18 Nisan 2024

,

Güneş Tutulması

 

Dayan İnce Memed dayan
Şimdi direnecek çağdır

 

Bir devrin tanıklarından o günleri dinlediğinizde duyacağımız en önemli cümle “Onlar gibisi yoktu, bir daha öyle insanlar gelmez, şimdikiler öyle değil!” Bu serzeniş, aslında birkaç soruya kapı aralıyor. Şimdi değişen nedir? İnsan mı?

Geçmişteki insanları güzellikleriyle anmak, farkına varmadığımız bir nostaljiye neden olmakla birlikte onların mücadele ettiği döneme ve içinde bulundukları çevrelere/yapılara haksızlık etmektir. Meseleyi insan özelinde ele almak, mücadelenin de öznel alana sıkıştırılmasına yol açar. Bazen de insanın değiştiği sitemi, aslında aynı hatayı yeniden üretir.

O güzel insanlar o güzel atlara binip gitmediler, bindirildiler. Ata binip rotasız gezen varsa o da sol çevrelerdir, çünkü onlar ÇED raporlarının soludur.

O insanlar fedakardı, anlayışlıydı, çözüm odaklıydı, içten ve sıcaktı gibi sıfatların tespih tanesi gibi dizileceği cümlenin kısa olması beklenemez. Tüm bu olumlu sıfatlar, o güzel insanların doğuştan getirdiği özellikler değildir. Bir insanı o sıfatlara eriştirip kitlelerin hafızasına kazıyan asıl neden, ona mücadelenin birikimini, deneyimini, anlamını, değerlerini, kültürünü ve ilkelerini kazandıran yapıdır.

Bugün liberal ve reformist dediğimiz çevrelerde sayısı azımsanmayacak derecede insan var. Birey bazında önemli bir çoğunluğu da sömürüsüz ve adil bir düzeni istediği için o yapıların “tabanını” oluşturuyor. Eleştiriye tabi tuttuğumuz bu insanlarda ve ilişki biçimlerinde gördüğümüz yozluğun asıl nedeni, onlara bir kimlik ve karakter veremeyen yapılar.

Bugün sorunlarımızın çözülmemesinin en önemli kaynaklarından biri, emek mücadelesini tarihin çağrısına uygun şekilde yürütecek bir mücadele hattının hayata geçirilmemesi. Bunun nedeni de yapıların düştüğü durumlarda aranmalı. Süreklileşen bu durum hayatın dinamiğine aykırı olduğundan, şu an kazanımla sonuçlanan mücadeleler ise geçmişin birikimini kolektif hafızasında taşıyıp kendiliğindenciliğe terk edilmiş emekçi halk sınıfları sayesinde verilebiliyor.

Umut, mücadele için gereklidir ama asıl umut, ayakları yere basılarak büyütülendir. Yanılgıya düşmek, umudu da bir eziyete ve hayalciliğe çevirir. Bu anlamda, belirli yanılgılardan kurtulmak gerekiyor.

- 12 Eylül, 7 yıl sürdü ama işçi sınıfının bahar eylemleriyle 90 sürecinde önemli bir ivme yakalandı. Doğru. O dönem 5 yıllık bir süreci kapsar. O süreç de 12 Eylül öncesinin deneyimlerinin hatalarıyla birlikte tekrar edilmesinden gelişen süreç uzun sürmemiştir. Umudu buradan geliştirirsek, OHAL döneminde havalimanı inşaatında çalışan işçiler greve çıktı. Sonraki dönemde Trendyol işçileri kazanımla sonuçlanan mücadele yürüttü. Ülkedeki farklı iş kollarında kazanım elde edilen grev ve direnişler tarihe geçti. Öyle ki feodalitenin merkezi noktalarından biri olan Urfa’da dahi kadın işçiler direnişe başladı. Aynı şekilde, adalet temelli hak eylemleri birçok şehirde boy verdi. O zaman neden ikinci bahar eylemlerinde tarihin akışına yön verilemedi?

95 sonrası süreçte hızlanan reformistleşme ve sivil toplumculuk tüm bu dinamikleri ve kazanımları seçime kanalize ederek kitleleri CHP’ye endeksledi, sol da CHP’lileşti. Mücadele bayrağını yükselten işçi emekçi sınıf var ama o mücadeleye yön verecek bir sol yok. Bu gerçek aşılmadığı sürece tarihin aynı biçimde tekerrür edeceğini ummak en masum tabirle iyimserliktir.

- Reformist çevrelerde yer alan insanlardaki yozlaşmada da bu insanları hedef tahtasına yerleştirmek bir başka öznelcilik hatası. O insanlar, mücadeleyi kendilerine öğretildiği şekilde yürütüyor. Demokratik bir yürüyüşe giden gence anne-baba tavsiyesi olarak verilen “Ne önde ne arkada dur, madem gidiyorsun ortalarda kal!” diye verilen kaygılı öneri, bugün o yapılara göre daha ilerici. Söz konusu çevreler, kendi insanına o yürüyüşlere “Hiç gitmeyin!” uyarısı yapıyor. Birbirine ev-araç sattırmak, bar-meyhane açtırmak, elit semtlerde oturmak ve oturulmasını salık vermek, bir siyasi kültüre dönüştü.

Yumurta aslandan değil, tavuktan türer. Yumurtadan çıkan varlığa “Neden aslan değilsin?” diye tepki vermek, bilimsel yönteme aykırıdır. Bu çevrelerin şefleri/vekilleri katıldıkları programlarda “Bana işkence yapıldı!” diyor. Ortada “ben” var, yapı yok, müstakil özne var, yapının “mimarı” var. Sana sen olduğun için işkence yapılmadı. Bu yüzden, artık gelenekleri anlatan kitaplar yazılmayıp öznelerin biyografilerini boca eden kitaplar, son 15 yıldır politik gündemimizde kendine alan buldu. O alan da gitgide sınırını genişletiyor. Bu kitapların hiçbirinde o insanlara o meziyetleri ve güzellikleri kazandıran asıl kaynağın ne olduğundan bahsedilmiyor, kitleye o kaynağın mimarı olarak özne sunuluyor. Özne yapıyı temsil edemiyorsa ortada bir sorun var demektir. “Tek” kaldığında beyaz bayrak açıyorsa ortada bir yapı olduğu iddia edilemez.

- Mitinglerde çalınan müzikler, otel lobilerinde düzenlenen kokteyller, çocuklara verilen isimler, trekking-tekne gezileri, yurt dışında yaşama hayalleri ve önerileri, olsa olsa bir yapıyı değil, göçük altı yaşamı ifade eder. “Kitle bir anda dönüşür” demek kitlenin nelerden vazgeçemeyeceğini hesaba katmamaktır. Değişecek kitle varsa kaybedecek çok az şeyi olan ya da olmayan ezilen ve sömürülenlerdir.

- Takvimsiz bir “mücadele” dayatılıyor. Burjuvazinin ve egemenlerin gündemi belirlediği takvime uyum sağlanmaya çalışıldıkça sömürü gerçeği geri plana atılıyor. Ne bir sendika ne bir yayın ne de bir yapı/çevre/parti, mücadele tarihini yaşatan bir takvimi yaşıyor/yaşatıyor.

- Mekânsız bir “mücadele” dayatılıyor. 1 Mayıs yaklaşıyor. On yıldır 1 Mayıs Taksim’de kutlanmıyor. Alanı belli olmayan bir güne çevriliyor. Bir yıl Bakırköy, bir yıl Maltepe, bir yıl balkonu olanlar için balkon. Uğrunda can verilen meydan için “fetiş” yakıştırmasında bulunanlar özeleştiri vermediği gibi tertip komitesinde yer alıyor. Takvim de mekân da çocuklara verilen isimler de tasfiye ediliyor. İşçi emekçi halk sınıfları an'a çağrılıyor, tarihe değil. Sınıftan kaçırılan gerçek ödenen bedelin tarihini yapan gelenekler.

Atası ve atlası olmayan bir yapının ardından sınıfın gitmesi beklenemez. Önceden mezarsız ölüler olurdu, artık bedensiz (ölü diyemeyiz onlara) mezarlar var, sola ait. Kendiliğindencilik böyle katmerleniyor.

Çok uzun bir tartışmanın konusu olduğu bir gerçek. Ezilen sömürülen sınıflar olarak bizim için ilkeyi, değeri, hedefi, deneyimi, ilişkileri, ahlakı, onuru, kültürü bir bütün olarak takvimde, mekânda, çocuklara verilecek isimlerde yaşatacak olan yapıya, mücadele hattına, birliğe ihtiyacımız var. İnsan değişmedi, değiştirildi. Bunun nedeni de karşı kültürü üretemeyen sol çevrelerdir.

Bugün şu sorunun yanıtlanması sol yapılar için önemli: Sol bir çevrede yer alan kişiler neden antidepresan kullanır ya da alkol bağımlısı olur? Çağa sözünüz geçmediği için mi özünüz yitti?

Aynı sorunu öğrenci velileri de yaşıyor, çağ karşısında çocuğuna sözü geçmiyor. Sol bozulunca en küçük ve temel yapı olan aile de bozuluyor. Sol, aileye de karşı. Bindiği dalı kesiyor.

Özne sorunu aşılmadığı sürece kendiliğindencilik hükmünü sürdürmeye ve emekçi halk sınıfları da CHP’lileşmeye devam edecek.

“1 Mayıs’ta Taksim”deyiz” diyenler bir gün önce meydana icazetli protokolle çelenk bırakıp alanı güvercinlere devrettikten sonra kendilerine gösterilen alana gidecekler. İki hafta kaldı ve iş yerlerinde ve mahallelerde hâlen daha Taksim’e yönelik sendikal bir çalışma mevcut değil.

S. Adalı
18 Nisan 2024

0 Yorum: