25 Haziran 2022

Direnişin STK’laşması

Direnişin STK’laşması, kitle hareketlerinin yüzleştiği bir tehlikedir. Birileri işin kolayına kaçıp, bu sözümü tüm STK’ları suçladığım şeklinde yorumlayacaktır. Bu yorum, tümüyle yanlıştır. Sahte STK’ların dolaştığı, devasa miktarlarda paranın akıtıldığı veya vergi kaçakçılığı ile ilgili dolapların çevrildiği karanlık suların dışında, tabii ki kıymetli işler yapan STK’lar da mevcuttur. Fakat öte yandan, STK denilen olgu, daha geniş bir politik bağlam içinde ele alınmalıdır.

Örneğin Hindistan’da paraya boğulan STK’ların sayısı, seksenlerin sonunda ve doksanlarda hızla arttı. Bu artış, esasen Hindistan’da piyasaların neoliberalizme açıldığı momente denk düştü. O dönemde yapısal düzenlemelerle ilgili şartları yerine getirmekte olan Hint devleti, kırsal kalkınma sürecine, tarıma, enerjiye, ulaşıma ve halk sağlığına akan paranın musluklarını bir bir kesti. Devletin eski rolünü terk ettiği dönemde STK’lar, bu boşalan alanlarda çalışmak üzere hamle yaptılar. Arada elbette belirgin bir farklılık söz konusuydu: bu STK’lara akıtılan fonlar, kamu harcamalarındaki kesintinin yanında devede kulak kalıyordu.

En fazla para akıtılan STK’lar, sırasıyla, Batı hükümetleri, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler ve kimi çokuluslu şirketlerce fonlanan yardım ve kalkınma ajanlarınca finanse ve himaye ediliyorlar. Her ne kadar bu STK’lar, neoliberal projeyi yöneten, dağınıklıkla malul, aynı politik oluşumun bir parçası iseler de, ilk planda hükümet harcamalarında kesinti yapılmasını talep ediyorlar.

Peki bu ajanslar, STK’ları neden fonluyorlar? Bunlar, eski tip misyoner faaliyetinin bir biçimi olabilirler mi? Bence, bundan biraz daha fazlası.

STK’lar, sahadan çekilen devletin geride bıraktığı boşluğu dolduruyormuş izlenimi veriyorlar. Aslında dolduruyorlar da ama maddi planda önemli sayılmayacak düzeyde. Bu kurumlar, esasen politik öfkeyi azaltmak ve halkın hakkı olan yardımı veya ihsanı ona gıdım gıdım sunmak suretiyle katkı yapıyorlar. Kamuoyunun ruh hâlini değiştiriyorlar. Bu tür pratikleriyle STK’lar, halkı kendilerine bağımlı birer mağdura dönüştürüyor, böylelikle, politik direnişin keskin bıçağını köreltiyorlar. Neticede STK’lar, iktidarla halk, imparatorluk ve tebaası arasında bir tür tampon görevi görüyorlar. Onlar, birer arabulucu, tercüman ve kolaylaştırıcı olarak iş görüyorlar.

Uzun vadede STK’lar yanlış iş yaptıklarında halka değil, kendilerine para akıtanlara hesap veriyorlar. Onlar, botanikçilerin “indikatör tür”üne benziyorlar. Neoliberalizmin yol açtığı yıkım ne kadar büyükse, STK sayısı da o ölçüde artıyor.

Örneğin ABD bir ülkeyi işgale hazırlanırken, bir yandan da ülkeye girip yıkım sonrası ortalığı temizlesin diye STK’ları hazırlıyor. Bu STK’lar, para muslukları kesilmesin, içinde çalışma yürüttükleri ülkelerin hükümetleri faaliyetlerine izin versin diye yaptıkları işleri, belirli bir politik veya tarihsel bağlamdan yoksun olan, dar bir çerçevede yürüyen işlermiş gibi takdim etmek zorunda kalıyorlar. Kendilerini her hâlükârda uygunsuz bir tarihsel veya politik bağlama oturtuyorlar.

Yoksul ülkelerden ve savaş bölgelerinden gelen, apolitik (dolayısıyla, aslında aşırı politik) olan sıkıntılarla dolu raporlar, (karanlık) ülkelerin (karanlık) insanlarının marazlı birer mağdurmuş gibi görünmelerini sağlıyorlar. Bu tür raporlarda hep, yetersiz beslenen Hintlilerden, açlık çeken Etiyopyalılardan, Afgan mülteci kamplarından, sakat kalmış Sudanlılardan, eninde sonunda beyaz insanın yardımına muhtaç olan insanlardan bahsediliyor. Bu raporları hazırlayanlar, farkında olmadan, ırkçı klişeleri besliyorlar, bir yandan da Batı medeniyetinin başarılarının, rahat yönlerinin ve ona yönelik tutkunun (büyük sevdanın) altını çiziyorlar. STK’lar, modern dünyanın seküler misyonerleridir.

En nihayetinde STK’lara sinsice akıtılan sermaye, yoksul ülkelerin ekonomilerine akıtılan ve oralardan alınan spekülatif sermayeden az olsa da alternatif politika noktasında benzer bir işlev görüyor. Bu sermaye de kendi ajandasını dayatıyor. Yüzleşme, çatışma ihtimalini ortadan kaldırıp, müzakere sürecinin hâkim olmasını sağlıyor. STK’lara akan sermaye, direnişi depolitize ediyor. Faaliyet yürütülen ülkenin insanlarının örgütledikleri, eskiden sadece kendi gücüne bel bağlayan hareketlere müdahale ediyor. STK’lara akan fonlar, normalde gidip direniş hareketleri içerisinde çalışacak insanları istihdam ediyor ve onların aciliyeti olan, hayırlara vesile olacak, yaratıcı işler yaptıklarını düşünmelerine neden oluyor, aynı zamanda onların bir geçim kapısı bulmalarını sağlıyor.

Gerçek politik direnişte bu türden kısa devrelere yer yok. Siyasetin STK’laştığı süreç, önemli bir tehdidi içeriyor: o, direnişi edepli, makul, iyi maaş veren, sabah dokuz akşam beş çalışılan bir işe dönüştürüyor. Birilerini avantayla besliyor. Gerçek direnişse gerçek sonuçlarla ilerliyor ve kimseye tek kuruş maaş vermiyor.

Arundhati Roy
4 Eylül 2014
Kaynak

0 Yorum: