09 Nisan 2025

,

Kemalist “Komünist”lerin Kayıp Belleğinden Sayfalar


Bay Okuyan, Tuncay Mollaveisoğlu’yla yaptığı söyleşide “biz hiçbir zaman Kemalizmi ‘ilerici’ görmeyen soldan olmadık” diyor.[1]

Kemal Okuyan, Aydemir Güler, Metin Çulhaoğlu’nun imzalarını taşıyan Sosyalist Devrim Teorisi (2005) başlıklı derlemede ise şöyle deniyor:

“Sözgelimi, 15-16 Haziran 1970 Kalkışması, Türkiye işçi sınıfını küçümseyen yaklaşımları aşındırmış, sınıfı görece daha fazla önem verilmesini sağlamıştır. Diğer yandan, 1971 darbesi, ilerici darbe beklentilerini gündemden düşürmüş, kemalizmin ilericiliği yanılsamasının zayıflamasını getirmiştir. Demokratik devrim modellerinde yer alan müttefik listeleri süreç içinde sürekli daralmış, “tarafsızlaştırılacaklar” listesi ise kabarıklaşmıştır.”

Bay Okuyan’ın baş ortağı bay Aydemir Güler, aynı derlemedeki yazısında da soldaki kemalizmle bulaşıklığın sosyalist kimliğin zayıflığından, eklektizmden ve pragmatizmden kaynaklandığını ve kitleselleşmek uğruna yaşanan sağcılaşmayı ifade ettiğini söylüyor:

“Sosyalist İktidar Partisi’nin 1970’lere uzanan kaynaklarında Türkiye solunun sağa kayışına gösterilen direnç bulunur. Solun eş zamanlı olarak hem sağa hem de kitleselleşmeye açılması bir vakıadır. […] Sosyalizm, Türkiye toplumunun verili ideolojik haritasında özgünlükleri ya da farklılıklarıyla değil, verilere yabancı olmadığını vaaz ederek gücünü artırdı. […] Öyle ki, sahip çıkılan temaların sosyalizmle barışıklığı konusunda çoğu zaman ciddi kuşkular da ortaya çıkar. Tipik örneği, kemalizmle ilişkiler alanı sunuyor. Kemalizmin bir resmi ideoloji haline getirilişi, hatta tabulaştırılışı karşısında solda ana refleks, Mustafa Kemal’e Bursa Nutku ile sahip çıkmak olmuştur. Kimliği zayıf olanlar siyasi mücadele verirken kaçınılmaz biçimde pragmatizme, eklektisizme kayarlar. 1970’lerde olan da budur. […] Bizim geleneğimizde kemalizmin tarihsel misyonunun, toplumdaki ve rejimdeki kemalist duyularla alışverişe girebilmek adına tahrif edilmesine itiraz vardır. Somut olarak bizim geleneğimizde Türkiye’de marksizm adına burjuva devrim sürecinin alabildiğine sert eleştirisini gerçekleştiren Yalçın Küçük’ün Türkiye Üzerine Tezler’i vardır.”

Yine aynı yazıda, “Türkiye halkının yurtsever bir ideolojiye derinden bağlı olduğunu söylemek mümkün değildir” deniyor. Ayrıca, “İttihat Terakki’nin yoz diktatörlüğünden, kemalist hareketin kendinden başka siyasal odak bırakmama çabalarından, Serbest Fırka’nın dağıtılmasından, Kürt isyanlarının kıyımla yanıtlanmasından" anti-demokratik uygulamalar olarak söz ediliyor.

Aynı derlemedeki yazısında Metin Çulhaoğlu da tarihsel TKP geleneğini ve MDD çizgisini bütün tarihleri boyunca kemalizmin dışına çıkamamakla eleştiriyor, TİP’i bunlardan ayrıldığı için övüyordu:

“Önce örgütsel anlamda likide olmuş, ama gene de kimi kadroları ayakta kalabilen, 40 yıllık geçmişi kemalizmin gerçek anlamda dışına hiç düşmemiş ama deyim yerindeyse ‘içine’ çok düşmüş bir sosyalist hareket. […] Böyle bir ortamda, örgütü ne denli likide, kadroları ne kadar örselenmiş olursa olsun, sol adına avantajlı olan, kemalizmli solculuk ya da geleneksel TKP çizgisidir. Aynı ortam, marksist kalıntıların kemalizmi, ayrışmaya başlayan kemalistlerin de Kadroculuk sinmiş bir marksizmi yeniden keşfetmeleri açısından dört dörtlük uygun bir ortamdır.”

Çulhaoğlu’na göre, MDD’nin bütün iç tutarsızlıklarının, hatalarının ve yaşadığı bütün parçalanmaların temelinde kemalizmle bu “alışveriş”, marksizmle kemalizmi bağdaştırmaya çalışma çabası vardı. Zira Çulhaoğlu’na göre bu, hiç kimsenin beceremeyeceği bir cambazlıktı:

“Kemalizmle bu alışveriş, MDD çizgisinin 61-71 dönemindeki performansının, hatalarının ve bir bütün olarak yaşadığı parçalanmaların dinamiğini oluşturur. Marksist klasiklerin yaygınlaştığı ve genişçe bir okur kesimine ulaşabildiği koşullarda hem marksizme sahip çıkıp hem de kemalizmle bu denli içli dışlı olabilmek mümkün değildi. Böyle bir cambazlığı kimse beceremezdi. […] MDD, tam tamına kemalizmle karıştırılmış bir sosyalizm modelidir.”

Çulhaoğlu’na göre, kemalizmle bu bulaşıklık, MDD çizgisinin belirli alanlarda bilimsel sosyalizmin oldukça uzağına savrulmasına yol açan “inanılmaz bir ilkellik” sergilemesine yol açmıştır:

“MDD’nin Türkiye’de ve 61-71 dönemindeki on yıllık performansı, yukarıdaki açıkça anti-marksist modelden, bu kez marksist temelli ve MDD’yi daha çok bir iktidar yolu olarak öne çıkaran türevlere doğru evrilmedir. Ancak MDD geçirdiği evrime ve onun sonucunda marksizme genel olarak daha çok yaklaşmasına karşılık, özellikle belirli alanlarda inanılmaz bir ilkellik sergilemiştir. 61-71 MDD’si, çarpık bir sosyalizm modeli varsaymasının dışında, salt bir ideolojik söylem olarak kullanıldığında bile, kemalizmle doğal bağlantıları nedeniyle, bilimsel sosyalizmin oldukça uzağında yer almıştır.”

Tabii ki yine aynı derlemede Bay Güler şunu da vurgulamayı ihmal etmiyor:

“Yanlış yol ile kastettiğim, Türkiye siyasetinde iktidar meşruiyetini açma potansiyeline sahip olmamaktır. Yanlış yolların buluştuğu kavşakta ise anti-kemalizm yazmaktadır. Solun bir burjuva akımıyla yakınlık kurması mümkün değil. Kemalizmi aşmış olmanın yeteceğini söylemeye çalışıyorum. Kemalizmin ‘kökünü kazımaya’ çalışmak ise başka bir şeydir.”

Yani baylarımız, burjuva devlet ideolojisini kesin bir yenilgiye uğratmayı, onun kökünü kazımayı hiçbir zaman akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdir. “Kemalizmin ilericiliği yanılsaması”na, soldaki kemalizm etkisine sözümona çok eleştirel pozlar takındıkları, bunu MDD’ciliğin ideolojik ilkelliğinin kanıtı olarak niteledikleri dönemde bile bugünkü kemalizmle bulaşıklıkta MDD’yi, Mihri Belli’leri bile aşan çizginin temellerini atmayı ihmal etmemişlerdir.

Yine de söylemdeki bu değişikliği nasıl açıklamak gerekir? Bunun açıklaması tam olarak kendilerinin MDD’ciliği eleştirirken dile getirdikleri olgulardır: komünist kimliğin zayıflığı, eklektizm, pragmatizm, kitleselleşmek uğruna kitlelerin mevcut bilincinin önünde secdeye varmak, ilkeleri unutmak, sağcılaşmak, kısacası her zaman Perinçek’lerden, Yalçın Küçük’lere bütün oportünistleri akıl almaz gericiliklere savuran kitle kuyrukçuluğu. Zira AKP iktidarının belli bir noktasından itibaren (anti-kemalist, cumhuriyet düşmanı vb. olarak görülen AKP’ye de tepki olarak) yapılan bütün kamuoyu yoklamalarında kendilerini “kemalist” olarak niteleyenlerin oranı büyük bir artış göstermiştir. Bu durumda da oportünist “sosyalist devrimciler”imizin düne kadar “marksist” pozlarla eleştirir göründükleri kemalizm ilgileri -kendilerinin “MDD”cileri aşağılamak için kullandıkları ifadeyle- bir kez daha fena halde “depreşmiştir”. Dünkü zorlama “Marksist" pozlarını, kendi geleneklerinin (1. ve 2. TİP ve “Sosyalist İktidar” geleneğini) diğer geleneklerden en önemli ayrım noktalarından biri olarak “kemalizme sert eleştirelliği” gösterme çabalarını “kitleselleşme fırsatı” uğruna bir çırpıda “unutuvermiş”lerdir.

Her tarihsel dönemeçte keskin ideolojik dönüşler yapmakta mahir olan oportünistlerin bellekleri kaçınılmaz olarak böyle boşluklarla doludur. Kendilerini Türkiye’nin en tutarlı, en ileri “sosyalist devrim teorisyenleri” olarak göstermek için bütün “teorik” yeteneklerini döktürmeye çalıştıkları bu kitabı bugün tekrar yayınlamakta isteksiz olmalarının nedeni de hiç şüphesiz budur.

Ek not:

Bu derlemede yer alan 1988 tarihli yazısında “Kemalizmli solculuk”u imkansız bir ideolojik cambazlık ve MDD’nin ideolojik ilkelliğinin ve iflah olmaz tutarsızlıklarının baş nedeni olarak gösteren Çulhaoğlu, zamanla “Türkiye’de proletarya diktatörlüğü dahil her türlü diktatörlüğün beslenebileceği tek kaynak İttihatçı-Kemalist gelenektir" gibi kemalizmi sosyalizmle bağdaştırma cambazlığında en kaba MDD’cilerin, Mihri Belli vb.lerin bile ortaya atmaya utanabileceği safsatalar üreten bir konuma gelmiştir.

Gelenek dergisinde İttihatçı ve Kemalist “tarihsel birikim” ile günümüz solunun ilişkisinin ne olması gerektiğini ele alan bir yazıda Çulhaoğlu, aynı şeyi hiç bir “şaka” içermeyen bir şekilde vurguluyor ve bu konuda kopuş kadar sürekliliğin de olmak zorunda olduğunu belirtiyor:

“Daha açığı şudur: Adına ister proje, ister vizyon, ister kurgu deyin, Türkiye’de herhangi bir sosyalist iktidar ve onu izleyecek sosyalist kuruluş, bu ülkenin kendi burjuva devrimi ile bir süreklilik-kopuş ilişkisi içinde olacaktır.”[2]

Hatta Çulhaoğlu'nun aynı yazıda belirttiğine göre, bugün Türkiye'de “bütün ülkelerin işçileri birleşin” sloganını atabilmemizi bile “Cumhuriyet’in kazanımları”na borçluymuşuz:

“[…] ‘Canım Cumhuriyet’in kazanımları, örneğin ‘egemen ulus devlet’ bir altlık olarak sosyalizm için o kadar da önemli mi’ diye? sorulabilir. Önemli ki ‘bütün ülkelerin işçileri birleşin’ sloganını atabiliyoruz.”

Bay Kemal, yazının başında aktardığımız cümlenin sadece son iki sözcüğünde doğruyu söylüyor.

Kızıl Okuyucu
7 Nisan 2025
Kaynak

Dipnotlar:
[1] “Biz O Solun Parçası Olmadık”, 4 Nisan 2025, 12punto.

[2] Metin Çulhaoğlu, “Türkiye’nin Düzeni: Var mı?”, Mayıs 2008, Gelenek.

0 Yorum: