Althusser’in
1967 tarihli “Hümanizm Tartışması” başlıklı metni, Althusser’in komünist
aydınlar içerisinde süren ana tartışmanın ardından konuyla ilgili geliştirdiği
düşüncelerini sunması sebebiyle, önemlidir. Metin, ayrıca konuya müdahale
ettiği sürecin ikinci aşamasının başlangıcını ifade eden, 1966 tarihli
çalışması, “Felsefi Konjonktür ve Marksist Teorik Araştırma”dan sonra kaleme
alınmıştır.
İlk
başta Althusser’in teorik antihümanizmi ile ilgili tartışmayı ele alacak olan
kitabın giriş bölümü olarak düşünülmüş olan metin, “Marksizm ve Hümanizm”
çalışmasının yazıldığı koşulları ve çalışmanın ardından yapılan tartışmaları
aktararak başlıyor. Ardından Althusser, kendi konumunu netleştiriyor, bu
noktada yeniden, Marx’ın düşüncesinin evriminde ve on dokuzuncu yüzyıl
Almanya’sında süren felsefi tartışmanın gelişiminde Feuerbach’ın sahip olduğu önemi
anımsatıyor.
Althusser’in
teorik antihümanizm siyaseti, Feuerbach’ın oldukça önemli bir dönüm noktası
olduğunu söylüyor. Althusser’e göre, Feuerbach’ın felsefi antropolojisi, İnsan,
Doğa ve Duyumculuğa (Sinnlichkeit) yönelik atfında amaç, aynı anda hem
Kant’ın, Alman idealizminin ve Hegel’in sorduğu önemli sorulara cevap bulmak
hem de onları aşmak. Fakat Feuerbach’ın verdiği cevap, temelde iç tutarlılıktan
yoksun ve kendisini önceleyen felsefecilerle kıyaslandığında, Feuerbach’da bir
geri çekilme söz konusu.
“Feuerbach, büyük İ ile
İnsan’ın biricik özgün ve temel kavram olduğunu, Kant’ın Aşkın Özne’sine,
Numenal (kendinde olan şey olarak) Öznesine, Empirik Özne ve Düşüncesine, aynı
zamanda Hegel’deki İdea’ya denk düştüğünü düşünüyor. Demek ki Feuerbach, klasik
Alman felsefesinin sonunu, bu felsefenin sunduğu çözümleri sözel düzeyde
toprağa gömerek getiriyor. Bu noktada oradan buradan toplayıp bir araya
getirdiği, on sekizinci yüzyıl felsefesine ait, Condillac’tan ödünç alınmış,
duyumculuk, emprisizm, Sinnlichkeit anlayışındaki materyalizm; Diderot’dan
ilhamla geliştirilmiş sözde biyolojizm, Rousseau’dan alınmış, İnsan ve ‘kalp’i
esas alan idealizm gibi birbiriyle çelişen felsefi anlayışlardan istifade
ediyor.”[1]
Althusser,
teorik hümanizmin Feuerbach’ın felsefesinin dayandığı temel olduğunu, bu
anlayışın 1844 Elyazmaları’nda zımnen kullandığını söylüyor.[2]
Althusser’e göre Feuerbach, Hegel’le Hegel’in tarihi özneli, özne olan insanı
merkeze koyan bir yabancılaşma süreci olarak okuması üzerinden bir araya
geliyor. Oysa Althusser, bu görüşün Hegel’in fikriyatına yabancı olduğunu,
çünkü Hegel’de antropolojik bir sorunsalın bulunmadığını düşünüyor.[3]
Buna
karşılık, Hegel ile Marx’ı bir araya getiren ortak bir bağ var, o da “öznesiz
süreç” olarak tarih anlayışı.[4] Althusser, 1967 sonrası tüm müdahalelerinde bu
meseleyi öne çıkartıyor. İlgili anlayış, aynı zamanda 1968 tarihli Lenin ve
Felsefe kitabının en önemli teorik tezi.
Althusser,
Hegel’de süreç dışında bir Özneden söz edilemeyeceğini, Hegelci diyalektiğin
teleolojik niteliği için gerekli zemini süreç olgusunun temin ettiğini
söylüyor. Ama Feuerbach’ın ilgili diyalektik yabancılaşma sürecinin öznesi
olarak İnsan’ı gördüğünü, bu anlamda Hegel’in gerisine düştüğünü iddia ediyor.
Buradan da “Foyerbahçı yabancılaşma anlayışı, aslında Hegelci yabancılaşma
anlayışının dar ve karikatür bir versiyonudur”[5] diyor.
Buradan
Feuerbach, “süreci” içermeyen, görmeyen İnsan Özünün yabancılaşması teorisini
üretiyor.[6] Süreç anlayışından mahrum oluşu sebebiyle Feuerbach, yabancılaşma
olgusunu “özne = nesne” denklemine indirgiyor. Bu denklikte anlam ve yön yer
değiştiriyor.[7] Neticede aynı teori, yabancılaşmayı tarihsel bir süreç değil,
“sadece belirli delilleri içeren soyutlama” olarak ele alıyor.[8] Buradan da
Feuerbach, İnsan’ın yabancılaşmadan kurtulması meselesini, yabancılaşmadan
arınmış yeni bilincin ortaya çıkışı olarak ele alıyor. Tam da bu sebeple
Feuerbach, 1848-1849 devrimleri esnasında politik açıdan sessizliğe gömülüyor.
“Böylelikle Teorik
Hümanizm pratikte ‘kafasının içinde olanlar’ı ortaya koydu: Teorik hümanizm,
Prusya’ya özgü despotizmden ve müesses dinin sahtekârlığından memnun olmayan,
ama bir yandan da Devrimin ahlak anlayışlarını silahsız kılmasından korkan
küçük burjuvanın ideolojisidir.”[9]
Althusser’e
göre bu teorik hümanizm, Marx’ın ilk yazılarının üzerine kurulu olduğu teorik
temeldir. Marx’ın derdinin din eleştirisi değil, politika ve devlet eleştirisi
olduğunu bilen Althusser,temel teorik sorunsalda herhangi bir değişikliğin
yaşanmadığını ısrarla dile getiriyor: “Marx, din ve politika konusunda tek bir
teoriyi, Foyerbahçı İnsan ve yabancılaşma teorisini genişletir.”[10]
1844
Elyazmaları’nın yazım sürecinde politik iktisat meselesiyle
tanışması, onun teorik sorunsalında herhangi bir değişikliğe yol açmaz.
Althusser, yabancılaşmış emek teorisini Feuerbach’ın “İnsan’ın Özü = İnsan’ın
Özünün nesneleşmesi olarak ürettiği nesnelerin özü” denkleminin bir türevi
olarak ele alır.[11] Ama 1844 Elyazmaları’nda Marx, Hegel’i yeniden
Feuerbach’la tanıştırır.[12] Bilhassa “emek” ve “diyalektik” gibi kavramlara
vurgu yapan Marx, Feuerbach’ın insan merkezci sorunsalının hâkim olduğu sahayı
terk eder.
“Hegel’in tarih ve
diyalektik anlayışı yanında emek anlayışı da teorik programa dâhil edilir.
Foyerbahçı İnsanın Özü anlayışının onayıyla Hegel, politik iktisatla mucizevi
bir şekilde tanışır. Marx, aralarındaki uyumdan övgüyle söz eder. […] Politik
iktisadın neyi başardığını soran Marx, tüm ekonomik kategorileri öznel özüne,
yani emeğe indirgediğini söyler. Marx’a göre, Hegel Tinbilim’de
olağanüstü bir iş yapmış, emeği insanın özü olarak kavramıştır. Özne, İnsan ve
Emek bir arada ele alınmış, birbirine denk şeyler olarak görülmüştür. Emek,
İnsan’ın özüne ait güçlerin kendi ürettiği ürünlerde nesneleşmesi eyleminden
başka bir şey değildir. Tarih, İnsan’ın özüne ait güçlerin ürünlerde emek
aracılığıyla dışsallaşmasını sağlayan yabancılaşma sürecidir. Böylelikle
Hegel’deki şeyler, hayırlı bir sebep uğruna, Feuerbach’ın dünyasına dâhil
edilir: artık geride Feuerbach yoktur.”[13]
Althusser’e
göre, birer kavram olarak Yabancılaşma, Özne ve İnsan, Marx’ın kurtulmak
istediği, Bachelard’ın ifade ettiği türden, epistemolojik engellerdir. Tam da
bu sebeple 1844 Elyazmaları’nda Hegel’in, Feuerbach’ın ve politik
iktisadın bir araya gelişi teorik kopuşa yol açacak bir teorik krizle
neticelenmiştir.
Althusser’e
göre, her şeyi kapsayan insan özü anlayışına yönelik ısrar, toplumsal
ilişkilere ve toplumsal yapıya yönelik atıfla çelişir. Althusser, bu atfın yeni
sorunsal olduğuna işaret eder. Marx’ın insanın özüne her bireyde doğası gereği
mevcut olan bir soyut olmadığına dair tespitini Althusser yeterli görmez, çünkü
insanın türü denilen Anlayış, teorik, idealist sonuçların dayandığı temel
zemindir.
“İnsanın dünyası, onun
özünün nesneleşmiş hali değildir. Bu dünya, kendi içinde birleşmiş ilişkiler
türünden kimi gerçekliklerden müteşekkildir. Ancak bu tespitte halen daha
Foyerbahçı izler mevcuttur. Çünkü Feuerbach, insanın özünü insanların birliği
olarak görür. İnsan türüne vurgu yapan cümlede eksik olan bu birlik tespiti
üzerinden Marx, o imkânsız cümleyi dizer. ‘insanın özü’nün amacı (bireyden uzak
duran haliyle) toplumun yapısı denilen sorunu Foyerbahçı insan türü anlayışı
üzerinden çözmektir. Epistemolojik engeller konusunda gösterebileceğimiz gayet
güzel bir örnek olarak bu insan türü anlayışı silinip atılmadıkça kâğıda ancak
birbiriyle uyumsuz, çarpık çurpuk cümleler düşülebilir.”[14]
Althusser,
Foyerbahçı ve Hegelci konu başlıklarının yan yana getirilmesinin tarihsel
pratik anlayışının gündeme getirilmesine sebep olduğunu söyler. Bu anlayış
dâhilinde Özne pratiğe dönüştürülmüş, bu öznenin tarihselliği bizatihi özne
olarak kabul edilmiş[15], böylelikle Alman İdeolojisi’ndeki öznenin
tarihsiliği anlayışı ortaya çıkmıştır.
Althusser,
Stirner’in somut bireyle İnsan’ın dini fikri arasında yaptığı ayrımın İnsanın
ideolojisi anlayışına darbe indirdiğini, bireysellik teorisinin sorunu, toplum
teorisinin sorunu ve ideolojinin teorisinin sorunu gibi bir dizi sorunu ve
soruyu gündeme getirdiğini düşünür.[16] Oysa Alman İdeolojisi’nde Feuerbach’ın
gündeme getirdiği sorunsalın izlerini bireyler arası ilişkiler olarak üretim
ilişkileri anlayışı yanında Marx’ın Hegel’in teleolojiye yönelik vurgusunun
eşlik ettiği işbölümü anlayışındaki yabancılaşma teorisinin yankıları içerisinde
bulabiliriz. Althusser tam da bu sebeple, Alman İdeolojisi’nde ortaya
çıkan yeni kavramların önceki felsefi kategorilerden tam anlamıyla kopulduğunu ortaya
koymadığını söyler. “İnsanın salt ideoloji olduğunu söyleyen radikal tarihselci
empirisizmden etkilenmiş değişiklikleri yapıp ideolojinin bir hiç olduğunu
söylesek bile halen daha Feuerbach’ın felsefi mirası denilen alanın
içerisindeyiz.”[17]
Althusser’e
göre, Marx’ın fikriyatının geçirdiği evrime esas olarak hümanist atıfları silip[18]
toplumsal formasyonlar ile üretim tarzları bilimi olarak tarih bilimine ait
sorunsalı gündeme getiren müdahale damgasını vurmaktadır. Bu sebeple, kopuş
tekil bir olay değil, “oldukça uzun süren bir süreç”tir.[19]
İnsan
anlayışı, insan türü anlayışı, somut birey anlayışı, özne anlayışı, bilinç
anlayışı, insanın özü olarak emek anlayışı, yabancılaşma anlayışı, teleoloji
olarak diyalektik anlayışı gibi Althusser’in “mevcut toplumsal çözümlerin teorik
suretleri”[20] olarak gördüğü, teorik hümanizmin yol açtığı epistemolojik
engeller yerine Althusser, gerçek sorunlarla uğraşmayı önerir:
“1. İnsan türünün veya
hayvan türlerinin biçimlerinden insan türünün varoluşuna ait biçimleri
ayrıştıran özel farklılığın belirlenmesi sorunu;
2. Toplumsal formasyonların
yapısı sorunu;
3. Öznesiz süreç olarak
tarihin diyalektiği sorunu;
4. Bireyselliğin biçimleri
sorunu;
5. İdeolojik olanın
niteliği sorunu.”[21]
Althusser,
sadece ilk soruyu ele alır ve bu noktada genel manada İnsan Türü anlayışı
üzerinden düşünmenin neden ideolojik bir pratik olduğu üzerinde durur. Önce
İnsan’ın Doğa karşısında imtiyazlı bir konuma sahip olduğu anlayışında karşımıza
çıkan İnsan-Doğa arasında net bir ayrım yapan yaklaşımı reddeder. Sadece insana
ait “tarihsel” diyalektiğin mevcut olduğunu söyleyen anlayışın yetersizliğine
vurgu yapar.
Althusser’e
göre, Hegel’in Doğanın Diyalektiği’nin varolduğuna dair tespiti, esasen onun
antropoloji temelli fikre yönelik itirazı üzerine kuruludur. Althusser, ayrıca
bize Doğanın Diyalektiği diye bir şeyin varolduğu tezinin, Engels’in Dühring’in
insan türünün imtiyazlı bir konuma sahip olduğuna dair dini anlayışını öne
çıkartma girişimine karşı yürüttüğü mücadele esnasında gündeme geldiğini
anımsatır. Althusser’e göre, Doğanın Diyalektiği anlayışının Engels tarafından
yeniden gündeme getirilmesinin bir yandan kimi epistemolojik sonuçlar
doğurduğunu, bu anlayışın, öznesiz süreç kategorisiyle yakından bağlantılı
olduğunu söyler. Bu anlamda, Althusser’e göre, doğoada diyalektiğin fiiliyatta
varolduğu tezi, ucu açık bir soru değil, Tarih bilimiyle ilgili bir tezdir. Bu da
bizi “İnsan Palaentolojisinde Yapılan Son Keşifler”[22] olarak adlandırdığı
tartışmaya taşır. Althusser’e göre kimi Marksistler, bu keşiflerin Hümanizmin
sorunsalını meşrulaştırdığını, Emeğin İnsanın Özüyle denkleştirilebileceğini,
İnsan’ın İnsan eliyle yaratıldığını söyleyen anlayışı teyit ettiğini
düşünmüşlerdir. Bu noktada görebildiğimiz kadarıyla Althusser, emek
anlayışının, Hümanizmin sorunsalının tarih aşırı ontolojik temeli olarak ele
alınmasından endişelenmiştir. Tam da bu sebeple Althusser, Marx’ın olgun
eserlerinde ve klasik politik iktisatçılara yönelik eleştirilerinde emek
kategorisinin “silinip gittiğini, emek süreci, işgücü, somut emek, soyut emek
gibi bir dizi bilimsel anlayışın ortaya çıktığını söyler.[23]
Emeği
tarih aşırı bir olgu olarak gören anlayışın, “İnsanın Kökeni” anlayışında
gördüğümüz türden bir idealizme yol açacağı açıktır. Bu tarihselci-genetikçi
Tarih anlayışı, emek yoluyla İnsan olacak maymunsuda İnsan’ı görecektir.[24]
Buna karşılık, Marx’ın olgun Tarih anlayışı, kapitalizmin yaratılışını
tarihselci bir yerden ele alan bir teori değildir. Bu teoride karşılaşma
merkezi öneme sahiptir.
“Yalın bir ifadeyle şu
söylenebilir: Kapitalizm, sanki kökeni, ‘özü’, ‘rüşeym hali’ vs. feodal üretim
tarzıymış gibi, kökleri bu tarza uzanan bir yaratılış sürecinin sonucu
değildir. Kapitalizm, belirli bir dönemde yaşanan karşılaşma dâhilinde teşkil
edilmeye açık bir dizi unsurun karşılaşmasını sağlayan karmaşık bir sürecin
sonucudur. Evrimci, Hegelci veya genetikçi yanılsamalar ne derse desin, bir
üretim tarzı, ‘potansiyel olarak’, ‘rüşeym halinde’, ‘kendi özünde’, ‘yerini
alacağı’ üretim tarzını ihtiva etmez.”[25]
Panagiotis Sotiris
[Kaynak:
A Philosophy for Communism: A Rethinking Althusser, Brill, 2020, s. 366-372]
Dipnotlar:
[1] Althusser, The Humanist Controversy, Çeviri: G. M. Goshgarian, Londra:
Verso 2003, s. 236.
[2]
A.g.e.
[3]
“Hegel’in düşüncesine antropolojik Tarih anlayışından daha yabancı bir görüş
yoktur. Ona göre Tarih, bir yabancılaşma sürecidir ama bu süreçte İnsan sürecin
öznesi değildir. Öncelikle Hegelci tarihte önemli olan İnsan değil Ruh’tur.
Eğer (‘özne’ anlayışı her halükarda yanlış olsa da) bir şekilde tarihte bir ‘özne’
bulacaksak bu noktada ‘milletler’den, daha doğru bir ifadeyle (hakikate
yakınlaşmak adına) Fikrin Ruha dönüştüğü momentlerden bahsetmeliyiz.”
(Althusser 2003, s. 238-9).
[4]
Althusser 2003, s. 239.
[5]
Althusser 2003, s. 241.
[6]
Althusser 2003, s. 242.
[7]
A.g.e.
[8]
Althusser 2003, s. 243.
[9]
A.g.e.
[10]
Althusser 2003, s. 245.
[11]
Althusser 2003, s. 248.
[12]
A.g.e.
[13]
Althusser 2003, s. 249-50.
[14]
Althusser 2003, s. 255.
[15]
Althusser 2003, s. 256.
[16]
Althusser 2003, s. 258.
[17]
Althusser 2003, s. 263.
[18]
“Marx’ın bilimsel teorisi, Teorik Hümanizme ait anlayışlardan arınmıştır.” (Althusser
2003, s. 264).
[19]
Althusser 2003, s. 269.
[20]
Althusser 2003, s. 274.
[21]
Althusser 2003, s. 275.
[22]
Althusser 2003, s. 284.
[23]
Althusser 2003, s. 289.
[24]
Althusser 2003, s. 295.
[25] Althusser 2003, s. 296.


0 Yorum:
Yorum Gönder