26 Nisan 2024

,

Özgürlük Tutulması

 

Yabancılaşma ve özgürlük korkusu, insanın üzerine çöken
en ağır duygu olmalı, yaşattığı dünyasızlığıyla!

[Engin Geçtan-Hayat]

 

Kimi insanlarda özgürlük korkusu, ona yönelik arzudan daha güçlüdür. Kapitalizmi faşizm aracılığıyla savunmaya karar verdiklerinde, bunu kapitalistlerin “vekiller”i olarak veya kapitalizmi sevdikleri için de yapmıyorlar. Bunu, genel manada sınıflı toplumun ve hiyerarşinin sonundan korktukları için yapıyorlar. Özgürlükten korkuyorlar.

Marksizm, tüm sömürü biçimlerinin temeli olarak ailenin ekonomik rolünü kabul ediyordu; kadınlara yönelik baskının varlığının ayırdındaydı, buna karşı savaşıyordu ve on dokuzuncu yüzyılın ataerkil ahlakının riyakârlığına saldırıyordu. Ancak kadınların ve çocukların ezilmesinin, kapitalizmi hepimiz için muteber kılan bilinçaltı ideolojiyi nasıl şekillendirdiği hakkında tatminkâr bir açıklama sunmuyordu.

“Sonuç olarak”, diyordu Reich, Naziler; sembolleri, elbiseleri, imgelemi ve arzuyu silahları gibi kullanarak büyük kalabalıklara ‘kan ve toprak’ hakkında atıp tutarken, komünist liderler yalnızca rakip bir kürsüde durup işsizlere yüksek sesle işsizlik istatistiklerini okuyabiliyorlardı.[1]

Özgürlükten korkanların böyle yapıyor olmalarının güçlü temelleri vardı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda grevlerin, ayaklanmaların, fabrika ve toprak işgallerinin büyük dalgası ve silahlı isyanlar ile devrimler, kapitalizmin tanıklık etmiş olduğu en büyük özgürlük patlamasıydı.

Bu, bekleneceği üzere, pek çok kişiyi dehşete düşürdü. Orta sınıfa mensup kişiler işçi sınıfına içerilmek istemiyordu ve aile otomobilinden ulus devletin kendisine kadar, hayatlarına anlam katan, önemli maddi unsurlardan feragat etmeyi reddediyordu.

On dokuzuncu yüzyıl muhafazakârlarının liberalizme, demokrasiye ve bilime karşı gerçekleştirdikleri uzun erimli artçı eylem birdenbire “devrime karşı bir devrim” başlatan faşizme dönüşüverdi.

Bu, Marksizmin senaryosunda yoktu. Şu bir zorunluluk ki; malum fenomeni ikinci kez deneyimleyen bizler repertuvarımızda buna yer vermek zorundayız.

Faşizm, özgürlük uğruna savaşanların benimsediği tüm ideolojilere saldırmaya mecburdur. Yirminci yüzyılın başında olduğu gibi, Marksizm baskın özgürleşme teolojisi hâline geldiğinde, “Faşizm anti-Marksizmdir.”[2]

Marksizmi bulamadığı yerde, günümüzün “Kültürel Marksizm” paranoyasında olduğu gibi, onu icat etmek durumunda kalır. Her iki durumda da belirli toplumsal grupları Marksizmin “taşıyıcıları” olarak tanımlar ve gayri insanileştirir: Çingene, Müslüman, Afrikalı, mülteci…

Özcesi faşizm; bir özgürlük parıltısının tetiklediği özgürlük korkusudur.

Yusuf K.
26 Nisan 2024

Dipnotlar:
[1] Wilhelm Reich, Faşizmin Kitle Psikolojisi, Çev.: Yüksel Pazarkaya, Cem Yayınevi, 1998.

[2] Ernst Nolte, Faşist Hareketler, Hür Yayınları, 1980.

0 Yorum: