Kampın
son günü dik tepenin üzerine kamp kurduk. Sabah kamptan ayrıldık. Yola indik. Bir
motosiklet gelip beni aldı. Orman, artık ilk adım attığım andan çok farklı
görünüyordu. Fıstık ağaçları, mango ağaçları, pamuk, çiçek açmıştı.
Kudurlu
köylüler, taze balık dolu büyük bir tencere göndermişlerdi kampa. Elime 71 ayrı
malzemeden oluşan bir liste tutuşturdular. Liste meyvelerden, sebzelerden,
tohumlardan ve ormandan toplanan böceklerden oluşuyordu. Yanlarına da pazar fiyatları
iliştirilmişti. Bu liste, aynı zamanda onların dünyasının haritası gibiydi.
Orman
postası geldi. Bana iki bisküvi getirmişti. Narmada yoldaştan bir şiir ve bir
de kitap arasında ezilmiş bir adet çiçek vardı. Maase de hoş bir mektup göndermişti.
(Maase kimdi? Onu tanıma imkânı bulabilecek miydim?)
Suhdev
yoldaş, “Ipod’undan benim bilgisayara müzik yükleyebilir misin?” diye sordu. Ziya-ül Hak iktidarının uyguladığı zulmün zirveye
ulaştığı günlerde Lahor’da verdiği ünlü konserde kaydedilmiş, sözleri Faiz
Ahmed Faiz’e ait olan Hum Dekhenge [“Günün Tanığı Olacağız”] isimli
şarkıyı dinliyoruz İkbal Banu’dan.
Günün Tanığı Olacağız
Şüphesiz biz de tanık olacağız
Ezelden gelen levhada vaat edilmiş o güne.
Yeryüzü kulakları sağır edercesine tek yürek
çarptığında
Hükümdarların başlarına yıldırımlar yağdığında
Dağılacak pamuk misali zulmün dağları
Biz mazlumların ayakları altında
Putlar devrilip arz-ı Hüda’da
Merdud ve haram ilân edilen
Biz ehl-i safa kurulunca yüceye
Tüm taçlar ayrılacak başlardan
Tüm tahtlar yıkılacak birer birer
Sadece Allah kalacak geride
O her yerde hazır ve nazır olan.
“Enel Hak” diye bir çığlık yükselecek sonra.
Bu hem benim hem sen
O vakit hükmedecek dünyaya halk-ı Hüda
Bu hem benim hem sen
Faiz Ahmed Faiz
* * *
O konserde elli bin Pakistanlı, şarkının ardından
meydan okuyarak şu sloganı atıyordu: “İnkilab Zindebad! İnkilab Zindebad!”
[“Yaşasın Devrim!”]. Onca yılın ardından bu şarkı, bugün Naksalcıların egemen
olduğu ormanlarda yankılanıyor. Devrimciler ilginç ittifaklar kurmuştu, burası
açık.
O
günlerde içişleri bakanı, “Maoistlere fikri ve maddi destek sunanlar”a
tehditler savuruyordu. Bu tehdit dolu ifadeler, İkbal Banu’yu da kapsıyor
muydu?
Şafak
vakti Madhav, Curi, genç Mangtu ve diğer yoldaşlarla vedalaşıyorum. Çandu
yoldaş, bisikletleri organize etmek için aramızdan ayrıldı. Onunla ana yolda
buluşacaktık. Raju yoldaş bizimle gelmiyordu. O dizlerle o tepeye tırmanması zordu.
Niti (ki arananlar listesindeydi adı), Suhdev, Kamla ve diğer beş yoldaşla
birlikte tepeye tırmandık. Yürümeye başladığımızda Niti ve Suhdev, bir sebeple,
aynı anda kalaşnikoflarının emniyet kilidini açtılar. Bunu yaptıklarına ilk kez
şahit oluyordum. Sınıra yaklaşıyorduk. Suhdev o an, “Bize ateş açmaları
durumunda ne yapacağını biliyor musun?” diye sordu. Sanki dünyadaki en doğal
şeyden bahsediyor gibiydi.
“Evet”
dedim, “biliyorum. Hemen sınırsız açlık grevine başlarım.”
Büyükçe
bir taşın üzerine oturup gülmeye başladı. Tırmanışımız bir saat daha sürdü. Yolun
aşağısında kayanın içinde oluşmuş oyuğa girip oturduk. Pusu kurmuş gibiydik. Bizi
görmeleri imkânsızdı. Bisikletlerin sesine kulak kabarttık. Vakit geldiğinde
vedalaşma olabildiğince hızlı olmalıydı. “Kızıl selam yoldaşlar” deyip ayrılmalıydık.
Öyle de yaptık.
Geriye
dönüp baktığımda hâlen daha oradalardı. El sallıyorlardı. Boğazım düğümlendi. Onlar,
düşleriyle yaşarken dünyanın geri kalanı kâbuslarıyla baş başaydı.
Her
gece bu yolculuk düşer aklıma. O geceki gökyüzü, o orman yolları geçer gözümün
önünden. Elindeki meşaleyle yürüyen Kamla yoldaşın o eski püskü terlikleri (şapal)
içindeki topuklarını görürüm. Biliyorum, hep yürümek, hareket etmek zorunda. O sadece
kendisi için yürümüyor, umut hepimiz için capcanlı kalsın diye yürüyor.
Arundhati Roy
[Kaynak: Walking with the Comrades: Report from Maoist Political Base Areas in India’s DK Forest, Kasama, 9 Mart 2010, s. 36-37]
0 Yorum:
Yorum Gönder