11 Nisan 2024

,

Kuyrukçu

Son belediye seçimi ardından şu sorulmalı:

CHP kuyrukçuluğu dışında başka siyaseti olmayan sosyalist hareket, belediye şahsında inşa edilmiş CHP iktidarıyla ve genel iktidara ortak edilmiş CHP’yle mücadele etmeye hazır mı? İşçinin, yoksulun, ezilenin cevabını en çok merak ettiği soru bu olmalı.

*  *  *

Mavi Vatan meselesinin tartışıldığı günlerde CNNTürk’e bir emekli tuğgeneral çıktı. Ekranlarda daha önce görmediğimiz bu isim, sürece dair görüşlerini aktardıktan sonra, “Hükümet, İsrail’le anlaşmak zorunda. Anlaşmazsa doğacak sonuçlara katlanır” dedi. Alenen, aba altından darbe sopası salladı. Sonra bu adamı gören olmadı.

İlerleyen süreçte AKP’nin İsrail’le arası “düzeldi”. Ticaret, üstelik Gazze katliamı günlerinde, iyice yoğunlaştı. Bu sefer muhtemelen o tuğgenerali konuşturan irade, el altından “AKP İsrail’le iş yapıyor, gemiler gidiyoor” haberlerini kendi gazetecileriyle servis etmeye başladı.

O gazetecilerden biri, solun yeni dönemde kavga etmeyeceğinin ispatı olarak görülecek şeyler söylüyor. “Kutuplaşmayacağız”[1] diyen gazeteci şahsında sol, dün “asacağız, yargılayacağız” derken, bugün “barış zamanı” diyor. Başkanından randevu talep eden Özgür Özel gibi konuşuyor. Herkes, plana ve senaryoya bağlı. Laflar sanki aynı ağızdan çıkıyor.

Metin Göktepe gibi lanse edilen Metin Cihan, yaptığı haberleri kişisel niyetinin ve iradesinin ürünüymüş gibi takdim etmek adına, bir gün “Filistin için ne yapabilirim?” diyerek uyandığından bahsediyor. Kendince hikâye uyduruyor. Sanki o bilgilere tek başına, tek tek limanları gezip araştırma yaparak ulaşmış gibi bir izlenim yaratıyor. Oysa birilerinin borazanı olan bu tür gazeteci ve akademisyenler, 7 Ekim sabahı ve sonrası belirli odaklardan gelen emirle, “Bize ne Kudüs’ten, Filistin’den, Gazze’den. İki emperyalist güç savaşıyor, yesinler birbirlerini” dediler. Ama kimi mevzular üzerinden İsmail Saymaz’ın yıldızlaştırılmasında olduğu gibi bu gazeteciler, hemen suyun başına oturtuluyorlar. Ellerine dosyalar teslim ediliyor. Her sabah onların tvitlerini okuyoruz. Bir itiraz var zannediyoruz. Rahatlıyoruz. Bir şey yapmış olma hissiyle hayata devam ediyoruz. Esasında AKP’ye geri adım attırdığı düşünülen devlet-sermaye çalışmasına figüran oluyoruz. Sonra o Metin Cihan, Can Dündar ve Erk Acarer’in yanına oturuyor. Sahne tamamlanıyor.

Başına kutsal hale geçirilmiş olan gazeteci Metin Cihan, bu seçim “zafer”i ardından, “gerginlik siyaseti son buldu” diyor. O, siyasetin tam da gererek, kutuplaşarak, bölerek yapıldığı gerçeğini örtbas ediyor. “Saray” lafına takılmış olması, onun dümdüz bir CHP’li olduğunu ele veriyor.

Bizi hakikate bu gazeteci-akademisyen güruhu götüremez, o görülmeli. Çünkü AKP, İsrail’le ilişkiyi tümüyle kesmiş olsaydı, bu gazeteciler-akademisyenler, bu sefer de Nevşin Mengü ve Fatih Altaylı ile birlikte “Antisemitist bunlaar, Yahudi düşmanı bunlaar!” korosuna dâhil olacaklardı. Dün AKP'nin batıyla, sermayeyle, güç odaklarıyla ilişkileri bozduğunu ağlayarak haykıranların, “faiz kararı Batı ile ilişkimizi bozar” diyenlerin, “popülist otoriterizm Batı’yla ilişkilerimize zarar veriyor” diye feveran edenlerin bugün söylediklerine itibar etmemek, bu tür gazetecilerin ve akademisyenlerin o İsrail’e giden, oradan buraya gelen gemilerin sahiplerine çalıştığını görmek gerekiyor.

Çünkü eskiden bu ülkede İsrail büyükelçisi vurulurdu, en azından büyükelçilik taşlanırdı, şimdi tüm nefreti AKP yutuyor. AKP, İsrail'e kalkan oluyor.

*  *  *

Bahsi edilen koronun üyesi olan Siyonist İbrahim Varlı[2], matematik bilmiyor. “Siyasal İslam” gibi gerçekte karşılığı olmayan bir kavramla düşünen bu liberal, siyasal İslam’ın yenildiğini söylüyor ama o kategoride ele aldığı YRP’nin oylarıyla AKP’nin oylarını toplayamıyor. Solu işte bu cehalet yönetiyor.

Haritada Filistin’in yeri göstermekten aciz olan ama nasılsa “Ortadoğu” uzmanı olarak pazarlanan Varlı, bir Siyonist, çünkü “İsrail yıkılmalı” diyen FHKC gibi güçlere “Yahudi düşmanı, antisemitist” diyor. Oysa bu, ancak Siyonistlerin ve Siyonist uşaklarının ağzından dökülebilecek bir laf. Bugün gemi haberlerini en çok da bu uşaklar paylaşıyor. Bu uşaklara prim vermemek gerekiyor.

*  *  *

Sandığa gitmeyen bir AKP’liyle yapılan sohbette[3], eleştirinin birinci maddesinin Filistin, ikincisinin ekonomi, üçüncüsününse kayırmacılık olduğu söyleniyor. AKP seçmeni, politik bir kitle olarak, geri çekilip partisine tokat atıyor. Sohbet edilen taksici de bunu söylüyor. O açıdan, Fatih Altaylı’nın korosuna katılıp “aha şimdi erime başladı” demenin bir anlamı yok.

AKP’deki erimenin emeklilere verilmeyen destekle ilgisi üzerinde duruluyor. Kredi faizlerinin yüksekliğinden dem vuruluyor. Ama kimse, seçimi gerçekten kazanmak isteyen partinin tıpkı EYT gibi bu konularda da gerekli adımı neden atmadığı, ticareti neden azaltmadığı, neden mazot yardımı ve maaş zammı yapmadığı sorularını sormuyor. Nebati ekonomisinden bahsediliyor, neden Şimşek’i kovup gene popülist siyasete dönülmediğini kimse sorgulamıyor. AKP’nin düşük profilli ve zayıf adayları tercih etmesi üzerinde kimse durmuyor.

Özünde seçim sathı, seçilen adaylarla, yürütülen propagandayla, kitlenin seferber edilmeyişiyle, güven verilmemesiyle CHP’ye terk ediliyor. Bu terkin anlamını sorgulamak gerekiyor. Belki de Erdoğan, solcular kadar önemsemiyor bu belediye seçimini. O da belki de “Oh, 2018’e dek seçim yok, bu programla yürümeye devam edelim” Güler Sabancı gibi düşünüyor. Sabancı’ya körleşen sol, AKP’yi Erdoğan’ın, ülkeyi AKP'nin tek başına yönettiğini zannediyor. Boş politika, bilinci de belirliyor.

Sol, karşı-Öznelik büyütülünce kendisi de büyüyecek yanılsamasına kapılıyor. O yönetimin icrasında kendisinin rolü ve payı olduğunu görmüyor. Büyüdüğünü sandıkça, o sandıkta küçülüyor. İçinde düne kadar sağcı bellediği unsurlar mevzileniyor, güçleniyor. Solun içindeki sağ büyüyor. Eskiden Fethullahçıların köşelerinde dediği gibi, “sol merkeze çekiliyor.” O merkezi kimse sorgulamıyor.

Devlete ve burjuvaziye ait her türlü konuda olduğu gibi kendi körlüğünü kitleselleştirmek, meşrulaştırmak, solun işi.

* * *

*  *  *

Bu düzlemde TKP, “bu devleti emperyalistlere, patronlara ve tarikatlara terk etmeyeceğini” söylüyor. Bunlardan ari, saf bir devlet olduğu izlenimi ve imajı yaratmak, emekçi kitleleri devlete bağlamak için uğraşıyor. Ona verilen görev bu.

Bu saf devlet anlayışı, bölünmeleri, ayrışmaları, birleşme imkânlarını ve dağılma noktalarını da göremiyor. Yekpare madde, doğalında diyalektiğe körleşiyor. TKP’nin en önemli kusuru, küçük burjuva idealizmine kul köle olması. Defne ve Kadıköy’de sattığı hayal, o idealizmin ürünü.

Kuyrukçu sosyalist sol, CHP’ye teslim oldu. “1977’de, devrimin harlandığı momentte CHP neden iktidar yapıldı?” sorusunu veya “1974 affıyla çıkan kişiler, o örgütleri nasıl ve neden kurdu, sonra hepsinin şefi, neden gidip CHP’li oldu?” sorularını sormadığı gibi, bugün de “Belediyeler neden CHP’ye terk edildi?” sorusunu sormayacak.

12 Eylül’e giden süreçte 1977’deki seçim zaferini sınıfsal-politik analize tabi tutmayanlar, bugünü de sınıfsal-politik açıdan anlama ihtiyacı duymayacaklar. 1980’de devlete ve burjuvaziye teslim olanlar, gene olacaklar. Geçmişte olduğu gibi bugün de bu seçim siyasetinin ve kuyrukçuluğun kirini 1 Mayıs-Taksim yalanlarıyla örtbas etmek isteyecekler. Ama gene bir emirle Maltepe’ye, AKP’nin emrettiği dolgu alana koşacaklar.

Çünkü o, CHP’den tevarüs etmiş olan, maddeden azade, diyalektikten uzak, “iyilik benden, kötülük düşmandan” anlayışının esiridir. Bu anlayış, kendi öznelik balonunu düşmanıyla şişirmenin derdindedir. İyi ve kötünün ötesini göremez.

Bugün nedense kimse, her şeye kadir olan Erdoğan’dan, milyonlarca Afgan’a ve Suriyeliye oy kullandırtan, trafoya kedi sokan, ıslak tutanaklara müdahale eden, astığı astık kestiği kestik, koyun kitlesi olan, herkesi parayla satın alan AKP’den bahsetmiyor. Zaferin sebebi kendisi, yenilginin sebebi tabii ki başkası. O nedenle, kendisinin ve zaferinin, belirli bir nesnelliğin gerilimli olguları olarak, teşrih masasına yatırılmasına izin vermiyor. Esasında bu öznelcilik ve benmerkezcilik çürütüyor. Hakikate körleştiriyor.

* * *

Kürt siyaseti ne derse desin, bir önceki seçimde okunan Öcalan mektubu, İmamoğlu’nu işaret ediyordu. Bugün de muvazaalı bir hamleyle Başak Demirtaş kenara itilmiş, daha doğrusu, o hamleyle Kürt kitlesi seçime kilitlenmiş, toparlanmış, AKP’ye yarar diye düşünülen katılım oranlarındaki düşüşe mani olunmuş, CHP’ye vermeyecek azınlığın oyu alınmış, geri kalan kitle, açıktan veya sessizce CHP’ye yönlendirilmiştir.

Bugün Köz’ün, “burjuva partisi” olarak görmediği, “işçi partisi” dediği DEM’in bu hamlesini yargılamaya hakkı yok. Komintern âlimleri, burjuva siyasetinin figüranı olmayı “seçmişlerdir.” DEM partisinin başkanının üyesi olduğu örgüt, “İmamoğlu’na destek açıklaması” yapmıştır. Yani, eşbaşkan bile kendi partisine oy vermemiştir. Partinin kimi bileşenleri de bu kervana dâhil olmuştur. Bu burjuva siyaset manevralarını sorgulamayan bir Marksizm-Leninizm yoktur, yok hükmündedir.

HKP, İmamoğlu’nun İngiliz-ABD eliyle pişirildiğini söyler, ama “Kılıçdaroğlu değil İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olsun” der. Bu, solun çaresizliğidir.

*  *  *

Seçim şahsında, CHP kitlesinin sırtındaki “hiç kazanmıyoruz” yükü alınmış, İmamoğlu’yla girilen yola TÜSİAD ve devlet eliyle onay verilmiştir. Oradan dönüş yoktur. İmamoğlu ve Erdoğan, aynı projenin parçasıdır.

Bugün CHP kitlesinin ağzındaki kekrelik, Erdoğan düşmanlığı ile tanımlı politik varlıklarının önemli ölçüde boşluğa düşmesiyle ilgilidir. “Zafer”i tam olarak kutlayamamalarının nedeni, belki de budur. Erdoğan heyulası ve balonu öyle büyütülmüştü ki CHP denilen özne de kendisini o büyüklükte tanımlıyordu. Öznenin gerçekte bir karşılığı yoktu. Artık o balon patlamış, CHP öznesinin anlamı ve değeri de kalmamıştır. Karşılarında eskiden her şeye kadir, büyük bir güç vardı ve o gücü ancak CHP gibi güçlü yapı yıkabilirdi. Bu yanılsamayla yaşanıyordu.

Bugün neyse ki o her şeye kadir, kudretli güç olarak Erdoğan balonu, patlamıştır. Bin odasında türlü fırıldağın döndüğü saray, çökmüştür. O balonla birlikte şişmiş olan CHP balonu da hava kaçırmaya başlamıştır. Boşluğa düşecek halk kitlelerini örgütleyecek, onlardaki öfke ve derde örgütlenecek bir iradeye ise rastlanmamaktadır.

Bu boşa sallanan yumruk, patlayan balon, sosyalist hareketi de vuracaktır. Tüm sol, ömrünün önemli bir kısmını basit bir belediye çalışanı ve zabıtası olmayı içlerine sindirmekle geçirecektir.

Bu kitleye devrimci bir çentik atmayı bile başaramayan sosyalist hareket, onun rüzgârına teslim olmuştur. Yelkenler yırtılmıştır. Liman, gene düzenin limanıdır. Belediyeler, şirket vasıflarıyla, dönüşümün basit bir aracıdır. Orada sosyalizm hayali görenler, kitleleri ve kendilerini kandırmışlardır. Bu hayalperest kuyrukçu sol, emekçi halkın afyonudur.

Eren Balkır
2 Nisan 2024

Dipnotlar:
[1] Metin Cihan, “Kutuplaşma”, 1 Nisan 2024, X.

[2] İbrahim Varlı, “Örgütlemişler Baharı: Siyasal İslamcıların Sonbaharı”, 1 Nisan 2024, Birgün.

[3] Sevilay Yılman, “Taksici”, 1 Nisan 2024, X.

[4] “Yalancı Bahar”, 1 Nisan 2024, Sol.

0 Yorum: