05 Ekim 2020

“Esnek” Kapitalizm



“Esnek” Kapitalizmi Yeniden Düşünmek:

Tuzla/İstanbul Tersaneleri Vakası Üzerinden

Türkiye’de “Esnek” Kapitalizmin Oluşumunu Keşfetmek

 

Bu tezde, Tuzla’daki tersanelerin teorik manada nasıl kavranabileceğine ilişkin bir soru sorulmaktadır. Tezin ana odak noktası, Tuzla tersanelerinde ve civarında öznelliklerin oluşumudur. Tersane sahiplerinin hayat hikâyeleri, işçilerin ve tersane memurlarının ayrıca aradaki temsilcilerin anlatımları, iktidar/öznellik sorunsalı dâhilinde okunmuştur. Ana argüman, sermaye birikiminin doğrusal ilerleyen bir sarmal mantığı olarak anlaşılamayacağı yönündedir. Sermaye birikimi, iktidar/hükümet ilişkilerinin ortaya çıkışına ait fiilî bağlamın ötesinde, yeni alanların açılması amacıyla, bu ilişkilerin soyutlanmasına dönük bir gayret olarak anlaşılmaktadır. Bu gayret, kapitalist işleyişin meydana gelmek için zaman ve mekân bulduğu somut ilişkilerle, soyutlama ve yeniden fiilîleşme amacıyla müteşebbislerin (başka mekân ve zamanlarda) ortaya koydukları gayretler arasındaki gerilim tarafından her daim rahatsız edilir. Bu açıdan bakıldığında, söz konusu gerilim, sürekli yeniden örgütlenmeyi icbar etmesi sebebiyle, verimli olan, kapitalizmin doğasında mevcut bulunan bir gerilim olarak görülür. Tuzla tersanelerinde ve civarındaki sermaye birikimi, devlet kanunlarının hiçbir evrensel geçerliliğe sahip olmadığı bir çerçeve dâhilinde oluşmaktadır. Bu, Türk devletinin tebaasıyla kurduğu ilişkinin karmaşık tarihselliğinin bir sonucudur. Söz konusu tebaa, birbiriyle karşı karşıya gelir ve kendi failliklerinin imkânlar alanını yapılandırır. Buradan bakıldığında, kapitalizm, birleşik ve eşitsiz bir gelişmeye işaret ediyor gibi görünür. Buradaki kombinasyon, verili bir konjoktürde bu öznelliklerin eklemlenmesine işaret eder ve gelişme, doğrusal bir ilerlemeye değil, özneler çokluğuna ait mücadeleler alanındaki bir kaymaya ve bu öznelerin karşılıklı dönüşümüne denk düşer. Burada gördüğümüz kadarıyla, sermaye birikimi, sosyal ilişkilerin yönetilmesinden ve birikmesinden ayrıştırılamaz, ayrıca sosyal ilişkilerin yönetilmesi meselesi, Balibar’ın ifade ettiği biçimiyle, sermaye birikimine de indirgenemez (Althusser ve Balibar, 1972, s. 271):

“Marx’ın formülasyonu (‘Üretim süreci sadece maddî nesneler değil, ayrıca sosyal ilişkiler de üretir’) bu nedenle bir birleşme değil, ayrışmadır: Bu formülasyonda mesele, ya şeylerin üretilmesi meselesidir ya da üretime ait sosyal ilişkilerin (yeniden) üretilmesi meselesidir. Burada iki kavram vardır, ‘tezahür’ kavramı ve üretim tarzına ait yapının etkililiği kavramı. Şeylerin üretilmesinin aksine, sosyal ilişkilerin üretimi ‘birinci’ ve ‘ikinci’nin belirlenmesi ile neyin önce, neyin sonra geldiğinin tespitine tabi değildir. Marx’ın yazdığı üzere, ‘her sosyal üretim süreci, aynı zamanda bir yeniden üretim sürecidir. Üretimin koşulları, aynı zamanda ‘yeniden üretim’in koşullarıdır; aynı zamanda bunlar, yeniden üretimin yeniden ürettiği koşullardır: bu anlamda (belirli bir form dâhilinde) ‘birinci’ üretim süreci, her zaman-hâlihazırda bir yeniden üretim sürecidir. Kendi kavramsallığı dâhilinde, üretim için bir ‘birinci’ üretim süreci diye bir şey yoktur. Dolayısıyla şeylerin üretimi ile ilgili tüm tanımlar, tüm diğer üretimleri eş ölçüde gerçek manada belirleyen birinci üretimin koşulları olarak tezahür eden sosyal ilişkilerin üretimi dâhilinde, dönüştürülmek zorundadır.”

Bu nedenle, gündelik iktidar ilişkilerinin ötesinde, sermayeye has bir mantıktan söz edip edilemeyeceği bile sorgulanabilir bir husustur. Ayrıca sermayenin birbiriyle konuşan ve dolayısıyla bir eşitlik alanına açılan iktidar ilişkilerinin oluşturulmasına ait bir soyutlama olup olmadığı, tartışmaya açık bir konudur. En azından para ve meta biçimi bu yönde okunabilir. Bu açıdan bakıldığında, Tuzla’daki esnek kapitalizm, sermaye biriktirmek için devreye sokulan bir örgütlenme formu değil, aynı sebeple, sermaye biriktirme gayretini rahatsız eden bir zorunluluk ya da sermaye olarak soyut iktidar ilişkileri bağlamında işlevli olabilen bir ilişkiler ağı olmalıdır. Bu sebeple, buradan, her öznenin kendi öznelliğini devrettiği, sermaye denilen evrensel denkliğe öznel konumların tercüme edilmesi için gerekli tesadüfî bir alana işaret eden, “esnek kapitalizm” kavramına varıyoruz. Dolayısıyla esnek kapitalizm, Read’in “kapitalist üretim tarzının maddîliği” dediği şeyle ‘bir öznellik tarzının maddîliği” (Read, 2003, s. 9) arasında ayrım yapmanın mümkün olup olmadığını sorgulama meselesidir, zira kime kimin tabi olduğunu belirleyen hiyerarşiler, en azından belirli bir ihtimaller alanında, sürekli tartışılırlar.

Buradaki iddiaya göre, “esneklik” anlayışı yeni bir kapitalizm formunun ortaya çıkışına işaret etmez ve kapitalizmin hâkim bir formu yoktur. Bu sebeple “esneklik” artık kapitalizmi nitel bir sapmaya işaret eden bir gösterenden ziyade, öznellik sorunsalı dâhilinde okumaktır.

Ayrıca esnek kapitalizm meselesi, ilkel birikime dair bir tartışmaya da kapı aralamaktadır. Eğer sermayeye erişim, gündelik iktidar ilişkileri üzerinden örgütlenmiyor ve bu ilişkiler sürekli devrediliyorsa, kapitalizm Hardt/Negri’nin “biyopolitik” dediği şeyin bir biçimini varsayıyorsa, eğer serbest meslek veya taşeron olmak daimî bir olasılıksa, o vakit bizim işçinin kendi üretim araçlarından ayrışıp ayrışmadığını, ayrışıyorsa nasıl ayrıştığını düşünmemiz icap eder. Bu, aynı zamanda işçinin, iktidar konumları talep etme/bu konuda pazarlık yürütmesi için gerekli alanların açılması için geliştirdiği direniş biçimi olarak görülmelidir. İşçiler, kendilerine ait üretim üzerinden elde edilen maddî eşyalardan mahrum kalabilirler. Ama eğer üretim araçları, sosyal ilişkiler (iktidarı alma imkânını içeren bir alan) olarak anlaşılırsa, bu mülksüzleştirmeye karşı koyma ve aynı şekilde bir işçi olma imkânı ortaya çıkar. Dolayısıyla sosyal ilişkiler, hatta kişinin kendisi, bir “üretim aracı”na dönüşebilir. Bu açıdan bakıldığında, ortada “üretim araçları”nın anlamı ve hatta hangi faaliyetlerin iktidar konumlarını ele geçirme noktasında verimli olduğu üzerine bir mücadele sürmektedir. Bu sebeple, işçinin mülksüzleştirilmesi (üretmek için gerekli maddî gereçlerden mahrum kalması) onu iktidarı talep etme ve onunla pazarlık yürütme konusunda, “hayatta başka varolma tarzları”nı seferber etmeye zorlar, böylelikle sosyal ilişkiler, üretim araçlarına dönüşür. Bu aynı zamanda bize sadece maddî üretimin değil, ayrıca “hayat tarzlarının neden giderek daha fazla meta ve CV’lere yazılabilen “mal varlıkları ve beceriler” olarak, birer şahsî strateji hâline geldiklerini gösterir.

Sosyal ilişkiler ve işçinin bedeni, en azından tersanedeki taşeron sistemi bağlamında, (taşeron veya serbest meslek sahibi hâline gelerek) üretim aracına dönüşmektedir. Bu sebeple, ilkel birikimin niteliği, onun sürekliliği, ayrıca onun mevcut özelliği sebebiyle, esnek kapitalizm, yeni soruların sorulmasına neden olmaktadır. Bu noktada kalacağız ama bir yandan da öznellik/iktidar sorunsalının esnek kapitalizmin, karakteri bakımından, yeni bir tartışma alanı açtığını da ifade edeceğiz. Bu, aynı zamanda kapitalizmin doğasında olan uzlaşmaz çelişkiye dair sorunlara ve II. Tarih’in kapitalist ilişkiler karşısında dışsal bir niteliği nasıl kazanabileceğine dair soruya işaret eder. (Dipesh Chakrabarty, Marx okuması üzerinden, iki tarih olduğunu söyler: I. Tarih, ilkel birikimin sürekliliğini, öznelliğin geçiciliğini; II. Tarih, bu geçiciliğe indirgenmeme ihtimalini içinde barından alanı ifade eder.)

Bu değerlendirme, Tuzla tersanelerine dayanmakta ve esas olarak 2008’deki olaylara odaklanmaktadır. Dolayısıyla burada, esnek kapitalizm kavramının ele alınması noktasında, yeterince örnek sunulmadığı iddia edilebilir ama şu söylenmelidir ki bu tezin niyeti bu değildir. Burada ana mesele, kapitalizmin içinde aktığı kanal ve onun sahip olduğu politik niteliktir. Bu tez, sadece tartışmaya bir katkı sunmayı amaçlamaktadır.

Taşeronluğun ve serbest meslek sahibi olmanın kooperatiflere ve kolektiflere dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği, bu sayede işçilerin kendi koşullarını kolektif olarak aşacakları ilksel ortak zemin olup olamayacağı; legalite dışılığın hukuku ve devleti (devlet formunu) yıkmak için gerekli bir politik güç hâline getirilip getirilemeyeceği; çıkışın/devrimin II. Tarih’ini inşa etmek için hikâyelerin birbirimize anlatılıp anlatılamayacağı tartışmaya açık sorulardır. Ancak gene de esnek kapitalizm, devrimci politika ve müdahalenin kavranmasına dönük alternatif yollara ait bir alana kapı aralamaktadır.

Bu, aynı zamanda birbirimize anlatılacak hikâyeleri mümkün kılan ve onu halk içinde yankılandıracak olan bir emeğin önşart olduğunu söyler, böylelikle “dünyada başka var olma tarzları”na ait biçimler için gerekli alternatif yol alanları açılabilir. Bu, insanların ve doğanın sahip oldukları biyolojik işlevlere indirgenmediği bir bakış açısına işaret eder. Kapitalizmin mevcut parçalı yapısı dâhilinde, direnişin metafiziği, evrensellik iddiasında olan bir projenin kurulmasını ifade eder. Çoklu direniş formlarının olduğuna dair ifade, belirli bir direniş anlayışına, ret biçimleri dâhilinde oluşan bir kimliğe işaret etse de, çokluk ve II. Tarih üzerine geliştirilen kavramsal düşünme pratiği de kapitalizmi paramparça etmeye, komünist hipotezin fiilîleşmesi ve uygulanmasına dönük temel bir dürtüyü ifade eder. Bu, bugünün evrensel bir projesidir. Ancak tam da kapitalizmin politik niteliği ve sahip olduğu esneklik, evrensellik iddiasındaki uzlaşmaz bir öznenin kuruluşunu öngörür. Bu entelektüel vaat, evrenselci bir duruşa sahiptir. Uzlaşmaz karşıtlık apaçıktır ve “imal edilmiştir” ama o, “dünyada başka varolma tarzları”ndaki çokluklar arasındaki bir tür arabuluculuğu gerekli kılar. Bu açıdan bakıldığında, direnişin metafiziğini okuma ve onu toplumun muhtelif yüzeylerine tercüme etme becerisine sahip bir politik öznenin kuruluşu gereklidir. Ortak olanın ilkeleri üzerinden hayatı örgütleyen örgütlü bir özne, esnek bir pozisyon savaşı ve manevra savaşı verir. Özgürleştirici proje, “esnek” kapitalizmin ortaya çıkardığı imkânları kullanmak zorundadır. Serbest meslek biçimleri kapitalist işleyişle ilişkilenme noktasında kolektifler/kooperatifler örgütüne öncülük etmeli[1], ekonomik rasyonalitenin ve kapitalizmin bir tür iradecilik ve müdahale yönünde ortaya koyduğu taleplere ilişkin politik içerimlerinin ötesinde, biraraya gelmek için gerekli alanlar açmalı, “dünyada başka varolma tarzları”na dönük arzuların takas edildiği, çoklukları içerisinde bu arzuların dillendirildiği ve yüzleştiği bir alan olarak anlaşılan bir evrensellik anlamında, bir müdahale etiği oluşturmalıdır.

Suphi Nejat Ağırnaslı

[5 Ekim’de Kobanê’de şehid düşen Suphi Nejat Ağırnaslı’nın yüksek lisans tezinin sonuç bölümü]

Dipnot:
[1] Bu fikri, her ne kadar bu kudretin oldukça riskli bir teşebbüs hâline gelme ihtimali bulunsa da, Limter-iş’in, işçiler kooperatifi formunda kendi taşeron şirketini işletip işletemeyeceğini yüksek sesle düşünen İlker Cörüt’e borçluyum.