Alain Badiou Söyleşisi
Çinli
Felsefeci
27 Mart 2015
Bir
süre önce saygın bir Maoist olan Fransız felsefeci Alain Badiou, Çinli bir felsefeciyle
sohbet etmek için Çin’e bir ziyaret gerçekleştirdi. Kadın mı yoksa erkek mi
olduğunu bilmediğimiz bu Çinli felsefecinin ismi zamanın külleri arasında kaybolup
gitse de geriye bu gerçekleştiği iddia edilen buluşmanın dökümü kaldı. Bu metin,
günümüz Çin sanatının teorize edilmesi fikrini savunan, bu konuda önemli
tartışmalara yol açmış Lu Xinghua ile Badiou arasında gerçekleşmiş sohbet
serisine önemli ölçüde benzerlik arz ediyor. Bu muhabbetin geçen Aralık ayında
New York’ta şüpheci bir muhatap ile birlikte yeniden sergilenmiş olan hâli,
kıta felsefesinin en hararetli şarkiyatçı fantezilerine bir kapı aralayarak, sahici
bir diyalektik eğlenceyle bir iki saatliğine buluşulmasını mümkün kıldı.
* * *
Mao
Zedung’un yazılarını ne vakit, hangi koşullar altında okumaya başladığınız?
Zira Mao Zedung, Fransız bir felsefeciye oldukça sıra dışı bir okuma materyali
sunabilecek bir isim.
Ben,
Mao’nun yazılarını dünyanın mevcut durumu gereği, altmışlı yılların başlarında
okumaya başladım. Bana ne Stalinist komünizm, ne SSCB ne de Hruşçef
revizyonizmi cazip geliyordu. Hiç Fransız Komünist Partisi üyesi de olmadım. Hem
SSCB hem de Fransız Komünist Partisi konusunda bende oluşmuş olan şüphelere
nihai biçimini ta başından beri Sovyet revizyonistlerine karşı Çinlilerin yürüttükleri
polemiğin muhtevası ve üslubu vermişti.
Mao
ve Çin Komünist Partisi’nde ilk gördüğüm şeyin Sovyet siyasetinin “sol”
eleştirisi olduğunu söyleyebilirim. Mao’nun asıl şikâyet ettiği husus şudur:
Stalin’in vizyonu diyalektik değildir. O, esasen dondurulmuş, hareketsiz
kılınmış devlet sosyalizmini temsil ederken, tüm o önemli metinlerinde açık bir
dille aktardığı biçimiyle, Mao’da düşünme pratiği neredeyse hudutsuzdur.
Muhtemeldir
ki bu bahsini ettiğiniz hudutsuzluk gerçek bir politik ajandanın ihtiyaç
duyduğu sahicilikle ve pragmatizmle çelişme ihtimaline sahip. Bunun dışında,
belirtmem gerek ki Mao’nun hudutsuz diyalektikten yana olduğuna dair fikriniz
beni epey şaşırttı! Bu dünyada o kısacık ömrü dâhilinde hudutsuz düşünmek, insana
çokça zarar verebilecek bir şey. Buradan, şunu sormama izin verin: hudutsuz
düşünen bir felsefeci olarak Mao, verdiği politik mücadeleler dâhilinde hiç yanlış
yola sapmadı sizce?
Bu,
çetrefilli bir konu aslında. Bir yandan Mao’nun politik mücadelesini teşkil
eden iki temel olayın, Büyük Atılım ve Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin insanları
hayatlarına büyük zararlar veren ciddi hatalar olarak görülebileceğine hiç
şüphe yok. Her iki olayda da hudutsuz bir gerçek harekete dönük tutkuyu görüyorsunuz
ki bu tespitinizde haklısınız. Fakat bir yandan da bu iki olay, Mao’nun komünizme
yönelik gerçek bir adım atmak için yeni yollar bulma konusunda kararlı olduğunun
da ispatı aslında. Mao, sosyalist bir devlette komünist bir devrimin
gerçekleşmesini istedi. Bu nedenle o, yeni bir şeyler yaratmaya, ilerlemeye ve
denemeye devam etmek zorundaydı, çünkü komünizm, tam da devleti
sınırlandırılarak onu uyguladığı zulümle birlikte kendine başına
varolamayacağı, acze düşeceği bir yere mahkûm eden hudutsuzluktu.
Sosyalist
Devletin Hayaletleri
Maoizminiz,
içinde yaşadığınız batılı demokratik dünyada hiçbir biçimde kavranamıyor, sanki
orada hiç karşılığı yok gibi Bugünkü dünyada, 2014 yılında bir insan, nasıl
Maoist olabilir? Bu özelliğiniz, sizin bugünde emekliye çıkmış, hatta hayalet
gibi ortalıkta dolaşan biriymiş gibi görünmenize neden olmuyor mu?
Haklısınız,
“Maoist” ifadesi, bugün hiçbir anlam ifade etmiyor. Altmışlarda ve yetmişlerde,
benim “Kızıl yıllar” olarak adlandırdığım 1966-1976 arası dönem boyunca
binlerce militanın yaptığı gibi, kendinizi “Maoist” olarak adlandırmanın bir
anlamı vardı ve bu, tam da şuna denk düşüyordu: “Biz, komünist politikanın
uygulanması için gerekli temel deneyimin Sovyet devleti değil, Kültür Devrimi
olduğunu düşünüyoruz.” Bugünse Rusya da Çin de kapitalist devlet, dolayısıyla
ikisi de politik düşünce bağlamında beni zerre ilgilendirmiyorlar.
Mao
ise bugün için, sosyalist devlet içerisinde gerçekleştirilecek kitlesel eylem
aracılığıyla, mevcut durumu devrimci bir yoldan komünizme evriltmeye çalışan o
son büyük tarihsel deneyimle bağlantılı bir isim. Mao, devletin komünist bir çözüm
olmadığını, devrim için yeni bir bağlam temin ettiğini düşünen ilk kişi.
Bunu
söylerken ciddi misiniz, yoksa Kültür Devrimi’nin Çin üzerinde yol açtığı o
korkunç tahribata rağmen onun bir felâket değil de bir düşünce kaynağı olarak
ele alınması gerektiğini söyleyerek insanları tahrik etmeye mi çalışıyorsunuz?
1871’de,
Paris sokaklarında yirmi bin işçinin vurularak öldürülmesi neticesinde kurulmuş
olan Paris Komünü’nün de bir “felâket” olduğunu pekâlâ söyleyebilirsiniz. Oysa
Lenin, 1917’de muzaffer olan devrimin ihtiyaç duyduğu araçları Paris Komünü üzerine
düşünerek geliştirdi. Bugün de komünist politik hareketlerin geleceği konusunda
şimdiden bir hazırlık yapmak istiyorsak, aynı şekilde, Kültür Devrimi üzerine kafa
yormamız gerekir. Çünkü Kültür Devrimi, devlet sosyalizminin hüküm sürdüğü
koşullarda yapılan yegâne devrimdir. Kültür Devrimi’nin yarattığı en önemli yapının
“Şangay Komünü” ismini alması, asla tesadüf değildir.
Başarısız
Sanatçılar Olarak Devrimciler
“Komünizm
ne vakit gerçeklik hâlini alacak?” sorusuna siz “herkes felsefeci olduğunda” cevabını
veriyorsunuz. Felsefenin bir koşulu da sanat. Bu anlamda, komünist olan bir
kişi aynı zamanda sanatçı olmalı mıdır? Ayrıca fiiliyatta devrimcileri başarısız
birer sanatçı olarak görebilir miyiz?
Ben,
her şeyin politik olduğu fikrine karşıyım. Bazı büyük şairler komünist
olabilir, bunda çelişkili bir yan yok. Politika, düşünce ve eylemin bağımsız
bir biçimidir. Herkes, bir fikir temelinde kendi hayatına yön verme becerisine
sahiptir. Asli olan, ideolojik mücadeledir. Bu anlamda, insanların kendi
hayatlarına yön verme becerilerinin geliştirilmesine destek olunmalı, eşitlikçi
politikayı bu becerinin mümkün kıldığı ortaya konmalıdır.
Görünmez
İlerleme
Fransa’da
hiçbir seçimde oy kullanmayarak, birçok insanın gıptayla yaklaştığı ve elde
etmek istediği bir fırsatı küçümsemiş olmuyor musunuz?
Biz,
Avrupa veya Amerika’da parlamenter demokrasinin kapitalizmin tüm yönleriyle
gelişimine en uygun politik sistem olduğunu, bundan gayrı bir anlamı bulunmadığını
biliyoruz. Fransa gibi bir ülkede oy kullanmak, özünde sadece mevcut ekonomi-politik
sistemi kabul etmek demektir. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben bu sistemi
kabul etmiyorum.
İyi
de genlerimizde, her bir dürtümüzde kapitalizm yok mu? Bu anlamda, kapitalizmle
mücadele etmek, çelişkili bir tutum değil mi?
Sık
sık farkına vardığım biçimiyle, en nihayetinde kapitalizm lehine konuşmak imkânsız.
Temelde kapitalizm bir kural hâline gelemez, çünkü o, bir tür yozlaşmış ve
sefil bir sınırlılıktır, buna karşın birileri çıkıp onun varolması muhtemel tek
gerçeklik olduğunu iddia etmektedir.
Şunu
söylememe izin verin lütfen: kapitalizm, tümüyle suni bir toplumsal sistemdir.
Biz, hâlâ Marx’ın sorduğu “komünizm mi barbarlık mı?” sorusunun muhatabıyız. Hâlihazırda
hâkim olan, barbarlıktır. Gelgelelim barbarlığın patolojik yönünü bilince
çıkartmak da ilerleme sağlar. İlerleme yavaştır ve gözle görünmez, ama tümüyle
gerçektir. Ben, bu gizli ilerlemenin felsefecilerinden biriyim.
0 Yorum:
Yorum Gönder