Düşmanını
anlamak ve onu nasıl doğru değerlendireceğini bilmek, zafer için gerekli
koşullara sahip olmak demektir. Kendi kuvvetlerini ve savaş alanındaki
konumlarını nasıl değerlendireceğini anlamak ve bilmek, zafer için çok önemli
bir koşula daha sahip olmak demektir.
Şurası
açık ki faşistler, diğer şehirlerde kolay zaferler kazanmalarını güvence altına
alan genel bir planı Torino’da tam anlamıyla uygulamak istiyorlar. Yabancı
birlikler göreve çağrıldı (Bolonya’dan birlikler seçilip eğitildi). Güçlerini, bildiğimiz
askeri tarzda, sıra sıra dizdiler, birer gösteri gibi örgütledikleri geçit törenlerinin
sayısını gün geçtikçe artırdılar.
Faşistler,
toplantılara silâhlı gelinsin emri üzerinden, her an ihtiyaç duydukları
insanları sürekli yanlarına çağırıyorlar. Bu sayede gizemli olaylara dair
beklentiler oluşturuyorlar, bir savaş psikolojisi meydana getiriyorlar. Etrafı telâşa
verenlerin sesleri orman yangını gibi yayılıyor her yana (önce sosyalist bir
öğrenci öldürülecek, sonra “Yeni Düzen” gazetesinin bürosu, işçi sendikası
binası, ardından da, Torino Kooperatif İttifakı’na ait kitapçı ateşe verilecek.)
Bu
stratejinin ulaşmak istediği iki amacı var:
1.
Proletarya güçlerini panikle ve beklemenin yol açtığı, o çileden çıkarıcı
belirsizlikle dağıtmak.
2.
Faşistlerin ulaşmaya çalıştıkları o amaca aşina olmalarını sağlamak.
Torinolu
faşistler, diğer şehirlerde kolayca ulaştıkları zafere bu şehirde
ulaşabilecekler mi? Görebildiğimiz kadarıyla, onların yardım çağrısı, Torino’da
faşizmin yapısı gereği sahip olduğu zayıflığa delalet. Bu şehirde faşistler, yalnızca
küçük burjuvazi içindeki bir gruba, esnafa bel bağlıyor, sırtını ancak bu gruba
dayayabiliyor. Oysa esnaf kesimi, hiç de Tanrı’nın bahşettiği o savaşçı faziletleriyle
bilinen bir kesim değil.
Şurası
açık ki Torino’da işçi sınıfı, faşistler karşısında moral açısından üstün ve bu
gerçeği faşistler gayet iyi biliyorlar. Genel İşçi Konfederasyonu içerisindeki
karşı-devrimciler, (kitlelerin cesaretini kırmak ve onlardan her türlü saldırı
ve savunma kapasitesini ortadan kaldırmak için) daha önce savaşa
karışmamış olmaları sebebiyle işçilerin silâhlı şiddet kullanarak faşizme karşı
savaşamayacakları ve onu asla yenemeyecekleri yönündeki iddialarını dile getirmeyi sürdürüyorlar.
Torino
açısından bu bozguncu ve karşı-devrimci açıklama, nesnel açıdan değerlendirilse
bile, yanlış. Torinolu işçiler, her daim “savaşa dair deneyimler”e sahip
olageldiler. Mayıs 1915’teki genel grev, Ağustos 1917’de beş gün süren silâhlı ayaklanma,
2-3 Aralık 1919’daki örgütlü kitlesel eylem, Nisan 1920’de İrlandalıların
taktiklerine başvurulduğu, herkesin ortaklaştığı bir planın uygulandığı genel
grev ve işçilerin askeri sahada yığınla deneyime kavuştukları, geçen Eylül ayı
içerisinde fabrikalarda yapılan oturma eylemleri, bu deneyimlerden bazıları.
Mücadelenin
yürütüleceği koşulların nesnel bir tasvirini yapmak, karşılaşılan tehlikenin
ciddiyetini küçümsemeye çalışmak demek değildir. Şurası açık ki bugün Torino
işçi sınıfı, savaş konusunda iyi bir konumda, ama gene de bu iyi konumun bir
orduyu yenilgiden kurtarmayacağını söylemek gerekiyor. Mevcuttaki iyi konum, mümkün
olan her yoldan istismar edilmeli.
Diğer
şehirlerde yaptıkları gibi Torino’da da faşistlerin planlarını yürürlüğe
koymalarına bir an bile izin verirse, işçi sınıfının vay hâline. En ufak bir
zayıflık, en ufak bir kararsızlık belirtisi bile ölümcül olabilir. Faşistlerin
ilk girişimine karşı işçiler acilen, aniden ve merhamet etmeden cevap
verebilmeli; Öyle bir cevap verilmeli ki bu cevabın geride bırakacağı hatıra,
kapitalist efendilerin torunlarına aktarılsın. Neticede savaş savaştır ve
savaşta darbelerin ne vakit indirileceğine önceden karar verilemez.
Bu
arada Torino işçi sınıfı, politik partisinin sunduğu önerge dâhilinde,
kendisinin faşistleri basit bir araç olarak gördüğünü çoktan dile getirdi. Faşizm,
kendi hakiki tahrikçilerini, gerçek sorumlularını başka yerlerde bulmamız
gereken bir hareketin kullandığı bir araçtan başka bir şey değil. La Stampa
[“Basın”] isimli gazete, 27 Ocak’ta, yani dört gün önce, “faşistlere ait güçlü
grubun yalnızca esnaftan, sanayici kesiminden ve çiftçilerden destek gördüğünü”
yazdı.
Savaşta
ve devrimde on kişiye acırsanız, bin kişiye zulmetmiş olursunuz. Macar işçi
sınıfı kendisine zulmedenlere kibar davranmak istedi, şimdi ise aldığı bu
kararın bedelini ödüyor. İşçi sınıfına mensup kadın ve çocuklar o
kibarlıklarının bedelini ödüyorlar. Bin kişiye duyulan merhamet, sefalet ve
keder getirdi. Macar proletaryasına mensup milyonları ise tümüyle ümitsizliğe
sürükledi.
Darbelerin
ne vakit indirileceğine henüz karar verilmiş değil. İşçi sınıfının çektiği acıyla
kapitalistlerin çektikleri acı arasında hiçbir ilişki bulunmadığı için, işçiler,
her zamankinden daha fazla acımasız olmalı. İşçi sendikası, birkaç işçi kuşağının
büyük çabalarının bir ürünüdür. O, yüz binlerce işçinin fedakârlıklarının ve döktüğü
onca terin bir sonucudur. Bu sendikanın üzerindeki mülkiyet hakkı sadece
işçilere aittir. Eğer o sendika yok edilecek olursa onca çaba, onca fedakârlık,
onca ter ve ona sahip olma hakkı, bir anda berhava olur.
Faşistler
sendikayı, buradan da tüm işçi grubunu yok etmek istiyorlar, böylece ekmeğe,
başını sokacak bir eve, üzerine geçireceği bir libasa sahip olmakla ilgili güvenceyi
ve kesinliği işçinin elinden çalacaklarını düşünüyorlar. Onlar, tüm bunları
işçinin karısından da çocuğundan da çalmak istiyorlar. Öyleyse işçi sendikasına
dokunmaya cüret eden varsın gebersin, onu yıkmaya cesaret eden ve bu fikri
savunan, yağlı ilmekte sallansın! Bir işçiye karşı yüz faşist yerin dibini
boylasın. Sanayicilerin ve esnafın evleri halkın evi yanında bir hiç, zira
bugün halk kendi evini kaybederse, her şeyini kaybetmiş olacak. İşçinin elinden,
işçinin evladının elinden ekmeğini almaya çalışanlar, gebersin.
Savaş
savaştır. Savaş gibi bir maceraya dalanlar, uyandırdığı canavarın tüm gücünü
içinde hissedebilmeli. İşçinin fedakârlığıyla yarattığı, nesiller boyu işçi
sınıfının yavaş yavaş ve büyük zorluklarla elde ettiği, kan ve gözyaşıyla
yarattığı her şey kutsal sayılıp saygı görmeli. Kutsala
el uzatıldığında, saygısızlık edildiğinde, bilinsin ki fırtına kopacak, deli
dalgalar kıyıları dövecek, o saygısızlıktan sorumlu olanlar yele verilmiş, beş
para etmez saman gibi savrulup gidecek. Varsın, işçinin mülküne dokunmaya cüret
eden, işçinin hiçbir şeye sahip olamayacağı kulağına fısıldanmış olan o adam,
ipte sallansın.
Savaş
savaştır. Onu tahrik edenlere yazıklar olsun. Öte dünyaya geçmek zorunda kalan,
işçi sınıfına mensup bir eylemciye bu yolculuğunda birinci sınıf bir refakatçi
eşlik etmeli. Madem o sokağın üzerindeki semayı
ateşin kızılı sardı, şehrin birçok yerinde kömür sobaları kurulsun ki savaşta
olan işçilerin karıları ve çocukları ısınsın.
Savaşı
tahrik edenlere yazıklar olsun. Madem İtalya, ciddiyetten ve onun gerekli
kıldığı sorumluluktan uzak, madem İtalya, kimseyi ciddiye almamaya alışmış,
madem burjuva İtalya, belki de o İtalyalı devrimcilerin ciddiye bile alınmaması
gerektiğine dair o yavan tespite duçar oldu, o vakit ok yaydan çıksın. Şurası kesin
ki yalnız kurdun kurnazlığından bahseden masal gerçek olmayacak, o kurt bu
sefer o tuzağa düşecek.
Antonio Gramsci
31
Ocak 1921
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder