16 Haziran 2022

,

Enflasyon, Ücretler ve Kârlar


Enflasyon, yükselmeye devam ediyor. Nihayet enflasyonla ilgili tartışma da hararetlendi.

Tartışmanın bir tarafında, ana akıma mensup iktisatçılar, büyük şirketler için lobi faaliyeti yürütenler ve “Ekonomi 101 dersleri”ne atıfla, arz ve talepten dem vuran Lydia DePillis gibi kişiler duruyor. Bu insanların kanaatine göre, enflasyonun sebebi, emek piyasasındaki arz ve talep. İlgili piyasa, işçi ücretlerinin sürdürülmesi mümkün olmayan oranlarda artmasını sağlıyor (bu insanların anlattığı hikâyenin hiçbir geçerliliği olmadığını, Nisan ayında kaleme aldığım yazımda ortaya koymuştum.). Bu kişiler, aynı zamanda az miktarda emtia için çok fazla paranın bulunduğu toplam ekonomideki arz ve talebin de enflasyona sebep olduğunu söylüyorlar. Lafı dolandırmadan, basit bir cevap vermek gerekiyor: söyledikleri tümüyle yanlış.

Neyse ki tartışmanın diğer tarafında duran heterodoks iktisatçılar ve ilericiler, piyasaya giderek hâkim olan şirketlerin fiyatları artırmak ve son dönemde elde ettikleri kâra kıyasla daha fazla kâr elde etmek için (pandeminin, küresel tedarik zincirindeki kopuşların, Ukrayna’daki savaşın vs. belirlediği) mevcut durumdan istifade ettiğini söylüyorlar.

Ekonomi Politikası Enstitüsü’nden Josh Bivens, ana akım iktisatçıların anlattığı hikâyeye karşı çıkan iki argüman dillendiriyor: İlk argümana göre, “son iki yıl içerisinde ya şirketlerdeki açgözlülük ya da şirketlerin gücü arttı. Şirketlerin elindeki zaten fazla olan güç, son yirmi otuz yıl içerisinde, hep başvurulan yöntem olarak, ücretleri düşürmek yerine fiyatları artırmak yönünde kullanıldı. Bivens’ın ikinci argümanı ise şu şekilde: “Enflasyon, sadece makroekonomideki aşırı ısınmanın sonucu olamaz. Ekonomiyi iyileştirmeye dönük klasik adımlar dâhilinde kârların düşmesi, emeğin gelirdeki payının artması gerekirdi.” Ama Bivens’ın da dediği gibi, tam tersi oldu. Demek ki sadece makroekonomi sahasındaki aşırı ısınmayı temel alan enflasyon beklentilerine şüpheyle yaklaşmak gerekiyor.”[1]

Demek ki şuan tanık olduğumuz enflasyonun sebepleri konusunda geliştirilmiş oldukça farklı iki analiz ve enflasyonla mücadele konusunda iki farklı strateji var elimizde. Ana akım siyaset, faiz oranlarını yükseltip, ekonomik büyüme oranını düşürmeyi ve işsizlik düzeyini yukarı çekmeyi, böylelikle hem ücretlerdeki hem de fiyatlardaki artış oranını aşağı çekmeyi öngörüyor. Peki bu siyasetin alternatifi var mı?

Bivens, geçici süre fazla kârlardan vergi alınması fikrini savunuyor. Tartışmada henüz dillendirmemiş olsa da fiyat kontrolleri (bilhassa işçiye ödenen ücret paketini teşkil eden malların fiyatların kontrol altında tutulması), (bebek maması gibi) ücret içi temel ürünlerin devlet eliyle temini ve (enflasyonu düşürmese bile en azından işçilerin mevcut yaşam standardını sürdürmesini sağlayacak) teşvikler türünden başka seçenekler de söz konusu.

Dolayısıyla, bugün aslında enflasyonun sebep ve sonuçları ile ilgili tartışma, esasen önemli bir tartışma. Tam da DePillis’in de idrak ettiği gibi, tartışma, salt bununla ilgili de değil. “Asıl anlaşmazlık noktası, yüksek kârların doğal ve hayırlı olup olmadığı ile ilgili”.

En nihayetinde iktisat içerisinde süren tüm önemli tartışmalar, bu hususla ilgili. Kâr, iktisatta en fazla tartışılan konu, çünkü kâr analizi, iki meseleyle ilgili teorinin ve etiğin bir yansıması. Kâr, bu konuya dönük yaklaşıma göre ele alınıyor: Kapitalistler, kârı hak ediyorlar mı ve bu kârlarla ne yapabilirler, ne yapmalılar?

Örneğin kârı sermayenin getirisi olarak teorileştirmek (buradan da ana akım iktisatta olduğu gibi, kârı doğal ve âdil kabul etmek) veya fahiş fiyat uygulamasının sonucu olarak görmek (Bivens’ın şirketlerin gücü ile ilgili teorisinde dillendirdiği gibi, kârı buradan âdil olmayan toplumsal bir olgu olarak ele almak) mümkün.[2]

Aynı şekilde, kapitalistleri kârlarını yatırıma dönüştüren (böylece şirketlerini ve bütün olarak ekonomiyi herkesin faydasına olacak şekilde daha üretken kılan) kişiler veya kârın önemli bir kısmını (başka şirketlerle birleşmek ve onları edinmek, kendi hisse senetlerini geri satın almak, yüksek kâr payı vermek gibi üretkenliği artırmayan, lâkin gelir ve servetin şirketlerin elinde yoğunlaşmasını, bunların dağıtım sürecinin daha da eşitsiz kılınmasını sağlayan adımlara) tahsis eden kişiler olarak da görebiliriz.

Ana akım iktisatçılar ve kapitalistler, uzun zamandır bizi, kârın doğal ve hayırlı olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Başka bir ifadeyle, şirket kârları gündeme geldiğinde, enflasyon artışını vurgunculuk yapmak adına kullanma suçlamaları dile getirildiğinde, bu iktisatçılar ve kapitalistler, kârın kötü olmadığını söylemeyi, bunları söyleyenlere kulak kabarmayı tercih ediyorlar. Bizse aslında gerçekte nelerin olup bittiğini biliyoruz: Şirketler, mevcut koşullardan istifade ederek fiyatları artıyorlar, böylelikle kârlarını yükseltip, işçilerin reel ücretlerini düşürüyorlar. Biz, aynı zamanda enflasyon artışını para politikasıyla durdurma girişimlerinin, işverenlerin veya ekonomik piramidin en tepesine kurulmuş olan o ufak grubun değil, işçilerin canını yaktığını biliyoruz.

Şurası gayet açık: enflasyonla ilgili tartışma, aslında kârla ilgili tartışmadır. Kârla ilgili tartışma ise en nihayetinde kapitalizmle ilgilidir. Bu gerçeği ne kadar erken kabul edersek o ölçüde bizim hayrımıza olacaktır.

David F. Ruccio
7 Haziran 2022
Kaynak

Dipnotlar
[1] Wall Street Journal bile ücretin gelirdeki payının artmadığını kabul ediyor: “Emeğin milli gelirdeki payı, pandemi öncesine kıyasla daha kötü bir noktada.” Dahası, mevcut durumda son yirmi otuz yılda görülen eğilim, bir biçimde devam ediyor: “Son yirmi yıl içerisinde düşük işsizlik oranlarına tanık olan dönemlere rağmen, ABD’de emeğin toplam gelirdeki payı düştü.”

[2] Şirket kârlarını, aynı zamanda sömürünün sonucu (bu anlamda, Marksist teoride görüldüğü türden, başka türde bir toplumsal sonuç ve adaletsizlik biçimi) olarak da teorize etmek mümkün.

0 Yorum: