14 Ekim 2025

, ,

Filistin Devleti'nin Hayaleti

“Başarısız olan, davanın savunucuları ise hayırlı olan, davayı değil,
 o savunucuları değiştirmektir.” [Gassân Kenefâni]

 

Herhangi bir gözlemcinin de ayırt edebileceği gibi, üç tip “Filistin Devleti” mevcut:

1. Batı Şeria ve Gazze’den ibaret olan, İsrail’in denetleyip yönettiği “devlet”. Bu devlet, aslında İsrail’in askeri zaferine tam teslimiyetin bir parçası, böylesi bir zaferin birçok meyvesinden sadece biri olabilir. Bu devletin amacı, galibin askeri, siyasi ve ekonomik üstünlüğünü artırmak, onun stratejik hedeflerine doğru ilerlemesini sağlamaktır.

2. Batı Şeria, Gazze ve Doğu Şeria’da (Ürdün Nehri’nin doğusunda) kurulacak “devlet”. Bu devlet, ancak Amman’daki mevcut rejimin yıkılmasıyla kurulabilir. Böylesi bir darbe, Filistin-Ürdün halkının ortak isteklerini yerine getireceği bahanesiyle gerçekleştirilecektir. Darbeyse ancak İsrail, ABD ve İngiltere’nin onayı ve teşvikiyle gerçekleşebilir. Asıl amacı, Filistin devrimci kurtuluş hareketini kökten ortadan kaldırmak, hareketin tüm dizginlerini, muhtemelen askeri bir bürokrasi aracılığıyla, İsrail etrafında örgütlenmiş emperyalist koalisyona teslim etmektir.

3. İster Batı Şeria’daki kurtarılmış topraklarda ister başka bir yerde olsun, Filistin ve Arap silahlı mücadelesinin iradesiyle dayatılan bir “devlet”. Bu senaryonun öngörülebilir gelecekte gerçekleştirilmesi, hem İsrail düşmanı hem de gerici emperyalist düşman karşısında askeri ve siyasi güç dengesinde çarpıcı bir değişim olmadığı sürece fiilen imkânsızdır. Kurtarılmış topraklarda gelişen otoritenin, genellikle bu terimle ilişkilendirilen anlamda bir “devlet” biçimini alması gerekmez. Varlığının temel dayanağı, silah gücünü kullanarak, kurtuluşa hizmet edecek eylemler için gerekli sahneyi kurup sıçrama zemini oluşturmak, mücadelenin sürekliliğini sağlamak ve mevcut güç dengesizliğini ortadan kaldırmaktır. Böyle bir devletin amacı, devrim mücadelesini tırmandırmak, onu daha ileri bir aşamaya taşımak olacaktır.

“Devlet” ve Kurtarılmış Topraklar

Bu son “Filistin devleti” tipi, açıkça duyduğumuz ve tartıştığımız türden değil. Filistin ve Arap mücadelesinin mevcut “ricat aşaması” göz önüne alındığında, öngörülebilir bile değil. Gene de burada kayıt altına alınması çok önemli, çünkü böyle bir devletin mantığı, Tip I ve Tip II’deki “iki devlet” mantığına tamamen aykırıdır. Buna rağmen, günümüzde birçok kişi, Tip I ve Tip II’yi ele alıp analiz etmek için Tip III’ün arkasındaki mantıktan istifade ediyor.

Tip III’te tanımlanan “Filistin devleti”, Filistin ve Arap kurtuluş hareketini ilerletecek, silahlı mücadeleden yana olacaktır. Tip I ve Tip II’deki “Filistin devleti" ise, ancak Filistin ve Arap kurtuluş hareketinin büyük ricatının neticesi olarak kurulacaktır. Güç dengesini düşmanın lehine ve çıkarları doğrultusunda bozacak, nihayetinde hareketi düşmanın iradesine teslim olmaya mecbur edecektir.

Tip I veya Tip II’de dile getirilen devlet önerisini Filistin topraklarının bir tür “geri alınması” olarak takdim eden anlayış, aldatıcı bir taktiği esas almaktadır. İlgili bir taktik, genellikle şu basit soruyla dile getirilmektedir: “Devrimi Caraş veya Amman’dan değil de Tulkerim veya Halil’den başlatmak daha iyi olmaz mıydı?” Oysa bu soru, mücadelenin devam etmesi üzerinde duran Tip III’ün dayandığı koşulları ve gelişmeleri, teslimiyeti öngören Tip I ve Tip II’nin temelinde yatan kökten farklı, hatta zıt koşulları ve gelişmeleri haklı çıkarmak için kullanılmaktadır.

“Filistin Devleti”ni Kim İstiyor?

Önerilen “devlet”le ilgili “haritalar” meselesine girmeden önce, bir adım geri çekilip, şu hususlara dikkat çekmek gerekiyor:

Mücadele tarihimizde Filistin devleti, hiç bu kadar konuşulmadı, ona erişme imkânları hiç bu kadar tartışılmadı. Bu dedikodular son derece dikkat çekici, çünkü mücadele tarihimizde böyle bir “devlete” giden yoldaki zorluklar ve engeller hiç bu kadar açık ve belirgin olmamıştı:

Haziran 1967 işgalinden bu yana İsrail, işgal ettiği topraklarda kendisine bağlı Filistinli “liderler”i yaratma veya herhangi bir yerel siyasi otoriteyi oluşturma konusunda tümüyle başarısız oldu. Batı Şeria ve Gazze’de İsrail denilen düşmanla birlikte hareket eden “işbirlikçi” sınıf, askeri işgallerin tarihsel yelpazesinde en kötü ve siyasi temsil açısından en müflis sınıftır.

İsrail, Filistinli ortaklarının temsili bir rol oynayabileceğini iddia etmekten bile acizdir. En iyi ihtimalle, Filistin temsilcisi olarak gösterilecek bir belediye veya il lideri bile sunamamaktadır; Batı Şeria ve Gazze’de kuracağı bir “Filistin devleti”, şu anda askeri işgali altında var olan gerçeklikten farklı bir gerçeklik sunamaz. Bu bağlamda yaratılacak bir otorite, İsrail’in ve emperyalistlerin “Filistin devleti” hedeflerine hizmet etmekte açıkça başarısız olacaktır; çünkü bu, şüphesiz devletin bir tür “özerklik” ve temsili bir kurum olma iddiasına sahip olmasını gerektirecektir.

İsrail, Arap siyasetindeki gerçeklere sızma ve egemen olma hedefleri konusunda ona mevzi kazandırmayacak bir Filistin devletini çıkarına uygun görmez. Arap devletleri veya en azından bazıları (özellikle Ürdün) tarafından asgari düzeyde kabul görmeyen bir Filistin devleti, İsrail’in zaferine kesinlikle hizmet edemez. Böylesi bir devletin Ürdün rejiminin çıkarlarına aykırı olacağı açıktır. Nitekim, Ürdün, Batı Şeria’da tesis edilecek, Amman’ın hegemonyası ve kontrolü dışında faaliyet yürütecek bir otoriteye karşı koymak için baskıdan diplomasiye kadar tüm araçlarını kullanmış bir rejimdir. Bu türden bir “devlet”, Ürdün’ün çıkarlarına ve ayrıcalıklarına halel getirecek, Ürdün rejimini etkisiz kılacak ya da onu çöküşe sürükleyecektir.

Bugün benzer sebeplere bağlı olarak, diğer Arap rejimleri de bu tür bir Filistin devletini kabul etmek için bir sebep veya motivasyondan mahrumlar.

Filistinlilerin kolektif iradesinin meşru temsilcisi olan direniş hareketinin tüm kesimleri, bu teslimiyet tuzağını reddediyorlar. Hiç şüphesiz, ulusal kurtuluş hareketimizin varlığı, bu kesimlerin böyle bir devlet ihtimalini reddedip mücadele edebilmelerine, mevcut güç dengelerinin yol açtığı statükoyu yıkmak için silahlı mücadeleyi sürdürebilmelerine bağlı.

Büyük küresel güçler, bu mücadelede neredeyse her tarafça reddedilen böylesine zayıf ve itaatkâr bir devlet için ciddi bir şekilde çalışmanın cazip hiçbir yanını göremiyorlar. Bu, söz konusu güçlerin “Filistin halkının sorununu” acil bulmadıkları veya bu “sorunun” artan önem ve önceliğinin farkında olmadıkları anlamına gelmiyor. İlgili güçler, bu gerekliliğe farklı bir bakış açısıyla bakıyorlar. Bu konuya daha sonra değineceğim.

İsrail, kendi içindeki güç mücadeleleri göz önüne alındığında, doğrudan işgalin bu asgari biçiminden vazgeçme fikrine karşı. Dahası, yerel/küresel güç dengeleri de “uluslararası kamuoyu denilen şey de onun vazgeçmesini sağlayacak bir adım atmıyor.

Şu anda açık olan şey, Allon Planı’nın İsrail iktidar çevreleri arasında en popüler strateji olmaya devam ettiği. Plan, Batı Şeria’daki Filistinlileri silahsızlandırmayı, Ürdün Nehri boyunca askeri yerleşimlerden oluşan bir siper inşa etmeyi ve Batı Şeria’nın geri kalanını bir barış ve uzlaşma anlaşmasıyla Amman’a “geri vermeyi” hedefliyor!

Filistinistan mı Kuruluyor?

Öyleyse, ortada böyle bir devletin hayata geçirilmesinin önündeki engellerin her zamankinden daha az olmadığına dair açık kanıtlar bulunmasına rağmen, kimilerini, sanki her an kurulacakmış gibi, “Filistin devleti”nden bu kadar tutkulu bir şekilde bahsettiren nedir? Filistin’in yapay, işbirlikçi devleti için en mantıklı isim olan ve Dr. Nebil Şaat’ın kısa süre önce Kuveyt’te verdiği bir konferansta ortaya attığı isim olarak “Filistinistan”ın kurulması meselesini inceleyebileceğimiz nesnel çerçeve şu şekildedir:

Daha geniş ve tam bir teslimiyetin (veya günümüzde “müzakere yoluyla siyasi çözüm” olarak adlandırılan şeyin) bir sonucu olarak Filistinistan’ın kurulması. Bu senaryoda, bahsi edilen devlet, 5 Haziran 1967 yenilgisinin henüz ödenmemiş bedeli olan, Arapların tam siyasi teslimiyetinden doğan daha kapsamlı bir düzenlemenin parçasıdır.

Ya da:

Filistinistan, Ürdün rejiminin yapısında askeri darbeyle, saray darbesiyle ya da başka bir yöntemle yapılacak değişim neticesinde kurulabilir. Bu senaryoda, Amman’daki yeni rejim, bir şekilde Filistin-Ürdün halkını temsil ettiğini iddia edecektir. Belki o zaman, düşmanla kısa bir görüşmenin ardından Ürdün, yeni bir Filistin-Ürdün vatanı ilan edilir veya buna benzer bir şey yapabilir.

Bu iki ihtimalin her birini daha yakından inceleyelim:

1. Daha geniş bir Arap siyasi teslimiyetinin parçası olan Filistinistan’ın “müzakere yoluyla barışçıl çözüm” fikrinin kapsamlı süreci bağlamında ele alınması gerekir. Son aylarda bu süreçte büyük ilerlemeler kaydedildiği doğru olsa da, yoluna serpiştirilmiş gerçek engelleri, bu tarihi anda müzakere yoluyla böyle bir devletleşmeyi imkânsız kılan engelleri küçümsemek yanıltıcı olacaktır. Bu nedenle, yakın gelecekte bir Filistin devleti hedefinin “ulaşılabilir” olduğunu söyleyenler, esasında hayal âleminde konuşmaktadırlar.

2. Amman’daki rejim değişikliğiyle ortaya çıkan uydurma devlette olduğu gibi, temel itici gücü İsrail ve emperyalist güçler olduğu sürece, bu güçler, Ürdün’ün egemen sınıfına Ürdün devletinin kuruluşundan bugüne kadar verilen düşünsel, politik ve askeri rolün devamlılığını garanti altına almamaları durumunda, böylesi bir devletin var olması imkânsızdır.

Başka bir ifadeyle, Ürdün’de varolan ve ancak emperyalist güçlerin desteğiyle toplumda kökleşmiş olan iktidarın değiştirilmesi senaryosu, aynı emperyal güçler ve İsrail, ona yeni bir yönetici sınıf garanti etmedikçe fiiliyata dökülemez. Toplumsal, sınıfsal, politik ve ideolojik köklerine bel bağlayan aynı muktedir sınıf, halkın karşısına vatansever maskesiyle çıkmak zorundadır. Ürdün’de herhangi bir rejimin, emperyal güçlerin çıkarlarına başarıyla hizmet edebilecek rolü üstlenmesini sağlayacak gerekli koşullar bunlardır. Mevcut rejim, bu gereklilikleri karşılama ve saygıdeğer bir emperyal işbirlikçi olarak kendisine verilen rolü yerine getirme konusunda örnek teşkil ettiğini ispatlamıştır.

Eylül 1970’te Ürdün rejimi, emperyalist efendilerine gücünü ve vazgeçilmez bir unsur olduğunu kanıtladı, bu kanıtı halen daha sunuyor. Özellikle de bu rejimin 1936’dan beri (1941, 1948, 1956, 1958’de Mısır ve Suriye arasındaki siyasi birliği bozmadaki rolü ve daha yakın zamanda 1967’de) emperyalist çıkarların güvenilir bir hizmetkârı olarak etkili bir güç olduğunu kanıtladığı düşünüldüğünde, emperyalizmin en kötü şöhretli, sağlam ve kanlı gerici Arap rejimlerinden birine sırtını döneceği fikrinin bir yanılsama ve vehim olduğu görülmelidir. Emperyalist efendiler, bu gerçeği göz ardı edemezler, hiçbir şekilde akıllarından çıkartmazlar.

Mevcut bağlam dâhilinde, bu türden bir “Filistin devleti”nin kurulacağını kimse rahatlıkla öngöremez. Ürdün’ün efendileri, Filistinlilerin kendi kaderlerine karar vermelerini desteklediklerini belirten bir açıklama yapmaktan çekinmiyor olsalar da, bu efendiler, bu tür dayanışma açıklamalarının soyut ahlaki değerlendirmelerden ibaret kalmasını sağlamak için, özellikle Batı Şeria’da faal olan, tıpkı Nazilerle işbirliği yapmış olan Norveçli lider Vidkun Quisling gibi, düşmanla iş tutanlarla ilişkilerini derinleştirecek, bu noktada ellerindeki her yolu kullanmaktan çekinmeyeceklerdir.

Filistinistan ve Ürdün’deki muktedir sınıf açısından siyasi harita, hiçbir şüpheye yer bırakmıyor: Kral Hüseyin rejimi, artık Filistin halkının iradesini temsil ettiğini iddia edemez (aynı kral, muzaffer çıkmış gibi göründüğü, Filistinlilere karşı yürüttüğü mücadeleyi esasen kaybetmiştir). Bu haliyle kral, mevcut iktidar denklemindeki en güçlü partilere, güvenilmesi gereken ve güvenilebilecek rejimin kendisi olduğunu kanıtlamıştır. Bu güven, Filistinli kitlelere yönelik şiddetli baskının tırmanması ve iradelerinin sahte bir şekilde uydurulması haricinde başka bir sonuç üretemez.

Mevcut kral veya sözde darbeyle yerine geçecek olan kral, İsrail ile “Filistin-Ürdün Vatanı”nı kurmak için ayrı bir anlaşma yapsa bile, İsrailliler ve emperyalist destekçileri, bunu bir çözüm olarak görmeyeceklerdir. Onların asıl üzerinde durdukları konu, “Ürdün rejimini etkisiz hale mi getirelim yoksa mevcut statükonun yerleşik bir parçası olan Ürdün rejimiyle ilişkileri mi sürdürelim?” sorusu değildir. Bu güçlerin amacı, Filistin mücadelesini ortadan kaldırmaktır. Ürdün’ün kuracağı bir Filistin Devleti (Filistinistan), tüm Arap devletleriyle veya en azından çoğuyla, özellikle de aralarındaki en güçlüleriyle kapsamlı bir uzlaşma sağlanmadığı sürece, güvence altına alınamaz.

Bu gerçek, bizi bir kez daha “müzakere yoluyla barışçıl çözüm” sürecine geri götürüyor.

Filistin Devleti'nin Yolculuğu

“Filistin devleti” meselesini bağlamına oturttuktan sonra, şimdi neden bu devletin yakın bir gelecekte kurulacağı tutkusuyla nitelendirildiği sorusuna nesnel bir cevap sunabiliriz.

Şunu belirtmek gerekiyor: mevcut haliyle “Filistin devleti” konusunda yürütülen tartışmalar, Arapların son ABD girişimini kabul etmesiyle başlamamış, Eylül 1970 katliamının ardından bugünkü şeklini almıştır. Aslında “Filistin devleti” söylemi, bir süredir ortalıkta dolaşsa da, her daim belirsizlikler denilen örtünün ardında kalmıştır.

1967 savaşından önce Lawrence Langner, “manevi ve ekonomik bir arada yaşama” amacıyla birleşik Büyük Kudüs’ü bir devlet olarak ilan etme girişimini ortaya atmıştı. Aziz Şehadet de Siyonist dergi New Middle East’in 1969 tarihli sayısında bir devlet çağrısında bulundu ve aynı dergi, Mart 1970’te konuyla ilgili özel bir sayı yayınladı. Ayrıca, Haziran 1967 yenilgisinden sonra bazı Filistinli ileri gelenlerin BM genel sekreteri U Thant’a bir devlet kurma projesi sunduğu, Mayıs 1970’te Enver Nuseybe’nin evi olan Kudüs’te ileri gelenlerin bir toplantısının ardından değiştirildiği yönünde önemli söylentilere tanık olundu.

22 Ocak 1970’te Jewish Chronicle, İsrail iktidar partisi MAPAM (İsrail Birleşik İşçi Partisi) içerisinde, bir Filistin varlığının kurulmasını değerlendiren bir akım hakkında ilk kez haber yaptı. 14 Mayıs 1970’te İsrail’in BM’deki daimi temsilcisi Aba Eban, bir Arapça radyo yayınında Filistin devletine dair sözler sarf etti. Sonra Amerikalı senatör William Fulbright geldi, onu “Filistinliler için İsrail harici bir toprak” formülünü öneren Nahum Goldman takip etti. Bunlara, Sarsıcılar tarikatına mensup Dr. Fishers isimli bir kişinin Ürdün Nehri’nin her iki yakasında bir Filistinistan kurulması ihtimalini incelediği raporlar eşlik etti.

Filistin devleti çağrılarına dair örnekler olarak görülecek bu türden öneriler, özellikle Fulbright ve Goldman’ın önerileri, netlik ve özgüllükten yoksundur. Bu öneriler, Filistin devleti kavramını bölgenin tamamı için kapsamlı bir “barışçıl müzakere yoluyla çözüm” fikriyle bir araya getirmiştir. “Filistin devleti”nin bir şekilde kendi başına ayakta duran bir “çözüm” olarak vurgulanması, Eylül 1970 olaylarından sonrasına kadar tam olarak netleşmemiştir. Ancak o zaman Fransız ve Amerikan basınında, daha yakın zamanda da İngiliz basınında, daha önce hayal bile edilemeyecek bir Filistin devleti için coşkulu propagandaya tanık olduk. Günümüzde bir okurun, her Allah’ın günü Batılı bir gazetede Filistin devletinin “doğuşunu” müjdeleyen bir veya iki makaleye rastlaması olağan bir durumdur.

Peki ama neden?

Filistin direnişinin asıl gücü, en azından şimdilik, askeri gücü veya kontrolü altındaki coğrafi alanın genişliği değildir. Bu gerçek, siyasi düzeyde apaçık ortada olsa da, Eylül 1970 olaylarından bu yana daha da belirginleşmiştir: Direnişe karşı her tür baskı yöntemini kullanan Ürdün rejiminin gerici faşizmi, direnişin gücünün, cephaneliklerindeki tüfek sayısından ya da faaliyetlerini yürüttüğü açık ofislerinin sayısından kaynaklanmadığını bilmektedir.

Ürdün rejiminin Eylül ayında direnişe karşı uyguladığı askeri katliama ve ardından gelen darbeye rağmen, direnişin gerçek boyutu, askeri kapasitesi kadar etkilenmedi. Sonuç olarak, İsrail ve emperyalist güçler tarafından kışkırtılan ve gerici işbirlikçileri tarafından uygulanan “Eylül Harekâtı”nın zaferi eksik kalmaya devam ediyor; direnişin askeri gücünü baltalamayı değil, ayaklarının altındaki toplumsal ve siyasi zemini çökertmeyi, Filistinli kitlelerin mücadele iradesini temsil eden bir hareket olarak onu fiilen sona erdirmeyi amaçlayan bir harekâtı gerektiriyor.

Bunun basit bir yolu yok. Filistinli kitlelerin sadakatini sonlandıracak, direnişin yalnızca kurtuluş hedeflerine ulaşmak için değil, aynı zamanda direnişin varoluşunu meşrulaştırdığı temelleri de zayıflatacak, titizlikle planlanmış bir strateji gerektirir.

“Filistin devleti projesi”, tam da direnişin toplumsal temellerini baltalamak için yerleştirilmiş bir bombadır. Bu projenin, halkın direniş hareketine yönelik halk sadakatini yok edecek şekilde, özel olarak tasarlanması gerekmektedir. Düşman güçler, direniş hareketinin Filistin’in kolektif iradesini temsil ettiği gerçeğini ortadan kaldırmayı güvence altına alabilirse, Filistinli kitlelere her türlü teslimiyeti dayatmak oldukça kolay olacaktır.

Eylül katliamının ardından Filistin devleti kampanyasının daha da alevlenmesi asla tesadüf değil. Eylül katliamının yol açtığı en önemli sonuçlardan biri, kitlelerde “Filistin devleti” fikrinin bir tür kurtuluş olarak takdim edilmesi ve süslenmesi için sonuna kadar istismar edilebilecek bir umutsuzluğu yaratmasıydı. Bu fikrin önemi, ne kadar gerçekçi veya ulaşılabilir olduğuyla değil, direniş hareketinin kendi öznel ve nesnel nedenleriyle, doğrudan ve kısa vadeli bir alternatif sunamadığı bir dönemde, bunalmış kitlelerin önüne bir “seçenek” olarak sunulmasıyla ilgilidir.

Böylesi bir dönemde, bu şekilde takdim edilmiş bir “Filistin devleti” önerisi, direnişi ciddi şekilde tecrit etmeyi ve kitlesel halk tabanını zayıflatmayı amaçlıyor. Bu, Filistin halkına teslimiyet dayatmanın bir yoludur, çünkü direniş hareketi, Filistin halkının iradesinin tek temsilcisi konumunu koruduğu sürece böyle bir teslimiyet dayatılamaz.

İşte bu sebeple “Filistin devleti” fikri, ulaşılabilir, bir tür gerçeklik olarak oluşmanın eşiğinde olan bir olgu olarak takdim edildi. Bu hamlenin asıl amacı, Filistin halkının direnişe olan bağlılığını ortadan kaldırmak, tahrif etmek, bu bağlılığı parçalamak ve böylece İsrail’in kendine yol açmasını sağlamaktır.

“Filistin devleti”nin gerçekleşmek üzere olduğu yönündeki abartılı propagandayı, mevcut koşullar altında var olmasının pratik ve nesnel imkânsızlığıyla karşılaştırdığımızda, çelişki açıkça ortaya çıkıyor. Bu, iki amaç için kurulmuş bir tuzaktır:

1. Direnişin uzun vadede etkili olup olmayacağına dair şüpheler yayarak, şu anda zayıflayan direnişe olan halk sadakatini yerle bir etmek. Devlet kurma denilen tuzağı kuranlar, direnişe duyulan hayal kırıklığının bıraktığı boşluğu, devleti yakın ufukta bir ihtimalmiş, vaat edilen kurtuluş imkânıymış gibi takdim etmek suretiyle doldurmaya çalışıyorlar.

2. Direnişi, nihai savaşa tam hazır olmadan, olgunlaşmadan girmeye zorlayarak tuzağa düşürmek, böylelikle, geniş manada “barışçıl müzakereler yoluyla çözüm”e karşı gerçek bir mücadele yürütmeden önce, fiziken ve askeri açıdan varlığını ortadan kaldırmak için uğraşıyorlar.

Çatışma Süreci İçin Hazırlık mı?

Şimdiye dek yapılan analizlerde biz, işbirlikçi bir Filistin devleti olarak Filistinistan’ın aslında “imkânsız” olduğunu veya başarısızlığına karşı hazırlık ve mücadelede her türlü çabadan kaçınılması gerektiğini söylemiyoruz.

Hayır. Biz burada, tehlikeli olduğunu bildiğimiz bir çatışma sürecini planlayıp yürütmeyle, bu tehlikeyle yüzleşmeye sinirlerimizdeki sakinlik ve yüreklerimizdeki kor ile hazırlanmak arasındaki farka işaret ediyoruz.

Bu tehdidi kısa vadede yaklaşan bir tehdit olarak değerlendirmek hatalı olur. Böylesi bir hatalı yargı bizi, düşmanın zamanını, yerini ve araçlarını seçtiği bir savaşa sürükleyecektir. Ayrıca, düşmanın direniş tehdidiyle karşılaşma endişesi duymadan kendi gündemini ilerletmesine imkân sağlayacaktır. Arap rejimlerine siyasi teslimiyet dayatıldığında, Filistinistan’ın bir şekilde “barışçıl müzakereler yoluyla çözüm” programının bir parçası olacağı kesindir. Dolayısıyla, bu tehlikeyle mücadele, Arap kurtuluş hareketi ile emperyalist saldırı arasındaki mevcut genel çatışmaya bağlı kalmaya devam etmektedir.

Bir proje olarak Filistinistan, Filistin ve Arap kurtuluş hareketinin şu anda yürüttüğü daha geniş mücadelenin ancak bir parçası olabilir. Bu, projenin önümüzdeki dönemde başarısızlığa uğramasını engellemenin, hareketin yeniden toparlanıp kendini yeniden canlandırma ve Arap dünyasındaki kitle hareketleriyle bağlarını güçlendirme becerisine bağlı olduğu anlamına gelir.

Direniş hareketinin yolunda kurulan tuzağa, bilerek veya bilmeyerek, hayali Filistin devletinin kuruluşuna ne kadar yakın olduğumuzu abartan sürüye katılmak suretiyle düşmek, büyük bir hata olacaktır. Filistinistan’ın varlığını abartmak, onu tümüyle görmezden gelmek kadar tehlikelidir. Bu, düşmanın direnişi Filistin halkının iradesini temsil etmeyen bir yapı olarak göstermeyi amaçlayan propaganda faaliyetlerine katkıda bulunacak, direnişi şu anda yetersiz donanıma sahip olduğu bir savaşa çekecektir. Filistinistan’ı görmezden gelmekse kaçınılmaz çatışmaya hazırlanmamıza mani olacaktır.

Filistin devletinin titizlikle incelenmesi gerekiyor. Ortada, Filistinistan’ın kurulmasının kaçınılmaz bir kötülük olduğunu savunmaya başlayan akımlar mevcut. Bu temel üzerinden ilgili akımlar, direniş hareketinin mücadele gücünü mücadelenin bir sonraki aşaması için “koruması” gerektiğini savunuyorlar. Duruma ilişkin böylesine hatalı değerlendirmeler yapan bu türden oportünist akımlarla kararlı bir şekilde mücadele edilmelidir, zira bu akımlar, nihayetinde “Filistin devleti” denilen saldırının başlatıldığı aynı temele hizmet etmektedirler.

Direnişin şu anda üstlenmesi gereken temel görev, “Filistin devleti” başlıklı kampanyanın içeriğini ifşa edip, onu “barışçıl müzakerelerle çözüm” için yürütülen daha kapsamlı bir hareketin parçası olarak göstermek suretiyle, Filistinli kitlelerin iradesinin temsilcisi olarak konumunu güçlendirmektir. Bu ise ancak şu şekilde yapılabilir:

* Filistin’in ulusal kurtuluş cephesini inşa etmek ve sürdürmek için tüm militan devrimci örgütlerin ortak ilke ve hedeflerinin belirlenip eyleme sokulması;

* İsrail denilen düşmana karşı askeri harekâtın artırılması, hatta bu harekâtın “taktiksel açıdan iyice yoğunlaştırılacağı” aşamaya geçirilmesi;

* Ürdün’deki gerici güçlere karşı siyasi ve militan baskının uygulanması;

* Arap ilerici ve yurtsever güçlerle bağların güçlendirilmesi, kurumsallaştırılması ve derinleştirilmesi.

Gassân Kenefâni
6 Mart 1971
Kaynak

0 Yorum: