Siz,
orta sınıfa mensup bir ailenin ferdiydiniz, ama çocukken proletarya saflarına
katıldınız.
Evet
doğrudur, ailem orta sınıfla ilişkiliydi, zira babam, Suriye’ye göç etmeden
önce orta sınıfa mensup bir kişiydi. Ailem, orta sınıfla arasındaki tüm bağları
koparttı. Geçmişle gerçek arasındaki çelişkinin bedelini ödemek, biz çocuklara
düştü. Dolayısıyla, sınıfımın üyeleriyle ilişkilerim dostane değil, kavgacı bir
ilişkiydi.
Proletaryanın
saflarına katıldığımın bilincinde ve idrakinde değildim. Aslında gerçek bir
proleter sayılmazdım, proletaryanın sınırlarında yaşayan, üretim mekanizmasının
parçası olmayan, “lümpen proletarya” dediğimiz kesimin bir üyesiydim. Ama sonra
proletaryanın ideolojisini anlama imkânı buldum. Gene de o dönemde
proletaryanın parçası olduğumu söyleyemem.
Ama
siz, meselelere ve gerçekliğe ezilenlerin gözünden bakmaya başlamışsınız.
Evet,
öyle de denilebilir. Gene de bilimsel ve analitik bir bakış açısına sahip
değildim. Görüşlerimi daha çok duygu temelinde dile döküyordum.
Bu
noktada FHKC’nin doğduğu 1967 yılına geri dönelim. Örgüt, o dönem ne tür
görüşlere sahipti, yeni bir örgüt kurulmasının sebepleri nelerdi?
Aslında
FHKC, yeni bir örgüt değildi. O, aslında benim de üyesi olduğum Arap Milliyetçi
Hareketi’nin Filistin koluydu. İlk başta 1967 yılında hareketin üyelerince
teşkil edildi. Halk Cephesi, Arap dünyasının politik sahnenin merkezine
oturması sebebiyle kuruldu. Hareketin Filistin kolu epey büyüdü. Liderleri de
üyelerinin zihin yapıları da değişti. Süreç içerisinde ben de Halk Cephesi
üyesi oldum. Cepheye iştirak etmemin sebebi, onun bir parti olarak Filistin’de
çalışma yürüten diğer politik örgütlere kıyasla gelişkin bir aşamada olmasıydı.
Bu örgüt üzerinden geleceğe dair görüşlerimi somutlama imkânı bulabileceğimi
düşündüm. Halk Cephesi’ne bu sebeple katıldım.
Örgütün
Hedef isimli gazetesinin yayın yönetmeni olarak üstlendiğiniz rolü nasıl
değerlendiriyorsunuz, örgütün kitleleri harekete geçirme yöntemi konusunda
neler söylersiniz?
Neticede
ben, bu örgütün üyesiydim. Esasında söz konusu örgüt, kendi iç sistemi ve
politik stratejisi olan bir parti olarak kurulmuştu. Örgüt, aynı zamanda
demokratik ilkeleri temel alan bir örgütsel ve liderlik stratejisine sahipti.
Bu sebeple, liderlik bana bu özel görevi verdiğinde onu üstlenmek zorundaydım.
Ben,
Halk Cephesi Merkezi Enformasyon Komitesi’nin üyesiyim. Hedef, Cephe’nin
medya yapılanmasının bir parçası. Bizim anlayışımıza göre, medya salt propagandayla
sınırlı bir şey değil. Eğitim gibi faaliyet alanlarını da kapsıyor. Hedef’in
sorumlusu ben değilim. Bu görev, Merkezi Medya Komitesi’nde. Ben, gazetede bu
komiteyi temsil ediyorum.
Pratikte
ben, Hedef’in örgütsel yönüyle alakalıyım. Bir de Hedef’i okuyup
değerlendiren, makale kaleme alan, editör kaleminden çıkan yazıları tartışan
bir komitemiz var. Cephe, buna benzer on kadar kuruma ve departmana sahip. Bizim
kurumumuz muhtemelen en küçüğü. Ayrıca Halk Cephesi içerisinde kamplardaki toplumsal
ve politik faaliyetleri üstlenen gruplar var. Askeri mücadele alanında çalışan,
başka kamplarda faal olan ekiplere de sahibiz. Hepimiz birbirimizi
tamamlıyoruz. Örgütlenme sahasında, yani konferansların, eğitim programlarının,
toplantıların, kitleyle temasların örgütlendiği alanda çalışanlar, gazetemizi
Halk Cephesi’nin bakış açısını dile getirmek için kullanıyorlar. Bu yoldaşlar,
aynı zamanda kitleler konusunda bizimle istişare ediyorlar. Halk Cephesi, bu ekipler
ve gruplar arasındaki dinamik ilişkiler neticesinde kitlesel seferberlik
kampanyası yürütme imkânı buluyor.
Gazeteden
biraz bahsedebilir misiniz?
Gazetede
çalışmak çok stresli bir iş. Önümüzdeki hafta yayınlanacak sayıyı
bitiremediğimde epey stres yaşıyorum. Böyle bir gazetede çalışmak hem yorucu hem
de ürkütücü bir şey. Gazetenin son cümlesine noktayı koyduğunuz an bir
görüyorsunuz ki daha yirmi boş sayfa var. Ayrıca her bir satır, her bir başlık
ve her bir resim Cephe üyelerince tartışılıyor. En ufak bir hata tespit
ediliyor. Gazete, sonrasında eleştiri süzgecinden geçiriliyor. Bu tür bir
gazetede çalışmak, sıradan bir gazetede çalışmak gibi değil. Sıradan bir gazetede
sadece işinizi yaparsınız, bizim gazetemizde en ufak detaylar Cephe içerisinde gazeteyi
okuyup eleştirmekle görevli ekiplerce irdeleniyor. Dolayısıyla, üyeleri Cephelilerden
oluşan böylesine büyük bir mahkemenin huzurunda, bu türden kapsamlı bir işi
yapmak çok zor. İnsan, o yüzden daha çok çalışma gereksinimi duyuyor.
Bir
de tabii gelişmekte olan bir ülkede yaşadığımız gerçeği var. Direniş hareketinde,
bizim gibi bir örgütte her departman, yetenek ve becerileri olan “insanlar”ı
örgütlemeye çalışıyor ki bu insan topluluğu ne kadar ufak olursa olsun verilen
işleri layıkıyla yerine getirebilsin. Bu insanların işi bitirmeyi ve kendisine
verilen görevleri yerine getirmeyi asli hasletler olarak görmeleri gerekiyor.
Hedef’te
çalışan insan sayısı çok az. Cephe’den çalışacak daha fazla insan istediğimizde
şu cevabı alıyoruz: “Bize iki-üç çalışanınızı gönderin, onları taban
çalışmalarına dâhil edelim, taban çalışması gazete çalışmasından daha önemli.”
Biz de çalışanlarımızı almasınlar diye susuyoruz, bir talepte bulunmuyoruz. Hedef’i
yayına hazırlayan sayısının üç olduğunu söylesem kimse inanmaz mesela. Bu durum
üç yıldır devam ediyor. Bazen ekstra yardım için dördüncüyü buluyoruz, sonra bu
kişi bizden ayrılıyor, birini daha buluyoruz, bu hikâye bu şekilde tekrarlanıp
duruyor.
O
zaman gece gündüz çalışıyorsunuz.
Evet.
Hiçbir meslektaşımın günde 13-14 saatten fazla çalıştığını sanmıyorum ben. Ne tatilimiz
var, ne eleştiriler konusunda merhamet gösterenimiz. Örgütümüzdeki insanlar,
hükümet içerisinde çalışanlar, diğer gazetedekiler, bizi eleştirip duruyorlar.
Hedef sizce
ilerici bir gazete midir, teorik-politik açıdan bakıldığında ilerici bir gazete
olarak görülebilir mi?
Evet
öyle. Ben, aynı zamanda bu özelliğinin soruna yol açtığını düşünüyorum. Gazeteyi
övmek değil derdim, ama kimse, böylesine derinlikli politik ve teorik görüşleri
bu kadar basit bir dille ifade edemez. Bu beceri çok az insanda var. Halk
Cephesi, derinlikli fikirlerini herkesin okuduğunda hemen anlamasını sağlayacak
basitlikte aktarabilen iki insana sahip. Bu insanlardan biri Corç Habeş. Diğeri
de bir askeri liderimiz. Kendisi, muhteşem yazılar kaleme alıyor. Kişi, bu
konuda gerekli pratiği yoksa fikirlerini yazı yoluyla kolay kolay aktaramıyor. Tabandan
bu konuda eleştiriler alıyoruz. “Gazetede çıkan yazıları anlayamıyoruz”
diyorlar. Bu sebeple, meseleleri daha basit ve kolay anlaşılır bir dille
aktarmamız gerekiyor.
Gazetenin
hazırlık süreci, tam da bu sebeple çok uzun sürüyor. Gazeteyi sürekli gözden
geçiriyoruz, yazım sonrası belirli ifadeleri basitleştiriyoruz. Bence Cephe iç
yayınlar çıkartırsa yükümüz epey hafifler, gazete faaliyetimiz devam eder. İç yayın,
meseleleri rahat anlaşılır bir dille aktarır, görüşleri basit ifadelerle dile döker.
Bizim gazete gibi bir merkezi yayının bu türden iç yayınları taklit etmesi zor,
çünkü bizim işimizi ciddiyetle yürütmemiz gerekiyor. Bunu yaparken de karmaşık
politik görüşleri aktaran makalelerin sayısını sınırlamak, böylelikle bu tür
makalelere daha az yer yermek, daha çok politik kampanyalara odaklanmak zorunda
kalıyoruz.
Gazetenizde
şiir gibi edebi çalışmalara yer veriyor musunuz?
Gazetemizde
edebiyat çalışmalarına, film eleştirisine, tiyatroya, resme, sanatsal
faaliyetlere ayrılmış iki sayfa var. Daha önce bahsini ettiğimiz gazeteciler
epey popülerler, çünkü Cephe’nin birçok üyesi bu iki sayfada çıkan çalışmalar
sayesinde sol çizgiyi idrak etme imkânı buluyor.
Hiç
kısa hikâyelerinizi yayımladınız mı?
Hedef’te
çalışmaya başladığımdan beri yazmaya hiç vakit bulamıyorum. Umm Saad ismini
taşıyan yaşlı kadınla ilgili iki hikâyemi yayımlayabildim sadece. Edebiyat çalışmalarıma
fazla vakit ayıramıyorum, bu da beni epey rahatsız ediyor.
Daha
fazla çalışma kaleme almak istiyorsunuz sanırım?
Genelde
ofisten çıkıp eve gittiğimde daktilonun başına geçip bir şeyler yazacak takati
kendimde bulamıyorum. Ben de oturup kitap okuyorum. Günde en az iki saat kitap
okumam lazım, kitapsız yapamam. Ama kitap okuyunca ya gidip yatıyorum ya da oturup
aptalca bir filmi izliyorum, onca işin ardından hiçbir şey yazamıyorum.
Son
dönemde Cephe içerisinde yaşanan gelişmeler, örgütün askeri faaliyetlerle
meşgul olan bir kolektiften çok tartışmalara boğulmuş bir kolektife dönüştüğü
gerçeğini mi ortaya koyuyor?
Hayır,
ben bu görüşünüze katılmıyorum. Cephe içerisinde biz, “Her politikacı savaşçı,
her savaşçı politikacıdır” mottosunu savunan bir stratejik hattı her daim, ısrarla
savunduk. Bugün sizin tanık olduğunuz olgu, sadece bizimle sınırlı bir şey
değil. Bu durumun oluşmasının sebebi, Filistin direniş hareketinin bugün mevcut
dönem içerisinde bizi yok etmeye çalışan nesnel koşullara bağlı olarak çöküş
sürecine girmiş olmasıdır. Biz, Eylül 1970’ten beri çöküş sürecindeyiz. Bu hâl,
bizim askeri faaliyetlerimizi yoğunlaştırmamıza, sayısal olarak artırmamıza
mani oluyor. Ama bu da demek değil ki askeri eylemlerimizi durduracağız. Bu tespitim,
genel anlamda direniş hareketi için de geçerli.
Biz
Halk Cephesi olarak, askeri operasyonlarımızı son iki yıl içerisinde Gazze’de,
Batı Şeria’da ve İsrail’de yoğunlaştırdık. Ama İsrail, bu operasyonları
gizlemeye çalışıyor. Oysa onca iddiaya rağmen faaliyetlerimiz sürüyor. Güney Lübnan’da
da üslerimiz var, Ürdün’deki gericilere karşı gizli bir halk savaşı yürütme
konusunda gerekli hazırlıkları yapıyoruz. Bunlara rağmen, içinde yaşadığımız
çöküş süreci ve genel baskı koşulları, Arap hükümetlerinin eseri. Bu hükümetlerin
yapıp ettikleri tüm kamuoyunu etkiliyor. Halk, bir şekilde bizim askeri
faaliyetleri durdurduğumuzu sanıyor. Oysa bu çıkarım tümüyle yanlış.
Sizin
görüşünüze göre bu çöküş süreci, belirli bir politik hatta işaret etmeksizin, ayrımsız
tüm Filistinlileri nasıl etkiliyor?
Politik
hareketler insanlar gibidir. Bir kişi sağlıklıysa, ünlüyse ve zenginse etrafında
dostları olur, herkes onu destekler. Ama yaşlanıp hastalanır, parasını da yitirirse
dostları uzaklaşır.
Biz
de bir direniş hareketi olarak böylesi bir aşamadan, tabiri caizse cansızlık
aşamasından geçiyoruz. Filistinli bireyler, son birkaç yıldır hayallerinin suya
düştüğünü düşünüyorlar. Bu, insana acı veren bir his, ben de bilirim. Kanaatimce
birçok yoldaşım da benim şu görüşümü paylaşıyor: bu aşama geçici.
Filistinliler,
birkaç yıl içerisinde yenmemizin mümkün olmadığı, büyük bir düşmanla savaştığımızı,
savaşın uzun soluklu olduğunu, birkaç kez yenilgiyi tadacağımız gerçeğini bir
şekilde anlıyorlar. Bu açıdan, Filistinlilerin Filistin devrimine bağlılıkları bugünkü
gibi kırılgan ve duygu temelli olmamalı. Süreç içerisinde bu durum illaki
değişecektir.
İlk
zaferimizi elde ettiğimiz vakit kitleleri harekete geçireceğimize inanıyorum. Bu
zaferin elde edileceğine dair güvenim sonsuz. Bu düştüğümüz, cansızlaştığımız
dönem bizi korkutmuyor. Arap liderlerinin ve Arap medya sözcülerinin kitlelere
vaatlerde bulunduğu, kolaylıkla elde edilebilen zaferleri göklere çıkarttıkları
koşullarda bu gayet normal. Bugün birçok Arap, bu vaatlerin kitleleri
yanılttığını, yanlışa sevk ettiğini gördü. Dolayısıyla, ben bu
Filistinlilerdeki cansızlık hâlinin sürecin doğal bir bileşeni olduğuna ve
kendisini tekrar tekrar dışa vurduğuna inanıyorum. İçinde yaşadığımız bu
aşamayı gelecekte aşacağımızı, kitlelerin devrime olan bağlılıklarının öncesine
göre daha da güçleneceğini biliyorum.
Cephe
liderleri ve siz, 1967’de, 1968’de ve 1969’da fazla iyimser olduğunuzu
düşünüyor musunuz? Bu çatışmayı kolay bir mücadeleyi gerekli kılan bir çatışma
olarak mı gördünüz?
Hayır,
öyle görmedik. Esasında Halk Cephesi, ortadaki sorunun hiç de kolay olmadığını söyleyen
yazılı belgeleriyle kitleleri uzun zamandır uyarıyor. Cephe, aynı zamanda
birkaç kez yenilgiyle yüzleşileceği, kitlelerin kan deryalarıyla, birçok acıyla
ve kıyımla sınanacağı konusunda uyarıda bulunuyor. Birçok kez dile getirdiğimiz
üzre, Filistin devriminin liderleri bu zamana dek kitlelere hep kolay zaferler
vaat ettiler.
İyimserlik
meselesine gelince, biz fazlasıyla iyimseriz. Bilimsel açıdan bakıldığında,
ayrıca zarfa değil de mazrufa baktığımızda, bu açıdan, tarihsel hareketliliğin
ölçüsü olarak direniş hareketi denilen gerçek üzerinden değerlendirildiğinde, bugünkü
mevcut durumumuz, içinde olduğumuz bu zor mücadele en alt seviyede olsa bile, 1967,
1968 ve 1969’daki durumumuzdan daha iyi.
0 Yorum:
Yorum Gönder