27 Ekim 2025

, ,

Faslı ve Madagaskarlı Z Kuşağına Dair Notlar



Geçtiğimiz hafta Fas’ın kuzeyine yaptığım gezi sırasında, ülkeyi haftalardır sarsan GenZ212 hareketinin iki destekçisiyle tanışma fırsatı buldum. Ayrıca bir de Madakaskar’daki, “212” kodu haricinde içerik ve biçim olarak Fas’taki harekete benzeyen hareketin katılımcılarından biriyle tanıştım. Durumu değerlendirmek amacıyla, bu kişilerin sözlerini buraya aktarıyor ve birkaç yorum ekliyorum (aceleyle eklenmiş yorumlar bunlar, hatalar ve yanlışlıklar tümüyle bana ait).

Fas’ta olaylar en azından geçici olarak sakinleşmiş gibi görünse de, Madagaskar’daki durum, alenen devrim niteliğinde. Nepal ve Filipinler’i de konuşmak isterdik, ama fırsat bulamadık. Umarız şans yüzümüze güler de bu fırsatı yakalarız.

* * *

Önce yazının teorik zemininden bahsetmeliyim:

Bu yazı, Lundi Matin [“Pazartesi Sabahı”] dergisine üye olan, Afrika diasporasına mensup birinin elinden çıktı. Ben bu yazı bağlamında, Afrika’daki mücadelelerin uzaktan tanık olduğumuz küresel ayaklanma dalgasıyla bağlantılandırılması gerektiğine inanıyorum. Bunu söylerken, bir yandan yeni bir alan icat etmediğimi, diğer yandan Batılı güçler içindeki mücadelelerin konumu ve imkânları denilen sorunun farklı olduğunu ve çözümsüz kaldığını gayet iyi biliyorum. Daha derinlemesine bir çalışma, bana bilgi veren kişilerin konumunu da tespit etmeyi gerekli kılıyordu: onlara içtenlikle teşekkür ederim (alıntılar, burada okunacak olan bu isimlere ait sözlerdir).

Bu yazı, sadece eksiklerle malul bir ilerleme raporu. Bu anlamda, yakın ve güncel olaylardan zaten haberdar olanların pek işine yaramayacaktır.

Her ayaklanmanın gündeme getirdiği soru şudur: Rutin işleyen düzenin ayaklanmanın ateşiyle tanışmasının temel sebebi nedir?

Şu anda sorun, bana şöyle geliyor: Gözetleme ve baskı teknolojileri, hiçbir zaman bu kadar etkili değildi tabii ama bu ateş, bir ülkeden diğerine nasıl yayılıyor? Bu yayılım, ne tür biçimler alıyor?

Fas konusunda şunu söylemek lazım: öncelikle ayaklanmaların yoktan var olduğu fikrinden kurtulmamız gerekiyor: Bu ayaklanmalar, barut fıçısı olarak tanımladığım, mevcut hareketin enerjisi tükense bile (ki geçen Çarşamba’dan beri durum böyle görünüyor) devam edecek ve yeniden ortaya çıkacak uzun bir öfke ve mücadele tarihinin parçası. 20 Şubat hareketi güçlü olmasına rağmen, “Arap Baharı”ndan bahsederken Fas’ın adını nadiren anıyoruz. Ayrıca, ülkenin diğer şehirlerine de yayılan 2016 tarihli “Rif Hirak”tan (Rif hareketi) da bahsedebiliriz “Ağaç o günden sonra büyümeye devam etti.” İnsanlar, karmaşık ve kadim bir tarihle bağlantılı olan, polis sistemini ifade eden “mahzen” kavramının mantığına doğrudan karşı çıkıyorlar.

Bahsettiğimiz hareket, Ağustos ayında ülkenin güneyindeki Agadir kentinde bir hastanede sezaryenle doğum yapmak için gelen sekiz kadının hayatını kaybetmesinin ardından, Eylül ayı sonunda başladı. Dolayısıyla, ilk gösteriler orada gerçekleşti ve daha sonra ülkenin geri kalanına yayıldı. Yayılmasına neden olan unsurlardan biri, üst düzey bir devlet görevlisinin göstericilere “gidip bu boku Rabat’ta yesinler” diyerek alay ettiği kısa videoydu. Anlaşılan o kitleler, bu beyefendinin sözünü dinlemişler!

Eskiden sosyolojik açıdan bu “Z Kuşağı” denilen kategori, bana hep belirsiz gelirdi. Eyleme katılan arkadaştan eylemlere katılan kitlenin içeriğini netleştirmesini istiyorum: “Sokaklara ilk çıkanlar öğrencilerdi” diyor. Eyleme dair tanım Nepal hareketi, örgütlenme araçları da oyun dünyası kaynaklı: Örneğin, özellikle polisin kafasını karıştırmak için birden fazla tartışma kanalı oluşturarak onların nereye başvuracaklarını bilmemelerini sağlayan Discord forumları devreye giriyor.

Öğrencilere hızla büyük çaplı bir halk dalgası eşlik etti. Özellikle, durumun gerçekten ayaklanma boyutuna ulaştığı güneyde (Lqliâa şehrinde) aç karnına, Avrupalılar için domates ve avokado yetiştiren çok sayıda tarım işçisi harekete geçti. Buralar, işsizliğin çok yüksek düzeylerde yaşandığı yerler.

Genç arkadaş, devletin hemen saldırıya geçtiğini söylüyor. Şiddet, eşi benzeri görülmemiş bir düzeye ulaşmış. Normalin üzerinde bir vahşete tanık olunmuş. İki kişi polis tarafından öldürülmüş, bir kişi ağır yaralanmış. Polis arabalarının üzerine çıkıp dans eden eylemciler hedef alınmışlar, yaşanan izdihamda ele geçirilen üniformaları üzerlerine geçiren isyancılar her fırsatta jandarmaya saldırmışlar. Ardından, jandarmalardan biri yaralanır yaralanmaz, yangına körükle gitmemek için helikopterler sevk edilmiş; baskıcı güçlerin bilgi yaymasına imkân tanıyan son derece gelişmiş insansız hava araçları da kullanılmış.

Arkadaşım bana, “Düzeni koruma mühendisliği”nin aşırı gelişmiş olduğunu söylüyor. Aklıma hemen Mathieu Rigouste’un son kitabı Halklara Karşı Küresel Savaş[1] geldi. Kitap, bugün yaşanan olaylara dair, oldukça önemli bilgi ve yorumlar sunuyor. Tam da bu noktada İsrail’den bahsetmek gerekiyor: Madagaskar’daki olaylara değinirken de karşımıza çıkacak olan İsrail, Fas devletine düzeni sağlama konusunda eğitim veriyor, ona yeni baskıcı teknolojiler tedarik ediyor. Sık sık tekrarlanan şu tespiti bir kez daha aktarmak gerekiyor: Zulüm, Gazze’yi küresel bir laboratuvar olarak kullanıyor. Mesele, bir niyet meselesi değil, askeri-sınai kompleksin çıkarlarının kendini sürekli kılma çabasının sonucu bu.

Protestolara cevap olarak devlet, eylemcilere ağır hapis cezaları verdi: Bir protestocuya üç, dört, hatta on beş yıl ceza verilmiş... Baskı korkunç. Zorluklardan biri, Aralık ayında gerçekleşmesi planlanan ve büyük bir yapısal yatırımı ifade eden Afrika Uluslar Kupası’nın başlamasına kadar düzeni sağlamak. Geçtiğimiz Çarşamba günü, Kral VI. Muhammed’in söz verdiği konuşmaya dek saldırılara ara verileceği söylentileri yayıldı. Bu ara, aslında zulmün aldığı yaraları sarmak içindi.

İsyancıların krallık denilen kurum konusunda ne düşündüklerini bilmek zor, ancak şurası kesin ki ilgili kurum, burada Avrupa’dan çok farklı ele alınıyor. Bana kalırsa kimi insanlar kralı hükümete karşı koymak için bir tür karşı güç gibi görüyorlar (hatta kralın daha ilerici olduğu söyleniyor). Ancak bu güç, geçen Çarşamba gününden beri devreye girmiş değil. Bu suskunluk, baskının şiddetinin bir sonucu mu, yoksa geçici bir durgunluğu mu ifade ediyor, bilmiyoruz.

Madagaskarlı arkadaşım, “Her şey şimdi kararlaştırılacak” diyor. Bu ülkedeki durumun Fas’taki durumdan daha net ve belirgin olduğuna hiç şüphe yok. Ayaklanmanın boyutu karşısında şaşkına dönen Cumhurbaşkanı Rajoelina, Fransa tarafından Reunion Adası’na kaçırıldı. Bu, duyulmamış bir şey. Ordunun bir kısmı, hareketi bastırmayı reddetti, hatta bazı yerlerde cumhurbaşkanına karşı gelip, harekete iştirak etti. Ancak devlette çok güçlü bir kurum olan jandarma için aynı durum söz konusu değil. “Z Kuşağı”, Discord ve One Piece mangasından alınmış kurukafa ve hasır şapka bayrağı bu ülkede de karşımıza çıkıyor. Japon çizgi romanında hasır şapkalı korsanlar, ezilenlerin kurtuluşu için dövüşüyorlar.

25 Eylül’de, Agadir gösterilerinden iki üç gün önce, Ankatso Politeknik Okulu öğrencileri aniden sokaklara döküldü ve diğer öğrenci grupları da onlara katıldı. Okuldaki yaşam koşulları dayanılmazdı: elektrik yok, su yok. Enerji sorunu, hem devam eden devrimin hem de artık yerinde yeller esen mevcut iktidar için önemli bir sorun. Eskiden beri böyle.

1960 yılında bağımsız olan Madagaskar, enerji konusunda hiçbir zaman bağımsız olmadı. Petrolle çalışan ve aynı zamanda suyu dolaştırmak için gereken pompaları çalıştıran elektrik santralleri, kıtlık ortamında bir dizi yolsuzluğun merkezindeydi. Sık sık yapılan “yük azaltma” adımları, paradan tasarruf etmek için elektrik santrallerinin (ve dolayısıyla su kaynaklarının) düzenli olarak kapatılmasından ibaretti.

Madagaskar’da iktidar, sömürgeciliğin eseridir. Fransız İmparatorluğu, ne kadar bunamış olursa olsun, Madagaskar kıyılarında dağınık halde olan adaları halen daha elinde tutuyor. Fransa, buraları potansiyel enerji kaynağı olarak görüyor, ayrıca Hint Okyanusu’ndaki stratejik varlığı açısından önemli addediyor.

Çifte vatandaşlığı olan Cumhurbaşkanı Rajoelina, belki de ileride Lecornu’nun yerine geçecek olan Macron’a yakın bir isim. Fransa, iflasın eşiğindeki şirketi Jirama’nın yerine EDF Group’a ait bir hidroelektrik santralini geçirmeyi bildi. Jirama’nın CEO’su, Israel Electric Group’un eski başkanı Ron Weiss. İsrail’in Madagaskar ile muhtelif ortaklıkları mevcut. Öldürme, kontrol etme ve zulmetme işinde ustalaşmış olan İsrail, bir yandan da ülkeye Predator casus yazılımını tedarik etti. Ayrıca “modern çiftlikler” kurmak gibi bir distopyaya sahip. Bahsi edilen ortaklıkları bu bağlamda ele almak lazım.

Fas’ta olduğu gibi, Madagaskar’daki hareket de uzun bir ayaklanma tarihinin parçası. Madagaskar’da bu tarih, 1947’ye dek uzanıyor. Ancak, önceki hareketlerin çoğundan (en azından en sonuncularından) büyük bir farka sahip: bu hareketin başında belirli bir siyasi lider yok. Hiçbir politik isim, hareketin dümenini ele geçiremedi.

Rajoelina, 2009’daki ayaklanmayı kullanarak iktidara gelmeyi başardı. Bugün ise tek kahraman, özel bir isim veya bir parti değil, “GenZ Madagaskar”. Bazıları şu anda harekete bir yapı dayatmaya çalışsa da, henüz ortada inşa edilmiş bir şey yok.

Tıpkı Fas’ta olduğu gibi, Z Kuşağı, bir grup öğrenciyle sınırlı değil. Ben hâlâ bu “Z Kuşağı” ifadesinin havada asılı kaldığına, sosyolojiyi tayin eden bir dizi başka faktörle birlikte ele alınması gerektiğine inanıyorum. Umarız GenZ, o faktörleri yeniden oluşturur.

Hareket, geniş bir toplumsal zemini temel alıyor. Antananarivo’daki isyanlara ve yağmalara daha çok yoksul sınıflar katılıyor. Devlet, hareketi itibarsızlaştırmak için yağma meselesini kullanmaya çalıştı (geçmişte insanlara para ödeyerek ve polisi tutarak bu amaçla yağma yapılmasına izin vermişti). Ancak bu sefer yapılacak hiçbir şey yoktu. Hareket, daha 24 saat geçmeden hükümetin devrilmesini sağladı. Bir general başbakan olarak atandı. Satışlardaki gecikmelerin yaratacağı sorunları çözmek adına polise büyük ikramiyeler ödendi, ardından bir tür ters boykot çağrıları geldi: dükkân sahiplerinden ürünlerini polis memurlarına, jandarmalara ve ailelerine satmayı sistematik olarak reddetmeleri istendi.

İktidar boşluğu, “birilerinin iştahını kabarttı.” Yeni bir despotun ortaya çıkması riski her daim gündemdeydi. Ama hareket ta başından beri, petrol ve elektrik sektöründeki yolsuzluklarla bağlantılı olan, ülkenin en zengin adamına, yaklaşık on beş yıldır iktidarın üst kademelerine yerleşmiş, “Madagaskar ekonomisi üzerinde yaşam ve ölüm hakkı”na sahip pis bir kapitalist olarak Ravatomanga’ya kesintisizce ve hep birlikte saldırdı.

Japonya’da, Nissan gibi şirketlerin başkanı Carlos Ghosn, yargılanmamak için bir kutu içerisinde kaçırılmıştı. Bindiği uçak, Ravatomanga’nın şirketlerinden birine aitti. Eylemcilerin kötü adam olarak bildiği Ravatomanga, daha önceki eylemlerde hedefe konmamıştı: ceza alması imkânsız biri olarak görülen bu adam, bu son eylem süreci neticesinde bavulunu toplayıp Morityus adasına kaçıp saklandı.

Batılı güçlerin desteklediği bir hükümeti geçici de olsa devirmeyi bilen halk ayaklanmasının üç temel talebi vardı: hükümetin istifası, Ravatomanga’nın adalete teslim edilebilmesi için tutuklanması ve “bağımsız” (esasında esir olan) ulusal seçim komisyonunun lağv edilmesi.

Peki 2014-2019 arası dönemde ülkeyi yönetmiş olan hükümet, bu taleplere olumlu cevap verirse bu hareket diner mi? Bence şurası kesin: mevcut başarılarıyla başkalarına örnek olan bu Z Kuşağı hareketleri, “modern” devlet güçlerinin sömürgeci ve küresel köklerini kalıcı olarak rahatsız edecek düzeye geleceklerse bunların ulusal sınırları aşması, hatta bu dalganın emperyalizmin güç merkezlerine ulaşması gerekecek. Demek ki bu hareketlerin beklediği biziz.

Lundi Matin
17 Ekim 2025
Kaynak

Dipnot:
[1] “La guerre globale contre les peuples”, 15 Nisan 2025, Lundi.

0 Yorum: