24 Kasım 2024

,

İnsanın İlk Günahı: Mülkiyet


İbrani inanç geleneklerinin (Semavi dinlerin) tümünde insanın yaradılışı temel bir kıssaya dayanır. Bu kıssa, herkesin bildiği gibi Allah’ın. Âdem’i yaratmış olması üzerine meleklerinden O’na secde etmesini isteyerek başlar. Şeytanın (İblis’in) “Beni ateşten, O’nu ise topraktan yarattın. Ben ondan üstünüm, bu sebepten secde etmeyeceğim.” demesine üzerine Allah, şeytanı cennetinden kovar. Şeytan da kıyamete kadar Allah’ın yarattığı tüm insanları doğru yoldan saptıracağına dair yemin eder. Bu kıssa, Kur’an’ın nüzul (indiriliş) sırasına göre 39. suresi olan A’raf suresinde kendine yer bulur. Öncesindeki birçok sûre ve özellikle Kur’an’ın ilk 10 suresi tamamen “mülkiyet”, “yönetim” ve “iktidar” gibi kavramlar ele almak üzere kelam edilmiştir. Peki öyleyse neden insanın “Nasıl ve neden yaratıldım?” gibi yaradılışının temelini sorgulamaya yönelik bir soruya cevap veren nitelikte olan A’raf suresi bu kadar geç vahy olmuştur? İnsanları tevhid dinine davet eden bir kitap, en başta cevaplanması gereken bu temel insanlık sorunsalına neden başka birtakım konulara değindikten sonra gelmiştir? Yoksa nasıl yaratıldığımızdan ziyade, neyle sınandığımız mı Allah katında daha büyük bir öneme sahip?

Şeytanın Âdem’e secde etmeyişindeki en temel neden, kendisini yaratılışı itibariyle ondan üstün görmesi ve bu sebepten diğer meleklerin Âdem’e değil, kendisini büyük görmesinden kaynaklıdır. Bu en yalın haliyle tarif edilecek olursa kibir ve iktidar hırsıdır. Semavi dinler tarihine ve içinde barındırdığı anlatımlara kafamızı çevirdiğimizde, Allah’ın gönderdiği peygamberler karşısında daima kibirlerinin kaynağı iktidarlarının gücü olan unsurlar görürüz. Firavun, Haman, Karun, İsa’yı yargılayan din adamları, Ebu Leheb, Ebu Cehil, Ebu Sufyan gibi peygamberlerle şahsi ve kurumsal anlamda sonuna dek savaşan kişiler, iktidari/statüsel konumlarını ve güçlerini kaybetme kaygısı itibariyle onlarla karşı karşıya gelmiştir. Şeytanın çamurdan yaratıldığı için Âdem’i kendisinden alçakta görmesiyle, yukarıda birkaçını örnek verdiğim kişilerin ezilen ve yoksul sınıfları temsilen başkaldıran peygamberlerden, kendilerini güçleri ve servetleri sebebiyle üstün görmelerinin arasında bir fark yoktur.

“Âdem” kelimesinin köken itibariyle “İnsan” demek olduğunu göz önünde bulundurursak; eşitlikçi ve anti-iktidari hareketleri insani, üstten bakan ve iktidarına sırtını yaslamış şahıs ve kurumların da şeytani anlayışın kendisi olduğunu kolayca görebiliriz. Yani Allah’ın yarattığı bir varlık olan İblis, ona karşı gelen birine iktidar hırsı ve güç tutkusu sebebiyle dönüşmüştür. Âdem’in (insaniyetin) verdiği mesajın, yaydığı doğruluğun şeytan nezdinde hiçbir hükmü ve yorumlanabilir bir yanı bulunmamaktadır. Zira ona göre, bu her şeyin merkezine kendi güç ve kuvvetini koyan anlayışı doğrudan tehdit eden, kendisinin de diğer herkes gibi olmasını sağlayabilecek bir tehlikedir. Kökenindeki ateşin gücünden beslenmektedir ve onun yakıcılığı diğer başka bir olguyla eşit tutulamaz derecede kadimdir.

Anlatıya göre sonrasında Allah Âdem’e bir dost, eş ve yoldaş olarak Havva’yı yaratmıştır. (İslam’a muhalif kişi ve grupların, İslam’ı kadını yok sayan bir durum olarak göstermek amacıyla Âdem’in Havva’nın kaburgasından yaratıldığına dair bir hikâyenin varlığını öne sürmesi asılsızdır. Bunun İslamiyet ve Hristiyanlık anlatılarında herhangi bir aslı ya da örneği yoktur. Âdem’in kaburga kemiğinden Havva’nın yaratıldığı kıssası, Tevrat’ta geçmektedir) Onlara Allah’ın cennetinde çok güzel meyve bahçeleri ve ırmaklarla dolu bir yer bahşedilmiştir. Ancak yalnızca bir ağacın kendilerine yasak olduğunu, buraya el değilmemesi ve meyvelerinden yenilmemesi gerektiği bildirilmiştir. Allah’ın cennetinde yasak ve el değilmemesi gereken bir ağaç, muhakkak ki yalnızca Allah’a ait olan bir şeyi içinde barındırıyordur. Ardından şeytan Âdem ve Havva’ya Allah’ın bu ağacı onlara yalnızca bir melek ya da bir ölümsüz olmamaları için yasakladığını söyleyerek içlerine kendi içindeki gibi bir hırs düşürdü. Allah’ın, kendilerine yasak kılacak kadar insan için kötü olan bir şeyi, onlara ölümsüzlük sağlayacak kadar önemli ve güçlü bir meyve sandılar. Ardından bu meyveyi yediler ve birden çırılçıplak bir hale büründüler, cinsel uzuvları ortaya çıktı. Onlar da Allah’ın karşısındaki bu çaresiz ve utanç dolu hallerini, “yine bu ağacın yapraklarıyla” örtmeye çalıştılar. Ardından Allah, Âdem ve Havva’yı cennetinden kovup dünyaya sürgün etti.

Bu kıssanın Kur’an’ın inen 39. suresi olan A’raf suresinde anlatıldığını ve öncesinde iktidar, yönetim ve mülkiyete dair birçok sûre olduğunu söylemiştik. Yani önce yeryüzündeki sorunlardan başlayıp, yaradılışımızın kökenine ilişkin bir final getirilirken konunun aslı açığa kavuşmuş oluyor. Kur’an’ın tamamını ele aldığımızda, Allah’a ait olduğu en çok tekrarlanan olgu, mülkiyettir. Birçok yerde “Leh'ül Mülk (Mülk Allah'ındır)” ya da “göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’a aittir” denilerek bu sık sık hatırlatılır. Allah’ın yalnızca kendisine ait olduğunu bu denli sıklıkla tekrarladığı mülkiyet, insanın yaratılış hikayesinde çok da uzak olmayan bir betimleme olarak ağaç ile simgeselleştirilmiştir. Zira dünyevi anlamda mülkiyetin ana dayanağı toprak ve yeryüzü sahipliğine eş gelmektedir. Âdem ve Havva, (Kadın ve erkek olarak tüm insanlığı temsil eden kavram) Allah’ın yarattığı tüm varlıklar için sonsuz olanaklar sunup da onlara bahşettiği cennetinde, yalnız Allah’a ait olduğu için onlara yasak kılınan ağaçtan bir meyve yemiştir. Yani insanlık, ilk günahını Allah’a ait olan mülkiyete el uzatarak gerçekleştirmiştir. Şeytanın (kötülüğün) kendisini ölümsüz yapacağına inanacak kadar insanın gözünü hırsa bulayan bu güçlü kavramı, insanın kendisine karşı kullanmasındaki etken budur.

İnsanlık tarihinin tamamında mülk, iktidar ve servet sahipleri bir gün öleceklerine ihtimal vermiyormuşçasına kazanma, sahip olma ve ele geçirme tutuklarına dört kolla sarılıp, daha fazlasını istemeye devam etmişlerdir. Mülkiyetin, onları ölümsüz yapacağına inanmışlardır. Hatta bu uğurda yaptıkları zulüm, döktükleri kan ve yaşattıkları vahşete karşın vicdanlarını ve içlerindeki korkularını, Âdem ve Havva’nın ağacın yapraklarıyla kendilerini örttükleri gibi, mülkiyetin kendilerine getirisi olan birtakım unsurlarla örtmeye çalışmışlardır. Bu, bazen para karşılığında tutulmuş bir ordu, bazen satın alınmış bir hâkim, bazen de mevcut iktidarı korumak amacıyla dini kullanmak üzere söylemlerde bulunan bir din adamıdır.

İnsanlık tarihinin ve günümüzün insaniyet problemi olan vicdani körelme, gören gözle görmeme, duyan kulakla işitmeme, çalışan akılla anlamama durumu aslında tam olarak insanın kasıtlı olarak başvurduğu bir yöntemdir. Yani bunların işlevselliğini kaybetmesini, kendi elleriyle yaprakla kapatarak sağlamıştır. Yaprak, şeytanın yani insanın içindeki kötülüğün insani değerlerinin önüne koyduğu hırs ve tutkulardır. Bu hırs ve tutkuların kaynağı ise kendisi ölümsüz yapacakmışçasına çok sevdiği ağaçtaki meyve, yani mülkiyetin ta kendisidir.

İnsan şeytanla, yani kötü olanla mülkiyete el uzatarak birlik olmuştur. Mülk Allah’ındır ve yeryüzünde O’na ait olana el uzatan, sahiplenen ve hatta hadsizce bununla diğer insanlara üstünlük sağlayan insan şeytanın ta kendisidir.

Proudhon’un dediği gibi mülkiyet hırsızlıktır. Ve yapılması gereken çıkarım şudur ki hırsızlık yaparak elde edilmiş olan mülkiyet, bizzat Allah’tan çalınmıştır.

Beran Afat
8 Aralık 2019

0 Yorum: