Clausewitz’in
epey kullanılan önermesi bize, “savaşın siyasetin başka araçlarla sürdürülmesi”
olduğunu söyler. Siyonistler bağlamında ele alınıldığında, diplomasinin savaşın
başka araçlarla sürdürülmesi olduğu gerçeği ise pek görülmez. Filistin Direnişi’nin
Siyonist düşmana karşı yürüttüğü diplomatik savaş alanında elde ettiği son “ateşkes”
anlaşması da bu şekilde ele alınmalı.
İlk
Aşamada Öne Sürülen Şartlar
Anlaşmanın
ilk (ve belki de tek) aşaması, düşmanlıklara ara verilmesini, bu süreçte Direniş’in
elindeki tüm canlı Yahudi aşırılıkçı sömürgecileri ve ortadan kaldırılanların
cesetlerini (elde toplam 48 yaşayan ve ölü Yahudi üstünlükçüsü mevcut) serbest
bırakması karşılığında, Siyonistlerin işkence üzerine kurulu zindanlarından
kurtarılacak iki bin Filistinli tutsağın serbest bırakılmasını öngörüyor.
Ancak,
Siyonist işgal tarafından kaçırılan en az iki bin Filistinlinin daha bu ateşkes
sonrasında esaret altında kalması ihtimali göz önüne alındığında, müzakerelerin
daha ayrıntılı yürütülmesine ihtiyaç duyulacak. Anlaşma ayrıca, Siyonistlerin
Gazze topraklarının yüzde 47’sinden çekilmesini de gerektiriyor, ancak Direniş
yetkilileri, bu koşulun yerine getirileceğine şüpheyle yaklaşıyorlar.
Siyonistlerin
ateşkes yapmayacağından herkes emin. Hatta bu satırları yazarken, Siyonistlerin
Filistinli aileleri Boeing’in Apache AH-64 saldırı helikopterlerini sık sık
kullanarak korkuttuklarına, Gazze ile Han Yunus semalarından yükselen dumana tanıklık
ediyoruz. Bu helikopterler, kısa süre önce Katar Havayolları’nın 96 milyar
dolar, Abu Dabi’ye ait Etihad’ın 14,5 milyar dolar, Suudi Arabistan Kamu
Yatırım Fonu’nun Riyad Havayolları adına 37 milyar dolar bağışladığı Boeing
şirketinden geliyor.
Donald
Trump, anlaşmanın birkaç gün içinde imzalanacağını duyurdu. Siyonistler adına
anlaşmanın ayrıntılarından fiilen sorumlu olan dört Yahudi aşırılıkçı, Steve
Witkoff, Jared Kushner, Binyamin Netanyahu ve baş danışmanı Ron Dermer ise,
Siyonist devletteki bir kabine toplantısında, anlaşmaya ve öncesindeki
soykırıma övgüler yağdırdı. Witkoff ve Kushner’ın işgal altındaki Kudüs’te
düzenlenen bir Siyonist kabine toplantısında bulunması, mecazi ifadelere yer
bırakmayacak bir gelişme. Amerikalıların bugün, imparatorluklarının onlarca
yıldır Yahudi üstünlükçülerinin çıkarları tarafından ve onlar için
yönetildiğini geç de olsa anlamalarına şaşırmamak gerek.
Filistin
ve Katar İçin Bir Zafer
Tüm
bu tantanaya rağmen, Katar arabuluculuğu ve Mısır ile Türkiye’nin zorlamasıyla,
Kahire’de muzaffer Filistin Direnişi'nin kabul ettiği şartlara dayalı böylesine
kapsamlı bir diplomatik yenilginin ardından, Binyamin Netanyahu, Siyonist
teşekküldeki iç siyasi rakipler ve iç baskılarla başa çıkamayacağından, bu
savaş devam edecek, hatta cereyan ettiği alan genişleyecek.
Trump
rejiminin Müslümanların çoğunluğu teşkil ettiği ülkeleri kendi devletlerinde
Siyonizme bağlı kalmaya zorladığı geçen ayki BM Genel Kurulu’ndan bu yana, Türkiye
ve Mısır temsilcileri, Filistin Direnişi’ni teslim olmaya, silahsızlanmaya ve
Siyonist sömürgeciliğe karşı mücadelesini sonlandırmaya defalarca zorladı.
Gazze’deki
kimi Filistinlilerin de dile getirdiği gibi, anlaşma, tüm zorluklara, bombalara
ve tüm dünyanın suç ortaklığına rağmen iki yıl süren soykırımdan sağ çıkan “Filistin
mücadelesinin ve kararlılığının” bir sonucu. Tutsakların özgürlüğü her şeyden
önce onların başarısıdır, ancak gene de şu görülmeli: Siyonistler, muhtemelen,
serbest bırakılan rehineleri kısa süre içerisinde suikast girişimlerinin hedefi
haline getirecek.
Anlaşma,
Katar’ın baş arabulucu olarak yürüttüğü strateji açısından da büyük bir başarı.
Bu strateji, bir yandan Siyonist teşekkül denilen davul ile Beyaz Saray’daki tokmağının
soykırımcı taleplerini, diğer yandan da hem Filistin halkının yaşadığı tarifsiz
acıları dindirme hem de Siyonist işkence zindanlarında tutulan binlerce
Filistinli rehinenin serbest bırakılmasına yönelik acil ihtiyaç arasında hassa
bir denge tesis etmiştir.
Filistin
Direnişi, yakalanan Siyonist işgalcilere karşılık Filistinli rehinelerin
serbest bırakılmasını her daim gündeminin en üst sırasına koymuş, diğer tüm
koşulları buna ve soykırımın son bulması talebine bağlamıştır. Ancak İbraniceye
bu adımlar ancak soykırım sürecindeki bir yavaşlama olarak tercüme edilecektir.
Bu koşullardan en azından birini gerçekleştirmek için çarklar dönmektedir.
Esirleri
Kurtarmak, Milleti Birleştirmek
Filistin
Direnişi, hareketin her bileşenini görmeye, Siyonist zindanlarından her örgütten
rehinenin serbest bırakılmasına özen göstermiştir. Bugün Hamas, tüm toplumsal
bileşenleriyle Filistin adına müzakere yürütüyor çünkü o, hem askeri hem de
diplomatik düzlemde Filistin’i temsil ediyor. Ancak masada Filistin’den başka
yapılar da var. Bu müzakere turunda Hamas heyetine, iki yıldır Filistin’in
ortaya koyduğu askeri mücadeleye destek sunan Kudüs Tugayları ile Siyonist
saldırılara karşı konulmasında önemli bir rol oynayan, FHKC’ye bağlı Ebu Ali Mustafa
Tugayları gibi Direniş örgütlerinin temsilcileri de eşlik ediyor.
Filistin
Halk Kurtuluş Cephesi Genel Sekreteri olarak Ebu Ali Mustafa'nın halefi Ahmed
Saadet (diğer adıyla Ebu Gassân), Direniş’in serbest bırakılmasını talep ettiği,
tanınmış rehinelerden biridir. Siyonistler onun, kana susamış Yahudi aşırılıkçı
ve Filistin etnik temizliğinin savunucusu, Moledet partisi kurucusu, dönemin
Siyonist “turizm bakanı” Rehavam Ze'evi’nin, 2001 yılında işgal altındaki Kudüs’te
düzenlenen efsanevi bir operasyonla ortadan kaldırılması sürecini yönetmek
suretiyle Ebu Ali Mustafa'nın şehit edilmesinin intikamını aldığını söylüyorlar.
Siyonist
işkence zindanlarında tutulan en ünlü Filistinli rehinelerden bir diğeri de,
Filistin topraklarını kurtarmak için Kassam Tugayı’nın birçok önemli
operasyonunu yöneten Batı Şerialı Hamas askeri komutanı İbrahim Hamid’dir.
Siyonistler Hamid’in, İkinci İntifada kapsamında 96 Yahudi üstünlükçü
sömürgeciyi ortadan kaldırdığını, 400’den fazlasını yaraladığını söylüyorlar.
Siyonist savunma kurumları, her zamanki üslupla, Hamid’in bu anlaşma kapsamında
serbest bırakılamayacağını, onun “Yahya Sinvar’ın yerini alacağını”
söylüyorlar. Dolayısıyla, Şin Bet, Siyonist propagandacı Nadav Eyal’e Hamid’in
Sinvar’dan iki hatta üç misli daha tehlikeli olduğuna dair brifing verme
ihtiyacı duydu. Kısa süre içerisinde Hamid, büyük olasılık 11 Eylül saldırısı
benzeri birçok saldırıdan sorumlu tutulacak, servetinin 6 milyar dolar olduğu
açıklanacak. Ayrıca Türkiye’de imal edilmiş, Hermès marka lüks deri çantanın
resimleri de paylaşılacak.
Siyonistlerin
serbest bırakmayı reddettiği, Hamas’ın üst düzey yetkililerinden Musa Ebu
Marzuk’un partisinin bu anlaşma neticesinde serbest bırakılması konusunda ısrarcı
olduğunu bildirdiği tutuklulardan biri de otuz yılını zindanlarda geçiren, Filistin
genelinde halkı birleştirecek başkan adayı olarak kabul edilen, Fetih’in önemli
isimlerinden Mervan Bergusi.
Mutabık
Kalınamayan Konu Başlıkları
Siyonistlerin
Bergusi, Hamid ve Saadet’i serbest bırakmayı reddetmesi, Direniş’in bağlı
kalabileceği tek aşama olan anlaşmanın ilk aşamasını uygulamaya dökmenin ne denli
zor olacağının erken bir göstergesi niteliğinde. Trump’ın önerdiği “barış planı”nın
müteakip aşamalarının fazlasıyla ölçüsüz ve aşağılayıcı olduğunu görmek
gerekiyor. Anlaşmanın ilgili aşamaları, Filistin’in (dolayısıyla dünyanın geri
kalanının) Pax Judaica (“Yahudi Barışı”) koşullarında, tam anlamıyla,
ebediyete dek Siyonistleşmesini ifade ediyor.
Yahudi
üstünlükçüleri, Lübnan’da yaptıkları gibi teslimiyet ve silahsızlanma talep
edebileceklerini sanıyorlarsa, Filistin Direnişi üzerindeki nüfuzlarını fazla
abartıyorlar. Şimdiden Gazze’nin iç kesimlerinde Filistinlileri Direniş’in
onayı olmadan Siyonistleştirmek için uğraşıyorlar. Kuzey Carolinalı bir beyin
cerrahı olan Dr. David Hasan buna örnek. Bu adam, bir yandan yardım, diğer
yandan da “İsrail dostu bir müfredat” ile 20.000 aç Filistinli yetimin beynini
yıkamaya çalışıyor, bu bağlamda, o hastalıklı “Gazze Çocuk Köyü” projesini
hayata geçiriyor.
Direniş,
şu anda Yahudi devletinin Gazze’de tecavüz, işkence ve infazlarda taşeron
olarak kullandığı Yasir Ebu Şebab’a bağlı IŞİD çetelerinin kökünü kurutmakla
meşgul. Ancak zamanla Direniş’in, bu köy projesi türünden Siyonizm
programlarına ve onların koordinatörlerine de aynı kararlılıkla yaklaşacağına
hiç şüphe yok. Bu, Batı Asya’yı Siyonistleştirme ve hegemonik bir Yahudi
İmparatorluğu kurma gibi şahsi takıntıları bulunan, Hasidik Yahudiliğe bağlı
Habad hareketi mensubu Jared Kushner'ın Donald Trump’ın safında yer aldığı
koşullarda sürtüşmelere yol açacak bir durum.
Netanyahu’nun
her türden ilerlemeyi engellemek için izleyeceği en bariz yol şu: Direniş
tarafından savaş esiri olarak tutulan Yahudi sömürgecileri geri alıp, geri
çekilmek yerine Gazze’deki savaşı sürdürmek, ayrıca İslam Cumhuriyeti’ne tekrar
saldırmak. Netanyahu, küresel hegemonyanın ABD’den Siyonist devlete tamamen
devredilmesi anlamına gelen Pax Judaica’yı hayata geçirmeye her
zamankinden ve tarihteki diğer tüm figürlerden daha yakın.
Müslümanların
çoğunluğu teşkil ettikleri devletlerin Kushner’ın arabuluculuğunda yürütülen bu
“barış planı” kapsamında Siyonizmi redde tabi tutmaları düşük bir ihtimal.
Kushner ve kendisinin çocukluğundan beri baba bildiği Netanyahu, ülkeyi ve bölgeyi
Siyonistleştirme projesini uygulamak için uğraşacak.
Bazen
Savaş Barıştan Daha Hayırlıdır
İslam
Cumhuriyeti’nin başına Siyonist dostu bir hükümet geçip Trump’a Amerika’nın
taleplerine boyun eğeceğini söylese bile o, Yahudi üstünlükçüleri ve ABD ile savaşa
girmenin hayatta kalmanın tek yolu olduğunu görecek. Ya da İran, kültürel
kimliğini, ideolojisini, dinini ve ekonomik bağımsızlığını tümüyle kaybedeceği ölüm
yürüyüşünü aheste aheste sürdürecek.
Bugün
İslam Cumhuriyeti, devrimci sloganlara lafta bağlılık gösteren Azerbaycan’dır.
Tehlike şu ki, bu “barış planı”, bir sonraki aşamaya geçtiğinde, o lafta
bağlılık bile ortadan kalkacak. İslam Cumhuriyeti, Siyonistlerden ve
Amerikalılardan kaynaklanan tehdidin boyutunu fark etseydi ki fark etmesi için
başka bir savaşa ihtiyaç var, Azerbaycan’ı taklit etmekle yetinmeyecek, bunun
yerine, askeri birliklerine Bakû'yü ele geçirmelerini emredecektir.
David Miller
13
Ekim 2025
Kaynak


0 Yorum:
Yorum Gönder