Türkiye
sosyalist hareketinde iki ağırlık noktası, iki kutup var: TKP ve Dev-Yol.[1]
Diğer küçük örgütler, bu iki kutup arasındaki gerilimin şekillendirdiği,
geçici, sınırlı ve dar unsurlardır. Bu küçük örgütlerin bahsi geçen ağırlık
noktalarından birine benzemek dışında başka bir seçenekleri bulunmamaktadır.
Örgütler, cereyandan çıkabilmek için başka yerlere bakmaya mecburdurlar.
TKP
ve Dev-Yol şefleri, sosyalist hareketin ideolojisini ve politikasını tayin
ediyorlar. Batıdan ne çevrilecek, burada hangi kitaplar okunacak, hangi politik
yollara girilecek, onlar belirliyorlar. Bugün bize düşen, onların sırtlarındaki
ipleri tutanları göstermek, o ipleri kesecek iradeye işçilik yapmaktır.
Bu
kukla oyununda 1920’lerden beri işleyen, devletle ve sermayeyle kurulmuş
ilişkiler belirleyici. Devlet ve sermayeden birine verilen destek, sosyalist
hareketin ve şeflerinin yönelimlerini tayin ediyor.
ÖDP
şeflerinin doksanlarda KOBİ’cilik yapıp zengin olmayı kararlaştırmaları ile
AB’cilikleri arasında bir bağ mevcut. TKP’de bu AB’cilik, farklı dolayımlarla,
örtük olarak işliyor. AB’den gelen fonların aktığı musluğun başında bir TKP’li
oturuyor.
İki
kanat da iki kutup da Mustafa Kemal cumhuriyetine bağlı. Mustafa Kemal’in bir
paşasına, “bu komünist hareket her daim orduya bağlı olsun” emrini verdiği
biliniyor. Sosyalist hareket, bu emir uyarınca, hep ordudaki sınıfsal ve
ekonomik dönüşümlere göre biçimleniyor.
Demek
ki bugün bize lazım gelen, ezilene-sömürülene göre kurulan, yıkılan, inşa
edilen, her daim ona hesap veren bir hareket. O “ordu”ya bağlılık,
ezilenin-sömürülenin devrimci kudretini yok ediyor.
TKP
ve Dev-Yol, sosyalist hareketteki “parti-cephe” formülü uyarınca hareket
ediyor. İkisi, sınıfsal-ekonomik gerekçelere bağlı olarak, farklılaşıyor.
Orduya, ordunun ekonomisine, sınıfsallığına bağlı olan sosyalist hareketin
seyri, en iyi CHP ile ilişkilerinde okunuyor. Sosyalist hareketin varlığını da
fikrini de eylemini de CHP ile ilişkiler belirliyor.
TKP
için CHP cephe, kendisi parti; Dev-Yol için CHP parti, kendisi cephe. Bu iki
ana örgütün Defne gibi küçük bir ilçede basit bir seçim ittifakını becerememiş
olmalarının sebebi, muhtemelen aralarındaki bu gerilim. Kazanan, tabii ki CHP
oluyor.
Bu
açıdan, “partinin cephesini kuracağını” duyuran Gençlik Komiteleri ve Başaran
Aksu, o CHP’ye karşı, o CHP haricinde bir şey yapamaz. Onun “işçi
direnişlerinin sonucu” üzerinden okuduğu seçimde, Ermenek’te seçtirdiği
belediye başkanı, işçi katili patronla birlikte iftar düzenliyor. Başaran Aksu,
CHP’nin “yanlış adaylar” çıkarttığını söylüyor. Çünkü tek siyasetleri, kendi
“yoldaşlar”ını CHP listelerinden aday yaptırmaktan ibaret. Kendisinin de
aktardığı üzere, Hozat’ta CHP’liyi aday gösteren ÖDP seçimi kazanıyor, seçime
yüksek demokrasi ahlakı ve bilinciyle, ilk itiraz edense CHP oluyor.
Bir
önceki seçimde Halkevleri ve cümle Dev-Yol, “Artvin’de bari bizim adaylarımızı
destekleyin” diye CHP’ye yalvardı. CHP, kendi bildiğini okudu. Bu pazarlıktan
olumsuz sonuç alınınca Halkevleri, kendi internet sitesinden bu ülkede Atatürk
döneminde uyuşturucu üretilip satıldığına dair yazıyı yayınladı. Bugün o uyuşturucu
imalatçılarına bekçilik yapıyorlar.
Bu Dev-Yol türevlerinin tek siyaseti ve ideolojisi var, o da CHP. Tek dertleri CHP’nin cephesi olabilmek. Ufak bir anlaşmada Birgün gibi solcuların cebindeki dolara iyi gelen İmamoğlu, illaki göklere çıkartılıyor. Doları yücelten akıl, “demokrasi isteyen piyasa”, Dev-Yolcuları topyekûn ele geçiriyor.
Bu
CHP siyaseti uyarınca Başaran Aksu, 2019 seçimlerinde gazeteci olarak gezindiği
işçi havzalarında işçileri CHP’ye örgütlemekle övünen tvitler atıyordu. “Genel
seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun farkla kazanacağı yalanının büyütülmesi sürecinin
parçası olup, sonra da büyük bir hayal kırıklığı ve şaşkınlık yaşayan sosyalist
hareket” demesine aldanmamalı. Bu dediğini bizatihi kendisi ve yoldaşları
yaptı. Bunlara yalan söylesin diye para veriyorlar.
Gençlik
Komiteleri, bir CHP derneği. Pandemi döneminde halka yönelik, halk karşıtı
operasyona destek oldu. Küçük çocuklara içeriği bilinmeyen, yan etkileri test
edilmemiş, tekellerin ticari ve askeri silahı olan aşının vurdurulması yönünde
çalışma yürüttü. O “holdingcilerin” üniversitelerinin tanıtımını yapan, onları
öven reklâm filmleri hazırladı. Bugün de güya Filistinliler için yürüyor. Ama o
üniversitelerin sahiplerinin İsrail’le ilişkilerine hiç bakmıyor. Antalya
Belediyesi’nin yalandan iptal ettiği “kardeş şehir” anlaşmasını haber
yapıyorlar, ama bu şehre akın eden İsrailli turistlere tek bir taş atmıyorlar.
Atamazlar.
Bu
tür CHP dernekleri, geçmişte dışişleri bakanı iken İsrail’i ziyaret eden ve
anlaşmalar imzalayan, oranın emriyle ülkeye dönüşte “Türkiye-İsrail ilişkileri
her alanda daha da ilerleyecek. İki devlet, Ortadoğu’nun yeniden
yapılandırılmasında işbirliği yapacak”[2] diyen Hikmet Çetin’in dediğine aykırı
bir şey yapamazlar. Bugün karşı çıktığı ticari ilişkilerin Çetin gibi isimler
eliyle kurulduğunu, devletin bu ilişkiler uyarınca hareket ettiğini
söyleyemezler. Çetin’in emrinden çıkamazlar.
Çetin
gibiler, CHP’nin “derin devleti”dir, o işbirliği ne emrederse o olur. CHP
dernekleri, bugün Filistin’den bahsediyorsa bu söz ve eylem, İsrail hasbarasının
parçası olarak görülmeli. O derneklerin zikrini ve fikrini İsrail ile kurulmuş
ilişkiler tayin ediyor.
Çünkü
Başaran Aksu gibiler, “Antiemperyalist, antisiyonist konum, siyasal
İslamcıların istismarcı pragmatizmine terk edilemez”[3] demeye mecbur. Onların
derdi, emperyalizm veya Siyonizm değil, ordudan ve Çetin’den gelen emirle,
Müslüman iradeye alan bırakmamak. Olur ya Hamas’ın iradesiyle bu topraklarda bir
kanal açılmasın diye uğraşmak.
Bu derneklerin tüm siyaseti, İsrail-Türkiye ilişkilerine uygundur. Dolayısıyla, bugün AKP İsrail’le tüm ilişkileri kessin, bu dernekler, sokağa illaki “Yahudi düşmanı, antisemitist AKP!” diye çıkacaklardır. Bugün o ticareti yapan patronların üniversitelerine methiyeler düzmüş olan solcular, Filistin dostu olamazlar.
“Filistin
İçin Bin Genç” tabiri de kötü çeviri kurbanı. Her CHP siyaseti gibi bu da
tercüme. “For” kelimesini düz çeviriyle “İçin” kelimesiyle karşılıyorlar, oysa
bu kelime, “lehinde, yanında, yanlısı” anlamına geliyor. “Filistinci Genç” daha
doğru.
Tabii
bu CHP’li gençler, “neden yüz bin değil de bin?” sorusunu da sormuyorlar. Çünkü
Müslüman iradeyi durdururken, gereksiz yere İsrail düşmanı bir hattı gençlik
içerisinde açma tehlikesi de barındırıyor bu tür çalışmalar. O nedenle,
gençlerin kafa sayısı daha baştan sınırlı tutuluyor. Hikmet Çetin’in ve Çevik
Bir’in yüce tuttuğu, Ortadoğu’yu yapılandıracak olan Türkiye-İsrail ilişkileri,
bunu emrediyor. Temsili çalışma, temsile dönüşüyor.
Bu
gençler, mecliste faal olan ve ağırlıklı olarak CHP’lilerden oluşan İsrail
Dostluk Derneği’ne tek laf edemezler. Birgün’de “İsrail yıkılsın demek
antisemitizmdir, Yahudi düşmanlığıdır”[4] diyen İbrahim Varlı gibi Siyonist
yoldaşlarını eleştiremezler. Aksa Tufanı’na karşı her türlü kara propaganda
faaliyetini burada yürüten Nevşin Mengü gibilere karşı çıkamazlar. Metin Cihan
gibi çıkıp ekranlara, önünü ilikleyip, Filistin’e destek veren yazardan ödülünü
geri alan Batı’nın istihbaratıyla ilişkili Can Dündar ve Sedat Peker’in elemanı
olan Erk Acarer gibi kişilere rapor verirler. Bunların “Filistin dostluğu”,
yalandır. İsrail’in çalışmalarının bir parçasıdır.
Bunlar,
Suriye halkından çalınan petrolü götürüp İsrail’e satanlara da tek laf
edemezler. Geçmişte İsrail’le ilişkiler kesildiğinde, bu solcuların ettikleri
laflara dönüp bakılmalıdır.
Parti
CHP’dir, onun cephesi olmaya çalışıyorlar. Cephe CHP’dir, onun partisi olmaya
çalışıyorlar. Dev-Yol ve TKP, özetle budur.
Bizim
cılız hâlimizle yaptığımızsa o CHP’yle ve ardındaki güçle
ezilenlerin-sömürülenlerin iradesi adına dövüşmekten ibarettir. Bu mücadele,
şahsileştirildikçe, Dev-Yolcu ve TKP’ci kadro bize düşman edildikçe, o
mücadelenin içeriği ve anlamı idrak edilemez.
Başaran
Aksu, bu dövüşü geçmişte şahsileştirmiş, kendisine yönelik eleştirimizi bir
gece yarısı açtığı telefonda savurduğu tehditler ve küfürlerle karşılamıştır. O
konuşmada ettiği laf, önemlidir: “Siz benim itibarımı zedeliyorsunuz!”
Bahsini
ettiğimiz CHP siyaseti düzleminde itibar, hele ki siyasi itibar, nam, şöhret
önemlidir. Kariyerizm, bu anlayıştan beslenir. Bizim yaptığımız, Lenin ve
Stalin’de görülen kariyerizm eleştirisidir.
Aksu,
sendikalardaki ağalık düzenini haklı olarak (ama kendi öznel varlığına alan
açmak adına) eleştirmiş, ama eleştirisini şahıslar ve şahısların iradesiyle
sınırlı tutmuştur. Bizim kendisine yönelik eleştirimiz, bu şahsileştirmeyle ve
aynı zamanda Müslüman işçinin dinine küfrederek bir yere varılamayacağıyla
ilgiliydi. Kendisi, bu eleştiriyi “itibar suikastı” olarak değerlendirmiştir.
Odaklandığı yere kilitlenmiştir.
Solcu,
devlet ve sermaye dolayımıyla edindiği iradeyi tanrı belleyendir. Her şeye
ve herkese oradan bakar. Kendi yoldaşları başkan seçilse, sorun olmaz. Kendi
yoldaşları sendika koltuğuna otursa, bu isimler eleştirilmez. Oysa geri planda
maddi, somut, yapısal ilişkiler vardır ve her şeyi onlar tayin eder. Yani
aidatı sarı sendika ağası değil de Aksu’nun arkadaşı alsa bir şey değişmez.
Ermenek’te Aksu, belediye başkanı seçilmiş olsaydı, bu sefer işçi katiliyle
iftara bizzat kendisi katılırdı. Burada kişi değil, kişilerin yapısal maddi
gerçekliğe dair yaydığı yanılsama ve o gerçeklik eleştirilmektedir. Buna şahsi
cevap geliştirip, tehditler ve küfürler savurmanın bir anlamı yoktur.
Solcu,
kendisini irade, başkasını nesne zanneder. O nedenle, “O siyasi aklın AKP’nin
aşınmış figürlerine, örgütle ilk günden beri emek harcayanları ezerek
listelerde daha önde yer vermesi hataydı” der, ama AKP’nin tepesinde ve
ardındaki güçlerin o hatayı bilinçli ve iradi olarak yapmış oldukları
ihtimalini aklına bile getirmez. Çünkü akıl, sadece solcuda vardır, sağcıda
akıl olamaz!
Bu
açıdan, CHP’yi parti veya cephe olarak gören, kerterizini oradan alan
sosyalist hareket, teslimiyetçidir, uzlaşmacıdır, reformisttir, böyle olmaktan
kurtulamaz.
Başaran
Aksu’yu da içeren sosyalist hareket idealisttir, “bu düzende sağlam çark olmaz”
diyen Pir Sultan ise materyalist!
Aksu
türü solcular, düzenin yönelimlerini bu iradecilikle asla okuyamazlar. Sadece
kendilerini görürler, sadece kendilerini görmek isterler, sadece kendisinin
görülmesini isteyenleri örgütlerler. Bize, görülmeyen, görülmeyeni gösteren,
görülmeyenin gücüne örgütlenenler lazım.
Aksu,
bu körlükle, Mayıs seçimi sonrası AKP’nin bizatihi Altılı Masa’nın ve CHP’nin
kaleme aldığı programı uyguladığını görmez, görmek istemez. Ama “Biz, önümüze
kısa vadeli hedef olarak Şimşek Programı’nı işlemez kılmayı koymalıyız, tüm
olanaklarımızı ve ilişkilerimizi bu programı dağıtmak hedefiyle harekete
geçirmeliyiz” der. Nedense bu programı CHP açıkladığında tek bir itiraz
geliştirmez. Çünkü özünde Başaran Aksu gibilerin teorik, ideolojik ve politik
varlığı CHP’lidir, oradan çıkamaz.
Başaran
Aksu, Şimşek Programı’nın CHP programı olduğunu söyleyemez. Bu seçimde
yenilmişse bu programın da IMF savunan solcuların da “IMF yoksul dostudur”
diyen Hayri Kozanoğlu’nun da IMF programının uygulamaya konulmasının şart
olduğunu söyleyen, sırf eşi Dev-Yolcu diye DİSK bünyesinde çalışmış olan Gaye
Yılmaz’ın da yenildiğini göremez.
Bu
ilişkilere meftun ve mecbur olan Başaran türü solcular, CHP’nin nasıl
AKP’leştiğini, İmamoğlu’nun eşinin Emine Erdoğan’ın först leydilik kursuna
kayıt yaptırmasının sebebini anlayamazlar. Çünkü kerterizi ezilen-sömürülen
değil, CHP olanlar, sosyalist harekete yön vermek zorundadırlar. Kurtuluşumuz,
o dümenciden kurtulmaya yazgılıdır.
Eren Balkır
10
Nisan 2024
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Zevahir”, 3 Haziran 2016, İştiraki.
[2]
Aktaran: Çevik Bir ve Martin Sherman, “İstikrar İçin Formül: Türkiye Artı
İsrail”, Güz 2002, İştiraki.
[3]
Başaran Aksu, “Seçim Üzerine Notlar: Bize Partinin Cephesi Lazım, Şimdi!”, 4
Nisan 2024, Ekomite.
[4]
İbrahim Varlı, “Filistin Meselesinde Solcularla Sağcılar Aynı Şeyi mi
Söylüyor?”, 4 Kasım 2023, Birgün.





0 Yorum:
Yorum Gönder