03 Ekim 2020

Aport


Bu ülkenin temelinde sosyalistin, Kürdün ve Müslümanın kanı vardır. Zaferi gasp edenler, bu üç dinamiği birbirine kırdırmışlardır. Üç dinamik içerisinde öne çıkmış isimler, gasıplara bağlıdırlar. Başka türlüsü mümkün değildir.

Sosyaliste; Kürde ve Müslümana küfrederek varolmak öğretilmiştir. O, bundan fazlasını yapamaz, küfretmeden yol alamayacağını iyi bilir. Kendisi için açılan kum havuzunda debelenmeyi siyaset zanneder. Sosyalist mücadeleyi aydınlanma ve ilerleme kavgasına indirgemeye mecburdur. O aydınlanmanın ve ilerlemenin ezilenlere ve emekçilere ettiklerine tek laf söyleyemez.

* * *

2007’ye dek AB süreci ve liberalleşme ile birlikte AKP’ye omuz veren sosyalistlerin bugün ona küfretmesinin bir anlamı ve değeri yoktur. 11 Eylül’den beri sosyalistlere sosyalizm diye liberalizm vaaz etmeleri öğretilmiştir. AB’cilik, kadrolara sosyalizm diye nakşedilmiştir. Her kadronun hedefi, AB’dir veya AB vatandaşlarının tatil yaptıkları beldelerdir.

Ergun Özbudun, o yıllarda AKP’nin devletle toplum arasındaki mesafeyi kapattığını, çevreyi merkeze bağladığını söylemektedir.[1] Sol, bu işlemlerden memnundur. Birikim çevresine göre Türkiye burjuva devrimi, nihayet gerçek hakiki kadrolarına kavuşmuştur. Birikim ile Teori ve Politika, bu dönemin verdiği gazla, o günlerde soldan istifa etmeyi, bu liberal yönelimden istifade etmeyi düşünmüş, bu yönde makaleler kaleme almıştır. TP daha da “ileri” giderek, İdris Küçükömer ile İbrahim Kaypakkaya’yı aynı işret sofrasına oturtmaya çalışmıştır. Kürd-İslam-Devrim teslisinden dem vuranlar, bu üçlüyü liberalizme ve burjuva aklına kul etmek için uğramışlardır.[2] Buradaki sorun, üçlünün sınıflar mücadelesinden arınık ele alınmış olması, ondan azade kılınmak istenmesidir. Liberallerin asıl meselesi, sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelesi ve iktidar mücadelesi olmasa bir liberal, Marksizme tek laf etmez.

* * *

AKP bağlamında “gerilim”, Suriye’ye yönelik operasyon bağlamında açığa çıkmıştır. AB değil de kendi bölgesel AB’sini kurmaya niyetlenen devlet, AKP’ye başka bir rol vermiştir. İçeriyi tahkim etmek için de tüm sol örgütleri Batı Çalışma Grubu’nun kapısı önünde toplamış, onlara laikliği ve devrimleri koruma kollama görevini bahşetmiştir.

2006’dan beri gündemde olan Suriye saldırısı, solcu-sağcı birçok kesimi yeniden biçimlendirmiştir. Aynı devlet, İhvan’la iş tutarken, içeriye laiklik fedailerini salmıştır. Yağma ve ranttan pay almak isteyen sendikalar ve odalar eliyle sol, süreci sessizlikle geçiştirmiştir.

Bu oyunun ezilenlere, yoksullara, emekçi halka bir faydası olmamıştır. Saray’da, genelkurmayda, Abant toplantılarında, TV kanallarında AKP’lilerle omuz omza olan hiçbir sosyalist, hesap vermemiştir. Devletle toplum arasındaki mesafenin kapatılması, sadece AKP’lilerin değil, sosyalistlerin de görevidir. Sosyalistler, laiklik fedaileri olarak, bu yeni dönemin gereğince hareket etmiş, kendi kitlesini devlete örgütlemişlerdir.

* * *

Aşağıdaki tweet bülbülleri, TP’ciler, yıllarca İslam’ın ezilenlere açık olduğunu söylemiş, İhsan Eliaçık’ın, Ayhan Bilgen’in koltuk altından ayrılmamış, paneller düzenlemiş, bu konuda sayfalar dolusu yazılar döşenmişlerdir. Bugün yukarıdan gelen emirle, bir anda İslam’a küfretme kuyruğuna kaynak yapmak için uğraşmaktadırlar. Başka türlü parasız kalacaklarını, ciddiye alınmayacaklarını iyi bilmektedirler. Bunların devrim ve sosyalizm gibi dertleri olamaz.


“Laiklik Marksizmin ilkesi olamaz”[3] diyen, “İslam içinde Marksizmi arayan”[4] bu dergi, bugün “İslam ezilenlere kapalıdır” demeye mecburdur. Dün öyle bugün böyle konuşmak zorundadır. Onlar, devrime ve devrimin çıkarlarına değil, kendi bireyliklerine ve o bireyin çıkarlarına örgütlenmişlerdir. Rüzgâr başka türlü eser, yarın başka bir şey söylerler. Dün Dersim katliamına karşı sessiz olanları eleştirirler, bugün Dersim’in şanlı modernizm ve ilerleme tarihinde “basit bir kaza” olduğundan bahsederler. Dün laikliği eleştirirler, başka bir gün “laikiz” der ve hemen TV ekranlarına çıkartılırlar.

* * *

Kayyım valinin fotoğrafını servis edenlerse başka yerlere mesaj gönderme derdindedirler. “Biz sizin bu gerici yobazlarla mücadelenize yoldaşız” denmektedir. Herkes kendisine yuva, kovuk bulma derdindedir. Orta yerde tüm çıplaklığıyla yaşanan kavgaysa değersizdir. Ezilenlerin, emekçilerin kavgası bu yalınlıktadır. Yuva bulmak, yobazlara küfrederek birilerinin sırtını sıvazlamasını, başını okşamasını beklemek, burjuvalara öykünerek ömür tüketen küçük burjuvaların meselesidir.

Kürd illerinde medreselerin kökünü kazıyan, AKP’dir. Cemaatler ve tarikatlar, bu dönemde tasfiye edilmiş veya hizaya sokulmuşlardır. O AKP’ye laiklik ve devlet adına saldırmak, nafiledir. IŞİD üzerinden kazanılan itibar adına her yerde sakallı yobaz görmek, devrimci bir tutum değildir. O itibar, güçlü zannedilen yanlar, her an sorgulanmalıdır.

* * *

Servis edilen fotoğraf, ideolojik bir üslupla çerçevelenmiştir. Tıpkı Richard Dawkins’in çerçeveleyip sunduğu fotoğraftakine benzer bir işleme başvurulmuştur.[5] Dawkins’in servis ettiği fotoğrafta yol kenarında yatmış bir kadın ve onun biraz uzağında duran, karşı tarafa taş atan bir çocuk görülmektedir. Dawkins bu fotoğrafı, “Annesini recm edenlere taş atan Afgan çocuk” cümlesiyle servis etmiş, böylelikle ABD emperyalizminin işgal harekâtına piyade olarak hizmet verdiğini ortaya koymuştur. Fotoğrafı çeken kişinin düştüğü yorumda ise Afganistan’a yapılan gıda yardımlarının kesildiğinden, o kadının dilenci olduğundan, çocuğun ise oyun oynadığından bahsedilmektedir. Dawkins gibi solcuların ne emperyalizm, ne açlık, ne de sefalet umurundadır.


Bugünlerde servis edilen fotoğrafta belediye binasının yanındaki cami görünmüyor. Aynı zamanda yapılan haberlerde namazın kılındığı günün Cuma olduğu gerçeği üzerinde de durulmuyor. Herkes, Müslümana saldırma konusunda aportta bekliyor. Saldıranlar “aport” kelimesinin anlamının bilincindedir. Kimlerden ödül beklendiğini herkes sorgulamalıdır. Çünkü bu haberlerde mesele, kayyım vali ve devletin müdahalesi değil, Müslümanlıktır ve Müslümana saldırarak paye toplamaktır. Böylece o kayyım ve gasp başka bir düzlemde ele alınıyor, asıl failler aklanıyor. Kayyım vali, belediye binasına girerken, fetih namazı kıldı yalanına başvuruluyor.

Belediye binasının yanındaki caminin kapasitesi, hem Cuma namazı hem de salgın önlemleri üzerinden kısıtlanmıştır, dolayısıyla cemaat namazı kaldırımda kılmaktadır. Yapılan haberde denildiği gibi kayyım vali, belediye binasını “fethederken” gaza namazı kılıyor değildir. Devlet, eylemini kitlesel zemine kavuşturmak için halkla ilişkiler (PR) çalışması yürütmektedir. Sola ise desteklediği kapanma gibi pandemi tedbirlerini dikkatlerden kaçırmak düşmektedir.

12 Eylül sonrası Kenan Evren, mitinglerde eline Kur’an almıştır. O ele tek laf edemeyenler, hatta “goşistleri temizliyor” diye o eli tutanlar, bugün Kur’an’a saldırmayı iş bellemişlerdir. Bu gelenek, bugün de devam etmektedir.

Bu tür fotoğraflarla bir yerlere mesaj gönderileceğine, o dinlerine küfredilen Müslüman Kürdler de dâhil, o belediye başkanına oy vermiş kitlelerin harekete geçirilmesi için adımlar atılmalıydı. Ama makyaj yapmak, itibar peşinde koşmak, kitleleri değil bireysel imajları düşünmek, o kitlenin dinine küfretmek daha kolay gelmektedir. Aslolansa zarfa değil, mazrufa saldırmaktır.

Kriz koşullarında haciz üstüne haciz gelen belediye binalarına HDP sahip çıkmamıştır, çıkamamıştır. Öcalan’ın “bu tarlalarda çalışan Kürtler için bir şey yapın” demesine karşın o tarlalarda çalışanların yediği dayak seyredilmiştir. Kayyım saldırısı karşısındaki sessizlik de eleştirilmelidir. Sosyal medyada birkaç destekçi toplamak için türlü numaralara başvurmak daha kolay gelmiştir. Kitlelerin öfkesi AKP kadar HDP için de tehdittir, tehlikedir.

* * *

Mesele, soyut bir kurgu olarak dindar kitle ve dinle soyut bir kurgu olarak devleti ayrıştırmak değildir. Bu, liberal bir işlemdir. Bu işlem dâhilinde devlet, dindar kitle ve din içerisine nüfuz eder. Sığ liberal devlet eleştirisi, burjuvaların ve onlara öykünerek yol alanların pratiğidir. “Daha az devlet, daha fazla toplum” diyen de “ne toplumu kardeşim, aslolan bireydir” diyen de aynı burjuva düşüncesinin ürünüdür. Bu iki görüşü savunan, döne dolaşa o devlete hizmet eder. Mesele, ezilenlerin, emekçilerin kudret arayışı ve başka devlet kavgası dâhilinde, dinî ideolojiyi de içerecek şekilde tüm ideolojik-politik silâhları kuşanabilmeleridir. Onları millet ve dinle alakalı silâhlarından arındırıp burjuvaziye yaranmak isteyenlerin, ezilenlerin kavgada inşa ettikleri dini anlamaları, idrak etmeleri mümkün değildir. Mesele, mevkiden değil, mevziden düşünmektedir.

Eren Balkır
3 Ekim 2020

Dipnotlar:
[1] Ergun Ozbudun, “From Political Islam to Conservative Democracy: The Case of the Justice and Development Party in Turkey”, South European Society and Politics, Sayı 11:3-4, 2006, s. 549.

[2] Eren Balkır, “Teori ve Politika’nın Hakikî Marksizmi”, 25 Nisan 2009, İştirakî.

[3] Metin Kayaoğlu, “Laiklik Marksizmin İlkesi Olamaz”, TP.

[4] İslam Özkan, “Röportaj”, 9 Kasım 2019, Duvar.

[5] Kashif Chaudhry, “Namussuzluk”, 13 Şubat 2015, İştirakî.

0 Yorum: