Sol,
Temmuz 2024’te Fransa’da yapılan seçimlerden zaferle çıktığına, hatta ülkeyi
yönetmenin eşiğine geldiğine inanıyor. İyi ama gerçekte “sol” nedir?
Bugün
Batı toplumlarında ve bu toplumların etkilediği Latin Amerika’daki kimi
ülkelerde sol derken ırkçılık karşıtlığı, çevrecilik ve feminizm denilen
eğilimlerin bileşkesi kastediliyor. Bireyci bir teoriyi esas alan bu eğilimler,
ahlakçı ve müsamahasız bir tarzı benimsiyorlar.
Ama
bir yandan da bu üç eğilim, mevcuttaki hâkim ideolojilerin, en azından hâkim
söylemin dayandığı ana sütunlar. Bu eğilimleri savunanlar, mücadele ve
baskılarla yüzleşmek şöyle dursun, devlet kurumlarınca ve sermayeye ait medya
kuruluşlarınca göklere çıkartılıyorlar.
Buna
rağmen, ilgili eğilimlere mensup kişiler, kendilerini direnişçiler olarak
görüyorlar. Gençleri kanun ve polisle karşı karşıya getiriyorlar. Ama kendileri
pek baskı görmüyorlar. Medya, onları zaferden zafere taşıyor.
Çevrecilerde,
feministlerde, LGBT aktivistlerinde ve ırkçılık karşıtlarında bizi asıl
rahatsız eden husus, bunların politik kültürde hâkim ve resmi konumu işgal
ediyor olmaları. Bu insanlar, kapitalizme ve emperyalizme yönelik gerçek muhalefetin
yerini alıyorlar.
Ama
Greta Thunberg örneğinde görüldüğü üzere, Gazze’de Filistinlilerin yok edildiği
gerçeğine işaret ettikleri vakit arkalarındaki destek ve onlara yönelik beğeni
bir anda yok olup gidiyor.
Bizi
asıl rahatsız eden, onları harekete geçiren meselelerle ilgili konumları değil.
Gerçeklere soğukkanlılıkla baktığımızda, onlarla muarrızlarından daha çok
teorik oydaşma içerisinde olduğumuz görülüyor. O muarrızlar ki geçmişte kalmış
ideolojik ve ahlaki düzene nostaljik bir bağla bağlılar.
Bizi
asıl rahatsız eden, bu direnişçilerin kültür sahasına hâkim oldukları
koşullarda sermayeye ait kurumlarca ve medya eliyle göklere çıkartılıyor
olması. Medya, onların iletişim konusunda gösterdikleri başarıya dair tek bir
soru bile sormuyor. Sömürülenlerin temsilcileri olsalar medyada bu kadar yer
bulamazlar oysa.
Ama
bir yandan da bakıyoruz ki aynı direnişçiler, her türden yalanla reel
sosyalizmi karalıyorlar, şeytani bir güçmüş gibi takdim ediyorlar. Kadın hakları
ve ezilen azınlıklar için dövüştüğünü söyleyen aynı kişiler sosyalizme
saldırıyorlar. Oysa sosyalizm, kendi döneminde gerçek manada kadından yana olan,
ırkçılık karşıtı ve sömürgecilik karşıtı politikaların öncüsüydü.
Bir
ülkede hâkimlerin yüzde 60’ı, sulh hâkimlerininse yüzde 80’inin kadın olduğu,
kadınların, siyahilerin, Müslümanların, eşcinsellerin en üst mevkilere geldiği
koşullarda, bu bireylerin ezilen gruplarına mensup olduklarını iddia etmenin
bir anlamı bulunmuyor.
Aynı
şekilde, bugün ekoloji temelli ideolojilerin ve normların hegemonik bir konumda
olmadığını iddia edenler, gerçekliği inkâr ediyorlar. Ekolojiyle ilgili
fikirlerin pratiğe konulamamasının nedeni, kapitalist sistemde ekolojik
planlamanın imkânsız olması.
Yirminci
yüzyılın ikinci yarısında azınlıkların temel insan haklarına kavuşması ve
birinci feminist dalganın kimi kazanımlar elde etmesi, bunun yanında, farkındalığın
artması, medeniyet düzleminde oluşturulmuş önemli mevziler. Ama çeşitlilik ve
kapsayıcılık gibi fikirlerin galebe çalması, bize genele teşmil edilmiş din tüccarlığının
somut bir tezahürü olarak geliyor.
Bu
eğilimler, esasında zaten elde edilmiş bir şey için dövüşüyorlar. Onların ilmihalini
ezbere yinelemeyip, yeni konformizmin bayrağı altında toplanmak istemeyenlere
kara çalıyorlar.
Eğer
burjuva siyaseti denilen temaşada birileri sizi övüp duruyorsa, oturup kendinize
“benim bu temaşadaki rolüm nedir?” sorusunu sorun.
Not:
Yirminci yüzyılda kadınların özgürleşme mücadelesinin elde ettiği başarı ve
ulaştığı hız, bu sürecin mümkün kıldığı teknolojik ve ekonomik dönüşümler, bunun
yanında, yol açtığı tehditler konusunda Vera Nikolski’nin Féminicène
kitabına bakılabilir.
Gilles Questiaux
22 Ağustos 2022
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder