01 Nisan 2024

,

Başka Yol Yok

Burjuvanın çocuğu siyaset yapınca “politikacı”, halkın çocuğu siyaset yaparsa “terörist”, öyle mi patron-ağa devleti!

Sermayenin genç temsilci kuşağı, takım elbiseyi giyip boynuna da kravatı geçirip burjuva-feodal partilerde siyaset yapınca iyi hoş karşılanır, hatta iyi bir saygı ve hürmet de cabası. Ekonomik getirisinden hiç bahsetmiyorum bile.

Siyaset dediğimiz de elbette mutlu azınlığın mutluluğunu baki kılmak için mutsuz çoğunluğa karşı yalan dolan, manipülasyon ve bol demagojiden ve halklar arasına düşmanlıklar yaymak, suni savaşlar yaratmak vs.’den ibaret olan burjuva-feodal siyasetinden başka bir şey değil.

Ama halkın çocukları, gençleri, hiçbir karşılık beklemeden, ait olduğu sınıfın bir öznesi olarak işçi sınıfına ve halka doğru bilgi ve bilinci taşıdığında, emperyalizmin ve onun yerli işbirlikçilerinin burjuva-feodal siyasetinin politikalarını, yalanlarını teşhir ve mahkûm edip proletaryanın siyasetini yapınca hemen “terörist” oluyor. Ya da en kötü ihtimalle, burjuvazinin sadık bekçileri olan burjuva toplum bilimcileri, o gençleri “kandırılmış, beyinleri yıkanmış kişiler” olarak takdim ediyorlar.

Tabii tüm bu “bilimsel gerçekleri”, verileri (biz, bunlara “kendilerinin uydurduğu yalanlar” diyelim) gören liberal boş durur mu? O da hemen kendi görevini layıkıyla yerine getirmek adına başlıyor, “sorun sistemde değil, sorun bu sorumsuz gençlerde, kimse onlara parasız eşit eğitim vermek zorunda değil. Herkes, aynı kalitede eğitim-öğretim ve yaşam koşullarını sahip olacak değil, hem bakın doğaya, güçlü güçsüzü ezmiyor mu, doğada her şey eşit mi?” diye gevelemeye, “yaşasın birey” demeye. Lâkin biz, onun bireyden kastettiği şeyin mutlu azınlığın özneleri olan bireyler olduğunu çok iyi biliyoruz.

Liberal, bu sefer kapitalizmin yarattığı o yoz kültürü, yabancılaşmayı, o bohem kültürü perdelemek için hiçbir karşılığı olmayan savlara sarılıp, “bakın gençler kafelerden çıkmıyorlar, ellerinden de son model telefonlar düşmüyor” türünden cümleler ile koca bir dünyanın ekonomik işleyişini ve onun yarattığı çelişkiler yumağını sığ bir anlayış ile günah keçisi yaratmanın peşine düşüyor. Bu günah keçisi, burjuvazi ve kapitalden onların sisteminden hariç herkes oluyor, ama bir türlü toplumun gerek düşüncelerini gerekse sosyal pratiklerini belirleyen üretim ilişkilerinden, özel mülkiyetten hiç mi hiç bahsedilmiyor.

Liberalin “özgürlük daha fazla özgürlük” dediği şeyin aslında temsilcisi olduğu burjuva/kapitalist sınıfın özgürlüğü olduğunu, özgürlük ve refahın aslında gerçek hayatta bir karşılığı olmadığını söylediğimizde, hiçbir bilimsel karşılığı olmayan verilerle, kendisinin yakalandığı mitomani hastalığına başkasının da yakalanmasını istiyor. İstiyor çünkü bu yalanları bu kadar ateşli bir şekilde savunmak ve inanmak için böylesi bir hastalığa sahip olmak gerekiyor.

Öte yandan, eğer çelişkiyi liberalin dediği gibi üretim ilişkilerinden üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerinden değil de tüketim ilişkilerinden açıklayacak olursak, şunu söylemeliyiz. 7/24 365 gün tüketsek, onlar kadar tüketemeyiz.

Galiba burjuvazinin ve kendilerinin tükettiği şeylerin faturasını da gençlere ve halka kesiyorlar. Sonra da bu bilimsel veriler ışığında tüketim çılgınlığından şikâyet edip paneller, söyleşiler düzenliyorlar.

Lâkin unuttukları bir şey var: bu tüketim çılgınlığı kültürü kapitalizmin bir sonucu, bir ürünüdür. Zira kapitalizmin üretim tarzı, kendisini ihtiyaçtan ziyade kâr anlayışıyla var ettiği için, düzenli, planlı, programlı üretim anlayışından yoksundur.

Öte yandan, feodal üretimden kapitalist üretime, makineleşmeye, dördüncü sanayi devrimine geçince meta üretim süresi epey düştü. Dakikalar içerisinde üretilen meta kâr anlayışı üzerinden pazarda satılmaz ise kapitalistin elinde patlıyor, elde kalan ve yeterince kâr getirmeyen meta krize yol açıyor. Bu kriz dönüp dolaşıp işçi sınıfını, halkı ve gençleri buluyor ama suçlu yine onlar oluyor!

Yani aşağı tükürsen bıyık yukarı tükürsen sakal. Değneğin iki ucu da pislik. Halka ve gençlere “gelin bu değneğin bir ucundan siz de tutun, bu sayede kapitalizmin yarattığı her türden gericilik, yabancılaşma biraz daha normalleşsin” diyorlar. Aynı pratik ve düşünce, yeterince kitle tarafından kabul görürse kimse ses çıkarmaz diye düşünüyorlar. Ses çıkarsalar bile suçun halkta olduğu söyleniyor. Gelgelelim, ne halkımız, ne de halkın çocukları, onların yarattıkları, yaratmak istedikleri rezil geleceğin bir parçası olacak.

Onlar, genç nesiller, sermayenin istediği türde apolitik yoz bir kültürün temsilcisi olmayacaklar. Sermayenin temsilcisi olan burjuva-feodal partilerde değil, kendi sınıfının genç öznesi olarak öncü komünist partide kendinin sınıfının ve halklarının temsilcisi olacak.

Onlar, “kralın sofrasında soytarı değil, halkın kavgasında birer devrimci” olacaklar. Daha fazla politikleşecekler. Toplumsal uzlaşmaz çelişkileri ait oldukları sınıfın siyasi, ekonomik, felsefi öğretisiyle ele alıp o çelişkileri bu öğretiyle çözüme kavuşturacak, bu yolda kimi vakit öğrenecek kimi vakit öğretecek.

Son olarak gençlere “gelecek sizin eseriniz olacak” diyen burjuva aydınlanmacılarına şunu söyleyelim: “Evet, gelecek gençlerin eseri olacak, ama bu eser, sizin istediğiniz gibi bir eser olmayacak. Bizim istediğimiz olacak ve o eser sosyalizm adını taşıyacak!”

Devrimci sanatçı Yılmaz Güney’in dediği gibi: “Bir tek kurtuluş var devrim, başka yol, başka kurtuluş yok.” Ve biz gençler bunu çok iyi biliyoruz.

Serkan Yıldırım
27 Kasım 2020

0 Yorum: