden koparılıyor. Bu
20 yıllık süreci “moda” diye değerlendirenlerin bir bölümü “Sovyetler modaydı”,
diğer bölümü de “Dönemin ruhundan dolayıydı” diyorlar. Bu iki kesim de bugün
parlamentodan sendikalara kadar her alanda ittifak bileşeni. O yüzden onların
öğretmenleri de siyasetleri de Anadolu’yu sevmiyor, metropollere gelince de
oradaki Anadolu'dan uzak duruyor.
Anadolu’ya
bakış, “laiklik, ilericilik, aydınlanma” ölçütünden öteye geçmeyen beyaz bir
aklın marifetidir. Bu akıl, emperyalizmin icadı olup içteki mandacılıktır.
Hiçbir
siyasi hareket, kendi halkından nefret ederek bir yere varamaz. Bu mandacı aklın
bugüne ve halka bakışı, sembolik mantığın ilkelerine de ahlaka da kültüre de
aykırıdır: “Baba da olsa erkek erkektir, sapıktır”, “Gelsin koca, gelsin baba,
alayına isyan”. Mantık öyle işlemez: “Tüm babalar erkektir, bazı erkekler baba
değildir, bazı babalar sapık olabilir.”
“Baba
da olsa” diye başlayan cümle, erkeğe değil, aileye savaş açar. Bu tuzaklarla
örülü söylemin kökeninde, kadın cinayetlerinin faillerinin erkek olmasından öte
ailenin kurucu öznelerinden birinin üzerinden savaşı içten yürütme iradesi
yatar.
Devam
edelim: “Düzen değişirse bazı şehirlere ‘tankla’ girmek gerek.” Niye? “Çünkü
onlar karşı çıkar, yobaz, gerici”. Halk düşmanlığının böylesi görülmemiştir,
düşman toprağına mı giriyorsunuz, işgalci misiniz, halk sizin düşmanınız mı?
Devam
edelim. Erkek cinayetleri politiktir. Yılda 1.500 civarı işçi can veriyor, bu
yılın ilk 6 ayında 800 civarı işçi can verdi, bu işçilerin 33’ü kadın. Yılda
400 civarı kadın, erkekler tarafından yaşamından ediliyor. Kadın cinayetleri
politiktir, evet çünkü yaşamdaki her şey ideolojinin ürünüdür, sonucudur. Erkek
cinayetleri politiktir çünkü belirli bir sınıf, daha fazla kâr uğruna işçileri
katletmektedir. Üstelik bu sınıfın, yani patronların “dayanışma” kuruluşları ve
birlikleri adı altında yasalarla güvence altına alınmış ortak hareket
merkezleri ve politikaları vardır. Bu patronların içinde sayısı azımsanmayacak
kadın vardır.
Şimdi
başa dönelim. Bu halk neden mevcut solu sevip de onun peşinden gitsin. Aileye
savaş açan, kadının tüm uzuvlarının adlarını dövizlere yazan, ağzı bozuk,
uzlaşmacı, kendi halkından nefret eden, mandacılığı dünya yurttaşlığı ve
küreselleşme adı altında fonlarla ve Avrupa’ya sığınmacılıkla normalleştiren
solu halk neden sevsin?
Anadolu
halkının yerel direnişler geliştirerek kovduğu emperyalist ülkeleri “halkımızın
geriliklerini düzelt” feryadıyla bu topraklara fonuyla, STK’siyle, medyasıyla,
barıyla meyhanesiyle, gözlem kuruluşlarıyla çağıran ve onlara çalışma alanı
açan solu, partileri, sendikaları bu halk neden sevsin?
Maraş,
daha Kuvvayı Milliye ortada yokken emperyalistleri kovmuştu, hem de o geri
görülen dinî saiklerin verdiği meşruiyetle. Şimdi o İngiliz ve Fransız, bu
topraklara Maraş halkının “geriliğini” eğitmesi için çağrılıyor.
Maraş
da bir sembol Antep de. Emperyalistin indirmeye çalıştığı peçeye savaşı sol
açıyor, yüz görünsün istiyor, kapalı bir yüz sola “tehlikeli” geliyor. O peçe
inmesin diye Maraş işgalden kurtuldu, şimdi “gerici” diye yüzüne bakılmayan,
deprem dayanışması başına kakılan halkın mücadelesi olmasaydı, ne o milli
mücadele olurdu ne de sonrası.
Fatsa
belgeselinde bir köylü anlatıyor: “Biz belediyeden köyümüze cami yapmasını
istedik, gelip yaptı”. Şimdi o geleneğin devamı olduğunu iddia edenler, o
köylülere “laiklik” adı altında sopa sallıyor.
Tüm
argümanlarıyla ve bileşenleriyle çökmüş bir sol var. Önce hasta var diye
emperyalizmin “insancıl”, “çağdaş”, “demokrat” uluslararası kuruluşlarına çağrı
yapılıyor; sonra emperyalizmin ambulansı gelip kırmızı ışıkta yol açıyor; daha
sonra o ambulansın açtığı yola solun taksileri giriyor. Ambulansın ardına geçme
sırasında kaza yapan taksiciler de bir yer kapma peşinde. Ortada dönen kayıkçı
kavgasının asıl nedeni bu. Artık kimse halka siyaset örmüyor. Artık kimse,
halkın öğretmenleri olmak da istemiyor, hiçbir siyaset o öğretmeni de
yetiştirmiyor.
Bize
düşen, o siyaseti örecek güce birlikte ulaşabilmek. Bize düşen, bir şekilde İştirakî’ye
ulaşıp, onun sesini yayıp, yan yana omuz omuza, geleceğimiz olan kolektivizmi
kurmaktır.
S. Adalı
1 Aralık 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder