29 Haziran 2022

, ,

Öğretmen Kamal

Bugün sosyalistlerin, Atatürk’ün ölümünün 100. yılı için 12 Eylül rejimince çektirilmiş filmle Cüneyt Arkın’ı anması, teslimiyetin düzeyini ortaya koyuyor. Unutulmasın ki Maraş Katliamı öncesi provokasyon sürecini başlatan Güneş Ne Zaman Doğacak filmi de gene aynı rejimin eseriydi.

Solun sırtını yasladığı, bu rejim tarafından imal edilmiş “halk kitlesi”, özünde askere ve sermayeye bağlı, onların mamulü. 

15-16 Haziran işçi kıyamında İnan Kıraç’ın işçi tulumu giyip Koç ailesini kaçırdığı iddia ediliyor. Vitali Hakko, fabrikasından çıkamadığı koşullarda, kendisini sosyalist ressam Bedri Rahmi Eyüpoğlu kurtarıyor.[1] Bu  gerçeklikte sosyalist hareket, askerin ve sermayenin ilerlemesine bel bağlıyor, kendi varlığını sürekli oradan tarif ediyor. O tulumu giymek, o sınıf bilinci, nedense sosyalist harekete bir türlü nasip olmuyor.  

Bu açıdan sosyalist hareket, “AKP iktidarı’nın, Kemalizmin başka araçlarla sürdürülmesi”[2] olduğunu görmüyor. AKP’ye yönelik eleştirilerin AKP’nin dışına çevrilmesinin, içteki Kemalizmin bir marifeti olduğunu anlamıyor. AKP bahanesi arkasına saklanıp, CHP’lileşiyor. Bu anlamda, devlete ve sermayeye iyice teslim oluyor.

Bugün solun laikliğin öncüsü olarak gördüğü Koç ailesi, Öğretmen Kemal filmiyle ile aynı yılda, 1981’de çekilmiş BBC belgeselinde, mealen, “bir ayağımız Avrupa’da, bir ayağımız Ortadoğu’da olsun, Türkiye büyüsün” diyor.[3] AKP, bu adımlarda inşa ediliyor. Sola, o yürüyüşün gerçek sahiplerini gizlemek düşüyor. AKP, sermayenin ve askerin dediği yere doğru büyüttüğü ülkede yaşanan sorunları gizlemek, kitleyi kontrol altında tutmak ve pürüzleri gidermek için var. Sola da bu senaryoya uygun bir rol biçilmiş, kimi küçük burjuva şefler de bu rolü kabul etmeyi içlerine sindirmişler. Sol sayesinde sermaye ve devlet, eleştiri silahından muaf, silahın eleştirisinden azade kılınıyor.

Bugün sosyalist hareketin rolü, askerin ve sermayenin kirini pasını gizlemek, onu AKP halısının altına süpürmekten ibaret. Başka bir işlevinin olmadığını, o da biliyor. Fazlayı, dışarıyı, öteyi sorgulayan tüm unsurlarını bir bir tasfiye ediyor. 

Sosyalist hareket, asker ve sermaye tarafından belirli bir kıvama getiriliyor. Zaten varolmayan bağımsızlığı sorgulamayacak, bağımsız siyaset imkânlarını yok edecek bir yere doğru savruluyor.

Oğuzhan Müftüoğlu, “12 Eylül İslamî militarist bir darbedir” lafını böylesi bir bağlamda dillendiriyor.[4] Ama nasıl oluyorsa, kendi gazetesinde, birilerini kandırmak amacıyla, 12 Eylül’ün “sermayenin emrine amade” olduğuna dair yazılara yer veriliyor.[5] Oysa Müftüoğlu’nun örgütü de dâhil, birçok sol örgüt, darbenin başında, yıllarca ilerici demokrat bildikleri ve gizlice alkışladıkları Kenan Evren olduğunu görüp sessiz kalıyorlar, “Kemalist bir darbe bu, bize bir şey yapmaz” diye düşünüyorlar.[6] O yüzden kolaylıkla teslim oluyorlar. O rejim, müzik, edebiyat, yayıncılık gibi suların başına o solcuları yerleştiriyor.

Öte yandan, Vehbi Koç, Müftüoğlu’nun “İslam” dediği siyasetin sınırlarını, 12 Eylül paşalarına yazdığı mektupta belirliyor: “Dinsiz millet olmaz. Din işleri, bu defa, siyasi partilerin istismar edemeyecekleri şekilde düzene sokulmalıdır.” Müftüoğlu, bu koşullarda, Vehbi Koç’un, ABD’nin, Kenan Evren’in “İslamcı militarist bir darbe” yaptığını sanıyor. Bugün sola halen daha bu “cehalet” yön veriyor.

Vehbi Koç da o dönemin ABD büyükelçisi de AB temsilcisi de 12 Eylül’ün “faşist” olmadığını söylüyor. O faşizm, kendi psikologlarına, bilim insanlarına yaptırdığı incelemelerde, “alt kadronun davaya inandığını, üst kadronun dava gibi bir derdi olmadığını” söylüyor, hamlelerini buna göre yapıyor. Sonrasında, her gün ezberletilen altı ok, İstiklal Marşı ve Memleketim şarkısı, sosyalist hareketin zihnine kazınıyor. Onun içeriğini ve biçimini tayin ediyor.

Bugün sosyalist hareketi, bu zihin yönetiyor. Hareketin başında, ya zaten asker olanlar, ya orduya asker yazılmış olanlar ya da yazılmak için taklalar atanlar bulunuyor. Ağza alınan her türden asker ve sermaye eleştirisi, bu iki gücün yüceliğinin kabul edilmesi, sadece eksik ve kusurlu yanların vurgulanması üzerinden yapılıyor. 

Türkiye’de sosyalist hareketin askeri ve sermayeyi tam boy karşıya atıp, onunla mücadele etmesi, mümkün değil. O, ancak askerin ve sermayenin silâh niyetine kullandığı, (solun hem askeri hem sermayeyi bir vücutta cem ettiği için sevdiği) bir “çete reisi”nin kendisini kurtarmasını umabiliyor. Tam da bu sebeple, o erkin acar eri oluyor. Düşmanının fuatını avni görüyor.

Aydınlanma, ilerleme, modernleşme, batılılaşma ile ilgili anlatılan masallar, solun asker ve sermayeyle ilişkisini gizlemekle ilgili olarak dile dökülüyorlar. Sol, askerden ve sermayeden arındırılmış, Yunan mitolojisinden, Türk destanlarından, binbir gece masallarından çıkma cümlelerle, aydınlanma, ilerleme, modernleşme ve batılılaşma savunuculuğu yaparak insanları kandırmaya çalışıyor. Giderek, o cümlelere kendisi de inanıyor.

Bu dört ideolojik yönelimde sol, hep askerin ve sermayenin yanında hizalanıyor. Askerin ve sermayenin dört ideolojik yönelim ardına gizlediği sınıfsal çıkarların görülmemesini sağlıyor. Sınırları silikleştiriyor.

Avrupa, mültecileri kurşuna diziyor, “emperyalizm gibi gerici kavramlardan kurtulduk” diyen ESP ve sermayeye tanıtım filmleri çeken Gençlik Komiteleri gibi liberal sol yapılar, nedense AB emperyalizmine eleştiri yöneltiyorlar. Burada aslında kendilerinin, o mültecileri kurşuna dizen ve polise teşekkürlerini sunan başbakan kadar sosyalist oldukları gerçeğini gizlemeye ve kendi varlıklarını bir şekilde temize çıkartmaya çalışıyorlar. Bir dertleri de üretici güçlerin gelişiminin son aşaması olan emperyalizmi aklayıp yüceltmek. Temiz Avrupa için dil dökmek.

Sosyalist hareketin aklındaki aydınlanma, ilerleme, modernleşme ve batılılaşma, fazla sınıfsız ve fazla sınırsız. Sosyalist hareket, mevcut burjuva siyasetçileri, bu sınıfsızlık ve sınırsızlık düzleminde eleştiriyor, bu sınıfsızlığa ve sınırsızlığa halel getirdiğini düşünüyor ve bu konumu sosyalist siyaset diye yutturuyor. Aydınlanmanın, ilerlemenin, modernleşmenin ve batılılaşmanın sınırını ve sınıfını asla eleştiremiyor. Dokunulmaz, mutlak, yüce ve kutsal kabul edilen bu dört olgu üzerinden askerin ve sermayenin elde ettiği mevzilere put gibi sarılıyor. Kendi bekasını o puta bağlıyor. Sadece belirli askerleri ve belirli sermayedarları bu dört olgu ölçüsünde eleştirebiliyor.

Sosyalist hareket, bir 12 Eylül filmi olan Öğretmen Kemal’deki Durali karakteri olmayı içine sindiriyor. Bir kısmı da Kemal’i Arapça ve gerici bir kelime kabul ettiği için, Öğretmen Kamal olmayı tercih ediyor. 

Sosyalist hareket, cumhuriyet rejiminin bir yerlerinde ağaya, sermayeye karşı çıkan bir öz barındırdığını zannediyor. Film de bu zannı esas alıyor. Ama tüccarın ismi, ancak Leon olabiliyor. Filmin çekildiği dönemde bir Rum'un mallarına el konuluyor, Demirören ailesine teslim ediliyor. 

Filmin Atatürk'ü imgeleyen baş karakteri, yobaza "seninle hep mücadele edeceğim" derken, onu örtük olarak muhafaza edeceğini söylüyor, ona kimi zaman ihtiyaç duyacağını ikrar ediyor. Menemen, iktidarın sınıfsal ihtiyaçlarına göre ara ara ısıtılıyor.

Sol, Cüneyt Arkın'ın oynatıldığı filmde gördüğümüz, kurşunun, gayet ilerici ve bilimsel bir müdahaleyle, iki parmakla sıkılarak çıkartıldığı sahnede olduğu gibi[7], o özü açığa çıkartmak için uğraşıyor. Kaybettiği cevheri, kaybettiği yerde, sermayenin ve askerin kucağında arıyor. O nedenle bir arpa boyu yol alamıyor. O yol, askerin ve sermayenin emirleri ve isteklerine göre şekilleniyor.

Sol, o özü çıkartmak için varolan yarayı sıktıkça, sömürü ve zulüm denilen irinden başka bir şeyin çıkmadığını görmüyor. Sosyalist hareket, o irinde boğuluyor. Yavan, altı boş, imansız, temelsiz, hakikatsiz AKP eleştirileri de bu gerçeği gizleyemiyor. Sol, AKP giderse öleceğini iyi biliyor. Ona olan gizli aşkının bitmesini hiç istemiyor.

Eren Balkır
29 Haziran 2022

Dipnotlar
[1] Eren Balkır, “Cevap Niyetine”, 6 Kasım 2008, İştiraki.

[2] Eren Balkır, “Fısıltılar”, 2 Aralık 2013, İştiraki.

[3] Eren Balkır, “Koç Taşağı”, 7 Ekim 2018, İştiraki.

[4] Yaşar Aydın, “Oğuzhan Müftüoğlu Söyleşisi II”, 13 Eylül 2020, Birgün.

[5] Aziz Çelik, “12 Eylül 40 Yıldır Sürüyor”, 14 Eylül 2020, Birgün.

[6] Eren Balkır, “Medusa”, 15 Ekim 2020, İştiraki.

[7] Öğretmen Kemal Filmi, Youtube.

0 Yorum: