Bay
Okuyan, Tuncay Mollaveisoğlu’yla yaptığı söyleşide “biz hiçbir zaman Kemalizmi ‘ilerici’
görmeyen soldan olmadık” diyor.[1]
Kemal
Okuyan, Aydemir Güler, Metin Çulhaoğlu’nun imzalarını taşıyan Sosyalist
Devrim Teorisi (2005) başlıklı derlemede ise şöyle deniyor:
“Sözgelimi, 15-16 Haziran
1970 Kalkışması, Türkiye işçi sınıfını küçümseyen yaklaşımları aşındırmış,
sınıfı görece daha fazla önem verilmesini sağlamıştır. Diğer yandan, 1971
darbesi, ilerici darbe beklentilerini gündemden düşürmüş, kemalizmin
ilericiliği yanılsamasının zayıflamasını getirmiştir. Demokratik devrim
modellerinde yer alan müttefik listeleri süreç içinde sürekli daralmış, “tarafsızlaştırılacaklar”
listesi ise kabarıklaşmıştır.”
Bay
Okuyan’ın baş ortağı bay Aydemir Güler, aynı derlemedeki yazısında da soldaki
kemalizmle bulaşıklığın sosyalist kimliğin zayıflığından, eklektizmden ve
pragmatizmden kaynaklandığını ve kitleselleşmek uğruna yaşanan sağcılaşmayı
ifade ettiğini söylüyor:
“Sosyalist İktidar Partisi’nin
1970’lere uzanan kaynaklarında Türkiye solunun sağa kayışına gösterilen direnç
bulunur. Solun eş zamanlı olarak hem sağa hem de kitleselleşmeye açılması bir
vakıadır. […] Sosyalizm, Türkiye toplumunun verili ideolojik haritasında
özgünlükleri ya da farklılıklarıyla değil, verilere yabancı olmadığını vaaz
ederek gücünü artırdı. […] Öyle ki, sahip çıkılan temaların sosyalizmle
barışıklığı konusunda çoğu zaman ciddi kuşkular da ortaya çıkar. Tipik örneği,
kemalizmle ilişkiler alanı sunuyor. Kemalizmin bir resmi ideoloji haline
getirilişi, hatta tabulaştırılışı karşısında solda ana refleks, Mustafa Kemal’e
Bursa Nutku ile sahip çıkmak olmuştur. Kimliği zayıf olanlar siyasi mücadele
verirken kaçınılmaz biçimde pragmatizme, eklektisizme kayarlar. 1970’lerde olan
da budur. […] Bizim geleneğimizde kemalizmin tarihsel misyonunun, toplumdaki ve
rejimdeki kemalist duyularla alışverişe girebilmek adına tahrif edilmesine
itiraz vardır. Somut olarak bizim geleneğimizde Türkiye’de marksizm adına
burjuva devrim sürecinin alabildiğine sert eleştirisini gerçekleştiren Yalçın
Küçük’ün Türkiye Üzerine Tezler’i vardır.”
Yine
aynı yazıda, “Türkiye halkının yurtsever bir ideolojiye derinden bağlı olduğunu
söylemek mümkün değildir” deniyor. Ayrıca, “İttihat Terakki’nin yoz
diktatörlüğünden, kemalist hareketin kendinden başka siyasal odak bırakmama
çabalarından, Serbest Fırka’nın dağıtılmasından, Kürt isyanlarının kıyımla
yanıtlanmasından" anti-demokratik uygulamalar olarak söz ediliyor.
Aynı
derlemedeki yazısında Metin Çulhaoğlu da tarihsel TKP geleneğini ve MDD
çizgisini bütün tarihleri boyunca kemalizmin dışına çıkamamakla eleştiriyor,
TİP’i bunlardan ayrıldığı için övüyordu:
“Önce örgütsel anlamda likide
olmuş, ama gene de kimi kadroları ayakta kalabilen, 40 yıllık geçmişi
kemalizmin gerçek anlamda dışına hiç düşmemiş ama deyim yerindeyse ‘içine’ çok
düşmüş bir sosyalist hareket. […] Böyle bir ortamda, örgütü ne denli likide,
kadroları ne kadar örselenmiş olursa olsun, sol adına avantajlı olan,
kemalizmli solculuk ya da geleneksel TKP çizgisidir. Aynı ortam, marksist kalıntıların
kemalizmi, ayrışmaya başlayan kemalistlerin de Kadroculuk sinmiş bir marksizmi
yeniden keşfetmeleri açısından dört dörtlük uygun bir ortamdır.”
Çulhaoğlu’na
göre, MDD’nin bütün iç tutarsızlıklarının, hatalarının ve yaşadığı bütün
parçalanmaların temelinde kemalizmle bu “alışveriş”, marksizmle kemalizmi
bağdaştırmaya çalışma çabası vardı. Zira Çulhaoğlu’na göre bu, hiç kimsenin
beceremeyeceği bir cambazlıktı:
“Kemalizmle bu alışveriş,
MDD çizgisinin 61-71 dönemindeki performansının, hatalarının ve bir bütün
olarak yaşadığı parçalanmaların dinamiğini oluşturur. Marksist klasiklerin
yaygınlaştığı ve genişçe bir okur kesimine ulaşabildiği koşullarda hem
marksizme sahip çıkıp hem de kemalizmle bu denli içli dışlı olabilmek mümkün
değildi. Böyle bir cambazlığı kimse beceremezdi. […] MDD, tam tamına kemalizmle
karıştırılmış bir sosyalizm modelidir.”
Çulhaoğlu’na
göre, kemalizmle bu bulaşıklık, MDD çizgisinin belirli alanlarda bilimsel
sosyalizmin oldukça uzağına savrulmasına yol açan “inanılmaz bir ilkellik”
sergilemesine yol açmıştır:
“MDD’nin Türkiye’de ve 61-71
dönemindeki on yıllık performansı, yukarıdaki açıkça anti-marksist modelden, bu
kez marksist temelli ve MDD’yi daha çok bir iktidar yolu olarak öne çıkaran
türevlere doğru evrilmedir. Ancak MDD geçirdiği evrime ve onun sonucunda
marksizme genel olarak daha çok yaklaşmasına karşılık, özellikle belirli
alanlarda inanılmaz bir ilkellik sergilemiştir. 61-71 MDD’si, çarpık bir
sosyalizm modeli varsaymasının dışında, salt bir ideolojik söylem olarak
kullanıldığında bile, kemalizmle doğal bağlantıları nedeniyle, bilimsel
sosyalizmin oldukça uzağında yer almıştır.”
Tabii
ki yine aynı derlemede Bay Güler şunu da vurgulamayı ihmal etmiyor:
“Yanlış yol ile kastettiğim,
Türkiye siyasetinde iktidar meşruiyetini açma potansiyeline sahip olmamaktır. Yanlış
yolların buluştuğu kavşakta ise anti-kemalizm yazmaktadır. Solun bir burjuva
akımıyla yakınlık kurması mümkün değil. Kemalizmi aşmış olmanın yeteceğini söylemeye
çalışıyorum. Kemalizmin ‘kökünü kazımaya’ çalışmak ise başka bir şeydir.”
Yani
baylarımız, burjuva devlet ideolojisini kesin bir yenilgiye uğratmayı, onun
kökünü kazımayı hiçbir zaman akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdir. “Kemalizmin
ilericiliği yanılsaması”na, soldaki kemalizm etkisine sözümona çok eleştirel
pozlar takındıkları, bunu MDD’ciliğin ideolojik ilkelliğinin kanıtı olarak
niteledikleri dönemde bile bugünkü kemalizmle bulaşıklıkta MDD’yi, Mihri Belli’leri
bile aşan çizginin temellerini atmayı ihmal etmemişlerdir.
Yine
de söylemdeki bu değişikliği nasıl açıklamak gerekir? Bunun açıklaması tam
olarak kendilerinin MDD’ciliği eleştirirken dile getirdikleri olgulardır:
komünist kimliğin zayıflığı, eklektizm, pragmatizm, kitleselleşmek uğruna
kitlelerin mevcut bilincinin önünde secdeye varmak, ilkeleri unutmak,
sağcılaşmak, kısacası her zaman Perinçek’lerden, Yalçın Küçük’lere bütün
oportünistleri akıl almaz gericiliklere savuran kitle kuyrukçuluğu. Zira AKP
iktidarının belli bir noktasından itibaren (anti-kemalist, cumhuriyet düşmanı
vb. olarak görülen AKP’ye de tepki olarak) yapılan bütün kamuoyu yoklamalarında
kendilerini “kemalist” olarak niteleyenlerin oranı büyük bir artış
göstermiştir. Bu durumda da oportünist “sosyalist devrimciler”imizin düne kadar
“marksist” pozlarla eleştirir göründükleri kemalizm ilgileri -kendilerinin “MDD”cileri
aşağılamak için kullandıkları ifadeyle- bir kez daha fena halde “depreşmiştir”.
Dünkü zorlama “Marksist" pozlarını, kendi geleneklerinin (1. ve 2. TİP ve “Sosyalist
İktidar” geleneğini) diğer geleneklerden en önemli ayrım noktalarından biri
olarak “kemalizme sert eleştirelliği” gösterme çabalarını “kitleselleşme
fırsatı” uğruna bir çırpıda “unutuvermiş”lerdir.
Her
tarihsel dönemeçte keskin ideolojik dönüşler yapmakta mahir olan
oportünistlerin bellekleri kaçınılmaz olarak böyle boşluklarla doludur.
Kendilerini Türkiye’nin en tutarlı, en ileri “sosyalist devrim teorisyenleri”
olarak göstermek için bütün “teorik” yeteneklerini döktürmeye çalıştıkları bu
kitabı bugün tekrar yayınlamakta isteksiz olmalarının nedeni de hiç şüphesiz
budur.
Ek
not:
Bu
derlemede yer alan 1988 tarihli yazısında “Kemalizmli solculuk”u imkansız bir
ideolojik cambazlık ve MDD’nin ideolojik ilkelliğinin ve iflah olmaz
tutarsızlıklarının baş nedeni olarak gösteren Çulhaoğlu, zamanla “Türkiye’de proletarya
diktatörlüğü dahil her türlü diktatörlüğün beslenebileceği tek kaynak
İttihatçı-Kemalist gelenektir" gibi kemalizmi sosyalizmle bağdaştırma
cambazlığında en kaba MDD’cilerin, Mihri Belli vb.lerin bile ortaya atmaya
utanabileceği safsatalar üreten bir konuma gelmiştir.
Gelenek
dergisinde İttihatçı ve Kemalist “tarihsel birikim” ile günümüz solunun
ilişkisinin ne olması gerektiğini ele alan bir yazıda Çulhaoğlu, aynı şeyi hiç
bir “şaka” içermeyen bir şekilde vurguluyor ve bu konuda kopuş kadar
sürekliliğin de olmak zorunda olduğunu belirtiyor:
“Daha açığı şudur: Adına
ister proje, ister vizyon, ister kurgu deyin, Türkiye’de herhangi bir sosyalist
iktidar ve onu izleyecek sosyalist kuruluş, bu ülkenin kendi burjuva devrimi
ile bir süreklilik-kopuş ilişkisi içinde olacaktır.”[2]
Hatta
Çulhaoğlu'nun aynı yazıda belirttiğine göre, bugün Türkiye'de “bütün ülkelerin
işçileri birleşin” sloganını atabilmemizi bile “Cumhuriyet’in kazanımları”na
borçluymuşuz:
“[…] ‘Canım Cumhuriyet’in
kazanımları, örneğin ‘egemen ulus devlet’ bir altlık olarak sosyalizm için o
kadar da önemli mi’ diye? sorulabilir. Önemli ki ‘bütün ülkelerin işçileri
birleşin’ sloganını atabiliyoruz.”
Bay
Kemal, yazının başında aktardığımız cümlenin sadece son iki sözcüğünde doğruyu
söylüyor.
Kızıl Okuyucu
7
Nisan 2025
Kaynak
Dipnotlar:
[1] “Biz O Solun Parçası Olmadık”, 4 Nisan 2025, 12punto.
[2]
Metin Çulhaoğlu, “Türkiye’nin Düzeni: Var mı?”, Mayıs 2008, Gelenek.
0 Yorum:
Yorum Gönder