09 Ekim 2020

,

İçtima


Bugün Oğuzhan Müftüoğlu, yeni gelen emirlerle birlikte, tekrar arz-ı endam ediyor. “Gazeteci” olarak direnmediği 12 Eylül'e dair düşüncelerini serdediyor.[1] O, esasen kendisinin CHP yuvasına ve yuvarına geri dönmesini isteyenler adına konuşuyor. Onların söylemesini istedikleri şeyleri söylüyor.

Bugün Oğuzhan Müftüoğlu, “12 Eylül, diğer bütün gerekçelerle birlikte (sayesinde Ecevit’in bile iktidar şansı bulduğu) bu devrimci yükseliş dalgasını da kırarak, ülkenin geleceğinin İslamcı militarist gerici bir rotaya döndürmek için yapıldı” diyor.[2] “Amiri ve hocası” Yalçın Küçük gibi konuşuyor. Oysa bundan kırk yıl önce Devrimci Yol dergisinde şunlar söyleniyor:

“Bir yandan IMF’nin malum ekonomi politikası aynen uygulanarak, bir yandan da bu ekonomik uygulamalara karşı kitlelerin tepkilerinin yükselmesinin ve toplumsal patlamaların önüne geçebilmek için baskı politikaları geliştirilerek, bugünkü askeri faşist diktatörlüğün temelleri bizzat Ecevit hükümeti döneminde atılmıştır.”[3]

Kendi örgütünü yalanlayan Müftüoğlu, bugün birilerine mesaj gönderiyor. Örgütü, kırk yıl önce az buçuk ekonomi-politika okurken, Müftüoğlu, bugün 28 Şubatçı paşaların raporlarıyla siyaset analizi yapıyor. “Diktatörlüğün temelini atan” partiye hareketi teslim edenler, bugün de aynı oyunu oynuyorlar.

* * *

Ecevit, 1974’te mecliste görüşülen genel af konusunda Demirel’in komünizmle mücadele yönteminin başarısız olduğunu, bir de kendi partisinin yönteminin denenmesini istiyor.[4] Bu istek dâhilinde genel af ilân ediliyor. Oğuzhan Müftüoğlu ve birçok isim, hapisten çıkıyor. Bu çıkışın karşılıksız olduğunu söylemek mümkün görünmüyor.

Anti-komünist mücadele, örgütlerin tepelerinde kendisine kanal buluyor. Bu mücadelenin, sadece birilerini genel afla dışarı çıkartmaktan ibaret olduğunu düşünmemek gerekiyor.

O süreçte THKP-C’nin önemli isimleri, bir evde toplanıyorlar. Tartışmaların ardından kapıdan çıkan herkes, kendi örgütünü kuruyor. Sebebini kimse sormuyor. Kurtuluş’un önemli isimlerinden birinin dile getirdiği biçimiyle, örgütle aynı ismi taşıyan dergide “Kemalizm eleştirisi”ne yer veriliyor, ama bu eleştiri, aslında Çayan’dan kopmak için yapılıyor. Sonuçta örgüt, hâlen daha Kemalizm sahası içerisindedir ve özellikle Doğu’da ona hizmet etmektedir.

Aslında örgüt kuran herkes, Çayan’dan kopmak ve uzaklaşmak için örgüt kurmuştur. Asıl mesele de budur.

* * *

Bugün Halkevleri, bir basın açıklaması yapıyor, orada taşınan ozalitte “Devrimcilik Meşrudur” yazıyor. CHP’nin gençlik kolları olarak çalışmayı “devrimcilik” sayan bu derneğe göre bu faaliyet tabii ki meşrudur, hukuka uygundur, çünkü bünyesinde CHP milletvekillerini barındıran “devrimcilik” dedikleri şey, Altı Ok’taki İnkilâpçılık ilkesinin pratik karşılığıdır. Sol, ancak bu ilkenin sınırları dâhilinde siyaset yapabilmektedir.

12 Eylül mahkemeleri, Ülkücüleri “terörist” olarak yargılamışlardır. Darbenin ana ölçüsü, ekseni, mizanı Altı Ok’tur. Paşalar, 1983 seçimi öncesi alt kadrolara ülkedeki siyasetin durumunu inceleyen bir rapor hazırlatıyorlar. Raporun ulaştığı sonuç şu: “Ülke, demokrasiye o kadar da hazır değil.” O hazırlanan raporda sol örgütler “halkçılık ilkesi düşmanları”, İslami hareketler, “laiklik ilkesi düşmanları”, ülkücüler, “milliyetçilik ilkesi düşmanları" başlığı altında inceleniyorlar. İnceleme ve hükmün ölçüsü, gene ordunun ideolojisine göre belirleniyor. Altı ok, sınıf ve sınır ötesi, yüce bir ideolojik kurgu. Altı oka toz konduramayanlar, kendilerine işaret edilen düşmanı taşlıyorlar.

Dolayısıyla bugün Oğuzhan Müftüoğlu, aldığı emri gizlemek adına, yalan söylüyor. İçtimaya alınan sol örgüt şefleri, CHP yuvarına yerleşmeye mecburdurlar. Bu sebeple, 12 Eylül’ü bugünün siyasetine dair edebiyatla değerlendirip, “İslamcı” olarak nitelemek, en basit ifadeyle, cahillik.

Çünkü 12 Eylül paşaları, en az Oğuzhan Müftüoğlu kadar laik ve Kemalisttirler. “1950’den sonra karşı-devrim oldu, sizin göreviniz, eğer kabul ederseniz, o karşı-devrimi terse çevirmektir” repliği, herkesin itaat ettiği bir emirdir. 1980’de güncellenen bu repliğin birçok şeyi gizlediği görülmemiş, sorgulanmamıştır. Sosyalist hareketin devrim tarifi, ellilerdeki karşı-devrimi terse çevirmekten ibarettir.

* * *

O paşaların devleti, 74 affıyla hapisten çıkarttığı isimlere belirli görevler vermiştir. Bu görevlerden biri de Çayan’dan uzaklaşmak, partiyi dağıtmaktır. Kimse, parti disipliniyle, parti sorumluluğuyla ve parti bilinciyle hareket etmemiştir. Çünkü her şefin kafasında mutlak ve kalıcı olan parti, CHP’dir. O limandan kimse uzaklaşamaz. Çünkü bu ülkede komünist hareket, her daim ordunun kontrolü altında olmalıdır. 1920’lerden beri bu böyledir.

Seksen öncesinde “CHP dâhil tüm sol üzerinde politik hegemonya tesis eden”[5] Devrimci Yol, o dönemde orta sınıfları ürkütmeme siyaseti güder. Bu düzlemde, “Devrimci Sol ayrışması ile birlikte örgütün proleter-plebyen dinamikleri ciddi bir biçimde daralır.”[6] Sekiz ay öncesinde haber aldıkları darbeye karşı çok önemli bir hazırlık içine giren, “proleter ve plebyen olmayan” Devrimci Yol, bu bağlamda en anlamlı adımı atar: Örgüt, Müftüoğlu’nun ifadesiyle, geldiğini içeriden alınan istihbaratla bildiği darbe öncesi sekiz ayı tartışarak geçirir. Bu solcular, devrimi sosyalizmi değil, esasen tartışmayı sevmektedirler. Dertleri her daim devrimi ve sosyalizmi tartışılır kılmak, muğlaklaştırmak, sulandırmak, onların hüküm ve güç sahibi olmasına izin vermemektir.

Aynı şekilde, on yıl sonra da siyaset alanına devlet müdahil olur, solun toparlanacağı süreci de Müftüoğlu ve arkadaşları tartışarak geçirirler. Ömrü tartışarak geçen bu şeflerin devrim ve sosyalizm gibi bir derdi yoktur.

89-92 momentinde herkes, şeflerinin sıkılı bir yumruk gibi zindanlardan çıkacağını umarken, onlar, en geri kitleci legalist “Parti Olmayan Parti” vizyonuyla sahneye çıkarlar. CHP varken parti dahi kurulamaz. Çünkü hapishaneden (gene) gizli bir anlaşma neticesinde çıkılabilmiştir. “İşkencede çözüldün, yoldaşlarını bir bir ihbar ettin” denildiğinde “ben yaşamak zorundaydım” diyen Müftüoğlu ve ekibinin başka bir şey yapma ihtimali bulunmamaktadır.

* * *


Oğuzhan Müftüoğlu, bugün AKP karşıtı küçük burjuva siyasete bir yerinden eklemlenmek için 12 Eylül darbesini “İslamcı” olarak niteliyor. Oysa o imam hatipleri, diyanetleri, tarikatları bizzat kendi Kemalist cumhuriyeti kurmuştur.

Halkın devrimci yönelimini kontrol etmek isteyen devletle, Müslüman kitledeki yönelimleri baskılamak isteyen devlet, aynı güçtür.

Bu kontrol meselesini, en iyi Müftüoğlu bilir. Devrimci Yol geleneğinden gelen her örgütün tepe kadrolarını da yürütülecek siyaseti de gene o tayin etmektedir. O örgütlerin başka bir seçeneği yoktur.

Bugün Müftüoğlu, o güç adına başka bir role soyunuyor ve her fırsatta, her röportajda “postmodern, liberal çizgi”yle mücadele ettiğini söylüyor. Açık ki yalan söylüyor. Anlaşılan, yoldaşı Melih Pekdemir’in Anne Bak Kral Çıplak kitabını okumamış. Orada Pekdemir, dönemin sivil toplumcu, sosyal demokrat, liberal anti-komünist zırvalarını derliyor, zihinlere boca ediyordu. Pekdemir kitabın bir yerinde sosyalist gericilere şu uyarıyı yapıyordu: “Sosyalizm bir istektir, bir zorunluluk değil.”[7]

Kitabı Pekdemir, sırtındaki yük olan Marksizmi çöpe atmak için yazmıştı. “Sosyalizm zorunluluk değil” dedikten sonra tabii ki “Sosyalizm politikanın inkârıdır” tespitinde bulunuyordu.[8] Ezilenlere-sömürülenlere sosyalizmi ve politikayı yasaklamanın derdindeydi. Bu ipe bir de doğal olarak “iktidar mücadelesi boş ve beyhudedir” tespitini eklemeye mecburdu. Kendilerini “toplum mühendisleri” olarak gören Devrimci Yolcular, doksanlarda “Marksizm Newtoncu dönemin düşüncesiydi. Bugün Kuantum çağındayız, onu aşmalıyız” diyorlardı. Ezilen-sömürülen olmama imkânlarını satmak için bu tür yalanlara sarıldılar.

Seksen sonrası elde kalan firmalar, barlar, işletmeler büyüdü, bu büyümenin ideolojisi, neoliberalizme tek laf etmedi. Örgütün ve hareketin ideolojisi hâline geldi. KOBİ’leri ve AB fonlarını yüceltti. Doksanlarda ÖDP içinde “özelleştirmelere hayır denilsin denilmesin mi?” tartışması yürütüldü. Müftüoğlu’nun ekibi, özelleştirmeleri savundu. Bugün nasıl oluyorsa Müftüoğlu, bunların hiçbiri olmamış gibi konuşuyor. Doksanları bilmeyen gençleri kandırabileceğini sanıyor. Bu becerisi, takdiri hak ediyor.

Postmodern ve liberal söylemi, teoriyi, çeri çöpü Türkiye’ye Oğuzhan Müftüoğlu’nun yoldaşlarının kurdukları yayınevleri taşıdı. Ankara İddianamesi’nde yoldaşlarını ihbar ettiği söylenen Forta, müzik endüstrisinde tekel oldu, müziği yozlaştırdı. Devletin bu kişinin müzik tekeli olmasına nasıl izin verdiğini, onca şirketin nasıl büyüdüğünü, Devrimci Yolcuların belirli sektörlerde suyun başına nasıl oturtulduklarını kimse sorgulamadı. Yoldaşlarının kurdukları dağıtım şirketleri, kitap üretim alanını sömürdüler. Her türlü kiri pası Devrimci Yol’un şirketleri piyasaya taşıdı.

Postmodern-liberal fikirlerin yerel acenteliğini Devrimci Yol “dışında” kurulup onu aşırılıktan uzak tutmak için çalışan Birikim dergisi üstlendi. Beşinci mevsim, gökkuşağı teorisi, sarmaşık modeli, temalar, kimlikçi siyaset, otonomlar, AB’cilik, STK’cılık, Sovyet eleştirisi üzerine kurulu liberal gevezelikler, hep Devyolcular eliyle reklâm edildi. Neoliberal döneme uygun solculuğun hamiliğini ve öncülüğünü Devyol üstlendi.

* * *

Bugün CHP, içsel ve dışsal sebeplere bağlı olarak, HDP’nin kurulduğu düzleme çekiliyor. Sendika.org, hem Millet İttifakı’na bel bağlıyor, ondan medet umuyor, hem Mansur-İmamoğlu’yu önder kabul ediyor, onların solun içinde olduğunu düşünüyor, hem de CHP’nin “kontrgerillaya bağlı” olduğunu söylüyor.[9] Mansur ve İmamoğlu’yu kimin başa getirdiğini, Gökçek’in kim tarafından indirildiğini sorgulamıyor.

Sendika ve Halkevleri, herkese, tüm örgütsel gücüyle, kapı kapı, “o kontrgerillaya bağlı” olduğunu söylediği partiye oy topladığını unutturmak istiyor. Kırk yıl önce Ecevit ve IMF’den söz edenler gibi, bir şeyleri gizliyor. Olası eleştirilerin önünü alıyor. Fırsat doğduğunda halkı gene CHP’ye teslim etmeyi düşünüyor.

Bu açıdan, onun ağzından çıkan “devrimci muhalefet” sözünün boş olduğunu görmek gerekiyor. Kontrol, oyalama, sönümlendirme, bu tür örgütlerin ana görevi. “Devrimci muhalefet”ten bahsediyorlarsa bilinsin ki bu sefer sokak sokak dolaşıp ağaların-paşaların canını sıkacak kesimleri bir yerlere zincirleyecekler. Her şey zora girince “gazeteciyiz" diyenler, bu sefer de “yayıncıyız” diyecekler.

* * *

“[Halk] 12 Eylül darbesi yapıldığında devrim vaat eden, vaat ettiği devrimin sloganlarını dağlara taşlara yazan devrimci, sol örgütlerin çoğunun bırakın önlerinde olmasını, yanında bile göremedi.”[10]

Şurası açık: Yine göremeyecek. Yine ezilen kitleler, yiğit evlatlarıyla öne atılacaklar, ter ve kan dökecekler, yine şefler kaçıp, o kitleleri en geri olana mecbur edecekler. Görevleri bu.

Eren Balkır
8 Ekim 2020

Dipnotlar:
[1] Yaşar Aydın, “Oğuzhan Müftüoğlu Söyleşisi I”, 12 Eylül 2020, Birgün.

[2] Yaşar Aydın, “Oğuzhan Müftüoğlu Söyleşisi II”, 13 Eylül 2020, Birgün.

[3] DYArşivi.

[4] Eren Balkır, “Sadak ve Eldiven”, 11 Şubat 2017, İştirakî.

[5] Bu Tarih Bizim, Devrim, Mayıs 2006, s. 106.

[6] A.g.e., s. 94.

[7] Melih Pekdemir, Anne Bak Kral Çıplak, 2. Baskı, Başak, 1992, s. 281.

[8] A.g.e., s. 214.

[9] Ali Ergin Demirhan, “Devrimci Halk Muhalefeti”, 10 Eylül 2020, Sendika.

[10] Yaşar Ayaşlı, “12 Eylül Muhasebesi Nasıl Yapılmamalıdır?”, 19 Eylül 2020, Sendika.

0 Yorum: