12 Nisan 2024

,

Partinin Cephesi / Cephenin Partisi


Türkiye sosyalist hareketinde iki ağırlık noktası, iki kutup var. Biri TKP, diğeri Devyol.[1] Diğer küçük örgütler, bu iki kutup arasındaki gerilimin şekillendirdiği, geçici, sınırlı ve dar unsurlardır. Birinden birine benzemek dışında başka bir seçenekleri yoktur. O cereyandan çıkabilmeleri için başka yerlere bakabilmeleri gerekir.

TKP ve Devyol şefleri, sosyalist hareketin ideolojisini ve politikasını tayin ediyorlar. Batıdan ne çevrilecek, burada hangi kitaplar okunacak, hangi politik yollara girilecek, onlar belirliyorlar. Bize düşen, onların sırtlarındaki ipleri tutanları göstermek, o ipleri kesecek iradeye işçilik yapmak.

Bu kukla oyununda 1920’lerden beri işleyen, devletle ve sermayeyle kurulmuş ilişkiler belirleyici. Devlet ve sermayeden birine verilen destek, sosyalist hareketi ve şeflerinin yönelimlerini tayin ediyor. ÖDP şeflerinin doksanlarda KOBİ’cilik yapıp zengin olmayı kararlaştırmaları ile AB’cilikleri arasında bir bağ var. TKP’de bu AB’cilik, farklı dolayımlarla, örtük olarak işliyor.

İki kanat da iki kutup da Mustafa Kemal cumhuriyetine bağlı. Mustafa Kemal’in bir paşasına “bu komünist hareket her daim orduya bağlı olsun” emrini verdiği biliniyor. Sosyalist hareket, bu emir uyarınca, hep ordudaki sınıfsal ve ekonomik dönüşümlere göre biçimleniyor. Bize lazım gelen, ezilene-sömürülene göre kurulan, yıkılan, inşa edilen, her daim ona hesap veren bir hareket. O “ordu”ya bağlılık, ezilenin-sömürülenin devrimci kudretini yok ediyor.

TKP ve Devyol, sosyalist hareketteki “parti-cephe” formülü uyarınca hareket ediyor. İkisi sınıfsal-ekonomik gerekçelere bağlı olarak, farklılaşıyor. Orduya, ordunun ekonomisine, sınıfsallığına bağlı olan sosyalist hareketin seyri, en iyi CHP ile ilişkilerinde okunuyor. Sosyalist hareketin varlığını da fikrini de eylemini de CHP ile ilişkiler belirliyor.

TKP için CHP cephe, kendisi parti; Devyol için CHP parti, kendisi cephe. Defne gibi küçük bir ilçede basit bir seçim ittifakını becerememiş olmalarının sebebi, muhtemelen aralarındaki bu gerilim. Kazanan, tabii ki CHP oluyor.

Bu açıdan, “partinin cephesini kuracağını” duyuran Gençlik Komiteleri ve Başaran Aksu, o CHP’ye karşı, o CHP haricinde bir şey yapamaz. Onun “işçi direnişlerinin sonucu” üzerinden okuduğu seçimde, Ermenek’te seçtirdiği belediye başkanı, işçi katili patronla birlikte iftar düzenliyor. Başaran Aksu, CHP’nin “yanlış adaylar” çıkarttığını söylüyor. Çünkü tek siyasetleri kendi “yoldaşlar”ını CHP listelerinden aday yaptırmaktan ibaret. Kendisinin de aktardığı üzere Hozat’ta CHP’liyi aday gösteren ÖDP, seçimi kazanıyor, seçime yüksek demokrasi ahlakı ve bilinciyle ilk itiraz edense CHP oluyor.

Bir önceki seçimde Halkevleri ve cümle Devyol, “Artvin’de bari bizim adaylarımızı destekleyin” diye CHP’ye yalvardı. CHP, kendi bildiğini okudu. Bu pazarlıktan olumsuz sonuç alınınca Halkevleri, kendi internet sitesinden bu ülkede Atatürk döneminde uyuşturucu üretilip satıldığına dair yazıyı yayınladı. 

Bu Devyol türevlerinin tek siyaseti ve ideolojisi var, o da CHP. Tek dertleri CHP’nin cephesi olabilmek. Ufak bir anlaşmada Birgün gibi solcuların cebindeki dolara iyi gelen İmamoğlu, illaki göklere çıkartılıyor. Doları yücelten akıl, Devyolcuları topyekûn ele geçiriyor.

Bu CHP siyaseti uyarınca Başaran Aksu, 2019 seçimlerinde gazeteci olarak gezindiği işçi havzalarında işçileri CHP’ye örgütlemekle övünen tvitler atıyordu. “Genel seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun farkla kazanacağı yalanının büyütülmesi sürecinin parçası olup sonra da büyük bir hayal kırıklığı ve şaşkınlık yaşayan sosyalist hareket” demesine aldanmamalı. Bizatihi kendisi ve yoldaşları bu dediğini yaptı.

Gençlik Komiteleri, bir CHP derneği. Pandemi döneminde halka yönelik, halk karşıtı operasyona destek oldu. Küçük çocuklara içeriği bilinmeyen, yan etkileri test edilmemiş, tekellerin ticari ve askeri silahı olan aşının vurdurulması yönünde çalışma yürüttü. O “holdingcilerin” üniversitelerinin tanıtımını yapan, onları öven reklâm filmleri hazırladı. Bugün de güya Filistinliler için yürüyor. Ama o üniversitelerin sahiplerinin İsrail’le ilişkilerine hiç bakmıyor. Antalya Belediyesi’nin yalandan iptal ettiği kardeş şehir anlaşmasını haber yapıyorlar, ama bu şehre akın eden İsrailli turistlere tek bir taş atmıyorlar. Atamazlar.

Bu tür CHP dernekleri, geçmişte dışişleri bakanı iken İsrail’i ziyaret eden ve anlaşmalar imzalayan, oranın emriyle ülkeye dönüşte “Türkiye-İsrail ilişkileri her alanda daha da ilerleyecek. İki devlet, Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasında işbirliği yapacak”[2] diyen Hikmet Çetin’in dediğine aykırı bir şey yapamazlar. Bugün karşı çıktığı ticari ilişkilerin Çetin gibi isimler eliyle kurulduğunu, devletin bu ilişkiler uyarınca hareket ettiğini söyleyemezler. Çetin gibiler, CHP’nin “derin devleti”dir, o işbirliği ne emrederse o olur. CHP dernekleri, bugün Filistin’den bahsediyorsa bu söz ve eylem, İsrail hasbarasının parçası olarak görülmeli. O derneklerin zikrini ve fikrini İsrail ile kurulmuş ilişkiler tayin ediyor.

Çünkü Başaran Aksu gibiler, “Antiemperyalist, antisiyonist konum, siyasal İslamcıların istismarcı pragmatizmine terk edilemez” demeye mecbur. Onların derdi, emperyalizm veya Siyonizm değil, ordudan ve Çetin’den gelen emirle, Müslüman iradeye alan bırakmamak. Bu derneklerin tüm siyaseti, İsrail-Türkiye ilişkilerine uygundur. Dolayısıyla, bugün AKP İsrail’le tüm ilişkileri kessin, bu dernekler, sokağa illaki “Yahudi düşmanı, antisemitist AKP!” diye çıkacaklardır. Bugün o ticareti yapan patronların üniversitelerine methiyeler düzmüş olan solcular, Filistin dostu olamazlar.

“Filistin İçin Bin Genç” tabiri de kötü çeviri kurbanı. Her CHP siyaseti gibi bu da tercüme. “For” kelimesini düz çeviriyle “İçin” kelimesiyle karşılıyorlar, oysa bu kelime, “lehinde, yanında, yanlısı” anlamına geliyor. Tabii bu CHP’li gençler, “neden yüz bin değil de bin?” sorusunu da sormuyorlar. Çünkü Müslüman iradeyi durdururken, gereksiz yere İsrail düşmanı bir hattı gençlik içerisinde açma tehlikesi de barındırıyor bu tür çalışmalar. O nedenle, gençlerin kafa sayısı daha baştan sınırlı tutuluyor. Hikmet Çetin’in ve Çevik Bir’in yüce tuttuğu, Ortadoğu’yu yapılandıracak olan Türkiye-İsrail ilişkileri, bunu emrediyor. 

Bu gençler, mecliste faal olan ve ağırlıklı olarak CHP’lilerden oluşan İsrail Dostluk Derneği’ne tek laf edemezler. Birgün’de “İsrail yıkılsın demek antisemitizmdir, Yahudi düşmanlığıdır”[3] diyen İbrahim Varlı gibi Siyonist yoldaşlarını eleştiremezler. Aksa Tufanı’na karşı her türlü kara propaganda faaliyetini burada yürüten Nevşin Mengü gibilere karşı çıkamazlar. Metin Cihan gibi çıkıp ekranlara, önünü ilikleyip, Filistin’e destek veren yazardan ödülünü geri alan Batı’nın istihbaratıyla ilişkili Can Dündar ve Sedat Peker’in elemanı olan Erk Acarer gibi kişilere rapor verirler. Bunların “Filistin dostluğu” yalandır. İsrail’in çalışmalarının bir parçasıdır. 

Bunlar, Suriye halkından çalınan petrolü götürüp İsrail’e satanlara da tek laf edemezler. Geçmişte İsrail’le ilişkiler kesildiğinde, bu solcuların ettikleri laflara dönüp bakılmalıdır.

Parti CHP’dir, onun cephesi olmaya çalışıyorlar. Cephe CHP’dir, onun partisi olmaya çalışıyorlar. Devyol ve TKP, özetle budur. Bizim cılız hâlimizle yaptığımızsa o CHP’yle ve ardındaki güçle ezilenlerin-sömürülenlerin iradesi adına dövüşmekten ibarettir. Bu mücadele, şahsileştirildikçe, Devyolcu ve TKP'ci kadro bize düşman edildikçe, o mücadelenin içeriği ve anlamı idrak edilemez.

Başaran Aksu, bu dövüşü geçmişte şahsileştirmiş, kendisine yönelik eleştirimizi bir gece yarısı açtığı telefonda savurduğu tehditler ve küfürlerle karşılamıştır. O konuşmada ettiği laf, önemlidir: “Siz benim itibarımı zedeliyorsunuz!”

Bahsini ettiğimiz CHP siyaseti düzleminde itibar, hele ki siyasi itibar, nam, şöhret önemlidir. Kariyerizm, bu anlayıştan beslenir. Bizim yaptığımız, Lenin ve Stalin’de görülen kariyerizm eleştirisidir.

Aksu, sendikalardaki ağalık düzenini haklı olarak eleştirmiş, ama eleştirisini şahıslar ve şahısların iradesiyle sınırlı tutmuştur. Bizim kendisine yönelik eleştirimiz, bu şahsileştirmeyle ve aynı zamanda Müslüman işçinin dinine küfrederek bir yere varılamayacağıyla ilgiliydi. Kendisi, bu eleştiriyi “itibar suikastı” olarak değerlendirmiştir.

Solcu, devlet ve sermaye dolayımıyla edindiği iradeyi tanrı belleyendir. Her şeye ve herkese oradan bakar. Kendi yoldaşları başkan seçilse, sorun olmaz. Kendi yoldaşları sendika koltuğuna otursa, eleştirilmez. Oysa geri planda maddi, somut, yapısal ilişkiler vardır ve her şeyi onlar tayin eder. Yani aidatı sarı sendika ağası değil de Aksu’nun arkadaşı alsa bir şey değişmez. Ermenek’te Aksu belediye başkanı seçilmiş olsaydı, bu sefer işçi katiliyle iftara bizzat kendisi katılırdı. Burada kişi değil, kişilerin yapısal maddi gerçekliğe dair yaydığı yanılsama ve o gerçeklik eleştirilmektedir. Buna şahsi cevap geliştirip, tehditler ve küfürler savurmanın bir anlamı yoktur.

Solcu, kendisini irade, başkasını nesne zanneder. O nedenle, “O siyasi aklın AKP’nin aşınmış figürlerine, örgütle ilk günden beri emek harcayanları ezerek listelerde daha önde yer vermesi hataydı” der, ama AKP’nin tepesinde ve ardındaki güçlerin o hatayı bilinçli ve iradi olarak yapmış oldukları ihtimalini aklına bile getirmez. Çünkü akıl, sadece solcuda vardır, sağcıda akıl olamaz!

Bu açıdan, CHP’yi parti veya cephe olarak gören, kerterizini oradan alan sosyalist hareket, teslimiyetçidir, uzlaşmacıdır, reformisttir, böyle olmaktan kurtulamaz.

Başaran Aksu’yu da içeren sosyalist hareket idealisttir, “bu düzende sağlam çark olmaz” diyen Pir Sultan ise materyalist!

Aksu türü solcular, düzenin yönelimlerini bu iradecilikle asla okuyamazlar. Sadece kendilerini görürler, sadece kendilerini görmek isterler, sadece kendisinin görülmesini isteyenleri örgütlerler. Bize, görülmeyen, görülmeyeni gösteren, görülmeyenin gücüne örgütlenenler lazım.

Aksu bu körlükle, Mayıs seçimi sonrası AKP’nin bizatihi Altılı Masa’nın ve CHP’nin kaleme aldığı programı uyguladığını görmez, görmek istemez. Ama “Biz, önümüze kısa vadeli hedef olarak Şimşek Programı’nı işlemez kılmayı koymalıyız, tüm olanaklarımızı ve ilişkilerimizi bu programı dağıtmak hedefiyle harekete geçirmeliyiz” der. Nedense bu programı CHP açıkladığında tek bir itiraz geliştirmez. Çünkü özünde Başaran Aksu gibilerin teorik, ideolojik ve politik varlığı CHP’lidir, oradan çıkamaz. 

Başaran Aksu, Şimşek Programı’nın CHP programı olduğunu söyleyemez. Bu seçimde yenilmişse bu programın da IMF savunan solcuların da “IMF yoksul dostu” diyen Hayri Kozanoğlu’nun da IMF programının uygulamaya konulmasının şart olduğunu söyleyen, sırf eşi Devyolcu diye DİSK bünyesinde çalışmış olan Gaye Yılmaz'ın da yenildiğini göremez. 

Bu ilişkilere meftun ve mecbur olan Başaran türü solcular, CHP’nin nasıl AKP’leştiğini, İmamoğlu’nun eşinin Emine Erdoğan’ın först leydilik kursuna kayıt yaptırmasının sebebini anlayamazlar. Çünkü kerterizi ezilen-sömürülen değil, CHP olanlar, sosyalist harekete yön vermek zorundadırlar. Kurtuluşumuz, o dümenciden kurtulmaya yazgılıdır.

Eren Balkır
10 Nisan 2024

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Zevahir”, 3 Haziran 2016, İştiraki.

[2] Aktaran: Çevir Bir ve Martin Sherman, “İstikrar İçin Formül: Türkiye Artı İsrail”, Güz 2002, İştiraki.

[3] İbrahim Varlı, “Filistin Meselesinde Solcularla Sağcılar Aynı Şeyi mi Söylüyor?”, 4 Kasım 2023, Birgün.

0 Yorum: