Son
yıllarda tarihsel dönümlerden ötürü de olsa gerek bolca rastladığımız ve pek
revaçta bazı konular var. Hem burjuva hem de sol-sosyalist kesim tarafından
üstüne yazılıp çiziliyor. Siyasal değerlendirmelere ve taktik manevralara,
siyasal ittifaklara zemin olarak kullanılıyor. Nedir bu konular, söyleyelim;
devrim, kurtuluş, cumhuriyet, yeni düzen, yeni cumhuriyet, taçsız cumhuriyet,
taçlandırılması elzem cumhuriyet... Daha da çoğaltırız aslına bakarsanız ama
anlatmak istediğim şeyi biraz daraltmak istediğimden gerekli görmüyorum, bu
kadarı derdimizi anlatmaya kâfi gibi görünüyor.
Bildiğimiz
üzere, burjuva resmi tarihi hep galipler üzerinden yazılır. Bizim, yani emekçi
sınıfların tarihi, burjuva tarih yazımı gibi kendi perspektifinden olsa da
diğerinin aksine bilimsel bir yöntem izlediğinden, yenilgileri, zaafları,
kusurları, zaferleri, doğrusu ve eğrisi bir arada sınıf mücadelesi
perspektifinden yazılır. Bu, bir tarih okuması farkıdır. Bir düşünme yöntemi
olmayan, belge ve olgulara dayanmayan, yalnızca efsane ve anılarla yazılan
-yahut öğrenilen- tarih, her daim yanıltıcıdır. Bu efsaneler yaratılırken var
olan bilgi; deforme edilmek, gizlenmek saklanmak veya kırpılmak zorundadır.
O
taraftan baktığınızda, yeni medya düzeninin kuklaları olmuş burjuva tarihçilerinden
duyduğumuz şeyler aslında hep aynıdır. Konu değişir, taraflar değişir, kişiler
değişir ama söylemleri hep aynıdır.
“Böyle
giysiler giyinirdi, sabah bu saatte kalkardı, şu okullarda okumuştu, bilmem kaç
dil bilirdi, şu yemeği sever, bu müziği dinlerdi. İyi dans eder, iyi tütün
içerdi. İyi önder, muazzam taktisyen, muhteşem bir askeri zekâ, öngörülü bir
stratejist ve en sonunda olağanüstü ulu bir dâhiydi.”
Yine
atladığımız bin türlü zırvaları vardır bu tiplerin. Tarihsel kişiliklerin aile
yaşantısından tutun özel hayatına kadar, kahramanlık hikâyelerinden,
çocukluğunda bile ileri görüşlü olduğu hikâyeler dinler durursunuz... Bu
tiplerden bunları duymak mümkün ama bunlar da bir tarih anlatısı değil
maalesef. Yani tarih dışında her şeyi anlatırlar. Çünkü sınıfsal konumları ve
edindikleri misyon gereği buna mecburdurlar. Bir diğer yanı ise şu: tam olan
şeyleri usulsüzce kırparsanız bütünlüğü bozmuş olursunuz, dolayısıyla yerine
başka şeyler koyup o bozduğunuz anlatıyı tamamlamak zorundasınızdır. İşte tam
olarak yaptıkları budur.
Lakin
neyse ki biz, tarihi böyle algılamıyor, anlamıyor, okumuyor ve en önemlisi
anlatmıyoruz.
Nihayet
istediğimiz yere geldiysek buradan hareketle tarihimizde az bilinen bir noktaya
doğru ilerleyelim, oradan dallanalım. Birinci paylaşım savaşı sonrası birçok
cephede yenilmiş, büyük bozgunlara uğramış bir devlet vardı yaşadığımız
toprakların üzerinde. 1908 burjuva devriminin hürriyet kutlamaları çok uzun
sürmemiş toplumun ciddi bir kesiminin mücadelesi ve desteğiyle istibdat
rejimini yıkıp iktidara gelen İttihat Terakki ve önderleri, emperyalist
heyulalarına yenik düşüyor, içeride muhalif ve ezilen sınıf kesimlerini ve
temsiliyetlerini sürgünler ve tutsaklıklarla ekarte ediyordu. İmparatorluk
özlemleriyle olmadık ittifaklarla olmadık savaşlara yelken açıyorlardı. Hâlbuki
halk, zaten yeni savaştan çıkmış, yorgun ve güvensiz bir haldeydi. Osmanlı,
doğuda Çarlık Rusya ile giriştiği savaştan yenilgiyle ayrılmıştı. Lakin yine
aynı yılları izleyen zamanlarda Rusya’da çarlık düzeni hegemonik gücünü
kaybetmiş, 1905’te bir burjuva devrimi gerçekleşmiş, takvim 1917 Kasım’ını
gösterdiğindeyse Bolşevikler iktidarı bir devrimle ele geçirmişti.
İktidara
gelen Bolşevikler, ordu içinde ciddi bir örgütlü güce sahipti ve hatta ordudaki
örgütlenmenin Ekim Devrimi’nde çok ciddi rolü vardı. Savaş bitmişti.
Bolşevikler, kendi ilke ve politikaları gereği, çarlık ordusunun yayılmacı
politikalarının aksine savaşla kazanılan bölgelerden ezilen halklar lehine
çekiliyorlardı. 1917 yılının son aylarında Osmanlı ile Sovyet iktidarı arasında
bir anlaşma imzalandı. Anlaşma gereği ordu geri çekilecek fakat bu topraklar
tekrar Osmanlı himayesine girmeyecekti. Bölgedeki halk kendi yerel
yönetimlerini kuracak kendi kaderlerine kendileri karar verecek ve yönetecekti.
Osmanlı tarafı bunun kâğıt üzerinde kalacağını düşündüğünden kabul edip
imzaladı. Rus ordusu içinde kurulan Kızıl Muhafızlar, devrimden sonra çar
yanlısı subayları tutukladı. O sıralarda Dersim civarında bulunan ordunun
başına Gürcistan Sosyal Demokrat Partisi ve İşçi Sovyetleri üyesi Arşak
Cemalyan atanmıştı.
1.
Kızıl Muhafız Ordusu isimli bu birlikler, Osmanlı savaş esirlerine komünizm
fikirlerini anlatarak serbest bıraktılar. Sonrasında Kızıl Muhafızlar, etkili
oldukları yörelerde propaganda birlikleri kurarak, halkı bölgelerinin
yönetimini ele almaya teşvik ettiler. Erzincan dolaylarında ise Arşak Cemalyan;
Türk, Kürt, Ermeni delegelere ve işçi-köylü sınıfının temsilcilerine açık
çağrıyla bir konferans topladı. Toplantıya Ermeniler adına Muradov, Kürtler
adına Alişer ve Alişan beyler, Türkler adına Erzincan müftüsü katıldı. Hatta
Dersim’in batısından Alişan Bey, iki delege ile 8 bin kişilik bir askeri güçle
Erzincan’a geldi. Dersim delegeleri Erzincan’a gelirken, Sovyet ordusu ve
Ermeniler onları bir askeri törenle karşıladı.
Çağrıya
yanıt veren bölge halklarının ileri gelenleri, işçileri, köylüleri toplantıya
katılım gösterdiler. Bölgelerdeki nüfus yoğunluğuna göre halk temsilcileri
sayısı belirlendi. İlk temsilciler, toplam 75 temsilci Erzincan, Bayburt ve
Dersim bölgelerinden seçilmişti. Artık Erzincan Sovyet Cumhuriyeti ilk
birliğini oluşturup ayağa kalkmıştı. Dünyanın ikinci sovyet devleti Anadolu’nun
bağrında kurulmuştu.
Kızıl
muhafızlar bölgeden çekilirken silah, teçhizat ve mühimmatları yeni sovyet
devletine teslim ettiler. Onlar da üç bin kişilik bir ordu, bin beş yüz kişilik
bir güvenlik teşkilatı kurdular. Topraksız köylüye toprak verildi, aynı
SSCB’deki gibi kolhozlar yani kolektif çiftlikler kuruldu. Resmi dairelere yeni
Sovyet yönetimini simgeleyen kızıl bayraklar çekilmişti. Kabul edilen maliye
kanununa göre vergilerin İstanbul hükûmetine değil Sovyetler Birliği’ne
verilmesi kararlaştırılmıştı.
Erzincan
Sovyeti ya da Erzincan Şûrası, bugünkü Erzincan, Bayburt, Dersim civarında
hâkimken propaganda ekipleri kurup bölgede kısa zamanda örgütlenme
çalışmalarıyla yayılmış, Erzurum ve Sivas’a kadar sınırlarını genişletmişti.
Elbette tüm bu örgütlenme ve propaganda çalışmalarında çekilene kadar büyük
emekleri olan Kızıl Muhafızların hakkını teslim etmek gerekir.
“Erzincan
Sovyet Cumhuriyeti’nin kuruluş kongresi” demek gerekir artık, orada Ermeni
temsilci Muradov törende bir konuşma yapıp şöyle demiştir:
“Türkler, Kürtler ve
Ermeniler kardeştir. Bizi birbirimize kırdıranlar, emperyalistler ve onların
yerli işbirlikçileridir. Biz, çektiğimiz acıları unutuyoruz ve barış elimizi
uzatıyoruz. Bütün Kürt, Ermeni ve Türk emekçileri ve işçileri birleşerek kendi
şûramızı kuralım. Bizim sultanlara ihtiyacımız yoktur. Rus işçisi zalim Çarı
devirerek kendi hükûmetlerini kurdu, biz de birleşerek kendi hükûmetimizi
kuralım. Lenin ve Ordusu bizi destekliyor.”
Bolşeviklerin
artık anlaşma gereği bölgeden askeri manada tam olarak çekilmesi gerekiyordu.
Hazırlıklar başladı ve büyük bir savaşın sonunda yola düşülüyordu. O sırada bu
topraklardaki Kürt, Ermeni ve Türk emekçiler, sınıf kardeşlerini kurdukları
işçi konseyi ve yönetim binalarına çektikleri kızıl bayraklar ile
uğurluyorlardı.
Kırılma
ve Manevra
Lenin’e
atfedilen fakat hiçbir kaynakta da yer almaması sebebiyle yüksek ihtimal onun
olmayan, artık bir aforizma olarak bilinen bir cümle vardır.
“Hiçbir şeyin olmadığı on yıllar olur; on yılların yaşandığı
haftalar da olur.”
Tam
olarak tarihin öylesi bir dönemidir bu anlattığımız dönem. Savaşlar, iç
savaşlar, isyanlar, katliamlar, siyasi mücadeleler, ajanlar, iç tartışmalar,
dış müdahaleler... Böyle uzayıp gidecek bir liste. Hepsi buralarda yaşanıyor
bir paylaşımın arifesi. Bu cenderenin, çoklu iktidar savaşının ortasında kalan
bir coğrafyadan bahsediyoruz.
Erzincan
Sovyeti’nin de akıbeti bu dönem içinde yoğruldu. 1919 yılının başlarında
Osmanlı İstanbul hükümeti bu birliği dağıtmak için çeşitli grupları
silahlandırıyor, Türkler üzerinden çıkardığı huzursuzluklarla Sovyet’e askeri
müdahaleye kılıf bulmaya çalışıyordu. Tahmin etmesi güç değildir elbette,
Sovyet’i oluşturan diğer halklar üzerinden de benzer oyunlar sahnelenmeye
çalışılıyordu. Özellikle bölgede ve İstanbul hükümeti üzerinde ciddi güç sahibi
İngiliz emperyalizmi, Anadolu’da oluşan bu Sovyet’i önemli bir tehlike olarak
görüyordu.
Öyle
ki Erzincan Şûrası varlığını korurken İngilizler, Amiral Arthur Calthorpe
imzasıyla padişaha bir nota verirler. Denir ki o notada “Anadolu’nun şu
bölgelerinde birtakım şûra hareketleri var. Mondros Ateşkesi’nin ilgili
maddelerinin bize verdiği yetkilere göre ya biz gidip bizzat bastırırız, ya da
siz yaparsınız.”
Bu
kısımları bir yerlerden hatırlar gibisiniz değil mi? Asıl önemlisi de şudur, bu
nota 19 Mayıs’tan tam 12 gün önce verilmiştir.
Emperyalizmin
baskısı sonrası görevlendirilen Osmanlı’nın 9. Ordusu bölgeye askeri operasyon
düzenleyip Erzincan dolaylarını tekrar kendi topraklarına kattı. Erzincan
Sovyeti, bu müdahaleden ciddi yara almış fakat tam olarak tükenmemişti. Alınan
yenilgiden ötürü merkezini Ovacık-Yeşilyazı’ya taşımaya karar verip bu kararı
uyguluyor, ardından oraya da saldırı oluyordu. Fakat ilk saldırı, başarılı
şekilde püskürtülüyordu.
Yukarıdaki
tarihten de anlayanlarınız olmuştur. Eski İttihatçı subay, padişah yaveri
Mustafa Kemal’in de ortaya çıkışı, manidar bir tesadüfle, Erzincan Sovyeti ve
etrafında gelişen müdahalelerle direkt ilgiliydi.
Mustafa
Kemal’in ulusal bağımsızlık anlatısında bir mit, bir milat olarak kabul edilen
Samsun’a ayak basması, bizzat Britanya emperyalizminin bölgeye Osmanlı askeri
gönderme girişiminden kaynaklanmıştır. Anlaşıldığı üzere, onların da temel
motivasyonu Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas bölgelerinde gelişen şûra (sovyet)
hareketlerini bastırmak ve gerekli tedbirleri almaktı. Resmi anlatıya
bakarsanız, 9. Ordu Müfettişi’nin 19 Mayıs’ta cumhuriyet kurmak üzere Samsun’a
çıktığı yazılır. Hâlbuki resmi görevi bir başka cumhuriyet girişimini önlemek
olduğu açıkça görülüyor.
Nasıl
Görmeli? Nasıl Okumalı?
Planlanan
aşağı yukarı gerçekleştirildi. Erzincan Sovyeti Yeşilyazı’ya çekildikten sonra
1921 yılına kadar varlığını sürdürse de bölgede gelişen hem askeri hem de
politik gelişmeler/müdahaleler sonucunda kendini feshetti.
Erzincan
Sovyeti’nin 1921’deki feshini, basit bir askeri yenilgi ya da politik bir çöküş
olarak okumak, burjuva tarihinin kırpılmış ve eksik anlatısına teslim olmayı
gerektirir. Başında da dediğim gibi biz, tarihi, zaafları ve zaferleriyle
birlikte, sınıf mücadelesi perspektifinden okuyoruz. Bu deneyim bize, Anadolu
coğrafyasında, ulusal ve dinsel kimliklerin üstünde yükselen bir işçi-emekçi
iktidarının, yani taçsızların cumhuriyetinin, teorik bir hayal değil, somut bir
ihtimal olduğunu kanıtlamıştır. Ancak aynı zamanda, yeni kurulan burjuva ulus
devletinin, tıpkı eski istibdat rejimleri gibi, emperyalizmin arz ve talepleri
doğrultusunda geniş coğrafyamızdaki devrimci damarı nasıl ezmek yoluna hevesle
gittiğini de gösteriyor. 19 Mayıs’ın bir “milat” kabul edilmesinin ardındaki
tarihsel manevrayı bu bağlamda bir kez daha ifşa etmekle mükellefiz.
İlk
elden akla gelen düşüncelerin aksine, Erzincan’da inen kızıl bayrak, bir
dönemin kapandığını değil; başka bir kurtuluşun tohumlarının yenilginin külleri
arasına nasıl saklandığını gösterir. Unutmamak gerekir ki; yazılmayı hak eden
ve yazılmayı bekleyen tarih “olağanüstü ulu dâhilerin”, burjuva
cumhuriyetlerinin değil, topraksız köylüye toprak veren, halkların birliğini
savunan şûraların ve emekçilerin tarihidir. Bu da kuşkusuz ki “başka bir
kurtuluş” ihtimalinin pusulası olacaktır.
O
“on yılların yaşandığı haftalar” da yaşanan onca karmaşık iktidar
mücadelelerinin arasında, açan bir gül bahçesi olabilir miydi Erzincan Sovyeti,
bilmiyorum. Fakat kızıl muhafızlar, toprakları terk ettikten sonra dahi;
ordularla bastırılmaya çalışılmasına rağmen Sovyet’ine sahip çıkmaya çalışan
ciddi bir topluluğun varlığı, bunun güçlü bir ihtimal olduğunu gösteriyor. Her
ne kadar kısa ömürlü de olsa, hakkında edinebildiğimiz bilgiler kısıtlı da olsa
Erzincan Sovyet Cumhuriyeti’nin bıraktığı miras oldukça önemlidir. Bu nedenle
“Başka bir kurtuluş mümkün müydü?” sorusu, yalnızca tarihsel bir merakla ilgili
değil, o günlerden bugünlere hâlâ süregiden bir politik sorudur. En nihayetinde
ise geleceğin yönünü belirleyecek olan şey, bu soruya verilecek olan yanıttır.
-
Başka türlü bir kurtuluş mümkündü... ve mümkündür!
C. Boran
15 Ekim 2025
Kaynak
Yararlanılan
Kaynaklar:
Orhan
Dilber, “Ekim Devrimi Tartışmaları 2009 / Ekim Devrimi Ve İki Cumhuriyet”, Teori
Ve Politika, Sayı. 51-52.
Loren
Goldner, “Socialism in One Country Before Stalin, and the Origins of
Reactionary “Anti-Imperialism”: The Case of Turkey”, 1917-1925, Libcom.
Davut
Kurun, “Unutulan Tarih 1917-1921 Dersim Hükümeti”, 19 Temmuz 2015, DAB.
Ali
Kemali, Erzincan: Erzincan Valisi’nin Kürt Raporu, 1931, Kaynak
Yayınları.
Orhan Dilber, “Kemalizm’in Cumhuriyetçilik Diye Bir İlkesi Var mı?”, 2007, Wordpress.


0 Yorum:
Yorum Gönder