19 Nisan 2024

, ,

Gazze’ye Açılan Savaş


Gazze’ye Açılan Savaş:
İsrail’in Uyguladığı Vahşet Yakında Yüzleşeceği Yenilginin Alameti

 

Tüm yerleşimci sömürgecilerin son yıllarına her daim soykırım gibi sömürgeciye ait uzun soluklu vahşet pratikleri damga vuruyor. Yerleşimci sömürgeci, gücünü yitirdiğini anladığı vakit, yerli halkın isyanını mağlup etmek adına, en barbar yöntemlere başvuruyor.

Kenya’da İngilizlerin, 1963’de beyaz üstünlükçüsü sömürge idaresine son veren ulusal kurtuluş savaşı boyunca yüz bin kadar Kenyalıyı öldürdüğü tahmin ediliyor. 1956-1976 arası dönemde Portekizli sömürgecilere ve beyaz üstünlükçüsü idareye karşı Angola ve Mozambik’te verilen kurtuluş savaşları on binlerce insanın canına mal oldu.

Bağımsız olması hâlinde ırk ayrımcısı Güney Afrika’nın ölüm sürecini hızlandıracağından korkan ABD ve Güney Afrika devleti, Afrika kıtasının çeşitli yerlerinden getirilen paralı askerlerle birlikte, 1975-1992 yılları arasında Angola ve Mozambik’teki halklara karşı ırkçı bir savaş yürüttü. Bu savaşta her iki ülkenin toplam 23 milyonluk nüfusunun 1,5 milyonu katledildi. On iki milyon insan mülteci durumuna düştü.

1989’da Güney Afrika’da yerleşimci sömürgeci rejim, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ile müzakere yürütmek zorunda kalınca siyasetçi, aynı zamanda Zulu prensi Mangosuthu Buthelezi’yi desteklemek suretiyle Siyahi Güney Afrikalıların birliğini dağıtmak için uğraştı. Bu prensin takipçileri, ANC üyeleriyle çatıştı.

Bugün hükümetin Buthelezi’nin sağcı ve ayrılıkçı Inkatha Özgürlük Partisi’ne (IFP) mali yardım yaptığı, askeri eğitim verdiği biliniyor. Bu “barış süreci” denilen ve 1989-1994 yılları arasını kapsayan dönem boyunca Güney Afrika polisi ve güvenlik güçleri, yaklaşık 15.000 Siyahî Afrikalıyı öldürdü.

Aynı şekilde İsrail, Eylül 1993’teki “barış” anlaşmasını imzaladığından beri binlerce Filistinliyi öldürdü. Barış görüşmelerinden Eylül 2023’e dek uzanan “barış süreci” boyunca, ta Gazze’deki son soykırıma dek, İsrail 12.000 Filistinliyi öldürmüştü.

Fakat bu örnekler içerisinde Gazze’de yaşanan süreci anlamamızı sağlayacak en uygun örnekse Cezayir.

Halkın Mücadelesinin Şiddet Araçlarıyla Bastırılması

Eskiden Fransa’da sömürgeler bakanlığı yapmış, Kolomb öncesi döneme hâkim olan antropolog, aynı zamanda Montpellier’de faaliyet yürütmüş Protestan bir antifaşist olarak Jacques Soustelle, Ocak 1955’te Cezayir valisi oldu.

Bir ay sonra iktidara gelen ve yeni hükümeti kuran Edgar Faure’nun Tunus ve Fas’taki sömürgecilik karşıtı mücadeleleri bastırmakla meşgul olduğu dönemde Soustelle, Cezayir’i kendi bildiği gibi yönetti. Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni (FLN) tabansız bırakmak ve Cezayirlileri kazanmak adına Sections Administratives Specialisees [“Uzmanlaşmış İdari Seksiyonlar -SAS] başlığını taşıyan programı yürürlüğe koydu.

Diğer yandan, ordu da Cezayir köylerini boşaltmaya, köylüleri FLN’nin faal olduğu alanlardan uzaklara yerleştirmeye başladı. Ardından, FLN savaşçılarını kapsamlı propaganda çalışması dâhilinde “çekirge” olarak tasvir eden ordu, FLN ile mücadele edecek milisleri oluşturdu, bir yandan da kendisini Cezayirlileri “komünizm ve Mısır cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın Arap milliyetçiliği belâlarından kurtaracak güç” olarak takdim etti.

Bu girişimler, Amerika ve İsrail’in Filistinlileri “terörizm” ve İran’ın kurduğu dayanışma ilişkileri denilen belâlardan kurtarmak için ortaya koyduğu girişimlere benziyor.

Nisan 1955’te Fransa belirli bölgelerde olağanüstü hâl ilân etti ve bu OHAL’in kapsamını zaman içerisinde tüm ülkeyi kapsayacak şekilde genişletti. Cezayir köyleri toplu hâlde cezalandırıldı, insanlara ayrım gözetmeden işkence edildi. Bugün Filistin gibi yerlerde olağanlaşmış olan bu tür eylemler dâhilinde hükümet, yerleşimcilerden oluşan ihtiyat teşkilâtını yürüttüğü mücadeleye dâhil etti.

Ağustos 1955’te yaşanan ayaklanmada Cezayirliler, Filipevil şehrinde sömürgecilere, polise ve askere saldırdılar. 100 kadar Avrupalıyı öldürdüler, birçoğu yorgunluktan bitap düşüp öldü.

Fransız ordusu, polis ve sömürgedeki Fransız yerleşimcileri bu saldırıya cevap olarak binlerce Cezayirliyi öldürdü. Onlarcası bulundukları yerde öldürülürken, yüzlercesi de Filipevil’in futbol stadyumunda toplanıp hep birlikte infaz edildi. 12 ilâ 20 bin civarında insan öldürüldü. Böylelikle isyan, yeni bir aşamaya girdi.

“Evrimleşmişler” veya “seçilmişler” olarak anılan asimilasyoncular ve asimile olmuş Cezayirliler bile baskının ulaştığı seviye karşısında ürktüler ve Sustel’i terk ettiler.

Haziran 1956’da Cezayir’e 450.000 Fransız askeri getirildi. Bu askeri gücün karşısında 40.000 kişilik yedek gücün desteğini arkasına almış 20.000 kadar Cezayirli devrimci bulunuyordu. FLN de bu süreçte 2.000 kadar Cezayirli kadın örgütledi.

Köyleri ateşe veren Fransızlar yargısız infazlar gerçekleştirdiler, yakaladıkları FLN savaşçılarına veya savaşçı zannederek ele geçirdiği kişilere işkence ettiler. Cezayir’de ayrıca FLN tutsakları giyotine gönderildi. İntikam almak amacıyla FLN de on kadar Fransız yerleşimciyi öldürdü. Yerleşimciler de bunun karşılığında Cezayir kentindeki Cezayirli mahallesini havaya uçurdular ve 70 insanı öldürdüler. Buna karşı eylem yapan FLN, aynı kentin beyaz mahallesinde iki kafeye bomba yerleştirdi ve dört yerleşimciyi öldürdü.

Emperyalizmin Bulduğu Kılıflar

22 Ekim 1956’da Kahire’de Fransız hükümeti ile FLN’nin politik liderleri arasında gizli müzakereler yürütülüyor olmasına rağmen Fransız ordusu, aynı günlerde Fas’tan Cezayir hava sahası üzerinden Tunus’a uçan bir uçağa müdahale etti. Uçakta Fransızlarla gizli toplantı gerçekleştirecek olan Ahmed Ben Bella gibi FLN liderleri bulunuyordu. Bu liderler, 1962 yılına kadar tutuklu kaldılar.

Cezayir’deki isyan konusunda Mısır’ı suçlayan Fransa, Kasım 1956’da İngilizlerin ve İsraillilerin ülkeye yönelik gerçekleştirdikleri işgal harekâtına katıldı. Harekât yenilgiyle sonuçlandı ve Nasır’ın Arap dünyası genelinde sahip olduğu popülerliğini artırdı.

1956’da FLN’ye katılmış olan genç Martinikli psikiyatrist Frantz Fanon, Fransızların işgal ile ilgili gerekçelerinin anlamını şu şekilde izah ediyordu:

“Süveyş seferinde amaç gücünün zirvesine ulaşmış olan Cezayir Devrimi’ne darbe indirmekti. Cezayir halkının mücadelesini yönetmekle suçlanan Mısır’ın üzerine bombalar yağdırıldı.”

Buna karşılık, otuzlarda Nazilerden kaçıp ABD’ye sığınan, Frankfurt Eleştirel Teori Okulu’nun kurucuları, Alman Yahudi felsefeciler Max Horkheimer ve Theodor Adorno, savaş sonrasında birer Siyonist soğuk savaşçıya dönüştü ve Mısır’ın işgalini coşkuyla destekledi. Bu isimlere göre Nasır, “Moskova ile gizli dolaplar çeviren faşist bir kabile reisi”ydi.

Felsefeciler, bu tespitlerinin devamında şunları söylüyorlardı:

“Bu hırsız Arap devletlerinin yıllardır soteye yatıp İsrail’in üzerine çullanmak ve bu ülkeye sığınmış olan Yahudileri katletmek için fırsat kolladığını kimse söylemeye bile cesaret edemiyor.”

Emperyalistlerin buldukları bu türden kılıflar, bize bugün İran’ın Gazze ve Batı Şeria’daki Filistin isyanının ardındaki güç olarak görülüp hedefe konulmasını anımsatıyor. Bugün de İran, aynı söylem üzerinden, ABD, İsrail ve Arap müttefiklerinin tehdidiyle ve saldırılarıyla yüzleşiyor.

Uluslararası Düzlemde Yalnızlaştırma Girişimleri

Yerleşimci-sömürgeci düzenine karşı gerçekleştirilen direnişte seferber edilen halk kitleleri, Ocak-Eylül 1957 arası dönemde yaşanan Cezayir Muharebesi boyunca Fransızların yoğun baskılarıyla yüzleşti. Baskı araçlarından biri de sivillere uygulanan işkencelerdi.

Ekim 1957’de Fransızların baskısı, askerin, polisin ve Fransız yerleşimcilerinin gerçekleştirdikleri kitlesel katliamlar, bunun yanında, FLN liderlerinin yakalanması veya öldürülmesi üzerine Cezayir Muharebesi son buldu.

Ancak askeri açıdan mağlup olan FLN, diplomasi sahasında önemli zaferlere imza attı. Aralık 1957’de Kahire’de düzenlenen Afrika-Asya Konferansı FLN’ye destek verdi, bağımsızlık çağrısı yaptı, hatta o dönem ABD’de senatör olan John F. Kennedy, Temmuz gibi erken bir tarihte Cezayir’in bağımsızlığını desteklediğini açıkladı.

Birleşmiş Milletler içerisinde de Cezayir’in bağımsızlığına yönelik destek iyice arttı. ABD’nin çekimser kaldığı Aralık 1957 tarihli oylamada BM Genel Kurulu, Cezayirlilerin bağımsızlık hakkını tanıdı.

FLN Cezayir’de yenildi, ama savaşçılarına yönelik mücadele devam etti. Mücadele, Sakiyat Sidi Yusuf’taki katliamla zirvesine ulaştı. Şubat 1958’de Fransızlar Tunus sınırındaki şehri bombaladılar, aralarında çok sayıda çocuğun bulunduğu 70 sivili öldürdüler. Bu savaş suçu, tüm Arap dünyası ve Eisenhower yönetimince ağır bir dille kınandı.


Aylar sonra Fransa’nın yeni başbakanı olan Charles de Gaulle, 4 Haziran günü Cezayir’i ziyaret etti. Kendisini coşkuyla karşılayan yerleşimcilere şunu söyledi: “Sizi bir ben anlıyordum.” Kısa bir süre sonra yeni bir anayasa hazırlayan de Gaulle, cumhurbaşkanı oldu. Manevralarını endişe ile izleyen FLN liderleri mücadeleyi kaybetmeleri durumunda “Cezayir’in Filistin’le aynı kaderi paylaşacağını” düşünüyorlardı.

Eylül 1958’de FLN, Kahire’de Arap devletlerinin yanı sıra diğer Üçüncü Dünya ülkelerinin de hemen tanıdığı, yeni Cezayir cumhuriyetinin geçici hükümetinin kurulduğunu duyurdu.

Bu esnada Fransız gizli servisi, FLN üyelerine ve Almanya’daki Alman silâh tüccarlarına yönelik suikastlar ve saldırılar gerçekleştirdi. Cezayir’e gidecek silâhları taşıyan gemiyi Hamburg limanında havaya uçurdular. Bu süreçte Almanya’nın başındaki isim olarak Konrad Adenauer, Cezayirlilere ve diğer Müslüman kesimlere yönelik casusluk faaliyetlerine göz yumdu.

Ekim ayında de Gaulle (sonrasında soytarı Yaser Arafat’ın da kullanacağı) “cesurların barışı”ndan söz etti. Ama cumhurbaşkanı, kendi ülkesinde barıştan söz ederken, aynı günlerde Cezayir’de FLN’ye saldırılması emrini veriyordu.

Son Günler

Fransızlar, FLN’nin Ulusal Kurtuluş Ordusu’na mensup insanları takip etsin diye Cezayirli işbirlikçiler örgütledi. Bu işbirlikçilerin sayısı zamanla 26.000’den 60.000’e çıktı. Bu kişiler, tıpkı bugün Amerikalılardan ve Avrupalılardan eğitim alan, Filistin Yönetimi’ne bağlı paralı askerlere benziyorlardı.

Fransızların baskısının giderek ağırlaştığı, çok sayıda Fransız askerinin ve Cezayirli işbirlikçinin saldırılarının yoğunlaştığı Nisan 1959 itibarıyla Ulusal Kurtuluş Ordusu savaşçılarının yarısını yitirmiş bir hâldeydi. Ekim ayında Fransızlar, 2.157.000 Cezayirliyi başka yerlere taşıdı, ordunun kontrolünde olan 1.242 toplama kampı kurdu, 250.000’i aşkın insan Tunus ve Fas’a sığınmak zorunda kaldı.

Zamanla 60.000 Cezayirli işbirlikçi (“harki”) askeri birlikler hâlinde teşkilâtlandırıldı. Bu birlikler, Ulusal Kurtuluş Ordusu savaşçılarının yakalanması konusunda Fransızlara yardım ettiler. Ayrıca 19.000 işbirlikçiden bir milis gücü teşkil edildi.

Jean-Paul Sartre ve Francis Jeanson gibi Fransız felsefeciler, tıpkı Frantz Fanon gibi, Cezayir’in bağımsızlığına ve FLN’ye destek verirken, Cezayirli Yahudi felsefeci Jacques Derrida sömürgecilerden yana saf tutup Cezayir’in bağımsızlığına karşı çıktı.

Üçüncü Dünya’nın desteğiyle, BM Genel Kurulu Cezayirlilerin kendi kaderini tayin hakkına destek veren kararı oyladı. Bölünme ihtimaline karşı çıkıldı. Bu, bir önceki yıl de Gaulle’ün önerdiği bir seçenekti (oylamada 63 ülke karar lehine oy kullanırken sekizi hayır oyu kullandı, 27’si çekimser kaldı.)

BM’deki oylamadan kısa bir süre sonra de Gaulle, FLN ile müzakereleri başlattı. Fransız yerleşimciler, General Franco’nun başta olduğu İspanya’nın başkenti Madrid’de adına Organisation de l'Armee Secrete (“Gizli Ordu Teşkilâtı” -OAS) dedikleri yeni bir terörist örgüt kurdular. Nisan 1961’de İsviçre’nin Evian şehrinde Fransızlarla FLN arasındaki görüşmeler sürerken terörist yerleşimciler, Evian belediye başkanını öldürdüler.

Bu esnada, Temmuz 1961’de Fransızlar Tunus sınırındaki Bizerte şehrini bombaladılar, 4.000 kadar Tunuslu sivili öldürdüler, binlercesini yaraladılar. Burası, Fransız ordusuna ait olan, Fransızların boşaltmayı reddettikleri bir askeri üssün bulunduğu yerdi.

Birçok ülke bu saldırıyı kınadı, Fransa, uluslararası planda yalnızlaştırıldı. Ancak ABD ve İngiltere, tıpkı bugün İsrail’i BM’de koruduğu gibi o gün de Fransızların Bizerte’deki üssü boşaltmasıyla ilgili müzakere sürecinin başlamasını öneren BM kararının yürürlüğe girmemesini sağladı.

Yerleşimcilerin gerçekleştirdikleri terörist saldırılar devam etti, ama Fransız ordusu bu faaliyetlere bir süre sonra son verdi.

1962’de Cezayirliler bağımsızlıklarını kazandılar. Bu uğurda 1954’ten beri 300.000 insanını yitirdiler. Fransa, Cezayir’i 1830’da sömürgeleştirdiği günden beri bu ülkede bir milyondan fazla insan öldürdü.

Bugüne dek İsraillilerin son altı ay içerisinde öldürdüğü Filistinli sayısı 40.000’i aştı. Binlercesi yıkılan binaların enkazı altında.

Yahudilerin üstünlüğüne iman etmiş yerleşimci-sömürgeci idaresini korumak için daha fazla Filistinliyi öldürmeye hazır ve hevesliler. Bugün beyaz yerleşimci-sömürgeciler, Avrupa’nın beyaz üstünlükçüleri, sömürgelerde kalan beyazlar, tıpkı İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Afrika’daki ataları gibi, İsrail’in soykırımına destek sunuyorlar. Bunlara Frankfurt Okulu’nun varisi Jurgen Habermas gibi birçok batılı aklıevvel ve aydın da eşlik ediyor.

İsrail paramparça edilip yerine ırk temelli olmayan, sömürgelikten kurtulmuş bir devlet kurulmazdan önce, bu son yıllarında İsrail’in daha kaç Filistinliyi öldürmesine izin verileceğini muhtemelen sadece Beyaz Saray’daki stratejistler biliyor.

Joseph Massad
16 Nisan 2024
Kaynak

0 Yorum: