23 Haziran 2022

,

Kadının İlgası


Norveçli bir feminist, erkekle kadın arasındaki biyolojik farklılığa işaret ettiği için üç yıl hapis cezasıyla karşı karşıya.

Bugünlerde feminizm, muazzam bir politik baskı altında. Feministler, hem devletin baskılarıyla hem de kendilerini trans lubunya aktivistleri olarak adlandıran kişilerin saldırılarıyla yüzleşiyorlar. Norveçli bir feminist, geçenlerde Twitter’da kadının erkek olamayacağını söyledi diye üç yıl hapis cezası alacak. Toplumda giderek derinleşen gelişme bağlamında bu, epey önemli bir örnek aslında.

Nefret Söylemi mi?

Christina Ellingsen, Kadının Beyanı Enternasyonali isimli kadın hakları örgütünün sözcüsü. Geçenlerde bir trans ve biyolojik olarak erkek olan bir kişi, Twitter’da kendisiyle girdiği tartışmanın ardından, Christina’yı ihbar etti. Bu aktivist, kendisini lezbiyen kadın olarak tanımlayınca, Ellingsen “erkeklerin lezbiyen olabileceğini neden düşündüğünü” sordu kendisine. Bunun üzerine ihbar edildi.

Norveç’te nefret söylemi kanunu, 2021’den beri toplumsal cinsiyet kimliklerini bir bütün olarak kapsıyor. Bugün mahkeme, Ellingsen’in biyolojinin temel ilkesine işaret eden itirazının “nefret söylemi” olup olmadığına karar vermek durumunda.

Uluslararası Af Örgütü de trans aktivistten yana saf tuttu. Af Örgütü, Ellingsen’in aktivisti “taciz” etmekle suçladı. Televizyondaki tartışmada feminist, transa “sen erkeksin. Anne olamazsın” dedi.

Twitter’da bir kullanıcı, şu yorumu yaptı: “Biyoloji, bugünlerde nefret söylemi olarak görülüyor. Ortaçağ’a doğru adım adım ilerliyoruz.”

Cinsiyetlere Saldırı

Trans kişilerle feministler arasındaki çatışma, ilkin ABD’de baş gösterdi. Tartışma, Harry Potter’ın yazarı J. K. Rowling’in “eskiden ‘rahimsiz insanlar’ gibi bir terimin olup olmadığını sormasıyla gündeme oturmuştu.

Asıl kavga, “kadın” kavramı üzerinde yaşanıyor ve bu kavram keyfe keder bir biçimde kullanılıyor. Bazı ülkelerde erkekler de kendilerini “kadın” olarak niteliyorlar. Son yüz yıldır somut haklar için mücadele yürütmüş feministlerse bu durumun kadına yönelik bir saldırı olduğunu düşünüyorlar.

Bugün feministler, muazzam bir baskı altındalar. Trans aktivistlerin saldırgan dilini benimsemeyenler, “transfobik” olarak yaftalanıyorlar ve bu konuda her türlü eleştiri susturulmaya çalışılıyor.

Feministlerin boynuna asılan yaftada büyük harflerle “TERF” yazıyor. “Transları dışlayan radikal feminizm” anlamına gelen bu ifade, politik güçlerin desteklediği ideoloji tarafından da benimseniyor. Gidişat, kadınlara tahsis edilmiş özel mekânların da ortadan kalkması yönünde.

Donna Krasniqi Sosyal Demokrat Parti içerisinde söz konusu gelişmeye karşı çıkan kesimin öncülüğünü üstlenen isimlerden. Partinin Mayıs başında düzenlediği kadın konferansında kendisinin büyük bir baskı altında olduğu görülüyor.

Konuşma sonrası Viyana Çalışma Odası eğitim dairesi başkanı İlkim Erdost, Krasniqi’yi, “bağımlı profili çizmek”le ve “saygısızlık”la itham etti. Haziran 2021’de parti, kişinin kendi cinsiyetini belirleyebileceğini söyleyen bir karar aldı. Anlaşılan, Norveç daha da ileride.

Transtan Siborga

Bu tartışmada pek dikkat çekmeyen mesele ise trans ideolojisi ile transhümanizm arasındaki (muhtemel) bağ.

Eğer insanlar, devasa bir makine içerisindeki küçük bir mekanik dişli olacaksa, yani insanlıktan çıkıp, daha fazla makine niteliği kazanacaksa, mantıken onun cinsel kimliğinden de soyunması gerekiyor. İleride ne kadın ne de erkek olacak, sadece siborglar olacak.

Söz konusu gelişmenin başlangıç noktası, Donna Haraway’in 1985 tarihli Siborg Manifestosu isimli posthümanist metni. Kitabın son cümlesi şu şekilde: “Tanrıça olmaktansa, siborg olmayı tercih ederim.”

Thomas Oysmüller
31 Mayıs 2022
Kaynak

0 Yorum: