Bugün Oğuzhan Müftüoğlu, yeni gelen emirlerle
birlikte, tekrar arz-ı endam ediyor. “Gazeteci” olarak direnmediği 12 Eylül'e
dair düşüncelerini serdediyor.[1] O, esasen kendisinin CHP yuvasına ve yuvarına
geri dönmesini isteyenler adına konuşuyor. Onların söylemesini istedikleri
şeyleri söylüyor.
Bugün Oğuzhan Müftüoğlu, “12 Eylül, diğer bütün
gerekçelerle birlikte (sayesinde Ecevit’in bile iktidar şansı bulduğu) bu
devrimci yükseliş dalgasını da kırarak, ülkenin geleceğinin İslamcı militarist
gerici bir rotaya döndürmek için yapıldı” diyor.[2] “Amiri ve hocası” Yalçın
Küçük gibi konuşuyor. Oysa bundan kırk yıl önce Devrimci Yol dergisinde
şunlar söyleniyor:
“Bir
yandan IMF’nin malum ekonomi politikası aynen uygulanarak, bir yandan da bu
ekonomik uygulamalara karşı kitlelerin tepkilerinin yükselmesinin ve toplumsal
patlamaların önüne geçebilmek için baskı politikaları geliştirilerek, bugünkü
askeri faşist diktatörlüğün temelleri bizzat Ecevit hükümeti döneminde
atılmıştır.”[3]
Kendi örgütünü yalanlayan Müftüoğlu, bugün birilerine
mesaj gönderiyor. Örgütü, kırk yıl önce az buçuk ekonomi-politika okurken,
Müftüoğlu, bugün 28 Şubatçı paşaların raporlarıyla siyaset analizi yapıyor.
“Diktatörlüğün temelini atan” partiye hareketi teslim edenler, bugün de aynı
oyunu oynuyorlar.
* * *
Ecevit, 1974’te mecliste görüşülen genel af konusunda
Demirel’in komünizmle mücadele yönteminin başarısız olduğunu, bir de kendi
partisinin yönteminin denenmesini istiyor.[4] Bu istek dâhilinde genel af ilân
ediliyor. Oğuzhan Müftüoğlu ve birçok isim, hapisten çıkıyor. Bu çıkışın
karşılıksız olduğunu söylemek mümkün görünmüyor.
Anti-komünist mücadele, örgütlerin tepelerinde
kendisine kanal buluyor. Bu mücadelenin, sadece birilerini genel afla dışarı
çıkartmaktan ibaret olduğunu düşünmemek gerekiyor.
O süreçte THKP-C’nin önemli isimleri, bir evde
toplanıyorlar. Tartışmaların ardından kapıdan çıkan herkes, kendi örgütünü
kuruyor. Sebebini kimse sormuyor. Kurtuluş’un önemli isimlerinden birinin dile
getirdiği biçimiyle, örgütle aynı ismi taşıyan dergide “Kemalizm eleştirisi”ne
yer veriliyor, ama bu eleştiri, aslında Çayan’dan kopmak için yapılıyor.
Sonuçta örgüt, hâlen daha Kemalizm sahası içerisindedir ve özellikle Doğu’da
ona hizmet etmektedir.
Aslında örgüt kuran herkes, Çayan’dan kopmak ve
uzaklaşmak için örgüt kurmuştur. Asıl mesele de budur.
* * *
Bugün Halkevleri, bir basın açıklaması yapıyor, orada
taşınan ozalitte “Devrimcilik Meşrudur” yazıyor. CHP’nin gençlik kolları olarak
çalışmayı “devrimcilik” sayan bu derneğe göre bu faaliyet tabii ki meşrudur,
hukuka uygundur, çünkü bünyesinde CHP milletvekillerini barındıran
“devrimcilik” dedikleri şey, Altı Ok’taki İnkilâpçılık ilkesinin pratik
karşılığıdır. Sol, ancak bu ilkenin sınırları dâhilinde siyaset
yapabilmektedir.
12 Eylül mahkemeleri, Ülkücüleri “terörist” olarak
yargılamışlardır. Darbenin ana ölçüsü, ekseni, mizanı Altı Ok’tur. Paşalar,
1983 seçimi öncesi alt kadrolara ülkedeki siyasetin durumunu inceleyen bir
rapor hazırlatıyorlar. Raporun ulaştığı sonuç şu: “Ülke, demokrasiye o kadar da
hazır değil.” O hazırlanan raporda sol örgütler “halkçılık ilkesi düşmanları”,
İslami hareketler, “laiklik ilkesi düşmanları”, ülkücüler, “milliyetçilik
ilkesi düşmanları" başlığı altında inceleniyorlar. İnceleme ve hükmün
ölçüsü, gene ordunun ideolojisine göre belirleniyor. Altı ok, sınıf ve sınır
ötesi, yüce bir ideolojik kurgu. Altı oka toz konduramayanlar, kendilerine
işaret edilen düşmanı taşlıyorlar.
Dolayısıyla bugün Oğuzhan Müftüoğlu, aldığı emri
gizlemek adına, yalan söylüyor. İçtimaya alınan sol örgüt şefleri, CHP yuvarına
yerleşmeye mecburdurlar. Bu sebeple, 12 Eylül’ü bugünün siyasetine dair
edebiyatla değerlendirip, “İslamcı” olarak nitelemek, en basit ifadeyle,
cahillik.
Çünkü 12 Eylül paşaları, en az Oğuzhan Müftüoğlu kadar
laik ve Kemalisttirler. “1950’den sonra karşı-devrim oldu, sizin göreviniz,
eğer kabul ederseniz, o karşı-devrimi terse çevirmektir” repliği, herkesin
itaat ettiği bir emirdir. 1980’de güncellenen bu repliğin birçok şeyi gizlediği
görülmemiş, sorgulanmamıştır. Sosyalist hareketin devrim tarifi, ellilerdeki
karşı-devrimi terse çevirmekten ibarettir.
* * *
O paşaların devleti, 74 affıyla hapisten çıkarttığı
isimlere belirli görevler vermiştir. Bu görevlerden biri de Çayan’dan
uzaklaşmak, partiyi dağıtmaktır. Kimse, parti disipliniyle, parti
sorumluluğuyla ve parti bilinciyle hareket etmemiştir. Çünkü her şefin
kafasında mutlak ve kalıcı olan parti, CHP’dir. O limandan kimse uzaklaşamaz.
Çünkü bu ülkede komünist hareket, her daim ordunun kontrolü altında olmalıdır.
1920’lerden beri bu böyledir.
Seksen öncesinde “CHP dâhil tüm sol üzerinde politik
hegemonya tesis eden”[5] Devrimci Yol, o dönemde orta sınıfları ürkütmeme
siyaseti güder. Bu düzlemde, “Devrimci Sol ayrışması ile birlikte örgütün
proleter-plebyen dinamikleri ciddi bir biçimde daralır.”[6] Sekiz ay öncesinde
haber aldıkları darbeye karşı çok önemli bir hazırlık içine giren, “proleter ve
plebyen olmayan” Devrimci Yol, bu bağlamda en anlamlı adımı atar: Örgüt, Müftüoğlu’nun
ifadesiyle, geldiğini içeriden alınan istihbaratla bildiği darbe öncesi sekiz
ayı tartışarak geçirir. Bu solcular, devrimi sosyalizmi değil, esasen
tartışmayı sevmektedirler. Dertleri her daim devrimi ve sosyalizmi tartışılır
kılmak, muğlaklaştırmak, sulandırmak, hüküm ve güç sahibi kılmasına izin
vermemektir.
Aynı şekilde, on yıl sonra da siyaset alanına devlet
müdahil olur, solun toparlanacağı süreci de Müftüoğlu ve arkadaşları tartışarak
geçirirler. Ömrü tartışarak geçen bu şeflerin devrim ve sosyalizm gibi
bir derdi yoktur.
89-92 momentinde herkes, şeflerinin sıkılı bir yumruk
gibi zindanlardan çıkacağını umarken, onlar, en geri kitleci legalist “Parti Olmayan
Parti” vizyonuyla sahneye çıkarlar. CHP varken parti dahi kurulamaz. Çünkü
hapishaneden (gene) gizli bir anlaşma neticesinde çıkılabilmiştir. “İşkencede
çözüldün, yoldaşlarını bir bir ihbar ettin” denildiğinde “ben yaşamak
zorundaydım” diyen Müftüoğlu ve ekibinin başka bir şey yapma ihtimali bulunmamaktadır.
Oğuzhan Müftüoğlu, bugün AKP karşıtı küçük burjuva
siyasete bir yerinden eklemlenmek için 12 Eylül darbesini “İslamcı” olarak
niteliyor. Oysa o imam hatipleri, diyanetleri, tarikatları bizzat kendi
Kemalist cumhuriyeti kurmuştur.
Halkın devrimci yönelimini kontrol etmek isteyen
devletle, Müslüman kitledeki yönelimleri baskılamak isteyen devlet, aynı
güçtür.
Bu kontrol meselesini, en iyi Müftüoğlu bilir.
Devrimci Yol geleneğinden gelen her örgütün tepe kadrolarını da yürütülecek siyaseti
de gene o tayin etmektedir. O örgütlerin başka bir seçeneği yoktur.
Bugün Müftüoğlu, o güç adına başka bir role soyunuyor
ve her fırsatta, her röportajda “postmodern, liberal çizgi”yle mücadele
ettiğini söylüyor. Açık ki yalan söylüyor. Anlaşılan, yoldaşı Melih Pekdemir’in
Anne Bak Kral Çıplak kitabını okumamış. Orada Pekdemir, dönemin sivil
toplumcu, sosyal demokrat, liberal anti-komünist zırvalarını derliyor,
zihinlere boca ediyordu. Pekdemir kitabın bir yerinde sosyalist gericilere şu
uyarıda bulunuyordu: “Sosyalizm bir istektir, bir zorunluluk değil.”[7]
Kitabı Pekdemir, sırtındaki yük olan Marksizmi çöpe atmak
için yazmıştı. “Sosyalizm zorunluluk değil” dedikten sonra tabii ki “Sosyalizm
politikanın inkârıdır” tespitinde bulunuyordu.[8] Ezilenlere-sömürülenlere
sosyalizmi ve politikayı yasaklamanın derdindeydi. Bu ipe bir de doğal olarak “iktidar
mücadelesi boş ve beyhudedir” tespitini eklemeye mecburdu. Kendilerini “toplum
mühendisleri” olarak gören Devrimci Yolcular, doksanlarda “Marksizm Newtoncu
dönemin düşüncesiydi. Bugün Kuantum çağındayız, onu aşmalıyız” diyorlardı.
Ezilen-sömürülen olmama imkânlarını satmak için bu tür yalanlara sarıldılar.
Seksen sonrası elde kalan firmalar, barlar, işletmeler
büyüdü, bu büyümenin ideolojisi, neoliberalizme tek laf etmedi. Örgütün ve
hareketin ideolojisi hâline geldi. KOBİ’leri ve AB fonlarını yüceltti.
Doksanlarda ÖDP içinde “özelleştirmelere hayır denilsin denilmesin mi?”
tartışması yürütüldü. Müftüoğlu’nun ekibi, özelleştirmeleri savundu. Bugün
nasıl oluyorsa Müftüoğlu, bunların hiçbiri olmamış gibi konuşuyor. Doksanları
bilmeyen gençleri kandırabileceğini sanıyor. Bu becerisi takdiri hak ediyor.
Postmodern ve liberal söylemi, teoriyi, çeri çöpü
Türkiye’ye Oğuzhan Müftüoğlu’nun yoldaşlarının kurdukları yayınevleri taşıdı.
Ankara İddianamesi’nde yoldaşlarını ihbar ettiğinden söz edilen Forta, müzik
endüstrisinde tekel oldu, müziği yozlaştırdı. Devletin bu kişinin müzik tekeli
olmasına nasıl izin verdiğini, onca şirketin nasıl büyüdüğünü, Devrimci
Yolcuların belirli sektörlerde suyun başına nasıl oturtulduğunu kimse
sorgulamadı. Yoldaşlarının kurdukları dağıtım şirketleri, kitap üretim alanını
sömürdüler. Her türlü kiri pası Devrimci Yol’un şirketleri piyasaya taşıdı.
Postmodern-liberal fikirlerin yerel acenteliğini
Devrimci Yol “dışında” kurulup onu aşırılıktan uzak tutmak için çalışan Birikim
dergisi üstlendi. Beşinci mevsim, gökkuşağı teorisi, sarmaşık modeli, temalar,
kimlikçi siyaset, otonomlar, AB’cilik, STK’cılık, Sovyet eleştirisi üzerine
kurulu liberal gevezelikler, hep Devyolcular eliyle reklâm edildi. Neoliberal
döneme uygun solculuğun hamiliğini ve öncülüğünü Devyol üstlendi.
* * *
Bugün CHP, içsel ve dışsal sebeplere bağlı olarak,
HDP’nin kurulduğu düzleme çekiliyor. Sendika.org, hem Millet İttifakı’na bel
bağlıyor, ondan medet umuyor, hem Mansur-İmamoğlu’yu önder kabul ediyor,
onların solun içinde olduğunu düşünüyor, hem de CHP’nin “kontrgerillaya bağlı”
olduğunu söylüyor.[9] Mansur ve İmamoğlu’yu kimin başa getirdiğini, Gökçek’in
kim tarafından indirildiğini sorgulamıyor.
Sendika ve Halkevleri, herkese, tüm örgütsel gücüyle,
kapı kapı, “o kontrgerillaya bağlı” olduğunu söylediği partiye oy topladığını
unutturmak istiyor. Kırk yıl önce Ecevit ve IMF’den söz edenler gibi, bir
şeyleri gizliyor. Olası eleştirilerin önünü alıyor. Fırsat doğduğunda halkı
gene CHP’ye teslim etmeyi düşünüyor.
Bu açıdan, onun ağzından çıkan “devrimci muhalefet”
sözünün boş olduğunu görmek gerekiyor. Kontrol, oyalama, sönümlendirme, bu tür
örgütlerin ana görevi. “Devrimci muhalefet”ten bahsediyorlarsa bilinsin ki bu
sefer sokak sokak dolaşıp ağaların-paşaların canını sıkacak kesimleri bir
yerlere zincirleyecekler. Her şey zora girince “gazeteciyiz" diyenler, bu
sefer de “yayıncıyız” diyecekler.
* * *
“[Halk]
12 Eylül darbesi yapıldığında devrim vaat eden, vaat ettiği devrimin
sloganlarını dağlara taşlara yazan devrimci, sol örgütlerin çoğunun bırakın
önlerinde olmasını, yanında bile göremedi.”[10]
Şurası açık: Yine göremeyecek. Yine ezilen kitleler,
yiğit evlatlarıyla öne atılacaklar, ter ve kan dökecekler, yine şefler kaçıp, o
kitleleri en geri olana mecbur edecekler. Görevleri bu.
Eren Balkır
8 Ekim 2020
Dipnotlar:
[1] Yaşar Aydın, “Oğuzhan Müftüoğlu Söyleşisi I”, 12 Eylül 2020, Birgün.
[2] Yaşar Aydın, “Oğuzhan Müftüoğlu Söyleşisi II”, 13
Eylül 2020, Birgün.
[3] DYArşivi.
[4] Eren Balkır, “Sadak ve Eldiven”, 11 Şubat 2017, İştirakî.
[5] Bu Tarih Bizim, Devrim, Mayıs 2006, s. 106.
[6] A.g.e., s. 94.
[7] Melih Pekdemir, Anne Bak Kral Çıplak, 2.
Baskı, Başak, 1992, s. 281.
[8] A.g.e., s. 214.
[9] Ali Ergin Demirhan, “Devrimci Halk Muhalefeti”, 10
Eylül 2020, Sendika.
[10] Yaşar Ayaşlı, “12 Eylül Muhasebesi Nasıl Yapılmamalıdır?”, 19 Eylül 2020, Sendika.
0 Yorum:
Yorum Gönder