Geçtiğimiz
hafta Fas’ın kuzeyine yaptığım gezi sırasında, ülkeyi haftalardır sarsan
GenZ212 hareketinin iki destekçisiyle tanışma fırsatı buldum. Ayrıca bir de
Madakaskar’daki, “212” kodu haricinde içerik ve biçim olarak Fas’taki harekete
benzeyen hareketin katılımcılarından biriyle tanıştım. Durumu değerlendirmek
amacıyla, bu kişilerin sözlerini buraya aktarıyor ve birkaç yorum ekliyorum
(aceleyle eklenmiş yorumlar bunlar, hatalar ve yanlışlıklar tümüyle bana ait).
Fas’ta
olaylar en azından geçici olarak sakinleşmiş gibi görünse de, Madagaskar’daki
durum, alenen devrim niteliğinde. Nepal ve Filipinler’i de konuşmak isterdik, ama
fırsat bulamadık. Umarız şans yüzümüze güler de bu fırsatı yakalarız.
* * *
Önce
yazının teorik zemininden bahsetmeliyim:
Bu
yazı, Lundi Matin [“Pazartesi Sabahı”] dergisine üye olan, Afrika
diasporasına mensup birinin elinden çıktı. Ben bu yazı bağlamında, Afrika’daki
mücadelelerin uzaktan tanık olduğumuz küresel ayaklanma dalgasıyla
bağlantılandırılması gerektiğine inanıyorum. Bunu söylerken, bir yandan yeni
bir alan icat etmediğimi, diğer yandan Batılı güçler içindeki mücadelelerin
konumu ve imkânları denilen sorunun farklı olduğunu ve çözümsüz kaldığını gayet
iyi biliyorum. Daha derinlemesine bir çalışma, bana bilgi veren kişilerin
konumunu da tespit etmeyi gerekli kılıyordu: onlara içtenlikle teşekkür ederim
(alıntılar, burada okunacak olan bu isimlere ait sözlerdir).
Bu
yazı, sadece eksiklerle malul bir ilerleme raporu. Bu anlamda, yakın ve güncel
olaylardan zaten haberdar olanların pek işine yaramayacaktır.
Her
ayaklanmanın gündeme getirdiği soru şudur: Rutin işleyen düzenin ayaklanmanın
ateşiyle tanışmasının temel sebebi nedir?
Şu
anda sorun, bana şöyle geliyor: Gözetleme ve baskı teknolojileri, hiçbir zaman
bu kadar etkili değildi tabii ama bu ateş, bir ülkeden diğerine nasıl
yayılıyor? Bu yayılım, ne tür biçimler alıyor?
Fas
konusunda şunu söylemek lazım: öncelikle ayaklanmaların yoktan var olduğu
fikrinden kurtulmamız gerekiyor: Bu ayaklanmalar, barut fıçısı olarak
tanımladığım, mevcut hareketin enerjisi tükense bile (ki geçen Çarşamba’dan
beri durum böyle görünüyor) devam edecek ve yeniden ortaya çıkacak uzun bir
öfke ve mücadele tarihinin parçası. 20 Şubat hareketi güçlü olmasına rağmen, “Arap
Baharı”ndan bahsederken Fas’ın adını nadiren anıyoruz. Ayrıca, ülkenin diğer
şehirlerine de yayılan 2016 tarihli “Rif Hirak”tan (Rif hareketi) da
bahsedebiliriz “Ağaç o günden sonra büyümeye devam etti.” İnsanlar, karmaşık ve
kadim bir tarihle bağlantılı olan, polis sistemini ifade eden “mahzen”
kavramının mantığına doğrudan karşı çıkıyorlar.
Bahsettiğimiz
hareket, Ağustos ayında ülkenin güneyindeki Agadir kentinde bir hastanede
sezaryenle doğum yapmak için gelen sekiz kadının hayatını kaybetmesinin
ardından, Eylül ayı sonunda başladı. Dolayısıyla, ilk gösteriler orada
gerçekleşti ve daha sonra ülkenin geri kalanına yayıldı. Yayılmasına neden olan
unsurlardan biri, üst düzey bir devlet görevlisinin göstericilere “gidip bu boku
Rabat’ta yesinler” diyerek alay ettiği kısa videoydu. Anlaşılan o kitleler, bu
beyefendinin sözünü dinlemişler!
Eskiden
sosyolojik açıdan bu “Z Kuşağı” denilen kategori, bana hep belirsiz gelirdi.
Eyleme katılan arkadaştan eylemlere katılan kitlenin içeriğini netleştirmesini istiyorum:
“Sokaklara ilk çıkanlar öğrencilerdi” diyor. Eyleme dair tanım Nepal hareketi,
örgütlenme araçları da oyun dünyası kaynaklı: Örneğin, özellikle polisin
kafasını karıştırmak için birden fazla tartışma kanalı oluşturarak onların nereye
başvuracaklarını bilmemelerini sağlayan Discord forumları devreye giriyor.
Öğrencilere
hızla büyük çaplı bir halk dalgası eşlik etti. Özellikle, durumun gerçekten
ayaklanma boyutuna ulaştığı güneyde (Lqliâa şehrinde) aç karnına, Avrupalılar
için domates ve avokado yetiştiren çok sayıda tarım işçisi harekete geçti. Buralar,
işsizliğin çok yüksek düzeylerde yaşandığı yerler.
Genç
arkadaş, devletin hemen saldırıya geçtiğini söylüyor. Şiddet, eşi benzeri
görülmemiş bir düzeye ulaşmış. Normalin üzerinde bir vahşete tanık olunmuş. İki
kişi polis tarafından öldürülmüş, bir kişi ağır yaralanmış. Polis arabalarının
üzerine çıkıp dans eden eylemciler hedef alınmışlar, yaşanan izdihamda ele
geçirilen üniformaları üzerlerine geçiren isyancılar her fırsatta jandarmaya
saldırmışlar. Ardından, jandarmalardan biri yaralanır yaralanmaz, yangına
körükle gitmemek için helikopterler sevk edilmiş; baskıcı güçlerin bilgi
yaymasına imkân tanıyan son derece gelişmiş insansız hava araçları da kullanılmış.
Arkadaşım
bana, “Düzeni koruma mühendisliği”nin aşırı gelişmiş olduğunu söylüyor. Aklıma hemen
Mathieu Rigouste’un son kitabı Halklara Karşı Küresel Savaş[1] geldi.
Kitap, bugün yaşanan olaylara dair, oldukça önemli bilgi ve yorumlar sunuyor. Tam
da bu noktada İsrail’den bahsetmek gerekiyor: Madagaskar’daki olaylara
değinirken de karşımıza çıkacak olan İsrail, Fas devletine düzeni sağlama
konusunda eğitim veriyor, ona yeni baskıcı teknolojiler tedarik ediyor. Sık sık
tekrarlanan şu tespiti bir kez daha aktarmak gerekiyor: Zulüm, Gazze’yi küresel
bir laboratuvar olarak kullanıyor. Mesele, bir niyet meselesi değil, askeri-sınai
kompleksin çıkarlarının kendini sürekli kılma çabasının sonucu bu.
Protestolara
cevap olarak devlet, eylemcilere ağır hapis cezaları verdi: Bir protestocuya
üç, dört, hatta on beş yıl ceza verilmiş... Baskı korkunç. Zorluklardan biri,
Aralık ayında gerçekleşmesi planlanan ve büyük bir yapısal yatırımı ifade eden
Afrika Uluslar Kupası’nın başlamasına kadar düzeni sağlamak. Geçtiğimiz
Çarşamba günü, Kral VI. Muhammed’in söz verdiği konuşmaya dek saldırılara ara verileceği
söylentileri yayıldı. Bu ara, aslında zulmün aldığı yaraları sarmak içindi.
İsyancıların
krallık denilen kurum konusunda ne düşündüklerini bilmek zor, ancak şurası
kesin ki ilgili kurum, burada Avrupa’dan çok farklı ele alınıyor. Bana kalırsa
kimi insanlar kralı hükümete karşı koymak için bir tür karşı güç gibi görüyorlar
(hatta kralın daha ilerici olduğu söyleniyor). Ancak bu güç, geçen Çarşamba
gününden beri devreye girmiş değil. Bu suskunluk, baskının şiddetinin bir
sonucu mu, yoksa geçici bir durgunluğu mu ifade ediyor, bilmiyoruz.
Madagaskarlı
arkadaşım, “Her şey şimdi kararlaştırılacak” diyor. Bu ülkedeki durumun Fas’taki
durumdan daha net ve belirgin olduğuna hiç şüphe yok. Ayaklanmanın boyutu
karşısında şaşkına dönen Cumhurbaşkanı Rajoelina, Fransa tarafından Reunion
Adası’na kaçırıldı. Bu, duyulmamış bir şey. Ordunun bir kısmı, hareketi
bastırmayı reddetti, hatta bazı yerlerde cumhurbaşkanına karşı gelip, harekete
iştirak etti. Ancak devlette çok güçlü bir kurum olan jandarma için aynı durum
söz konusu değil. “Z Kuşağı”, Discord ve One Piece mangasından alınmış kurukafa
ve hasır şapka bayrağı bu ülkede de karşımıza çıkıyor. Japon çizgi romanında
hasır şapkalı korsanlar, ezilenlerin kurtuluşu için dövüşüyorlar.
25
Eylül’de, Agadir gösterilerinden iki üç gün önce, Ankatso Politeknik Okulu
öğrencileri aniden sokaklara döküldü ve diğer öğrenci grupları da onlara
katıldı. Okuldaki yaşam koşulları dayanılmazdı: elektrik yok, su yok. Enerji
sorunu, hem devam eden devrimin hem de artık yerinde yeller esen mevcut iktidar
için önemli bir sorun. Eskiden beri böyle.
1960
yılında bağımsız olan Madagaskar, enerji konusunda hiçbir zaman bağımsız
olmadı. Petrolle çalışan ve aynı zamanda suyu dolaştırmak için gereken
pompaları çalıştıran elektrik santralleri, kıtlık ortamında bir dizi
yolsuzluğun merkezindeydi. Sık sık yapılan “yük azaltma” adımları, paradan
tasarruf etmek için elektrik santrallerinin (ve dolayısıyla su kaynaklarının)
düzenli olarak kapatılmasından ibaretti.
Madagaskar’da
iktidar, sömürgeciliğin eseridir. Fransız İmparatorluğu, ne kadar bunamış
olursa olsun, Madagaskar kıyılarında dağınık halde olan adaları halen daha elinde
tutuyor. Fransa, buraları potansiyel enerji kaynağı olarak görüyor, ayrıca Hint
Okyanusu’ndaki stratejik varlığı açısından önemli addediyor.
Çifte
vatandaşlığı olan Cumhurbaşkanı Rajoelina, belki de ileride Lecornu’nun yerine
geçecek olan Macron’a yakın bir isim. Fransa, iflasın eşiğindeki şirketi Jirama’nın
yerine EDF Group’a ait bir hidroelektrik santralini geçirmeyi bildi. Jirama’nın
CEO’su, Israel Electric Group’un eski başkanı Ron Weiss. İsrail’in Madagaskar
ile muhtelif ortaklıkları mevcut. Öldürme, kontrol etme ve zulmetme işinde
ustalaşmış olan İsrail, bir yandan da ülkeye Predator casus yazılımını tedarik
etti. Ayrıca “modern çiftlikler” kurmak gibi bir distopyaya sahip. Bahsi edilen
ortaklıkları bu bağlamda ele almak lazım.
Fas’ta
olduğu gibi, Madagaskar’daki hareket de uzun bir ayaklanma tarihinin parçası. Madagaskar’da
bu tarih, 1947’ye dek uzanıyor. Ancak, önceki hareketlerin çoğundan (en azından
en sonuncularından) büyük bir farka sahip: bu hareketin başında belirli bir
siyasi lider yok. Hiçbir politik isim, hareketin dümenini ele geçiremedi.
Rajoelina,
2009’daki ayaklanmayı kullanarak iktidara gelmeyi başardı. Bugün ise tek
kahraman, özel bir isim veya bir parti değil, “GenZ Madagaskar”. Bazıları şu
anda harekete bir yapı dayatmaya çalışsa da, henüz ortada inşa edilmiş bir şey
yok.
Tıpkı
Fas’ta olduğu gibi, Z Kuşağı, bir grup öğrenciyle sınırlı değil. Ben hâlâ bu “Z
Kuşağı” ifadesinin havada asılı kaldığına, sosyolojiyi tayin eden bir dizi
başka faktörle birlikte ele alınması gerektiğine inanıyorum. Umarız GenZ, o
faktörleri yeniden oluşturur.
Hareket,
geniş bir toplumsal zemini temel alıyor. Antananarivo’daki isyanlara ve
yağmalara daha çok yoksul sınıflar katılıyor. Devlet, hareketi
itibarsızlaştırmak için yağma meselesini kullanmaya çalıştı (geçmişte insanlara
para ödeyerek ve polisi tutarak bu amaçla yağma yapılmasına izin vermişti).
Ancak bu sefer yapılacak hiçbir şey yoktu. Hareket, daha 24 saat geçmeden
hükümetin devrilmesini sağladı. Bir general başbakan olarak atandı. Satışlardaki gecikmelerin yaratacağı sorunları
çözmek adına polise büyük ikramiyeler ödendi,
ardından bir tür ters
boykot çağrıları geldi: dükkân sahiplerinden ürünlerini
polis memurlarına, jandarmalara ve
ailelerine satmayı
sistematik olarak reddetmeleri istendi.
İktidar
boşluğu, “birilerinin iştahını kabarttı.” Yeni bir despotun ortaya çıkması
riski her daim gündemdeydi. Ama hareket ta başından beri, petrol ve elektrik
sektöründeki yolsuzluklarla bağlantılı olan, ülkenin en zengin adamına,
yaklaşık on beş yıldır iktidarın üst kademelerine yerleşmiş, “Madagaskar
ekonomisi üzerinde yaşam ve ölüm hakkı”na sahip pis bir kapitalist olarak
Ravatomanga’ya kesintisizce ve hep birlikte saldırdı.
Japonya’da,
Nissan gibi şirketlerin başkanı Carlos Ghosn, yargılanmamak için bir kutu
içerisinde kaçırılmıştı. Bindiği uçak, Ravatomanga’nın şirketlerinden birine
aitti. Eylemcilerin kötü adam olarak bildiği Ravatomanga, daha önceki
eylemlerde hedefe konmamıştı: ceza alması imkânsız biri olarak görülen bu adam,
bu son eylem süreci neticesinde bavulunu toplayıp Morityus adasına kaçıp
saklandı.
Batılı
güçlerin desteklediği bir hükümeti geçici de olsa devirmeyi bilen halk ayaklanmasının
üç temel talebi vardı: hükümetin istifası, Ravatomanga’nın adalete teslim
edilebilmesi için tutuklanması ve “bağımsız” (esasında esir olan) ulusal seçim
komisyonunun lağv edilmesi.
Peki
2014-2019 arası dönemde ülkeyi yönetmiş olan hükümet, bu taleplere olumlu cevap
verirse bu hareket diner mi? Bence şurası kesin: mevcut başarılarıyla
başkalarına örnek olan bu Z Kuşağı hareketleri, “modern” devlet güçlerinin
sömürgeci ve küresel köklerini kalıcı olarak rahatsız edecek düzeye geleceklerse
bunların ulusal sınırları aşması, hatta bu dalganın emperyalizmin güç
merkezlerine ulaşması gerekecek. Demek ki bu hareketlerin beklediği biziz.
Lundi Matin
17 Ekim 2025
Kaynak
Dipnot:
[1] “La guerre globale contre les peuples”, 15 Nisan 2025, Lundi.


0 Yorum:
Yorum Gönder