15 Ekim 2020

,

Medusa


Biz, ne anonim şirketler Kemalizmiyiz, ne esrara inanan küçük burjuva aydınıyız. Onun için, bu anonim esrar perdesini kaldırarak altında gözlenen ‘Medusa başı’nı görmekten kılımız kımıldamaz.
[Hikmet Kıvılcımlı –Yol]

Caiz

“Öz ile biçim aynı olsaydı, bilime gerek kalmazdı” diyor Marx. Bu söze politik düzlemde şu eki yapmak mümkün: “Burjuva siyasetle komünist siyaset birse, devrime gerek yoktur.”[1]

“İçtima”[2] yazısına yönelik tepkilerde bu iki önerme, açıktan redde tabi tutuluyor. O cümleleri ve küfürleri yazanlar için özle biçim, burjuva siyasetle komünist siyaset, bir ve aynı şeydir. Bu küfürbazlar, kendilerine gösterilenlere iman ediyorlar, burjuva siyasete örgütlenip bilimi, teoriyi ve devrimi tasfiye ediyorlar. Yaptıkları tek şey bu.

Çünkü Cübbeli’nin dediği gibi, “Mustafa Kemal Atatürk bu devletin kurucusu, bunun aleyhine konuşulmaz, konuşmak caiz değildir.” Çünkü “cumhuriyete düşman olan, sosyalizme de düşmandır.” Burjuva düzenine karşı mücadele etmek, yasaktır ve kesinlikle caiz değildir. Burjuva ve küçük burjuva sosyalizmine düşmanlık etmiş Marx, Engels, Lenin, derhal çöpe atılmalıdır. Bunların tek dediği budur. Bu isimler, ancak “sosyalistler ve islamcılar gözümde aynı boktur” diyenlere yoldaş olabilirler. (Bu, Gökdemir ve Devyolcularla birlikte bize saldıran isimlerden birinin eski bir tviti.)

Bu zevatın eski dışişleri bakanı Necmettin Sadak, yıllar önce şunu söylüyordu: “İç tehdit komünizm ve irticadır ki bunlar da komşumuz (SSCB) tarafından üretilip oradan ülkemize sirayet etmiştir.” “Cumhuriyeti savunalım” diyen herkes, bu tehditlere karşı örgütlenmiş savaş aygıtının parçasıdır.

Devletin Cübbesi

12 Eylül darbesi, bir açıdan da İran Devrimi ile ilgilidir. Uğur Mumcu’nun aktardığı kadarıyla, dönemin CIA istasyon şefi, İran Devrimi sonrası “İran'ı kaybettik, Türkiye’yi kaybedemeyiz” deyip darbe sürecini hızlandıracak adımlar atmıştır. Hatta genel manada 1979 yılı, İslamî hareket ve bölge siyaseti açısından önemli bir momenttir. Devletin bu yıldaki gelişmelere yönelik tedbir almadığını düşünmek, saflık olur. Bu açıdan, Kenan Evren’in mitinglerde Kur’an sallaması, Fethullahçılara yol açması, Türk-İslam sentezi, devletin 1979 devrimine ve olası sonuçlarına yönelik tepkisi, ön alma çabasıdır. Bazen yangın söndürmek için ormanın bir kısmı ateşe verilir. Bu taktik, yukarıda bahsi edilen savaş aygıtının genel stratejisine aittir. Genel strateji, devletin hamleleri için gerekli kitlesel meşruiyetin sağlanmasını emretmektedir.

Cübbeli Ahmet, “kırk yıldır İran çizgisi ile mücadele ediyorum” der, İran’da “devrimden önce Müslümanların dilediği gibi yaşadığını” söyler.[3] Bir solcu burada İslamcılık bulur, ama mesele, bu sözlerin ardındaki devleti görmektedir. Cübbeli ve Menzil gibi yapılar, cumhuriyetçi solcuların uşaklık ettikleri devlete bağlı kuruluşlardır. Hepsinin tepesinde, illaki bir devlet görevlisi vardır.

Dolayısıyla, “İçtima” yazısında “gerçek İslam o değil” denilmiyor, 12 Eylül’ün muhteva olarak, İslam’la ve İslamcılıkla bir alakasının olmadığı üzerinde duruluyor. 12 Eylül’ün İslam’la alakası varsa birinci meclisi dualarla namazlarla açan paşaların da vardır. O vakit diyaneti, imam hatipleri kuran da İslamcıdır!

Devlet, Müslüman kesimler kadar solcu kesimi de kontrol ve disipline etmek ister. Bugünkü sol siyaset, “devlet ve sermaye, AKP’li gericilere değil, senin gibi meslek sahibi, okumuş kişilere layıktır” lafı üzerine kuruludur. Küçük burjuvanın sırtı sıvazlanacak diye tarihsel gerçekler çarpıtılamaz.

Darbe

12 Eylül öncesinde darbeyi ve ilgili süreci yönetmek için gönderilmiş olan ABD büyükelçisi, darbenin İslamcı ve milliyetçi olmadığını, sevinçle ifade ediyor. Darbe sonrasında AB de aynı şeyi söylüyor: “12 Eylül darbesi ilericidir.” Solcuların yanına koştukları AET’nin başkan yardımcısı, “ordunun dinci değil, ilerici olduğundan” bahsediyor ve buradan darbeye destek çıkıyor.[4] Solcuların yoldaş bellediği Koç ailesi, darbeye desteklerini sunuyor. Yani Devyolcular, AB’nin, ABD’nin, Koç ailesinin ve devletin “şeriatçı” bir darbe yaptığına hepimizi inandırabileceklerini düşünüyorlar.

Neticede devlet, Devyolcu bireyler gibi, bireysel-tecimsel çıkarını ve benliğini merkeze koyarak düşünen bir organizma değildir. Farklı yönelimlere, gelişmelere ve değişimlere cevap geliştirmek zorundadır. Burada kimi Devyolcular, hem o cevabın içinde olmayı seviyorlar hem de kendilerinin de devletin cevabı içinde olduklarına dair eleştiriye kızıyorlar.

Oysa Devrimci yol, ezilenlerin ve emekçilerin kavgasında aranmalıdır, devletin ve sermayenin güncel arayışlarına sunulan katkıda değil.

Görev Talebi

12 Eylül’ün arkasında ABD varsa, onun darbe öncesi darbe sürecini yönetmesi için gönderdiği büyükelçinin şu sözlerine kulak vermek gerekir:

“Asyalı ve İslamî gelenekler, hâlen daha taşrada derin köklere sahip ama Cumhuriyetçi Atatürkçülük de köklü”[5]

Elçi, ayrıca darbe konusunda şu değerlendirmeyi sunuyor:

“[Darbeciler] İktidarı kendi çıkarlarına kullanıp suiistimal etmiyorlar. Hazırladıkları yeni anayasa, basın, üniversiteler ve kişisel haklar konusunda kimi sınırlamalar getirse de ülke içerisinde özgürlüğe alan açıyor ve birçok Batılı ulusun demokrasi dediği şeye ait parametrelere gayet iyi uyuyor.”

Özle biçimi, burjuva siyaseti ile komünist siyaseti bir ve aynı şey sanan solcular, Batı’nın parametrelerine taptığı için, 12 Eylül’de İslamcılık buluyorlar. Çünkü bugün devletten bu gericilikle mücadelede görev dileniyorlar. Devlet, bu görev talebinden gayet memnun olmalı.

Devletin Evreni

Neticede Orhan Gökdemir, Cübbeli gibi konuşuyor. Gökdemir, sosyalist harekete yasak koyuyor, onun cumhuriyeti sınıfsal-politik ve devrimci-politik manada eleştirmemesini istiyor. Çünkü Cübbeli ile Gökdemir yoldaştır. Aynı devletin memurudur. İlki devletin “Müslüman”ı, ikincisi devletin “solcu”sudur ve elbette ki Müslüman ve solcu tırnak içindedir, kontrol altındadır.

Kenan Evren, eğitim amiri olarak çalışmış, ordu içerisinde eğitim sahasında görevler almış. Solcuların “devrimci milat” kabul ettikleri 27 Mayıs darbesi sonrasında tuğ ve tüm general yapılmış. Kemalist darbe ve ordunun kendi bağrında “Nakşibendici ve şeriatçı” subay yetiştirdiğine inanmak, bugünün solcularının işine geliyor. Devletin verdiği solcu ezme işine koşa koşa giden sağcı Müslümanlar karşılarında, Müslüman ezme işine seve seve giden solcular buluyorlar. İkisi de devletten ulufe bekliyor.

Oysa Kenan Evren, sanılanın aksine, seksen öncesinde solcuların demokrat ve ilerici olarak pazarladıkları bir isimdir. Evren’i başta görünce “Kemalist bir darbe oldu, sorun yok” denilmesinin sebebini belli ölçüde burada aramak gerekiyor.

İlhan Akalın’ın tanıklığına göre, Ayrancı’da bir evde Gökdemir’in hocası Yalçın Küçük, 12 Eylül sabahı darbeyi duyduğunda alkış tutmuş, darbenin “sol ve ilerici” olduğunu söylemiştir. Doğan Özgüden’in 12 Eylül ve TKP’ye dair sözleri de bu demokratlık ve ilericilik değerlendirmeleri bağlamında okunmalıdır.[6] Sol, CHP’nin gölgesinden ayrılmadığı için gelmekte olanı görememiştir. Bugün de göremez.

12 Eylül’de vitrindeki isim Kenan Evren’dir, devrimcilere yönelik operasyonları yöneten isimse Haydar Saltık’tır. Devyolcular hepimizi, Alevi olan Saltık’ın şeriatçı bir darbe yaptığına inandırmaya çalışmaktadır.

1950

Kıvılcımlı’ya göre “Cumhuriyet burjuvazisi, Doğuda iki bacakla yürüyorsa, bacağın bir tanesi aydınlıktır.” Yol çalışmasının başka bir yerinde ise şunu söyler: “Çünkü Kemalizm kapitalizm düzenidir.”[7]

İşte Devyolcular, Orhan Gökdemir ve Candan Badem, bu düzenle mücadeleyi herkese yasak etmek derdindedir. Kendilerini birilerine “satmak” için o aydın oluşu yüceltmeye mecburdurlar. Temel ölçüt aldıkları dönemse 1950 öncesinde Sovyetler’le kurulan ticaret ve siyaset ilişkisidir. O ticaret ve siyaset geleneği sebebiyle Candan Badem, Fethullahçıların toplantılarından çıkmamıştır. Bugün kendisini aklamak için sürekli dine küfretme ihtiyacı duymasının sebebi buradadır.

Gökdemir’in 1950 öncesi “komünistler rahattı, güzel günler geçirdiler, öldürülmediler” demesinin sebebini de bu ticaret ve siyaset ilişkisinde aramak gerekir. “Anonim şirket solcuları” için her şey rahat ve güzeldir, ama o dönemde komünistler tutuklanmış, işkencelerden geçmiş, öldürülmüşlerdir, tüm bunlar, Gökdemir’in yücelttiği Cumhuriyet’in ilk döneminde yaşanmıştır. Nihayetinde Eskişehir nutku, bir emirdir.[8]

1950 ve 1980’de “karşı-devrim” olduğuna dair laf, solun hep inandığı, bundan sonra da inanacağı bir yalandır. Sol, kendisine açılan kum havuzunu terk edemez. O, ancak ya “anonim şirket kemalisti ya da esrara tapan küçük burjuva aydın” olabilir. Başkasına izin yoktur.

Sovyet Raporu

Sovyetler’in Ankara Büyükelçiliği, 1951’de bir rapor hazırlar. Raporda, sanılanın aksine, ABD ile ilişkileri CHP’nin kurduğundan söz edilmektedir.[9]

“[…] ‘Komünizme karşı din’ siyasetini de CHP’nin 1947 kurultayına dayandırmak mümkün. Dolayısıyla sadece DP’nin değil, en azından 1930’ların sonlarından itibaren CHP’nin de bütün dokusunu antikomünizm tayin ediyor ve bu amaçla her şey mubah sayılıyor.”[agy]

CHP-DP sürekliliğinde Amerika, ekonomiyi ve siyaseti biçimlendiriyor. İlkinde Marshall Planı, ikincisinde ordu üzerinden Truman Doktrini devreye sokuluyor. Ticaret, tarım, sanayi, askerî ilişkiler dolayımıyla ABD’ye bağlanıyor. Burada bir karşı-devrimden söz etmek mümkün görünmüyor. Bu süreci bizatihi cumhuriyet kadroları yönetiyorlar.

“Türkiye, CHP yönetimi sırasında ABD ile bir dizi mutabakata vardı: 12 Temmuz 1947’de askeri yardım anlaşması, 4 Temmuz 1948’de ekonomik işbirliği anlaşması, 27 Aralık 1949’da kültür anlaşması imza edildi.” [agy]

“Amerikan ‘yardımı’ ekonomik gelişmeye değil, Türkiye’nin militarizasyonuna, askerî bir köprübaşına ve Amerikan tekelleri için bir tarım ve hammadde kaynağı haline gelmesine yönelik.” Yardımlar kapsamında “inşa edilen ve edilmekte olan yollar, esasen askeri-stratejik önem taşıyorlar.” [agy]

1950 ve 1980’nin tüm günahı ABD’nin sırtına yükleniyor, Türkiye’deki güçler aklanıyor. Buranın güçlerinin ABD ile yoğrulmuş mayası üzerinde durulmuyor. Çünkü o güçler içerisinde müttefikler aranıyor. Alttakilerin öfkesi zararlı görüldüğü için yukarıdakilerin adımlarına bakılıyor. “Siz yönetemiyorsunuz, çünkü cahil ve bilgisizsiniz, çekilin biz yönetiriz” deniliyor. Bu, sosyalist siyaset olarak takdim ediliyor. O sosyalist siyaset, bugün “Biden gelse de bizi kurtarsa” diyor. “Amerika ile İran savaşsa Amerika’nın safında yer alırım” diyen Candan Badem gibi isimleri üretiyor.

Gericilik

Gericiliği, gerici bir rejim olarak burjuva diktatörlüğünü ve kapitalist düzeni savunanlarda aramak gerekiyor. Bu açıdan, Orhan Gökdemir’in her bulduğu fırsatta bizi ağababalarına ihbar etmesinin, onlardan bizim tutuklanmamızı istemesinin bir anlamı yoktur. Neticede “hakikat mazlumların safındadır.” [Malcolm X]

El hüneriyle ve hileyle, Kemalizmi zarf, sosyalistliği mazruf kılabileceklerini sananlar, yanılgı içerisindedirler. Kendi sosyalistliklerini Kemalizm olarak tanımladıklarında Kemalizmin tanımının da değişeceğine safça inanıyorlar. Liberaller ve milliyetçiler gibi kendi Kemalist heykellerini yontmayı siyaset zannediyorlar.

Bu solcular, 1950 öncesi Kemalist ordunun, bürokrasinin, siyaset âleminin, burjuvazinin kendi iradesiyle, bile isteye Amerikanlaştığını, NATO bünyesinde örgütlendiğini görmek ve Kemalizme toz kondurmak istemiyorlar. Gündelik çıkarları adına, aldıkları emirler gereği, 1950 öncesini Asrı Saadet olarak gören ve gösterenler, kapitalist burjuva düzenine uşaklık ediyorlar. Bu hâlleriyle, sömürü ve zulmün tüm silâhlarının o günlerde imal edildiğini herkesten gizlemeye çalışıyorlar. Çünkü dertleri sömürü ve zulüm değil, ağaların-paşaların düzenini yıkacak herkesi “gerici” olarak kodlayıp hapse tıkmak veya öldürmektir.

Sömürü ve zulme karşı mücadele verenlerin görevi, ağaların-paşaların “devrim”ini allayıp pullamak değil, devrim yapmaktır.

Eren Balkır
15 Ekim 2020

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Ayakkabı Cumhuriyeti”, 1 Eylül 2019, İştiraki.

[2] Eren Balkır, “İçtima”, 8 Ekim 2020, İştiraki.

[3] Eren Balkır, “Laik Sosyalizm”, 29 Aralık 2015, İştiraki.

[4] “1980’lerde Türk Ekonomisi Belgeseli”, Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm.

[5] James W. Spain, “Türkiye’de Askerî Rejim”, 12 Eylül 2017, İştiraki.

[6] Doğan Özgüden, “Eylül, Pogromlar, Darbeler ve Acılar Ayı”, 10 Eylül 2020, AG.

[7] Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Yol-8 “Yedek Güç: Milliyet (Doğu)”, Köxüz Yay., PDF.

[8] “Eskişehir Nutku”, 6 Ağustos 1929, İştiraki.

[9] “SSCB’nin Ankara Büyükelçiliği’nin 1951 Yıllık Raporu”, Çev. Hazal Yalın, 1 Ekim 2020, Asianews.

0 Yorum: