01 Aralık 2024

,

Ambulans



Öğretmenin batıya tayin istemesiyle solun batıya çekilmesi, birbiriyle yakın ilişkili süreçlerdir.

Anadolu’dan kaçışın eşiği 1980’dir. O güne kadar sola ağıtlar ve türküler yakan şehirler, bugün gericiliğin merkezleridir.

Ne olduysa, nasıl olduysa, resmî tarih anlatısına yansıyan, milli mücadele döneminde belirli şehirlerde meydana gelmiş olan gerici isyanlara katılan halkın torunları, 1960 sonrası süreçte hızla sol siyasette radikalleşip, dedelerinin aksine, bir düzen arayışı için bedeller ödemişlerdir. Yine sonra nasıl olduysa, bu kuşağın çocukları tekrar dedelerine benzemişlerdir!

Geriye “bir” ihtimal kalıyor: “moda”, “rüzgâr”, “çağın ruhu”... Tuhaftır ki insanlar moda için can veriyor, işinden aşından oluyor, öğrencilerinden koparılıyor. Bu 20 yıllık süreci “moda” diye değerlendirenlerin bir bölümü “Sovyetler modaydı”, diğer bölümü de “Dönemin ruhundan dolayıydı” diyorlar. Bu iki kesim de bugün parlamentodan sendikalara kadar her alanda ittifak bileşeni. O yüzden onların öğretmenleri de siyasetleri de Anadolu’yu sevmiyor, metropollere gelince de oradaki Anadolu'dan uzak duruyor.

Anadolu’ya bakış, “laiklik, ilericilik, aydınlanma” ölçütünden öteye geçmeyen beyaz bir aklın marifetidir. Bu akıl, emperyalizmin icadı olup içteki mandacılıktır.

Hiçbir siyasi hareket, kendi halkından nefret ederek bir yere varamaz. Bu mandacı aklın bugüne ve halka bakışı, sembolik mantığın ilkelerine de ahlaka da kültüre de aykırıdır: “Baba da olsa erkek erkektir, sapıktır”, “Gelsin koca, gelsin baba, alayına isyan”. Mantık öyle işlemez: “Tüm babalar erkektir, bazı erkekler baba değildir, bazı babalar sapık olabilir.”

“Baba da olsa” diye başlayan cümle, erkeğe değil, aileye savaş açar. Bu tuzaklarla örülü söylemin kökeninde, kadın cinayetlerinin faillerinin erkek olmasından öte ailenin kurucu öznelerinden birinin üzerinden savaşı içten yürütme iradesi yatar.

Devam edelim: “Düzen değişirse bazı şehirlere ‘tankla’ girmek gerek.” Niye? “Çünkü onlar karşı çıkar, yobaz, gerici”. Halk düşmanlığının böylesi görülmemiştir, düşman toprağına mı giriyorsunuz, işgalci misiniz, halk sizin düşmanınız mı?

Devam edelim. Erkek cinayetleri politiktir. Yılda 1.500 civarı işçi can veriyor, bu yılın ilk 6 ayında 800 civarı işçi can verdi, bu işçilerin 33’ü kadın. Yılda 400 civarı kadın, erkekler tarafından yaşamından ediliyor. Kadın cinayetleri politiktir, evet çünkü yaşamdaki her şey ideolojinin ürünüdür, sonucudur. Erkek cinayetleri politiktir çünkü belirli bir sınıf, daha fazla kâr uğruna işçileri katletmektedir. Üstelik bu sınıfın, yani patronların “dayanışma” kuruluşları ve birlikleri adı altında yasalarla güvence altına alınmış ortak hareket merkezleri ve politikaları vardır. Bu patronların içinde sayısı azımsanmayacak kadın vardır.

Şimdi başa dönelim. Bu halk neden mevcut solu sevip de onun peşinden gitsin. Aileye savaş açan, kadının tüm uzuvlarının adlarını dövizlere yazan, ağzı bozuk, uzlaşmacı, kendi halkından nefret eden, mandacılığı dünya yurttaşlığı ve küreselleşme adı altında fonlarla ve Avrupa’ya sığınmacılıkla normalleştiren solu halk neden sevsin?

Anadolu halkının yerel direnişler geliştirerek kovduğu emperyalist ülkeleri “halkımızın geriliklerini düzelt” feryadıyla bu topraklara fonuyla, STK’siyle, medyasıyla, barıyla meyhanesiyle, gözlem kuruluşlarıyla çağıran ve onlara çalışma alanı açan solu, partileri, sendikaları bu halk neden sevsin?

Maraş, daha Kuvvayı Milliye ortada yokken emperyalistleri kovmuştu, hem de o geri görülen dinî saiklerin verdiği meşruiyetle. Şimdi o İngiliz ve Fransız, bu topraklara Maraş halkının “geriliğini” eğitmesi için çağrılıyor.

Maraş da bir sembol Antep de. Emperyalistin indirmeye çalıştığı peçeye savaşı sol açıyor, yüz görünsün istiyor, kapalı bir yüz sola “tehlikeli” geliyor. O peçe inmesin diye Maraş işgalden kurtuldu, şimdi “gerici” diye yüzüne bakılmayan, deprem dayanışması başına kakılan halkın mücadelesi olmasaydı, ne o milli mücadele olurdu ne de sonrası.

Fatsa belgeselinde bir köylü anlatıyor: “Biz belediyeden köyümüze cami yapmasını istedik, gelip yaptı”. Şimdi o geleneğin devamı olduğunu iddia edenler, o köylülere “laiklik” adı altında sopa sallıyor.

Tüm argümanlarıyla ve bileşenleriyle çökmüş bir sol var. Önce hasta var diye emperyalizmin “insancıl”, “çağdaş”, “demokrat” uluslararası kuruluşlarına çağrı yapılıyor; sonra emperyalizmin ambulansı gelip kırmızı ışıkta yol açıyor; daha sonra o ambulansın açtığı yola solun taksileri giriyor. Ambulansın ardına geçme sırasında kaza yapan taksiciler de bir yer kapma peşinde. Ortada dönen kayıkçı kavgasının asıl nedeni bu. Artık kimse halka siyaset örmüyor. Artık kimse, halkın öğretmenleri olmak da istemiyor, hiçbir siyaset o öğretmeni de yetiştirmiyor.

Bize düşen, o siyaseti örecek güce birlikte ulaşabilmek. Bize düşen, bir şekilde İştirakî’ye ulaşıp, onun sesini yayıp, yan yana omuz omuza, geleceğimiz olan kolektivizmi kurmaktır.

S. Adalı
1 Aralık 2024

0 Yorum: