Bu ülkenin temelinde sosyalistin, Kürdün ve Müslümanın
kanı vardır. Zaferi gasp edenler, bu üç dinamiği birbirine kırdırmışlardır. Üç
dinamik içerisinde öne çıkmış isimler, gasıplara bağlıdırlar. Başka türlüsü
mümkün değildir.
Sosyaliste; Kürde ve Müslümana küfrederek varolmak
öğretilmiştir. O, bundan fazlasını yapamaz, küfretmeden yol alamayacağını iyi
bilir. Kendisi için açılan kum havuzunda debelenmeyi siyaset zanneder.
Sosyalist mücadeleyi aydınlanma ve ilerleme kavgasına indirgemeye mecburdur. O
aydınlanmanın ve ilerlemenin ezilenlere ve emekçilere ettiklerine tek laf
söyleyemez.
* * *
2007’ye dek AB süreci ve liberalleşme ile birlikte
AKP’ye omuz veren sosyalistlerin bugün ona küfretmesinin bir anlamı ve değeri
yoktur. 11 Eylül’den beri sosyalistlere sosyalizm diye liberalizm vaaz etmeleri
öğretilmiştir. AB’cilik, kadrolara sosyalizm diye nakşedilmiştir. Her kadronun
hedefi, AB’dir veya AB vatandaşlarının tatil yaptıkları beldelerdir.
Ergun Özbudun, o yıllarda AKP’nin devletle toplum
arasındaki mesafeyi kapattığını, çevreyi merkeze bağladığını söylemektedir.[1]
Sol, bu işlemlerden memnundur. Birikim çevresine göre Türkiye burjuva
devrimi, nihayet gerçek hakiki kadrolarına kavuşmuştur. Birikim ile Teori
ve Politika, bu dönemin verdiği gazla, o günlerde soldan istifa etmeyi, bu
liberal yönelimden istifade etmeyi düşünmüş, bu yönde makaleler kaleme
almıştır. TP daha da “ileri” giderek, İdris Küçükömer ile İbrahim Kaypakkaya’yı
aynı işret sofrasına oturtmaya çalışmıştır. Kürd-İslam-Devrim teslisinden dem
vuranlar, bu üçlüyü liberalizme ve burjuva aklına kul etmek için
uğramışlardır.[2] Buradaki sorun, üçlünün sınıflar mücadelesinden arınık ele
alınmış olması, ondan azade kılınmak istenmesidir. Liberallerin asıl meselesi,
sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelesi ve iktidar mücadelesi olmasa bir liberal,
Marksizme tek laf etmez.
* * *
AKP bağlamında “gerilim”, Suriye’ye yönelik operasyon
bağlamında açığa çıkmıştır. AB değil de kendi bölgesel AB’sini kurmaya
niyetlenen devlet, AKP’ye başka bir rol vermiştir. İçeriyi tahkim etmek için de
tüm sol örgütleri Batı Çalışma Grubu’nun kapısı önünde toplamış, onlara
laikliği ve devrimleri koruma kollama görevini bahşetmiştir.
2006’dan beri gündemde olan Suriye saldırısı,
solcu-sağcı birçok kesimi yeniden biçimlendirmiştir. Aynı devlet, İhvan’la iş
tutarken, içeriye laiklik fedailerini salmıştır. Yağma ve ranttan pay almak
isteyen sendikalar ve odalar eliyle sol, süreci sessizlikle geçiştirmiştir.
Bu oyunun ezilenlere, yoksullara, emekçi halka bir
faydası olmamıştır. Saray’da, genelkurmayda, Abant toplantılarında, TV
kanallarında AKP’lilerle omuz omza olan hiçbir sosyalist, hesap vermemiştir.
Devletle toplum arasındaki mesafenin kapatılması, sadece AKP’lilerin değil,
sosyalistlerin de görevidir. Sosyalistler, laiklik fedaileri olarak, bu yeni dönemin
gereğince hareket etmiş, kendi kitlesini devlete örgütlemişlerdir.
* * *
Aşağıdaki tweet bülbülleri, TP’ciler, yıllarca
İslam’ın ezilenlere açık olduğunu söylemiş, İhsan Eliaçık’ın, Ayhan Bilgen’in
koltuk altından ayrılmamış, paneller düzenlemiş, bu konuda sayfalar dolusu
yazılar döşenmişlerdir. Bugün yukarıdan gelen emirle, bir anda İslam’a küfretme
kuyruğuna kaynak yapmak için uğraşmaktadırlar. Başka türlü parasız
kalacaklarını, ciddiye alınmayacaklarını iyi bilmektedirler. Bunların devrim ve
sosyalizm gibi dertleri olamaz.
“Laiklik Marksizmin ilkesi olamaz”[3] diyen, “İslam
içinde Marksizmi arayan”[4] bu dergi, bugün “İslam ezilenlere kapalıdır” demeye
mecburdur. Dün öyle bugün böyle konuşmak zorundadır. Onlar, devrime ve devrimin
çıkarlarına değil, kendi bireyliklerine ve o bireyin çıkarlarına
örgütlenmişlerdir. Rüzgâr başka türlü eser, yarın başka bir şey söylerler. Dün
Dersim katliamına karşı sessiz olanları eleştirirler, bugün Dersim’in şanlı
modernizm ve ilerleme tarihinde “basit bir kaza” olduğundan bahsederler. Dün
laikliği eleştirirler, başka bir gün “laikiz” der ve hemen TV ekranlarına
çıkartılırlar.
* * *
Kayyım valinin fotoğrafını servis edenlerse başka
yerlere mesaj gönderme derdindedirler. “Biz sizin bu gerici yobazlarla
mücadelenize yoldaşız” denmektedir. Herkes kendisine yuva, kovuk bulma
derdindedir. Orta yerde tüm çıplaklığıyla yaşanan kavgaysa değersizdir.
Ezilenlerin, emekçilerin kavgası bu yalınlıktadır. Yuva bulmak, yobazlara
küfrederek birilerinin sırtını sıvazlamasını, başını okşamasını beklemek,
burjuvalara öykünerek ömür tüketen küçük burjuvaların meselesidir.
Kürd illerinde medreselerin kökünü kazıyan, AKP’dir.
Cemaatler ve tarikatlar, bu dönemde tasfiye edilmiş veya hizaya sokulmuşlardır.
O AKP’ye laiklik ve devlet adına saldırmak, nafiledir. IŞİD üzerinden kazanılan
itibar adına her yerde sakallı yobaz görmek, devrimci bir tutum değildir. O itibar,
güçlü zannedilen yanlar, her an sorgulanmalıdır.
* * *
Servis edilen fotoğraf, ideolojik bir üslupla
çerçevelenmiştir. Tıpkı Richard Dawkins’in çerçeveleyip sunduğu fotoğraftakine
benzer bir işleme başvurulmuştur.[5] Dawkins’in servis ettiği fotoğrafta yol
kenarında yatmış bir kadın ve onun biraz uzağında duran, karşı tarafa taş atan
bir çocuk görülmektedir. Dawkins bu fotoğrafı, “Annesini recm edenlere taş atan
Afgan çocuk” cümlesiyle servis etmiş, böylelikle ABD emperyalizminin işgal
harekâtına piyade olarak hizmet verdiğini ortaya koymuştur. Fotoğrafı çeken
kişinin düştüğü yorumda ise Afganistan’a yapılan gıda yardımlarının
kesildiğinden, o kadının dilenci olduğundan, çocuğun ise oyun oynadığından
bahsedilmektedir. Dawkins gibi solcuların ne emperyalizm, ne açlık, ne de
sefalet umurundadır.
Bugünlerde servis edilen fotoğrafta belediye binasının
yanındaki cami görünmüyor. Aynı zamanda yapılan haberlerde namazın
kılındığı günün Cuma olduğu gerçeği üzerinde de durulmuyor. Herkes,
Müslümana saldırma konusunda aportta bekliyor. Saldıranlar “aport”
kelimesinin anlamının bilincindedir. Kimlerden ödül beklendiğini herkes
sorgulamalıdır. Çünkü bu haberlerde mesele, kayyım vali ve devletin müdahalesi
değil, Müslümanlıktır ve Müslümana saldırarak paye toplamaktır. Böylece o
kayyım ve gasp başka bir düzlemde ele alınıyor, asıl failler aklanıyor. Kayyım vali, belediye binasına girerken, fetih namazı kıldı yalanına başvuruluyor.
Belediye binasının yanındaki caminin kapasitesi, hem
Cuma namazı hem de salgın önlemleri üzerinden kısıtlanmıştır, dolayısıyla
cemaat namazı kaldırımda kılmaktadır. Yapılan haberde denildiği gibi kayyım
vali, belediye binasını “fethederken” gaza namazı kılıyor değildir. Devlet,
eylemini kitlesel zemine kavuşturmak için halkla ilişkiler (PR) çalışması
yürütmektedir. Sola ise desteklediği kapanma gibi pandemi tedbirlerini
dikkatlerden kaçırmak düşmektedir.
12 Eylül sonrası Kenan Evren, mitinglerde eline Kur’an
almıştır. O ele tek laf edemeyenler, hatta “goşistleri temizliyor” diye o eli
tutanlar, bugün Kur’an’a saldırmayı iş bellemişlerdir. Bu gelenek, bugün de
devam etmektedir.
Bu tür fotoğraflarla bir yerlere mesaj gönderileceğine,
o dinlerine küfredilen Müslüman Kürdler de dâhil, o belediye başkanına oy
vermiş kitlelerin harekete geçirilmesi için adımlar atılmalıydı. Ama makyaj
yapmak, itibar peşinde koşmak, kitleleri değil bireysel imajları düşünmek, o
kitlenin dinine küfretmek daha kolay gelmektedir. Aslolansa zarfa değil,
mazrufa saldırmaktır.
Kriz koşullarında haciz üstüne haciz gelen belediye
binalarına HDP sahip çıkmamıştır, çıkamamıştır. Öcalan’ın “bu tarlalarda
çalışan Kürtler için bir şey yapın” demesine karşın o tarlalarda çalışanların
yediği dayak seyredilmiştir. Kayyım saldırısı karşısındaki sessizlik de
eleştirilmelidir. Sosyal medyada birkaç destekçi toplamak için türlü numaralara
başvurmak daha kolay gelmiştir. Kitlelerin öfkesi AKP kadar HDP için de
tehdittir, tehlikedir.
* * *
Mesele, soyut bir kurgu olarak dindar kitle ve dinle
soyut bir kurgu olarak devleti ayrıştırmak değildir. Bu, liberal bir işlemdir.
Bu işlem dâhilinde devlet, dindar kitle ve din içerisine nüfuz eder. Sığ
liberal devlet eleştirisi, burjuvaların ve onlara öykünerek yol alanların
pratiğidir. “Daha az devlet, daha fazla toplum” diyen de “ne toplumu kardeşim,
aslolan bireydir” diyen de aynı burjuva düşüncesinin ürünüdür. Bu iki görüşü
savunan, döne dolaşa o devlete hizmet eder. Mesele, ezilenlerin, emekçilerin
kudret arayışı ve başka devlet kavgası dâhilinde, dinî ideolojiyi de içerecek
şekilde tüm ideolojik-politik silâhları kuşanabilmeleridir. Onları millet ve
dinle alakalı silâhlarından arındırıp burjuvaziye yaranmak isteyenlerin,
ezilenlerin kavgada inşa ettikleri dini anlamaları, idrak etmeleri mümkün
değildir. Mesele, mevkiden değil, mevziden düşünmektedir.
Eren Balkır
3 Ekim 2020
Dipnotlar:
[1] Ergun Ozbudun, “From Political Islam to Conservative Democracy: The Case of
the Justice and Development Party in Turkey”, South European Society and
Politics, Sayı 11:3-4, 2006, s. 549.
[2] Eren Balkır, “Teori ve Politika’nın Hakikî
Marksizmi”, 25 Nisan 2009, İştirakî.
[3] Metin Kayaoğlu, “Laiklik Marksizmin İlkesi
Olamaz”, TP.
[4] İslam Özkan, “Röportaj”, 9 Kasım 2019, Duvar.
[5] Kashif Chaudhry, “Namussuzluk”, 13 Şubat 2015, İştirakî.
0 Yorum:
Yorum Gönder