29 Ekim 2025

Erzincan Sovyet Cumhuriyeti


Son yıllarda tarihsel dönümlerden ötürü de olsa gerek bolca rastladığımız ve pek revaçta bazı konular var. Hem burjuva hem de sol-sosyalist kesim tarafından üstüne yazılıp çiziliyor. Siyasal değerlendirmelere ve taktik manevralara, siyasal ittifaklara zemin olarak kullanılıyor. Nedir bu konular, söyleyelim; devrim, kurtuluş, cumhuriyet, yeni düzen, yeni cumhuriyet, taçsız cumhuriyet, taçlandırılması elzem cumhuriyet... Daha da çoğaltırız aslına bakarsanız ama anlatmak istediğim şeyi biraz daraltmak istediğimden gerekli görmüyorum, bu kadarı derdimizi anlatmaya kâfi gibi görünüyor.

Bildiğimiz üzere, burjuva resmi tarihi hep galipler üzerinden yazılır. Bizim, yani emekçi sınıfların tarihi, burjuva tarih yazımı gibi kendi perspektifinden olsa da diğerinin aksine bilimsel bir yöntem izlediğinden, yenilgileri, zaafları, kusurları, zaferleri, doğrusu ve eğrisi bir arada sınıf mücadelesi perspektifinden yazılır. Bu, bir tarih okuması farkıdır. Bir düşünme yöntemi olmayan, belge ve olgulara dayanmayan, yalnızca efsane ve anılarla yazılan -yahut öğrenilen- tarih, her daim yanıltıcıdır. Bu efsaneler yaratılırken var olan bilgi; deforme edilmek, gizlenmek saklanmak veya kırpılmak zorundadır.

O taraftan baktığınızda, yeni medya düzeninin kuklaları olmuş burjuva tarihçilerinden duyduğumuz şeyler aslında hep aynıdır. Konu değişir, taraflar değişir, kişiler değişir ama söylemleri hep aynıdır.

“Böyle giysiler giyinirdi, sabah bu saatte kalkardı, şu okullarda okumuştu, bilmem kaç dil bilirdi, şu yemeği sever, bu müziği dinlerdi. İyi dans eder, iyi tütün içerdi. İyi önder, muazzam taktisyen, muhteşem bir askeri zekâ, öngörülü bir stratejist ve en sonunda olağanüstü ulu bir dâhiydi.”

Yine atladığımız bin türlü zırvaları vardır bu tiplerin. Tarihsel kişiliklerin aile yaşantısından tutun özel hayatına kadar, kahramanlık hikâyelerinden, çocukluğunda bile ileri görüşlü olduğu hikâyeler dinler durursunuz... Bu tiplerden bunları duymak mümkün ama bunlar da bir tarih anlatısı değil maalesef. Yani tarih dışında her şeyi anlatırlar. Çünkü sınıfsal konumları ve edindikleri misyon gereği buna mecburdurlar. Bir diğer yanı ise şu: tam olan şeyleri usulsüzce kırparsanız bütünlüğü bozmuş olursunuz, dolayısıyla yerine başka şeyler koyup o bozduğunuz anlatıyı tamamlamak zorundasınızdır. İşte tam olarak yaptıkları budur.

Lakin neyse ki biz, tarihi böyle algılamıyor, anlamıyor, okumuyor ve en önemlisi anlatmıyoruz.

Nihayet istediğimiz yere geldiysek buradan hareketle tarihimizde az bilinen bir noktaya doğru ilerleyelim, oradan dallanalım. Birinci paylaşım savaşı sonrası birçok cephede yenilmiş, büyük bozgunlara uğramış bir devlet vardı yaşadığımız toprakların üzerinde. 1908 burjuva devriminin hürriyet kutlamaları çok uzun sürmemiş toplumun ciddi bir kesiminin mücadelesi ve desteğiyle istibdat rejimini yıkıp iktidara gelen İttihat Terakki ve önderleri, emperyalist heyulalarına yenik düşüyor, içeride muhalif ve ezilen sınıf kesimlerini ve temsiliyetlerini sürgünler ve tutsaklıklarla ekarte ediyordu. İmparatorluk özlemleriyle olmadık ittifaklarla olmadık savaşlara yelken açıyorlardı. Hâlbuki halk, zaten yeni savaştan çıkmış, yorgun ve güvensiz bir haldeydi. Osmanlı, doğuda Çarlık Rusya ile giriştiği savaştan yenilgiyle ayrılmıştı. Lakin yine aynı yılları izleyen zamanlarda Rusya’da çarlık düzeni hegemonik gücünü kaybetmiş, 1905’te bir burjuva devrimi gerçekleşmiş, takvim 1917 Kasım’ını gösterdiğindeyse Bolşevikler iktidarı bir devrimle ele geçirmişti.

İktidara gelen Bolşevikler, ordu içinde ciddi bir örgütlü güce sahipti ve hatta ordudaki örgütlenmenin Ekim Devrimi’nde çok ciddi rolü vardı. Savaş bitmişti. Bolşevikler, kendi ilke ve politikaları gereği, çarlık ordusunun yayılmacı politikalarının aksine savaşla kazanılan bölgelerden ezilen halklar lehine çekiliyorlardı. 1917 yılının son aylarında Osmanlı ile Sovyet iktidarı arasında bir anlaşma imzalandı. Anlaşma gereği ordu geri çekilecek fakat bu topraklar tekrar Osmanlı himayesine girmeyecekti. Bölgedeki halk kendi yerel yönetimlerini kuracak kendi kaderlerine kendileri karar verecek ve yönetecekti. Osmanlı tarafı bunun kâğıt üzerinde kalacağını düşündüğünden kabul edip imzaladı. Rus ordusu içinde kurulan Kızıl Muhafızlar, devrimden sonra çar yanlısı subayları tutukladı. O sıralarda Dersim civarında bulunan ordunun başına Gürcistan Sosyal Demokrat Partisi ve İşçi Sovyetleri üyesi Arşak Cemalyan atanmıştı.

1. Kızıl Muhafız Ordusu isimli bu birlikler, Osmanlı savaş esirlerine komünizm fikirlerini anlatarak serbest bıraktılar. Sonrasında Kızıl Muhafızlar, etkili oldukları yörelerde propaganda birlikleri kurarak, halkı bölgelerinin yönetimini ele almaya teşvik ettiler. Erzincan dolaylarında ise Arşak Cemalyan; Türk, Kürt, Ermeni delegelere ve işçi-köylü sınıfının temsilcilerine açık çağrıyla bir konferans topladı. Toplantıya Ermeniler adına Muradov, Kürtler adına Alişer ve Alişan beyler, Türkler adına Erzincan müftüsü katıldı. Hatta Dersim’in batısından Alişan Bey, iki delege ile 8 bin kişilik bir askeri güçle Erzincan’a geldi. Dersim delegeleri Erzincan’a gelirken, Sovyet ordusu ve Ermeniler onları bir askeri törenle karşıladı.

Çağrıya yanıt veren bölge halklarının ileri gelenleri, işçileri, köylüleri toplantıya katılım gösterdiler. Bölgelerdeki nüfus yoğunluğuna göre halk temsilcileri sayısı belirlendi. İlk temsilciler, toplam 75 temsilci Erzincan, Bayburt ve Dersim bölgelerinden seçilmişti. Artık Erzincan Sovyet Cumhuriyeti ilk birliğini oluşturup ayağa kalkmıştı. Dünyanın ikinci sovyet devleti Anadolu’nun bağrında kurulmuştu.

Kızıl muhafızlar bölgeden çekilirken silah, teçhizat ve mühimmatları yeni sovyet devletine teslim ettiler. Onlar da üç bin kişilik bir ordu, bin beş yüz kişilik bir güvenlik teşkilatı kurdular. Topraksız köylüye toprak verildi, aynı SSCB’deki gibi kolhozlar yani kolektif çiftlikler kuruldu. Resmi dairelere yeni Sovyet yönetimini simgeleyen kızıl bayraklar çekilmişti. Kabul edilen maliye kanununa göre vergilerin İstanbul hükûmetine değil Sovyetler Birliği’ne verilmesi kararlaştırılmıştı.

Erzincan Sovyeti ya da Erzincan Şûrası, bugünkü Erzincan, Bayburt, Dersim civarında hâkimken propaganda ekipleri kurup bölgede kısa zamanda örgütlenme çalışmalarıyla yayılmış, Erzurum ve Sivas’a kadar sınırlarını genişletmişti. Elbette tüm bu örgütlenme ve propaganda çalışmalarında çekilene kadar büyük emekleri olan Kızıl Muhafızların hakkını teslim etmek gerekir.

“Erzincan Sovyet Cumhuriyeti’nin kuruluş kongresi” demek gerekir artık, orada Ermeni temsilci Muradov törende bir konuşma yapıp şöyle demiştir:

“Türkler, Kürtler ve Ermeniler kardeştir. Bizi birbirimize kırdıranlar, emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileridir. Biz, çektiğimiz acıları unutuyoruz ve barış elimizi uzatıyoruz. Bütün Kürt, Ermeni ve Türk emekçileri ve işçileri birleşerek kendi şûramızı kuralım. Bizim sultanlara ihtiyacımız yoktur. Rus işçisi zalim Çarı devirerek kendi hükûmetlerini kurdu, biz de birleşerek kendi hükûmetimizi kuralım. Lenin ve Ordusu bizi destekliyor.”

Bolşeviklerin artık anlaşma gereği bölgeden askeri manada tam olarak çekilmesi gerekiyordu. Hazırlıklar başladı ve büyük bir savaşın sonunda yola düşülüyordu. O sırada bu topraklardaki Kürt, Ermeni ve Türk emekçiler, sınıf kardeşlerini kurdukları işçi konseyi ve yönetim binalarına çektikleri kızıl bayraklar ile uğurluyorlardı.

Kırılma ve Manevra

Lenin’e atfedilen fakat hiçbir kaynakta da yer almaması sebebiyle yüksek ihtimal onun olmayan, artık bir aforizma olarak bilinen bir cümle vardır.

“Hiçbir şeyin olmadığı on yıllar olur; on yılların yaşandığı haftalar da olur.”

Tam olarak tarihin öylesi bir dönemidir bu anlattığımız dönem. Savaşlar, iç savaşlar, isyanlar, katliamlar, siyasi mücadeleler, ajanlar, iç tartışmalar, dış müdahaleler... Böyle uzayıp gidecek bir liste. Hepsi buralarda yaşanıyor bir paylaşımın arifesi. Bu cenderenin, çoklu iktidar savaşının ortasında kalan bir coğrafyadan bahsediyoruz.

Erzincan Sovyeti’nin de akıbeti bu dönem içinde yoğruldu. 1919 yılının başlarında Osmanlı İstanbul hükümeti bu birliği dağıtmak için çeşitli grupları silahlandırıyor, Türkler üzerinden çıkardığı huzursuzluklarla Sovyet’e askeri müdahaleye kılıf bulmaya çalışıyordu. Tahmin etmesi güç değildir elbette, Sovyet’i oluşturan diğer halklar üzerinden de benzer oyunlar sahnelenmeye çalışılıyordu. Özellikle bölgede ve İstanbul hükümeti üzerinde ciddi güç sahibi İngiliz emperyalizmi, Anadolu’da oluşan bu Sovyet’i önemli bir tehlike olarak görüyordu.

Öyle ki Erzincan Şûrası varlığını korurken İngilizler, Amiral Arthur Calthorpe imzasıyla padişaha bir nota verirler. Denir ki o notada “Anadolu’nun şu bölgelerinde birtakım şûra hareketleri var. Mondros Ateşkesi’nin ilgili maddelerinin bize verdiği yetkilere göre ya biz gidip bizzat bastırırız, ya da siz yaparsınız.”

Bu kısımları bir yerlerden hatırlar gibisiniz değil mi? Asıl önemlisi de şudur, bu nota 19 Mayıs’tan tam 12 gün önce verilmiştir.

Emperyalizmin baskısı sonrası görevlendirilen Osmanlı’nın 9. Ordusu bölgeye askeri operasyon düzenleyip Erzincan dolaylarını tekrar kendi topraklarına kattı. Erzincan Sovyeti, bu müdahaleden ciddi yara almış fakat tam olarak tükenmemişti. Alınan yenilgiden ötürü merkezini Ovacık-Yeşilyazı’ya taşımaya karar verip bu kararı uyguluyor, ardından oraya da saldırı oluyordu. Fakat ilk saldırı, başarılı şekilde püskürtülüyordu.

Yukarıdaki tarihten de anlayanlarınız olmuştur. Eski İttihatçı subay, padişah yaveri Mustafa Kemal’in de ortaya çıkışı, manidar bir tesadüfle, Erzincan Sovyeti ve etrafında gelişen müdahalelerle direkt ilgiliydi.

Mustafa Kemal’in ulusal bağımsızlık anlatısında bir mit, bir milat olarak kabul edilen Samsun’a ayak basması, bizzat Britanya emperyalizminin bölgeye Osmanlı askeri gönderme girişiminden kaynaklanmıştır. Anlaşıldığı üzere, onların da temel motivasyonu Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas bölgelerinde gelişen şûra (sovyet) hareketlerini bastırmak ve gerekli tedbirleri almaktı. Resmi anlatıya bakarsanız, 9. Ordu Müfettişi’nin 19 Mayıs’ta cumhuriyet kurmak üzere Samsun’a çıktığı yazılır. Hâlbuki resmi görevi bir başka cumhuriyet girişimini önlemek olduğu açıkça görülüyor.

Nasıl Görmeli? Nasıl Okumalı?

Planlanan aşağı yukarı gerçekleştirildi. Erzincan Sovyeti Yeşilyazı’ya çekildikten sonra 1921 yılına kadar varlığını sürdürse de bölgede gelişen hem askeri hem de politik gelişmeler/müdahaleler sonucunda kendini feshetti.

Erzincan Sovyeti’nin 1921’deki feshini, basit bir askeri yenilgi ya da politik bir çöküş olarak okumak, burjuva tarihinin kırpılmış ve eksik anlatısına teslim olmayı gerektirir. Başında da dediğim gibi biz, tarihi, zaafları ve zaferleriyle birlikte, sınıf mücadelesi perspektifinden okuyoruz. Bu deneyim bize, Anadolu coğrafyasında, ulusal ve dinsel kimliklerin üstünde yükselen bir işçi-emekçi iktidarının, yani taçsızların cumhuriyetinin, teorik bir hayal değil, somut bir ihtimal olduğunu kanıtlamıştır. Ancak aynı zamanda, yeni kurulan burjuva ulus devletinin, tıpkı eski istibdat rejimleri gibi, emperyalizmin arz ve talepleri doğrultusunda geniş coğrafyamızdaki devrimci damarı nasıl ezmek yoluna hevesle gittiğini de gösteriyor. 19 Mayıs’ın bir “milat” kabul edilmesinin ardındaki tarihsel manevrayı bu bağlamda bir kez daha ifşa etmekle mükellefiz.

İlk elden akla gelen düşüncelerin aksine, Erzincan’da inen kızıl bayrak, bir dönemin kapandığını değil; başka bir kurtuluşun tohumlarının yenilginin külleri arasına nasıl saklandığını gösterir. Unutmamak gerekir ki; yazılmayı hak eden ve yazılmayı bekleyen tarih “olağanüstü ulu dâhilerin”, burjuva cumhuriyetlerinin değil, topraksız köylüye toprak veren, halkların birliğini savunan şûraların ve emekçilerin tarihidir. Bu da kuşkusuz ki “başka bir kurtuluş” ihtimalinin pusulası olacaktır.

O “on yılların yaşandığı haftalar” da yaşanan onca karmaşık iktidar mücadelelerinin arasında, açan bir gül bahçesi olabilir miydi Erzincan Sovyeti, bilmiyorum. Fakat kızıl muhafızlar, toprakları terk ettikten sonra dahi; ordularla bastırılmaya çalışılmasına rağmen Sovyet’ine sahip çıkmaya çalışan ciddi bir topluluğun varlığı, bunun güçlü bir ihtimal olduğunu gösteriyor. Her ne kadar kısa ömürlü de olsa, hakkında edinebildiğimiz bilgiler kısıtlı da olsa Erzincan Sovyet Cumhuriyeti’nin bıraktığı miras oldukça önemlidir. Bu nedenle “Başka bir kurtuluş mümkün müydü?” sorusu, yalnızca tarihsel bir merakla ilgili değil, o günlerden bugünlere hâlâ süregiden bir politik sorudur. En nihayetinde ise geleceğin yönünü belirleyecek olan şey, bu soruya verilecek olan yanıttır.

- Başka türlü bir kurtuluş mümkündü... ve mümkündür!

C. Boran
15 Ekim 2025
Kaynak

Yararlanılan Kaynaklar:

Orhan Dilber, “Ekim Devrimi Tartışmaları 2009 / Ekim Devrimi Ve İki Cumhuriyet”, Teori Ve Politika, Sayı. 51-52.

Loren Goldner, “Socialism in One Country Before Stalin, and the Origins of Reactionary “Anti-Imperialism”: The Case of Turkey”, 1917-1925, Libcom.

Davut Kurun, “Unutulan Tarih 1917-1921 Dersim Hükümeti”, 19 Temmuz 2015, DAB.

Ali Kemali, Erzincan: Erzincan Valisi’nin Kürt Raporu, 1931, Kaynak Yayınları.

Orhan Dilber, “Kemalizm’in Cumhuriyetçilik Diye Bir İlkesi Var mı?”, 2007, Wordpress.

0 Yorum: