27 Nisan 2024

,

Savaş Savaştır


Düşmanını anlamak ve onu nasıl doğru değerlendireceğini bilmek, zafer için gerekli koşullara sahip olmak demektir. Kendi kuvvetlerini ve savaş alanındaki konumlarını nasıl değerlendireceğini anlamak ve bilmek, zafer için çok önemli bir koşula daha sahip olmak demektir.

Şurası açık ki faşistler, diğer şehirlerde kolay zaferler kazanmalarını güvence altına alan genel bir planı Torino’da tam anlamıyla uygulamak istiyorlar. Yabancı birlikler göreve çağrıldı (Bolonya’dan birlikler seçilip eğitildi). Güçlerini, bildiğimiz askeri tarzda, sıra sıra dizdiler, birer gösteri gibi örgütledikleri geçit törenlerinin sayısını gün geçtikçe artırdılar.

Faşistler, toplantılara silâhlı gelinsin emri üzerinden, her an ihtiyaç duydukları insanları sürekli yanlarına çağırıyorlar. Bu sayede gizemli olaylara dair beklentiler oluşturuyorlar, bir savaş psikolojisi meydana getiriyorlar. Etrafı telâşa verenlerin sesleri orman yangını gibi yayılıyor her yana (önce sosyalist bir öğrenci öldürülecek, sonra “Yeni Düzen” gazetesinin bürosu, işçi sendikası binası, ardından da, Torino Kooperatif İttifakı’na ait kitapçı ateşe verilecek.)

Bu stratejinin ulaşmak istediği iki amacı var:

1. Proletarya güçlerini panikle ve beklemenin yol açtığı, o çileden çıkarıcı belirsizlikle dağıtmak.

2. Faşistlerin ulaşmaya çalıştıkları o amaca aşina olmalarını sağlamak.

Torinolu faşistler, diğer şehirlerde kolayca ulaştıkları zafere bu şehirde ulaşabilecekler mi? Görebildiğimiz kadarıyla, onların yardım çağrısı, Torino’da faşizmin yapısı gereği sahip olduğu zayıflığa delalet. Bu şehirde faşistler, yalnızca küçük burjuvazi içindeki bir gruba, esnafa bel bağlıyor, sırtını ancak bu gruba dayayabiliyor. Oysa esnaf kesimi, hiç de Tanrı’nın bahşettiği o savaşçı faziletleriyle bilinen bir kesim değil.

Şurası açık ki Torino’da işçi sınıfı, faşistler karşısında moral açısından üstün ve bu gerçeği faşistler gayet iyi biliyorlar. Genel İşçi Konfederasyonu içerisindeki karşı-devrimciler, (kitlelerin cesaretini kırmak ve onlardan her türlü saldırı ve savunma kapasitesini ortadan kaldırmak için) daha önce savaşa karışmamış olmaları sebebiyle işçilerin silâhlı şiddet kullanarak faşizme karşı savaşamayacakları ve onu asla yenemeyecekleri yönündeki iddialarını dile getirmeyi sürdürüyorlar.

Torino açısından bu bozguncu ve karşı-devrimci açıklama, nesnel açıdan değerlendirilse bile, yanlış. Torinolu işçiler, her daim “savaşa dair deneyimler”e sahip olageldiler. Mayıs 1915’teki genel grev, Ağustos 1917’de beş gün süren silâhlı ayaklanma, 2-3 Aralık 1919’daki örgütlü kitlesel eylem, Nisan 1920’de İrlandalıların taktiklerine başvurulduğu, herkesin ortaklaştığı bir planın uygulandığı genel grev ve işçilerin askeri sahada yığınla deneyime kavuştukları, geçen Eylül ayı içerisinde fabrikalarda yapılan oturma eylemleri, bu deneyimlerden bazıları.

Mücadelenin yürütüleceği koşulların nesnel bir tasvirini yapmak, karşılaşılan tehlikenin ciddiyetini küçümsemeye çalışmak demek değildir. Şurası açık ki bugün Torino işçi sınıfı, savaş konusunda iyi bir konumda, ama gene de bu iyi konumun bir orduyu yenilgiden kurtarmayacağını söylemek gerekiyor. Mevcuttaki iyi konum, mümkün olan her yoldan istismar edilmeli.

Diğer şehirlerde yaptıkları gibi Torino’da da faşistlerin planlarını yürürlüğe koymalarına bir an bile izin verirse, işçi sınıfının vay hâline. En ufak bir zayıflık, en ufak bir kararsızlık belirtisi bile ölümcül olabilir. Faşistlerin ilk girişimine karşı işçiler acilen, aniden ve merhamet etmeden cevap verebilmeli; Öyle bir cevap verilmeli ki bu cevabın geride bırakacağı hatıra, kapitalist efendilerin torunlarına aktarılsın. Neticede savaş savaştır ve savaşta darbelerin ne vakit indirileceğine önceden karar verilemez.

Bu arada Torino işçi sınıfı, politik partisinin sunduğu önerge dâhilinde, kendisinin faşistleri basit bir araç olarak gördüğünü çoktan dile getirdi. Faşizm, kendi hakiki tahrikçilerini, gerçek sorumlularını başka yerlerde bulmamız gereken bir hareketin kullandığı bir araçtan başka bir şey değil. La Stampa [“Basın”] isimli gazete, 27 Ocak’ta, yani dört gün önce, “faşistlere ait güçlü grubun yalnızca esnaftan, sanayici kesiminden ve çiftçilerden destek gördüğünü” yazdı.

Savaşta ve devrimde on kişiye acırsanız, bin kişiye zulmetmiş olursunuz. Macar işçi sınıfı kendisine zulmedenlere kibar davranmak istedi, şimdi ise aldığı bu kararın bedelini ödüyor. İşçi sınıfına mensup kadın ve çocuklar o kibarlıklarının bedelini ödüyorlar. Bin kişiye duyulan merhamet, sefalet ve keder getirdi. Macar proletaryasına mensup milyonları ise tümüyle ümitsizliğe sürükledi.

Darbelerin ne vakit indirileceğine henüz karar verilmiş değil. İşçi sınıfının çektiği acıyla kapitalistlerin çektikleri acı arasında hiçbir ilişki bulunmadığı için, işçiler, her zamankinden daha fazla acımasız olmalı. İşçi sendikası, birkaç işçi kuşağının büyük çabalarının bir ürünüdür. O, yüz binlerce işçinin fedakârlıklarının ve döktüğü onca terin bir sonucudur. Bu sendikanın üzerindeki mülkiyet hakkı sadece işçilere aittir. Eğer o sendika yok edilecek olursa onca çaba, onca fedakârlık, onca ter ve ona sahip olma hakkı, bir anda berhava olur.

Faşistler sendikayı, buradan da tüm işçi grubunu yok etmek istiyorlar, böylece ekmeğe, başını sokacak bir eve, üzerine geçireceği bir libasa sahip olmakla ilgili güvenceyi ve kesinliği işçinin elinden çalacaklarını düşünüyorlar. Onlar, tüm bunları işçinin karısından da çocuğundan da çalmak istiyorlar. Öyleyse işçi sendikasına dokunmaya cüret eden varsın gebersin, onu yıkmaya cesaret eden ve bu fikri savunan, yağlı ilmekte sallansın! Bir işçiye karşı yüz faşist yerin dibini boylasın. Sanayicilerin ve esnafın evleri halkın evi yanında bir hiç, zira bugün halk kendi evini kaybederse, her şeyini kaybetmiş olacak. İşçinin elinden, işçinin evladının elinden ekmeğini almaya çalışanlar, gebersin.

Savaş savaştır. Savaş gibi bir maceraya dalanlar, uyandırdığı canavarın tüm gücünü içinde hissedebilmeli. İşçinin fedakârlığıyla yarattığı, nesiller boyu işçi sınıfının yavaş yavaş ve büyük zorluklarla elde ettiği, kan ve gözyaşıyla yarattığı her şey kutsal sayılıp saygı görmeli. Kutsala el uzatıldığında, saygısızlık edildiğinde, bilinsin ki fırtına kopacak, deli dalgalar kıyıları dövecek, o saygısızlıktan sorumlu olanlar yele verilmiş, beş para etmez saman gibi savrulup gidecek. Varsın, işçinin mülküne dokunmaya cüret eden, işçinin hiçbir şeye sahip olamayacağı kulağına fısıldanmış olan o adam, ipte sallansın.

Savaş savaştır. Onu tahrik edenlere yazıklar olsun. Öte dünyaya geçmek zorunda kalan, işçi sınıfına mensup bir eylemciye bu yolculuğunda birinci sınıf bir refakatçi eşlik etmeli. Madem o sokağın üzerindeki semayı ateşin kızılı sardı, şehrin birçok yerinde kömür sobaları kurulsun ki savaşta olan işçilerin karıları ve çocukları ısınsın.

Savaşı tahrik edenlere yazıklar olsun. Madem İtalya, ciddiyetten ve onun gerekli kıldığı sorumluluktan uzak, madem İtalya, kimseyi ciddiye almamaya alışmış, madem burjuva İtalya, belki de o İtalyalı devrimcilerin ciddiye bile alınmaması gerektiğine dair o yavan tespite duçar oldu, o vakit ok yaydan çıksın. Şurası kesin ki yalnız kurdun kurnazlığından bahseden masal gerçek olmayacak, o kurt bu sefer o tuzağa düşecek.

Antonio Gramsci
31 Ocak 1921
Kaynak

0 Yorum: