“Başarısız olan, davanın savunucuları ise hayırlı olan, davayı
değil,
o savunucuları değiştirmektir.” [Gassân
Kenefâni]
Herhangi
bir gözlemcinin de ayırt edebileceği gibi, üç tip “Filistin Devleti” mevcut:
1.
Batı Şeria ve Gazze’den ibaret olan, İsrail’in denetleyip yönettiği “devlet”.
Bu devlet, aslında İsrail’in askeri zaferine tam teslimiyetin bir parçası, böylesi
bir zaferin birçok meyvesinden sadece biri olabilir. Bu devletin amacı, galibin
askeri, siyasi ve ekonomik üstünlüğünü artırmak, onun stratejik hedeflerine
doğru ilerlemesini sağlamaktır.
2.
Batı Şeria, Gazze ve Doğu Şeria’da (Ürdün Nehri’nin doğusunda) kurulacak “devlet”.
Bu devlet, ancak Amman’daki mevcut rejimin yıkılmasıyla kurulabilir. Böylesi
bir darbe, Filistin-Ürdün halkının ortak isteklerini yerine getireceği
bahanesiyle gerçekleştirilecektir. Darbeyse ancak İsrail, ABD ve İngiltere’nin
onayı ve teşvikiyle gerçekleşebilir. Asıl amacı, Filistin devrimci kurtuluş
hareketini kökten ortadan kaldırmak, hareketin tüm dizginlerini, muhtemelen
askeri bir bürokrasi aracılığıyla, İsrail etrafında örgütlenmiş emperyalist
koalisyona teslim etmektir.
3.
İster Batı Şeria’daki kurtarılmış topraklarda ister başka bir yerde olsun,
Filistin ve Arap silahlı mücadelesinin iradesiyle dayatılan bir “devlet”. Bu
senaryonun öngörülebilir gelecekte gerçekleştirilmesi, hem İsrail düşmanı hem
de gerici emperyalist düşman karşısında askeri ve siyasi güç dengesinde çarpıcı
bir değişim olmadığı sürece fiilen imkânsızdır. Kurtarılmış topraklarda gelişen
otoritenin, genellikle bu terimle ilişkilendirilen anlamda bir “devlet”
biçimini alması gerekmez. Varlığının temel dayanağı, silah gücünü kullanarak,
kurtuluşa hizmet edecek eylemler için gerekli sahneyi kurup sıçrama zemini
oluşturmak, mücadelenin sürekliliğini sağlamak ve mevcut güç dengesizliğini
ortadan kaldırmaktır. Böyle bir devletin amacı, devrim mücadelesini tırmandırmak,
onu daha ileri bir aşamaya taşımak olacaktır.
“Devlet”
ve Kurtarılmış Topraklar
Bu
son “Filistin devleti” tipi, açıkça duyduğumuz ve tartıştığımız türden değil.
Filistin ve Arap mücadelesinin mevcut “ricat aşaması” göz önüne alındığında,
öngörülebilir bile değil. Gene de burada kayıt altına alınması çok önemli,
çünkü böyle bir devletin mantığı, Tip I ve Tip II’deki “iki devlet” mantığına
tamamen aykırıdır. Buna rağmen, günümüzde birçok kişi, Tip I ve Tip II’yi ele
alıp analiz etmek için Tip III’ün arkasındaki mantıktan istifade ediyor.
Tip
III’te tanımlanan “Filistin devleti”, Filistin ve Arap kurtuluş hareketini
ilerletecek, silahlı mücadeleden yana olacaktır. Tip I ve Tip II’deki “Filistin
devleti" ise, ancak Filistin ve Arap kurtuluş hareketinin büyük ricatının
neticesi olarak kurulacaktır. Güç dengesini düşmanın lehine ve çıkarları
doğrultusunda bozacak, nihayetinde hareketi düşmanın iradesine teslim olmaya mecbur
edecektir.
Tip
I veya Tip II’de dile getirilen devlet önerisini Filistin topraklarının bir tür
“geri alınması” olarak takdim eden anlayış, aldatıcı bir taktiği esas
almaktadır. İlgili bir taktik, genellikle şu basit soruyla dile getirilmektedir:
“Devrimi Caraş veya Amman’dan değil de Tulkerim veya Halil’den başlatmak daha
iyi olmaz mıydı?” Oysa bu soru, mücadelenin devam etmesi üzerinde duran Tip
III’ün dayandığı koşulları ve gelişmeleri, teslimiyeti öngören Tip I ve Tip II’nin
temelinde yatan kökten farklı, hatta zıt koşulları ve gelişmeleri haklı çıkarmak
için kullanılmaktadır.
“Filistin
Devleti”ni Kim İstiyor?
Önerilen
“devlet”le ilgili “haritalar” meselesine girmeden önce, bir adım geri çekilip,
şu hususlara dikkat çekmek gerekiyor:
Mücadele
tarihimizde Filistin devleti, hiç bu kadar konuşulmadı, ona erişme imkânları
hiç bu kadar tartışılmadı. Bu dedikodular son derece dikkat çekici, çünkü
mücadele tarihimizde böyle bir “devlete” giden yoldaki zorluklar ve engeller
hiç bu kadar açık ve belirgin olmamıştı:
Haziran
1967 işgalinden bu yana İsrail, işgal ettiği topraklarda kendisine bağlı Filistinli
“liderler”i yaratma veya herhangi bir yerel siyasi otoriteyi oluşturma konusunda
tümüyle başarısız oldu. Batı Şeria ve Gazze’de İsrail denilen düşmanla birlikte
hareket eden “işbirlikçi” sınıf, askeri işgallerin tarihsel yelpazesinde en
kötü ve siyasi temsil açısından en müflis sınıftır.
İsrail,
Filistinli ortaklarının temsili bir rol oynayabileceğini iddia etmekten bile
acizdir. En iyi ihtimalle, Filistin temsilcisi olarak gösterilecek bir belediye
veya il lideri bile sunamamaktadır; Batı Şeria ve Gazze’de kuracağı bir “Filistin
devleti”, şu anda askeri işgali altında var olan gerçeklikten farklı bir
gerçeklik sunamaz. Bu bağlamda yaratılacak bir otorite, İsrail’in ve
emperyalistlerin “Filistin devleti” hedeflerine hizmet etmekte açıkça başarısız
olacaktır; çünkü bu, şüphesiz devletin bir tür “özerklik” ve temsili bir kurum
olma iddiasına sahip olmasını gerektirecektir.
İsrail,
Arap siyasetindeki gerçeklere sızma ve egemen olma hedefleri konusunda ona mevzi
kazandırmayacak bir Filistin devletini çıkarına uygun görmez. Arap devletleri
veya en azından bazıları (özellikle Ürdün) tarafından asgari düzeyde kabul
görmeyen bir Filistin devleti, İsrail’in zaferine kesinlikle hizmet edemez.
Böylesi bir devletin Ürdün rejiminin çıkarlarına aykırı olacağı açıktır.
Nitekim, Ürdün, Batı Şeria’da tesis edilecek, Amman’ın hegemonyası ve kontrolü
dışında faaliyet yürütecek bir otoriteye karşı koymak için baskıdan diplomasiye
kadar tüm araçlarını kullanmış bir rejimdir. Bu türden bir “devlet”, Ürdün’ün
çıkarlarına ve ayrıcalıklarına halel getirecek, Ürdün rejimini etkisiz kılacak
ya da onu çöküşe sürükleyecektir.
Bugün
benzer sebeplere bağlı olarak, diğer Arap rejimleri de bu tür bir Filistin
devletini kabul etmek için bir sebep veya motivasyondan mahrumlar.
Filistinlilerin
kolektif iradesinin meşru temsilcisi olan direniş hareketinin tüm kesimleri, bu
teslimiyet tuzağını reddediyorlar. Hiç şüphesiz, ulusal kurtuluş hareketimizin
varlığı, bu kesimlerin böyle bir devlet ihtimalini reddedip mücadele
edebilmelerine, mevcut güç dengelerinin yol açtığı statükoyu yıkmak için
silahlı mücadeleyi sürdürebilmelerine bağlı.
Büyük
küresel güçler, bu mücadelede neredeyse her tarafça reddedilen böylesine zayıf
ve itaatkâr bir devlet için ciddi bir şekilde çalışmanın cazip hiçbir yanını
göremiyorlar. Bu, söz konusu güçlerin “Filistin halkının sorununu” acil
bulmadıkları veya bu “sorunun” artan önem ve önceliğinin farkında olmadıkları
anlamına gelmiyor. İlgili güçler, bu gerekliliğe farklı bir bakış açısıyla
bakıyorlar. Bu konuya daha sonra değineceğim.
İsrail,
kendi içindeki güç mücadeleleri göz önüne alındığında, doğrudan işgalin bu
asgari biçiminden vazgeçme fikrine karşı. Dahası, yerel/küresel güç dengeleri
de “uluslararası kamuoyu denilen şey de onun vazgeçmesini sağlayacak bir adım
atmıyor.
Şu
anda açık olan şey, Allon Planı’nın İsrail iktidar çevreleri arasında en
popüler strateji olmaya devam ettiği. Plan, Batı Şeria’daki Filistinlileri
silahsızlandırmayı, Ürdün Nehri boyunca askeri yerleşimlerden oluşan bir siper
inşa etmeyi ve Batı Şeria’nın geri kalanını bir barış ve uzlaşma anlaşmasıyla
Amman’a “geri vermeyi” hedefliyor!
Filistinistan
mı Kuruluyor?
Öyleyse,
ortada böyle bir devletin hayata geçirilmesinin önündeki engellerin her
zamankinden daha az olmadığına dair açık kanıtlar bulunmasına rağmen, kimilerini,
sanki her an kurulacakmış gibi, “Filistin devleti”nden bu kadar tutkulu bir
şekilde bahsettiren nedir? Filistin’in yapay, işbirlikçi devleti için en
mantıklı isim olan ve Dr. Nebil Şaat’ın kısa süre önce Kuveyt’te verdiği bir
konferansta ortaya attığı isim olarak “Filistinistan”ın kurulması meselesini
inceleyebileceğimiz nesnel çerçeve şu şekildedir:
Daha
geniş ve tam bir teslimiyetin (veya günümüzde “müzakere yoluyla siyasi çözüm”
olarak adlandırılan şeyin) bir sonucu olarak Filistinistan’ın kurulması. Bu
senaryoda, bahsi edilen devlet, 5 Haziran 1967 yenilgisinin henüz ödenmemiş
bedeli olan, Arapların tam siyasi teslimiyetinden doğan daha kapsamlı bir
düzenlemenin parçasıdır.
Ya
da:
Filistinistan,
Ürdün rejiminin yapısında askeri darbeyle, saray darbesiyle ya da başka bir yöntemle
yapılacak değişim neticesinde kurulabilir. Bu senaryoda, Amman’daki yeni rejim,
bir şekilde Filistin-Ürdün halkını temsil ettiğini iddia edecektir. Belki o
zaman, düşmanla kısa bir görüşmenin ardından Ürdün, yeni bir Filistin-Ürdün
vatanı ilan edilir veya buna benzer bir şey yapabilir.
Bu
iki ihtimalin her birini daha yakından inceleyelim:
1.
Daha geniş bir Arap siyasi teslimiyetinin parçası olan Filistinistan’ın “müzakere
yoluyla barışçıl çözüm” fikrinin kapsamlı süreci bağlamında ele alınması
gerekir. Son aylarda bu süreçte büyük ilerlemeler kaydedildiği doğru olsa da,
yoluna serpiştirilmiş gerçek engelleri, bu tarihi anda müzakere yoluyla böyle
bir devletleşmeyi imkânsız kılan engelleri küçümsemek yanıltıcı olacaktır. Bu
nedenle, yakın gelecekte bir Filistin devleti hedefinin “ulaşılabilir” olduğunu
söyleyenler, esasında hayal âleminde konuşmaktadırlar.
2.
Amman’daki rejim değişikliğiyle ortaya çıkan uydurma devlette olduğu gibi,
temel itici gücü İsrail ve emperyalist güçler olduğu sürece, bu güçler, Ürdün’ün
egemen sınıfına Ürdün devletinin kuruluşundan bugüne kadar verilen düşünsel,
politik ve askeri rolün devamlılığını garanti altına almamaları durumunda,
böylesi bir devletin var olması imkânsızdır.
Başka
bir ifadeyle, Ürdün’de varolan ve ancak emperyalist güçlerin desteğiyle
toplumda kökleşmiş olan iktidarın değiştirilmesi senaryosu, aynı emperyal
güçler ve İsrail, ona yeni bir yönetici sınıf garanti etmedikçe fiiliyata
dökülemez. Toplumsal, sınıfsal, politik ve ideolojik köklerine bel bağlayan
aynı muktedir sınıf, halkın karşısına vatansever maskesiyle çıkmak zorundadır.
Ürdün’de herhangi bir rejimin, emperyal güçlerin çıkarlarına başarıyla hizmet
edebilecek rolü üstlenmesini sağlayacak gerekli koşullar bunlardır. Mevcut
rejim, bu gereklilikleri karşılama ve saygıdeğer bir emperyal işbirlikçi olarak
kendisine verilen rolü yerine getirme konusunda örnek teşkil ettiğini ispatlamıştır.
Eylül
1970’te Ürdün rejimi, emperyalist efendilerine gücünü ve vazgeçilmez bir unsur
olduğunu kanıtladı, bu kanıtı halen daha sunuyor. Özellikle de bu rejimin 1936’dan
beri (1941, 1948, 1956, 1958’de Mısır ve Suriye arasındaki siyasi birliği
bozmadaki rolü ve daha yakın zamanda 1967’de) emperyalist çıkarların güvenilir
bir hizmetkârı olarak etkili bir güç olduğunu kanıtladığı düşünüldüğünde, emperyalizmin
en kötü şöhretli, sağlam ve kanlı gerici Arap rejimlerinden birine sırtını
döneceği fikrinin bir yanılsama ve vehim olduğu görülmelidir. Emperyalist
efendiler, bu gerçeği göz ardı edemezler, hiçbir şekilde akıllarından
çıkartmazlar.
Mevcut
bağlam dâhilinde, bu türden bir “Filistin devleti”nin kurulacağını kimse
rahatlıkla öngöremez. Ürdün’ün efendileri, Filistinlilerin kendi kaderlerine
karar vermelerini desteklediklerini belirten bir açıklama yapmaktan çekinmiyor
olsalar da, bu efendiler, bu tür dayanışma açıklamalarının soyut ahlaki
değerlendirmelerden ibaret kalmasını sağlamak için, özellikle Batı Şeria’da
faal olan, tıpkı Nazilerle işbirliği yapmış olan Norveçli lider Vidkun Quisling
gibi, düşmanla iş tutanlarla ilişkilerini derinleştirecek, bu noktada
ellerindeki her yolu kullanmaktan çekinmeyeceklerdir.
Filistinistan
ve Ürdün’deki muktedir sınıf açısından siyasi harita, hiçbir şüpheye yer
bırakmıyor: Kral Hüseyin rejimi, artık Filistin halkının iradesini temsil
ettiğini iddia edemez (aynı kral, muzaffer çıkmış gibi göründüğü, Filistinlilere
karşı yürüttüğü mücadeleyi esasen kaybetmiştir). Bu haliyle kral, mevcut
iktidar denklemindeki en güçlü partilere, güvenilmesi gereken ve
güvenilebilecek rejimin kendisi olduğunu kanıtlamıştır. Bu güven,
Filistinli kitlelere yönelik şiddetli baskının tırmanması ve iradelerinin sahte
bir şekilde uydurulması haricinde başka bir sonuç üretemez.
Mevcut
kral veya sözde darbeyle yerine geçecek olan kral, İsrail ile “Filistin-Ürdün
Vatanı”nı kurmak için ayrı bir anlaşma yapsa bile, İsrailliler ve emperyalist
destekçileri, bunu bir çözüm olarak görmeyeceklerdir. Onların asıl üzerinde
durdukları konu, “Ürdün rejimini etkisiz hale mi getirelim yoksa mevcut
statükonun yerleşik bir parçası olan Ürdün rejimiyle ilişkileri mi sürdürelim?”
sorusu değildir. Bu güçlerin amacı, Filistin mücadelesini ortadan kaldırmaktır.
Ürdün’ün kuracağı bir Filistin Devleti (Filistinistan), tüm Arap
devletleriyle veya en azından çoğuyla, özellikle de aralarındaki en
güçlüleriyle kapsamlı bir uzlaşma sağlanmadığı sürece, güvence altına alınamaz.
Bu
gerçek, bizi bir kez daha “müzakere yoluyla barışçıl çözüm” sürecine geri
götürüyor.
Filistin
Devleti'nin Yolculuğu
“Filistin
devleti” meselesini bağlamına oturttuktan sonra, şimdi neden bu devletin yakın
bir gelecekte kurulacağı tutkusuyla nitelendirildiği sorusuna nesnel bir cevap sunabiliriz.
Şunu
belirtmek gerekiyor: mevcut haliyle “Filistin devleti” konusunda yürütülen
tartışmalar, Arapların son ABD girişimini kabul etmesiyle başlamamış, Eylül
1970 katliamının ardından bugünkü şeklini almıştır. Aslında “Filistin devleti”
söylemi, bir süredir ortalıkta dolaşsa da, her daim belirsizlikler denilen
örtünün ardında kalmıştır.
1967
savaşından önce Lawrence Langner, “manevi ve ekonomik bir arada yaşama”
amacıyla birleşik Büyük Kudüs’ü bir devlet olarak ilan etme girişimini ortaya
atmıştı. Aziz Şehadet de Siyonist dergi New Middle East’in 1969 tarihli
sayısında bir devlet çağrısında bulundu ve aynı dergi, Mart 1970’te konuyla
ilgili özel bir sayı yayınladı. Ayrıca, Haziran 1967 yenilgisinden sonra bazı
Filistinli ileri gelenlerin BM genel sekreteri U Thant’a bir devlet kurma
projesi sunduğu, Mayıs 1970’te Enver Nuseybe’nin evi olan Kudüs’te ileri
gelenlerin bir toplantısının ardından değiştirildiği yönünde önemli söylentilere
tanık olundu.
22
Ocak 1970’te Jewish Chronicle, İsrail iktidar partisi MAPAM (İsrail
Birleşik İşçi Partisi) içerisinde, bir Filistin varlığının kurulmasını
değerlendiren bir akım hakkında ilk kez haber yaptı. 14 Mayıs 1970’te İsrail’in
BM’deki daimi temsilcisi Aba Eban, bir Arapça radyo yayınında Filistin devletine
dair sözler sarf etti. Sonra Amerikalı senatör William Fulbright geldi, onu “Filistinliler
için İsrail harici bir toprak” formülünü öneren Nahum Goldman takip etti. Bunlara,
Sarsıcılar tarikatına mensup Dr. Fishers isimli bir kişinin Ürdün Nehri’nin her
iki yakasında bir Filistinistan kurulması ihtimalini incelediği raporlar eşlik
etti.
Filistin
devleti çağrılarına dair örnekler olarak görülecek bu türden öneriler,
özellikle Fulbright ve Goldman’ın önerileri, netlik ve özgüllükten yoksundur.
Bu öneriler, Filistin devleti kavramını bölgenin tamamı için kapsamlı bir “barışçıl
müzakere yoluyla çözüm” fikriyle bir araya getirmiştir. “Filistin devleti”nin
bir şekilde kendi başına ayakta duran bir “çözüm” olarak vurgulanması, Eylül
1970 olaylarından sonrasına kadar tam olarak netleşmemiştir. Ancak o zaman
Fransız ve Amerikan basınında, daha yakın zamanda da İngiliz basınında, daha
önce hayal bile edilemeyecek bir Filistin devleti için coşkulu propagandaya
tanık olduk. Günümüzde bir okurun, her Allah’ın günü Batılı bir gazetede
Filistin devletinin “doğuşunu” müjdeleyen bir veya iki makaleye rastlaması olağan
bir durumdur.
Peki
ama neden?
Filistin
direnişinin asıl gücü, en azından şimdilik, askeri gücü veya kontrolü altındaki
coğrafi alanın genişliği değildir. Bu gerçek, siyasi düzeyde apaçık ortada olsa
da, Eylül 1970 olaylarından bu yana daha da belirginleşmiştir: Direnişe karşı her
tür baskı yöntemini kullanan Ürdün rejiminin gerici faşizmi, direnişin gücünün,
cephaneliklerindeki tüfek sayısından ya da faaliyetlerini yürüttüğü açık
ofislerinin sayısından kaynaklanmadığını bilmektedir.
Ürdün
rejiminin Eylül ayında direnişe karşı uyguladığı askeri katliama ve ardından
gelen darbeye rağmen, direnişin gerçek boyutu, askeri kapasitesi kadar
etkilenmedi. Sonuç olarak, İsrail ve emperyalist güçler tarafından kışkırtılan
ve gerici işbirlikçileri tarafından uygulanan “Eylül Harekâtı”nın zaferi eksik
kalmaya devam ediyor; direnişin askeri gücünü baltalamayı değil, ayaklarının
altındaki toplumsal ve siyasi zemini çökertmeyi, Filistinli kitlelerin mücadele
iradesini temsil eden bir hareket olarak onu fiilen sona erdirmeyi amaçlayan bir
harekâtı gerektiriyor.
Bunun
basit bir yolu yok. Filistinli kitlelerin sadakatini sonlandıracak, direnişin
yalnızca kurtuluş hedeflerine ulaşmak için değil, aynı zamanda direnişin
varoluşunu meşrulaştırdığı temelleri de zayıflatacak, titizlikle planlanmış bir
strateji gerektirir.
“Filistin
devleti projesi”, tam da direnişin toplumsal temellerini baltalamak için
yerleştirilmiş bir bombadır. Bu projenin, halkın direniş hareketine yönelik
halk sadakatini yok edecek şekilde, özel olarak tasarlanması gerekmektedir. Düşman
güçler, direniş hareketinin Filistin’in kolektif iradesini temsil ettiği gerçeğini
ortadan kaldırmayı güvence altına alabilirse, Filistinli kitlelere her türlü
teslimiyeti dayatmak oldukça kolay olacaktır.
Eylül
katliamının ardından Filistin devleti kampanyasının daha da alevlenmesi asla tesadüf
değil. Eylül katliamının yol açtığı en önemli sonuçlardan biri, kitlelerde “Filistin
devleti” fikrinin bir tür kurtuluş olarak takdim edilmesi ve süslenmesi için
sonuna kadar istismar edilebilecek bir umutsuzluğu yaratmasıydı. Bu fikrin
önemi, ne kadar gerçekçi veya ulaşılabilir olduğuyla değil, direniş hareketinin
kendi öznel ve nesnel nedenleriyle, doğrudan ve kısa vadeli bir alternatif
sunamadığı bir dönemde, bunalmış kitlelerin önüne bir “seçenek” olarak
sunulmasıyla ilgilidir.
Böylesi
bir dönemde, bu şekilde takdim edilmiş bir “Filistin devleti” önerisi, direnişi
ciddi şekilde tecrit etmeyi ve kitlesel halk tabanını zayıflatmayı amaçlıyor.
Bu, Filistin halkına teslimiyet dayatmanın bir yoludur, çünkü direniş hareketi,
Filistin halkının iradesinin tek temsilcisi konumunu koruduğu sürece böyle bir
teslimiyet dayatılamaz.
İşte
bu sebeple “Filistin devleti” fikri, ulaşılabilir, bir tür gerçeklik olarak oluşmanın
eşiğinde olan bir olgu olarak takdim edildi. Bu hamlenin asıl amacı, Filistin
halkının direnişe olan bağlılığını ortadan kaldırmak, tahrif etmek, bu
bağlılığı parçalamak ve böylece İsrail’in kendine yol açmasını sağlamaktır.
“Filistin
devleti”nin gerçekleşmek üzere olduğu yönündeki abartılı propagandayı, mevcut
koşullar altında var olmasının pratik ve nesnel imkânsızlığıyla
karşılaştırdığımızda, çelişki açıkça ortaya çıkıyor. Bu, iki amaç için kurulmuş
bir tuzaktır:
1.
Direnişin uzun vadede etkili olup olmayacağına dair şüpheler yayarak, şu anda
zayıflayan direnişe olan halk sadakatini yerle bir etmek. Devlet kurma denilen tuzağı
kuranlar, direnişe duyulan hayal kırıklığının bıraktığı boşluğu, devleti yakın
ufukta bir ihtimalmiş, vaat edilen kurtuluş imkânıymış gibi takdim etmek
suretiyle doldurmaya çalışıyorlar.
2.
Direnişi, nihai savaşa tam hazır olmadan, olgunlaşmadan girmeye zorlayarak
tuzağa düşürmek, böylelikle, geniş manada “barışçıl müzakereler yoluyla çözüm”e
karşı gerçek bir mücadele yürütmeden önce, fiziken ve askeri açıdan varlığını
ortadan kaldırmak için uğraşıyorlar.
Çatışma
Süreci İçin Hazırlık mı?
Şimdiye
dek yapılan analizlerde biz, işbirlikçi bir Filistin devleti olarak Filistinistan’ın
aslında “imkânsız” olduğunu veya başarısızlığına karşı hazırlık ve mücadelede
her türlü çabadan kaçınılması gerektiğini söylemiyoruz.
Hayır.
Biz burada, tehlikeli olduğunu bildiğimiz bir çatışma sürecini planlayıp
yürütmeyle, bu tehlikeyle yüzleşmeye sinirlerimizdeki sakinlik ve
yüreklerimizdeki kor ile hazırlanmak arasındaki farka işaret ediyoruz.
Bu
tehdidi kısa vadede yaklaşan bir tehdit olarak değerlendirmek hatalı olur. Böylesi
bir hatalı yargı bizi, düşmanın zamanını, yerini ve araçlarını seçtiği bir
savaşa sürükleyecektir. Ayrıca, düşmanın direniş tehdidiyle karşılaşma endişesi
duymadan kendi gündemini ilerletmesine imkân sağlayacaktır. Arap rejimlerine
siyasi teslimiyet dayatıldığında, Filistinistan’ın bir şekilde “barışçıl
müzakereler yoluyla çözüm” programının bir parçası olacağı kesindir.
Dolayısıyla, bu tehlikeyle mücadele, Arap kurtuluş hareketi ile emperyalist
saldırı arasındaki mevcut genel çatışmaya bağlı kalmaya devam etmektedir.
Bir
proje olarak Filistinistan, Filistin ve Arap kurtuluş hareketinin şu
anda yürüttüğü daha geniş mücadelenin ancak bir parçası olabilir. Bu, projenin
önümüzdeki dönemde başarısızlığa uğramasını engellemenin, hareketin yeniden
toparlanıp kendini yeniden canlandırma ve Arap dünyasındaki kitle
hareketleriyle bağlarını güçlendirme becerisine bağlı olduğu anlamına gelir.
Direniş
hareketinin yolunda kurulan tuzağa, bilerek veya bilmeyerek, hayali Filistin
devletinin kuruluşuna ne kadar yakın olduğumuzu abartan sürüye katılmak
suretiyle düşmek, büyük bir hata olacaktır. Filistinistan’ın varlığını abartmak,
onu tümüyle görmezden gelmek kadar tehlikelidir. Bu, düşmanın direnişi Filistin
halkının iradesini temsil etmeyen bir yapı olarak göstermeyi amaçlayan propaganda
faaliyetlerine katkıda bulunacak, direnişi şu anda yetersiz donanıma sahip
olduğu bir savaşa çekecektir. Filistinistan’ı görmezden gelmekse kaçınılmaz
çatışmaya hazırlanmamıza mani olacaktır.
Filistin
devletinin titizlikle incelenmesi gerekiyor. Ortada, Filistinistan’ın kurulmasının
kaçınılmaz bir kötülük olduğunu savunmaya başlayan akımlar mevcut. Bu temel
üzerinden ilgili akımlar, direniş hareketinin mücadele gücünü mücadelenin bir
sonraki aşaması için “koruması” gerektiğini savunuyorlar. Duruma ilişkin böylesine
hatalı değerlendirmeler yapan bu türden oportünist akımlarla kararlı bir
şekilde mücadele edilmelidir, zira bu akımlar, nihayetinde “Filistin devleti”
denilen saldırının başlatıldığı aynı temele hizmet etmektedirler.
Direnişin
şu anda üstlenmesi gereken temel görev, “Filistin devleti” başlıklı kampanyanın
içeriğini ifşa edip, onu “barışçıl müzakerelerle çözüm” için yürütülen daha kapsamlı
bir hareketin parçası olarak göstermek suretiyle, Filistinli kitlelerin
iradesinin temsilcisi olarak konumunu güçlendirmektir. Bu ise ancak şu şekilde
yapılabilir:
*
Filistin’in ulusal kurtuluş cephesini inşa etmek ve sürdürmek için tüm militan
devrimci örgütlerin ortak ilke ve hedeflerinin belirlenip eyleme sokulması;
*
İsrail denilen düşmana karşı askeri harekâtın artırılması, hatta bu harekâtın “taktiksel
açıdan iyice yoğunlaştırılacağı” aşamaya geçirilmesi;
*
Ürdün’deki gerici güçlere karşı siyasi ve militan baskının uygulanması;
*
Arap ilerici ve yurtsever güçlerle bağların güçlendirilmesi,
kurumsallaştırılması ve derinleştirilmesi.
Gassân Kenefâni
6 Mart 1971
Kaynak


0 Yorum:
Yorum Gönder