13 Ekim 2025

, ,

Filistin’in Tanınması Talepleri İsrail İçin


Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 12 Eylül toplantısında, iki devletli çözümün yeniden diriltilmesiyle ilgili karar, büyük çoğunlukça desteklendi.

142 devlet tarafından kabul edilen New York Deklarasyonu, 22 Eylül’de hayali Filistin devletinin daha fazla ülkece tanınması için yapılacak zirveye uzanacak yolu döşedi.

Son aylarda, Batılı hükümetlerinden oluşan bir koro, Fransa ile Suudi Arabistan öncülüğünde hazırlanan bu devlet kurma planının arkasında saf tuttu.

Yaklaşan BM konferansı, İsrail’in Gazze’deki soykırımının iki yılını doldurduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Bu dönemde en az 64 bin Filistinli hayatını kaybederken, açlık ve bölgedeki sistematik yıkım üzerinden felâket boyutuna ulaşan bir insani krize tanık olunuyor.

İsrail, Filistinlilere karşı nihai çözüm arayışında iken, saldırganlığının kapsamı Gazze’nin sınırlarını aşıp, Lübnan, Suriye, Yemen, İran, Tunus, hatta Katar’a dek uzandı. Geçtiğimiz Salı günü Doha’da düzenlediği saldırıda Hamas’ın belirlediği müzakereciler hedef alındı, bu saldırıda altı kişi katledildi.

Nitekim, İsrail’in imha savaşını desteklemeye devam eden hükümetler, şimdi de nasıl oluyorsa Filistin’in “bağımsızlığını” savunduklarını iddia ediyorlar.

Güya bu manevranın amacı, “Ortadoğu’da adil ve kalıcı br barış sağlamak.” Oysa asıl amaç, Yahudi sömürgecileri ve onların soyundan gelenleri yerli Filistinlilere göre ayrıcalıklı kılan düzinelerce yasayla desteklenen, Yahudileri üstün gören devlet olarak varlığını sürdürme hakkını güvence altına almak suretiyle İsrail’i kendisinden kurtarmaktır.

Batı’nın hayali bir Filistin devletini tanıması, tamamen, uzun süredir ırkçı İsrail devletini de tanımasına bağlıdır. Burada aynı zamanda, İsrail ile işbirliği yapan, İsrail’in Filistin topraklarını işgalinin güvenilir bir taşeronu olarak iş gören Filistin Yönetimi’ne “devlet” adını vermek suretiyle onun desteklenmesini de amaçlamaktadır.

Batılı güçler, var olmayan bir Filistin devletini, var olmadığı gerçeğine rağmen tanıdığında, esasında, devam eden İsrail Yahudi sömürgeciliğinin, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’nın ele geçirilmesi, buralarda yaşayan Filistinlilere yönelik terör, hatta Gazze’de aralıksız süren soykırım savaşı gibi temel meselelerini arka plana itiyor.

Fransa ve Suudi Arabistan’ın ortaya koyduğu çabaların amacı, Yahudi yerleşimcilerinin işlettiği sömürgeleştirme ve Filistin topraklarını çalma ile tanımlı süreci sonlandırmak veya Batı Şeria’da devam eden katliamları durdurmak değil. Bunların derdi, bu rezil konferans da dâhil olmak üzere, tüm uluslararası çabalar üzerinden, var olmayan bir devletin “tanınmasını” sağlamaktır.

Önceki Teşebbüsler

Bu ayki zirve, Filistin devleti kurma yönündeki ilk teşebbüs değil.

22 Eylül 1948’de Gazze’de Tüm Filistin Hükümeti (TFH) kuruldu. Kurulan hükümet, Filistin Mandası’nın tamamı üzerinde egemenlik iddia etti.

Pratikte hükümet, İsrail’in Mayıs ayı içerisinde, BM’nin taksim planında Filistin devleti olarak adlandırdığı toprakların yarısını işgal etmesinin ardından, ancak Gazze’de faaliyet yürütme imkânı bulabildi.

O dönem Arap Birliği’nin yedi üyesinden altısı bu hükümeti hemen tanıdı. Sadece takip eden yıl Filistin’in orta kısmını ve doğusunu ilhak edip bölgeyi “Batı Şeria” olarak adlandıran Ürdün, tanımayı reddetti. Batı, Ürdün’ün Batı Şeria’yı ilhak etmesine kısa süre içerisinde onay verdi, ancak Doğu Kudüs’ü tanımadı.

Batı’nın Tüm Filistin Hükümeti’ne yönelik düşmanlığı ve Filistin’in egemenliğini engellemek amacıyla ülkenin İsrail ile Ürdün Kralı I. Abdullah arasında taksim ediliş sürecine ortak olması sebebiyle hükümet, 1953’te etkisini yitirdi ve kendisini feshetti.

1988 yılında (Filistin’in sürgündeki parlamentosu ve FKÖ’nün bir organı olarak) Filistin Ulusal Konseyi, ilk Filistin Ayaklanması’nı (1987-1993) desteklemek amacıyla Cezayir’de tek taraflı olarak “bağımsızlık” ilan etti. Ancak FKÖ, 1993 Oslo Anlaşması’nı imzalamanın bedeli olarak bu ayaklanmayı bastırdı.

Onlarca ülke, var olmayan bu bağımsız devleti tanımak için çabalarken, ABD, bu talebi kesin bir dille reddetti.

ABD, aslında 1947’de Filistin’in bağımsızlığını engelleyen taraftı; son dakikada birçok ülkeyi oylarını değiştirmeye ve BM Genel Kurulu’nun 181 sayılı Taksim Planı Kararı’nı desteklemeye zorlamıştı.

Amerika’nın çabaları sayesinde bu plan, Filistin topraklarının büyük bir kısmını azınlık durumundaki Yahudi sömürgecilere verdi ve ABD, Mayıs 1948’de bu devleti hiç tereddüt etmeden tanıdı.

Ayrıca ABD, TFH’nin kimse tarafından tanınmaması için uğraştı. ABD, FKÖ’nün 1988’deki bağımsızlık ilanını tanımamak suretiyle, bu stratejiyi sonrasında uygulamayı sürdürdü.

Oslo’dan Sonra

Filistin Yönetimi’nin kurulmasını sağlayan 1993-1994 tarihli Oslo Anlaşmaları ardından, Mayıs 1999’da sona erecek beş yıllık ara dönemin bitmesine rağmen, İsrail’le bağımsızlık, sınırlar, Kudüs ve mültecilerin geri dönüşü gibi temel meselelerle ilgili olarak yürütülen müzakereler hiçbir zaman gerçekleşmedi.

“Nihai statü” görüşmeleri henüz başlamamışken, Filistin Yönetimi Başkanı Yasir Arafat, Filistin Yönetimi’nin son derece sınırlı veya fiili bir kontrole sahip olmadığı Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze’nin tamamında Filistin’in bağımsızlığını ilan etme tehdidini savurdu. Amerika yanlısı Arap hükümetlerinin tehditleri ve uyarıları üzerine Arafat geri adım attı.

Filistin Yönetimi’nin sonrasında BM tarafından devlet olarak tanınmak için attığı adımlar, ABD’nin veto tehdidiyle ve bunu yapmaya cesaret eden BM kuruluşlarına sağlanan ABD fonlarının kesilmesiyle karşılık verildi.

UNESCO, Filistin’i Kasım 2011’de üye devlet olarak kabul etti ancak daha sonra ABD’den aldığı fonlardan mahrum kaldı.

Filistin Yönetimi, hiçbir zaman Filistin devletini ilan etmemiş olmasına rağmen (ki sadece Filistin Kurtuluş Örgütü’nce ilan edilmişti), Kasım 2012’de BM Genel Kurulu’nun Filistin’in statüsünü ezici bir çoğunlukla “üye olmayan gözlemci devlet”e yükselten 67/19 sayılı kararının ardından, yönetime ait resmi belgelerde resmen “Filistin Devleti” adını kullanmaya başladı ve Vaşington’daki elçilik bürosunu “büyükelçilik” olarak adlandırdı; ABD Başkanı Donald Trump ise bu büroyu 2018’de başlayan ilk döneminde kapattı.

Tanınma İçin Yürütülen Kampanya

1993’ten beri İsrail işgalinin sadık bir uygulayıcısı olarak hareket eden Filistin Yönetimi, Gazze’deki İsrail soykırımını fırsat bilerek, İsrail soykırımına aktif olarak katılan Avrupa ülkelerinin, İsrail’in emirlerine uyması karşılığında hayali Filistin devletinin daha fazla tanınmasını talep etti.

Geçtiğimiz yıl bu çabalar, soykırımın başlıca destekçileri olmasa da, birkaç ülkeyi de kapsayacak şekilde hız kazandı.

Mayıs 2025 itibarıyla, dünya genelindeki 193 ülkeden 143’ü, Filistin’i bağımsız bir devlet olarak tanımıştı. Bu sayının bu ay en az altıya çıkması bekleniyor. Bunlar arasında İsrail’in başlıca suç ortakları Fransa, Kanada, Avustralya ve İngiltere’nin yanı sıra Belçika, Portekiz, Malta ve muhtemelen Finlandiya da yer alıyor.

İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği tüm suçlarda baş suç ortağı olan ABD, 1948’den beri takındığı tavrı sürdürüyor: Filistinlilerin muhayyel de olsa bir devlet kurmasını, hele ki gerçek bir devlet kurmasını engellemek.

Ancak İtalya Başbakanı Georgia Meloni, “Filistin Devleti’nin kurulmadan önce tanınmasının olumsuz bir etki yaratabileceğini” savunarak, bu tanıma çabalarına karşı çıktı. Meloni, “Filistin Devleti’nden tabii ki yanayım, ancak kurulmadan önce tanınmasından yana değilim” dedi.

Bu sözün haklı bir yanı var.

Boş Beyanlar

Bir devletin kuruluşundan ve fiilen bağımsızlığını kazanmasından önce bağımsızlığını ilan etmesi, ilk başta tuhaf gelebilir ama aslında olağan bir gelişme.

Bazı ülkeler, bağımsızlıklarını elde etmelerinden çok önce bağımsızlık ilan ettiler; ABD ise ilk bağımsızlığını 1776’da ilan etti; oysa İngilizler, ancak 1783’te yenildiler. Fransızlar, ABD’nin bağımsızlığını 1778’de tanıdılar.

Yunanlılar da aynı yolu izleyerek, 1822’de bağımsızlıklarını ilan ettiler, ancak Osmanlılara karşı başlattıkları devrim, o on yılın sonuna kadar zafer kazanamadı. 1830’da, Yunanlara yardım eden Avrupalı güçler Yunan devletini tanıdı ve hemen ardından da ona el koydular.

Buna karşılık Haiti, devrimin başlamasından 13 yıl sonra, 1804’te bağımsızlığını ilan etti ve eski kölelerin köleliği ortadan kaldırması, Fransız yerleşimcilerin ve sömürgeci Fransız devletinin iktidarını devirmeyi başarmasının ardından bağımsızlığını ilan etti. Ancak köle sahibi ABD, 1862’ye kadar onu tanımayı reddetti.

ABD, Yunanistan ve Haiti’de bağımsızlıklarını ilan edenler, gelecekteki devletlerinden iktidardaki imparatorluğu defetmek için mücadele verenlerdi.

Ancak Filistin Yönetimi konusunda durum farklı: burada Avrupalı emperyalist ülkeler, sömürgecilere karşı mücadele eden direnişçilere değil, İsrail sömürgeciliği ve işgalle işbirliği yapanlara bağımsız bir Filistin devleti bahşetmek istiyorlar.

Meloni’nin vurguladığı nokta bu değil muhtemelen. Böyle bir tanınmanın İsrail sömürgeciliğini ve kontrolünü derinleştirmekten ziyade sona erdireceğini ve Filistinli işbirlikçilerini daha da güçlendireceğini düşünenler de onunla aynı kaygıyı taşıyor olmalı.

Beyhude Çaba

Batılı emperyalist devletler ve beyaz yerleşimci-sömürgeciler, Filistinlilerin bağımsızlık hakkını onlarca yıldır inkar ettikten sonra, şimdi Filistinlilerin kendi kaderini tayin ve devlet kurma hakkını tanıyan ülke sayısını artırmaya hazırlanıyorlar.

Gelecek hafta düzenlenecek konferans, İsrail’e Yahudileri üstün gören devlet olarak var olma hakkının garanti altına alınacağı güvencesini veriyor. Ona bu hakka ancak destekçilerinin hayali bir Filistin devletini tanımasıyla kavuşacağını söylüyor.

ABD ve İsrail, sürece onay vermeyi reddediyor. Filistinlilerin, işbirlikçisi Filistin Yönetimi de dâhil olmak üzere, bağımsızlık ve devlet sembolünden sonsuza dek mahrum bırakılması gerektiğine inanıyor.

Bu teşebbüsü yönlendiren Avrupalılar ve Arap rejimleri ise, “bağımsızlık” aldatmacasının Filistinlilerin özlemlerini kısıtlamanın ve kurtuluş mücadelelerini İsrail-Yahudi üstünlüğünü tehdit etmeyen bir devlet yanılsamasına mahkûm etmenin en iyi yolu olduğuna inanıyorlar.

Dolayısıyla, bu uluslararası planda yürüyen tanıma çabasından geriye, İsrail’in, hiçbir zaman gün ışığına çıkmayacak olan, muhayyel bir Filistin devletinin yanında varlığını sürdüren, Yahudilerin üstün olduğu fikri üzerine kurulu bir devlet olduğunu teyit eden kısım kalacak.

Geçen yıl burada savunduğum gibi, bu devletlerin İsrail’i diplomatik olarak cezalandırmasının tek yolu, İsrail’in Yahudileri üstün gören görüşü temel alan bir devlet olma hakkını tanımamak, onu boykot etmek ve tüm ırkçı yasalarını kaldırana kadar ona karşı uluslararası yaptırımlar uygulamaktır.

Bunun haricinde, konferansın tamamı beyhude bir çabadır. Bu çaba, katılımcılarının İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırıma devam eden suç ortaklığının bir başka kanıtıdır.

Joseph Massad
16 Eylül 2025
Kaynak

0 Yorum: