“Esnek” Kapitalizmi Yeniden Düşünmek:
Tuzla/İstanbul Tersaneleri Vakası Üzerinden
Türkiye’de “Esnek” Kapitalizmin Oluşumunu Keşfetmek
Bu
tezde, Tuzla’daki tersanelerin teorik manada nasıl kavranabileceğine ilişkin
bir soru sorulmaktadır. Tezin ana odak noktası, Tuzla tersanelerinde ve
civarında öznelliklerin oluşumudur. Tersane sahiplerinin hayat hikâyeleri,
işçilerin ve tersane memurlarının ayrıca aradaki temsilcilerin anlatımları,
iktidar/öznellik sorunsalı dâhilinde okunmuştur. Ana argüman, sermaye
birikiminin doğrusal ilerleyen bir sarmal mantığı olarak anlaşılamayacağı
yönündedir. Sermaye birikimi, iktidar/hükümet ilişkilerinin ortaya çıkışına ait
fiilî bağlamın ötesinde, yeni alanların açılması amacıyla, bu ilişkilerin
soyutlanmasına dönük bir gayret olarak anlaşılmaktadır. Bu gayret, kapitalist
işleyişin meydana gelmek için zaman ve mekân bulduğu somut ilişkilerle,
soyutlama ve yeniden fiilîleşme amacıyla müteşebbislerin (başka mekân ve
zamanlarda) ortaya koydukları gayretler arasındaki gerilim tarafından her daim
rahatsız edilir. Bu açıdan bakıldığında, söz konusu gerilim, sürekli yeniden
örgütlenmeyi icbar etmesi sebebiyle, verimli olan, kapitalizmin doğasında
mevcut bulunan bir gerilim olarak görülür. Tuzla tersanelerinde ve civarındaki
sermaye birikimi, devlet kanunlarının hiçbir evrensel geçerliliğe sahip
olmadığı bir çerçeve dâhilinde oluşmaktadır. Bu, Türk devletinin tebaasıyla
kurduğu ilişkinin karmaşık tarihselliğinin bir sonucudur. Söz konusu tebaa,
birbiriyle karşı karşıya gelir ve kendi failliklerinin imkânlar alanını
yapılandırır. Buradan bakıldığında, kapitalizm, birleşik ve eşitsiz bir
gelişmeye işaret ediyor gibi görünür. Buradaki kombinasyon, verili bir
konjoktürde bu öznelliklerin eklemlenmesine işaret eder ve gelişme, doğrusal
bir ilerlemeye değil, özneler çokluğuna ait mücadeleler alanındaki bir kaymaya
ve bu öznelerin karşılıklı dönüşümüne denk düşer. Burada gördüğümüz kadarıyla,
sermaye birikimi, sosyal ilişkilerin yönetilmesinden ve birikmesinden
ayrıştırılamaz, ayrıca sosyal ilişkilerin yönetilmesi meselesi, Balibar’ın
ifade ettiği biçimiyle, sermaye birikimine de indirgenemez (Althusser ve
Balibar, 1972, s. 271):
“Marx’ın formülasyonu
(‘Üretim süreci sadece maddî nesneler değil, ayrıca sosyal ilişkiler de
üretir’) bu nedenle bir birleşme değil, ayrışmadır: Bu formülasyonda mesele, ya
şeylerin üretilmesi meselesidir ya da üretime ait sosyal ilişkilerin (yeniden)
üretilmesi meselesidir. Burada iki kavram vardır, ‘tezahür’ kavramı ve üretim
tarzına ait yapının etkililiği kavramı. Şeylerin üretilmesinin aksine, sosyal
ilişkilerin üretimi ‘birinci’ ve ‘ikinci’nin belirlenmesi ile neyin önce, neyin
sonra geldiğinin tespitine tabi değildir. Marx’ın yazdığı üzere, ‘her sosyal üretim
süreci, aynı zamanda bir yeniden üretim sürecidir. Üretimin koşulları, aynı
zamanda ‘yeniden üretim’in koşullarıdır; aynı zamanda bunlar, yeniden üretimin
yeniden ürettiği koşullardır: bu anlamda (belirli bir form dâhilinde) ‘birinci’
üretim süreci, her zaman-hâlihazırda bir yeniden üretim sürecidir. Kendi
kavramsallığı dâhilinde, üretim için bir ‘birinci’ üretim süreci diye bir şey
yoktur. Dolayısıyla şeylerin üretimi ile ilgili tüm tanımlar, tüm diğer
üretimleri eş ölçüde gerçek manada belirleyen birinci üretimin koşulları olarak
tezahür eden sosyal ilişkilerin üretimi dâhilinde, dönüştürülmek zorundadır.”
Bu
nedenle, gündelik iktidar ilişkilerinin ötesinde, sermayeye has bir mantıktan
söz edip edilemeyeceği bile sorgulanabilir bir husustur. Ayrıca sermayenin
birbiriyle konuşan ve dolayısıyla bir eşitlik alanına açılan iktidar
ilişkilerinin oluşturulmasına ait bir soyutlama olup olmadığı, tartışmaya açık
bir konudur. En azından para ve meta biçimi bu yönde okunabilir. Bu açıdan
bakıldığında, Tuzla’daki esnek kapitalizm, sermaye biriktirmek için devreye
sokulan bir örgütlenme formu değil, aynı sebeple, sermaye biriktirme gayretini
rahatsız eden bir zorunluluk ya da sermaye olarak soyut iktidar ilişkileri
bağlamında işlevli olabilen bir ilişkiler ağı olmalıdır. Bu sebeple, buradan,
her öznenin kendi öznelliğini devrettiği, sermaye denilen evrensel denkliğe öznel
konumların tercüme edilmesi için gerekli tesadüfî bir alana işaret eden, “esnek
kapitalizm” kavramına varıyoruz. Dolayısıyla esnek kapitalizm, Read’in
“kapitalist üretim tarzının maddîliği” dediği şeyle ‘bir öznellik tarzının
maddîliği” (Read, 2003, s. 9) arasında ayrım yapmanın mümkün olup olmadığını
sorgulama meselesidir, zira kime kimin tabi olduğunu belirleyen hiyerarşiler,
en azından belirli bir ihtimaller alanında, sürekli tartışılırlar.
Buradaki
iddiaya göre, “esneklik” anlayışı yeni bir kapitalizm formunun ortaya çıkışına
işaret etmez ve kapitalizmin hâkim bir formu yoktur. Bu sebeple “esneklik”
artık kapitalizmi nitel bir sapmaya işaret eden bir gösterenden ziyade,
öznellik sorunsalı dâhilinde okumaktır.
Ayrıca
esnek kapitalizm meselesi, ilkel birikime dair bir tartışmaya da kapı
aralamaktadır. Eğer sermayeye erişim, gündelik iktidar ilişkileri üzerinden
örgütlenmiyor ve bu ilişkiler sürekli devrediliyorsa, kapitalizm
Hardt/Negri’nin “biyopolitik” dediği şeyin bir biçimini varsayıyorsa, eğer
serbest meslek veya taşeron olmak daimî bir olasılıksa, o vakit bizim işçinin
kendi üretim araçlarından ayrışıp ayrışmadığını, ayrışıyorsa nasıl ayrıştığını
düşünmemiz icap eder. Bu, aynı zamanda işçinin, iktidar konumları talep etme/bu
konuda pazarlık yürütmesi için gerekli alanların açılması için geliştirdiği
direniş biçimi olarak görülmelidir. İşçiler, kendilerine ait üretim üzerinden
elde edilen maddî eşyalardan mahrum kalabilirler. Ama eğer üretim araçları,
sosyal ilişkiler (iktidarı alma imkânını içeren bir alan) olarak anlaşılırsa,
bu mülksüzleştirmeye karşı koyma ve aynı şekilde bir işçi olma imkânı ortaya
çıkar. Dolayısıyla sosyal ilişkiler, hatta kişinin kendisi, bir “üretim
aracı”na dönüşebilir. Bu açıdan bakıldığında, ortada “üretim araçları”nın
anlamı ve hatta hangi faaliyetlerin iktidar konumlarını ele geçirme noktasında
verimli olduğu üzerine bir mücadele sürmektedir. Bu sebeple, işçinin
mülksüzleştirilmesi (üretmek için gerekli maddî gereçlerden mahrum kalması) onu
iktidarı talep etme ve onunla pazarlık yürütme konusunda, “hayatta başka
varolma tarzları”nı seferber etmeye zorlar, böylelikle sosyal ilişkiler, üretim
araçlarına dönüşür. Bu aynı zamanda bize sadece maddî üretimin değil, ayrıca
“hayat tarzlarının neden giderek daha fazla meta ve CV’lere yazılabilen “mal
varlıkları ve beceriler” olarak, birer şahsî strateji hâline geldiklerini
gösterir.
Sosyal
ilişkiler ve işçinin bedeni, en azından tersanedeki taşeron sistemi bağlamında,
(taşeron veya serbest meslek sahibi hâline gelerek) üretim aracına
dönüşmektedir. Bu sebeple, ilkel birikimin niteliği, onun sürekliliği, ayrıca
onun mevcut özelliği sebebiyle, esnek kapitalizm, yeni soruların sorulmasına
neden olmaktadır. Bu noktada kalacağız ama bir yandan da öznellik/iktidar
sorunsalının esnek kapitalizmin, karakteri bakımından, yeni bir tartışma alanı
açtığını da ifade edeceğiz. Bu, aynı zamanda kapitalizmin doğasında olan
uzlaşmaz çelişkiye dair sorunlara ve II. Tarih’in kapitalist ilişkiler
karşısında dışsal bir niteliği nasıl kazanabileceğine dair soruya işaret eder.
(Dipesh Chakrabarty, Marx okuması üzerinden, iki tarih olduğunu söyler: I.
Tarih, ilkel birikimin sürekliliğini, öznelliğin geçiciliğini; II. Tarih, bu
geçiciliğe indirgenmeme ihtimalini içinde barından alanı ifade eder.)
Bu
değerlendirme, Tuzla tersanelerine dayanmakta ve esas olarak 2008’deki olaylara
odaklanmaktadır. Dolayısıyla burada, esnek kapitalizm kavramının ele alınması
noktasında, yeterince örnek sunulmadığı iddia edilebilir ama şu söylenmelidir
ki bu tezin niyeti bu değildir. Burada ana mesele, kapitalizmin içinde aktığı
kanal ve onun sahip olduğu politik niteliktir. Bu tez, sadece tartışmaya bir
katkı sunmayı amaçlamaktadır.
Taşeronluğun ve serbest
meslek sahibi olmanın kooperatiflere ve kolektiflere dönüştürülüp
dönüştürülemeyeceği, bu sayede işçilerin kendi koşullarını kolektif olarak
aşacakları ilksel ortak zemin olup olamayacağı; legalite dışılığın hukuku ve
devleti (devlet formunu) yıkmak için gerekli bir politik güç hâline getirilip
getirilemeyeceği; çıkışın/devrimin II. Tarih’ini inşa etmek için hikâyelerin
birbirimize anlatılıp anlatılamayacağı tartışmaya açık sorulardır. Ancak gene
de esnek kapitalizm, devrimci politika ve müdahalenin kavranmasına dönük
alternatif yollara ait bir alana kapı aralamaktadır.
Bu,
aynı zamanda birbirimize anlatılacak hikâyeleri mümkün kılan ve onu halk içinde
yankılandıracak olan bir emeğin önşart olduğunu söyler, böylelikle “dünyada
başka var olma tarzları”na ait biçimler için gerekli alternatif yol alanları
açılabilir. Bu, insanların ve doğanın sahip oldukları biyolojik işlevlere
indirgenmediği bir bakış açısına işaret eder. Kapitalizmin mevcut parçalı
yapısı dâhilinde, direnişin metafiziği, evrensellik iddiasında olan bir
projenin kurulmasını ifade eder. Çoklu direniş formlarının olduğuna dair ifade,
belirli bir direniş anlayışına, ret biçimleri dâhilinde oluşan bir kimliğe
işaret etse de, çokluk ve II. Tarih üzerine geliştirilen kavramsal düşünme
pratiği de kapitalizmi paramparça etmeye, komünist hipotezin fiilîleşmesi ve uygulanmasına
dönük temel bir dürtüyü ifade eder. Bu, bugünün evrensel bir projesidir. Ancak
tam da kapitalizmin politik niteliği ve sahip olduğu esneklik, evrensellik
iddiasındaki uzlaşmaz bir öznenin kuruluşunu öngörür. Bu entelektüel vaat,
evrenselci bir duruşa sahiptir. Uzlaşmaz karşıtlık apaçıktır ve “imal
edilmiştir” ama o, “dünyada başka varolma tarzları”ndaki çokluklar arasındaki
bir tür arabuluculuğu gerekli kılar. Bu açıdan bakıldığında, direnişin
metafiziğini okuma ve onu toplumun muhtelif yüzeylerine tercüme etme becerisine
sahip bir politik öznenin kuruluşu gereklidir. Ortak olanın ilkeleri üzerinden
hayatı örgütleyen örgütlü bir özne, esnek bir pozisyon savaşı ve manevra savaşı
verir. Özgürleştirici proje, “esnek” kapitalizmin ortaya çıkardığı imkânları
kullanmak zorundadır. Serbest meslek biçimleri kapitalist işleyişle ilişkilenme
noktasında kolektifler/kooperatifler örgütüne öncülük etmeli[1], ekonomik
rasyonalitenin ve kapitalizmin bir tür iradecilik ve müdahale yönünde ortaya
koyduğu taleplere ilişkin politik içerimlerinin ötesinde, biraraya gelmek için
gerekli alanlar açmalı, “dünyada başka varolma tarzları”na dönük arzuların
takas edildiği, çoklukları içerisinde bu arzuların dillendirildiği ve
yüzleştiği bir alan olarak anlaşılan bir evrensellik anlamında, bir müdahale
etiği oluşturmalıdır.
Suphi Nejat Ağırnaslı
[5 Ekim’de Kobanê’de şehid düşen Suphi Nejat Ağırnaslı’nın
yüksek lisans tezinin sonuç bölümü]
Dipnot:
[1] Bu fikri, her ne kadar bu kudretin oldukça riskli bir teşebbüs hâline gelme
ihtimali bulunsa da, Limter-iş’in, işçiler kooperatifi formunda kendi taşeron
şirketini işletip işletemeyeceğini yüksek sesle düşünen İlker Cörüt’e
borçluyum.