08 Nisan 2024

Teçırizmin Sonuçları


Kanaatimce Teçırizm, serbest piyasacı otoriter ekonomik-politik düzenle uyum içerisinde olan, sınıfsal politik bir rejimdir.

Thatcher ve Major hükümetleri, hem iktidar bloğunun gerçekleştirdiği saldırıyı tetiklediler hem de onu koordine ettiler. Bu saldırı, sermaye lehine ve örgütlü emek aleyhine olan politikaların sürekli tatbik edilmesinde karşılık buldu.

Teçıristler, işçi sınıfının militan kesimlerini marjinalleştirdiler, İşçi Partisi ve sendikal hareket içerisinde ayrışmalara neden olan endüstriyel ilişkiler kanununun baskıcı bir biçimini uygulamaya koydular. Böylelikle Teçıristler, kapitalist sınıfın hâkimiyeti yeniden ele geçirmesi anlamına gelen “yönetme hakkı”nın tekrardan tesis edilmesini sağladılar. Başka bir ifadeyle, emekle sermaye arasındaki çelişkideki düğüm çözüldü ve aralarındaki ilişki, yetmişlerde sermayenin sağlam bir zemin üzerinde sürece hâkim olduğu gerçekliğe evrildi. Bu anlamda, söz konusu saldırı, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde eşine rastlanmayan bir olgu olarak, istikrarın tesis edilmesiyle neticelendi. Oysa daha öncesinde iktidar bloğunun gerçekleştirdiği saldırılar, böylesi bir sonuca ulaşamadan başarısız olmuşlardı.

Aslında burada Teçıristlerin epey başarılı olduğundan söz edilmiyor ki böylesi bir iddia, oldukça basit kaçardı. Teçıristlerin sicilini anlamlı bir şekilde değerlendirebilmek için bizim süreç içerisinde kullanılan ölçütleri ve bakış açılarını netliğe kavuşturmamız gerekiyor. Benim açımdan asıl anlamlı olan da Teçıristlerin sınıfsal politika ve ekonomik düzen siyaseti alanlarında elde ettikleri başarıları ve yaptıkları hataları incelemek. Bu inceleme, doğalında bizi şu iki yalın soruyla baş başa bırakıyor:

1. Teçıristler, sermayenin emek üzerindeki hâkimiyetini muhafaza edip kapitalist sınıfın hâkimiyetini güvence altına alabildiler mi?

2. Teçıristler, sermaye birikiminin istikrarlı seyretmesini sağlayabildiler mi?

Bu türden soruların iki açıdan faydalı olduklarını görmek gerekiyor.

1. Teçırizm tartışması iki ayrı üzerinden ilerliyor ve bu iki kamp uzlaştırılmalı. Her şeyin ötesinde Stuart Hall, Martin Jacques ve Colin Leys, esas olarak Teçırizme dair yargılarını birinci soru temelinde dile dökerken, kendilerini “dörtlü çete” olarak adlandıran, Bob Jessop, Kevin Bonnett, Simon Bromley ve Tom Ling’den oluşan grupsa ikinci soruya cevap veriyor.

2. Bahsi geçen ölçütler, seksenlerde ve doksanlarda Muhafazakâr Parti siyasetine dışsal olan bir bakış açısı üzerinden değerlendirilmiyor. Başka bir ifadeyle, bu ölçütler, esasen Thatcher ve arkadaşlarının dile döktükleri amaçlara bigâne değiller.

Muhafazakâr Parti’nin 1979 genel seçimi için kaleme aldığı manifesto, Thatcher hükümetinin sanayi genelinde sorumlu yönetim meselesine uzak, sendikalara yakın duran pazarlık güçleri arasındaki dengeyi bir tarafın hayrına olacak şekilde bozmaya çalışacağını söylüyor. Bu ifade, sınıfsal politikada etkili bir stratejinin uygulanmasına dönük bir taahhüt olarak okunabilir. Manifesto, ayrıca Thatcher hükümetinin “ekonomik büyüme”yi teşvik edeceğini söylüyor ki bu, bence ekonomik düzen siyasetinde başarılı bir yol açma vaadine denk düşüyor.

Thatcher ve maiyetinin sınıfsal hâkimiyetin tesis edilmesi ve yeniden üretilmesiyle alakalı politikaların belirlenip yürürlüğe konulmasında başarılı olduğu çok açık. Bu isimler, militan sendikacılarla kapışıp, sendika kanununu değiştirerek, ev sahibi olanların sayısını artırıp finans sektörünü canlandırarak, sınıfsal güç ilişkilerini pratikte değiştirdiler. Hükümetin müdahaleleri İngiltere’yi, yetmişlerin sonlarına damga vuran, emek-sermaye arasındaki çelişkinin düğümlendiği noktadan uzaklaştırıp, sermayenin hâkimiyetinin neredeyse hiçbir itirazla karşılaşmadığı doksanlardaki duruma taşıdı.

Aynı zamanda Teçıristler, orta ölçekte istikrarlı bir sermaye birikimi için gerekli koşulları yaratamadılar. 1987’de borsa çöktü. Thatcher’ın maliye bakanı Nigel Lawson’a atfen, “Lawson Yükseliş Dönemi”nin bir tür balon olduğu görüldü. On yıl içerisinde ülke, iki kez resesyona tanıklık etti. Bunun yanında, Thatcher ve Major hükümetlerinin para politikası alanında yürüdükleri yol, ülkeyi döviz krizine sürükledi ve bu kriz, sterlinin Avrupa Döviz Kuru Mekanizması’ndan çıkmasına neden oldu. Daha da önemlisi, bu hükümetler, İngiltere’yi 2007 sonrası yaşanan o Büyük Resesyon’la zirvesine ulaşan bir dizi ciddi krizi meydana getiren, finansın yönlendirdiği birikim stratejisine mahkûm ettiler.

Madalyonun bir yüzünde finansa yönelik bağımlılıktaki artış yazıyorsa, diğer tarafında sanayinin küçüleceği yazılıydı. Thatcher döneminde imalat sektöründe istihdam edilen işçi sayısı 1979-1992 arası dönemde yüzde 36 oranında azaldı. Ayrıca Teçırizmin benimsediği yeni Rikardocu strateji, düşük ücretler ve yoğun çalışma üzerinden rekabeti besledi. Aslında 1986 yılında İngiltere’de emeğin maliyeti, diğer tüm sanayileşmiş ülkelerin hepsinden daha düşük düzeydeydi. Bu da sanayideki canlanma için ihtiyaç duyulan yatırımlara mani oldu. Seksenlerde yeni yapılan yatırımların miktarında ciddi bir düşüş yaşandı ki bu, aslında üretimin, araştırma-geliştirmenin, eğitimin-öğretimin fiziksel yapısıyla alakalı bir meseleydi.[1]

Stuart Hall ve Dörtlü Çete arasındaki tartışmaya geri dönecek olursak; Hall ve arkadaşları, sınıf politikası alanındaki başarılara vurgu yapmakta haklıydı, ama öte yandan, Dörtlü Çete de ekonomik düzen siyaseti denilen alandaki başarısızlıkları öne çıkartmakta haklıydı. Bu anlamda, iki grubun da aldıkları konumların birbirini dışlamadıklarını görmek gerekiyor.

1979 tarihli manifestolarında Teçıristler, ileride kurulacak Muhafazakâr Parti hükümetinin aslî amacının “ekonomik ve toplumsal hayatı, enflasyonu kontrol altına alıp, sendikal hareketin görevleriyle haklar arasında adil bir denge tesis ederek, toplumu yeniden sağlıklı kılmak” olduğunu söylüyorlardı. Elbette burada enflasyona yapılan vurgu, esasen parasal istikrarın sürdürülebilir büyümeyi sağlayacağına dair monetarist önermeyle alakalıydı. Bir bütün olarak Thatcher ve Major hükümetleri enflasyonu düşürmeyi bildiler. Üstelik yetmişlerin ortalarında enflasyonun rekor seviyelere ulaştığı dikkate alınacak olursa, bu açıdan söz konusu hükümetlerin enflasyonu düşürme konusunda sergiledikleri performansın o kadar da kötü olmadığını belirtmek gerekiyor. Buna karşın, eldeki verilerin de tümüyle tutarlılık arz etmediğini belirtmeliyiz. Perakende fiyat endeksine göre enflasyon 1979’da yüzde 13,4 iken 1983’te yüzde 4,6’ya geriledi. Lawson yükseliş dönemi ile birlikte enflasyon bir kez daha yükseldi ve 1990’da yüzde 9,5’e çıktı, Major’ın görevinden ayrıldığı 1997 yılında ise yüzde 3,1 oldu.

Ama gene de “enflasyondaki düşüşün sebebi ne ölçüde Teçırist politikalardır?” ve “enflasyon küresel düzeyde işleyen genel eğilimlerin neticesinde mi düştü?” gibi sorular cevaplanmayı bekliyor.[3] Her ne olursa olsun, enflasyonun İngiltere’de kapitalizmin genel “sağlığı” konusunda iyi bir gösterge olup olmadığı, tartışmalı bir konu. Her şeyden önce Thatcher döneminde iki derin resesyon yaşandı ve finans sektörüne yönelik bağımlılık arttı.

Teçıristler, “adil denge”den neyi kastettiklerini hiçbir zaman söylemediler. Thatcher ve şürekası, sendikaların haklarını ellerinden aldı, onları “dengeleme” konusunda az çok sahip oldukları beceriden büyük ölçüde mahrum bıraktı. Görünüşe göre bu “adil denge”, Teçıristlerin militan sendikacılığı marjinalleştirme amaçlarını gizleyen şifreli bir ifadeydi. Bu konuda başarılı olduklarını kimse inkâr edemez.

Benim çıkarımıma göre sendikalara saldırırken kullandıkları, “sendikalar yetmişlerdeki krizde suçluydular” görüşü de “sendikalar zayıflarsa İngiltere’deki toplumsal ve ekonomik hayat ilerler” inancı da aynı ölçüde kusurlu ve yanlıştı.

İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan hükümetlerin uyguladıkları muhtelif ücret politikaları uyarınca ücretlerin kısıtlandığı koşullarda, önemli sayıda sendikacının militanlığa yüz çevirmeleri hiç de şaşırtıcı bir gelişme değildi. Zira bu ücret politikaları:

a. İşçilerin yaşam standartlarının durağan seyretmesine, gelişmemesine ya da Toplum Sözleşmesi örnekliğinde görüldüğü üzere, bu standartların gerilemesine neden oldu;

b. İngiliz ekonomisinin toplam performansını somutta hiçbir şekilde iyileştirmediler.

Ülke genelinde sendikalarda yaygın olarak görülen militanlık, esasen iktidar bloğunun içinde yer alan sanayici hizbinin kente hâkim olamamasının ve üretimci bir stratejiyi yürürlüğe koyamamasının, bunun yanında, böylesi bir hamleye destek verecek kurumlardaki zayıflığın bir sonucuydu. Sendikalar sorun teşkil etmedikleri için, çözümü onlara yönelik saldırılar getirmeyecekti.

Teçıristler, enflasyonu düşürüp sendikaların sürece müdahale etme becerilerini ortadan kaldırmayı bilseler de bu başarıyı İngiliz toplumunu ekonomik ve toplumsal açıdan sağlıklı kılacak adımlar takip etmedi. Bilâkis, Teçıristler, finans piyasalarını serbestleştirmek için daha fazla hamle yaptılar, sanayiye karşı yürüttükleri mücadele de süreç içerisinde bugün İngiliz ekonomisinin yetmişlerdeki kadar “hasta” görünmesine neden olacak koşulları meydana getirdiler. Birkaç yıl önce David Cameron bile İngiltere’nin “beli bükük bir toplum” olduğunu söylemişti.[4]

Şurası açık ki Cameron’ın bu açıklaması, Brown hükümetini puanlamaya yönelik bir çabanın ürünü. Bu noktada belirtmek gerek ki “toplumsal sorunlar”daki derinleşmenin sebebinin salt Yeni İşçi Partisi hükümetleri olduğunu söyleyemeyiz.

Richard Wilkinson ve Kate Pickett’ın aktardığı istatistikî veriler, aşırı gelişmiş kapitalist toplumlarda görülen, ölüm oranları, obezite düzeyi, ergenlerde doğum oranları, intihar oranları, düşük güven düzeyi, insanlarla ilişki kuramama, çatışma düzeyleri, ırkçılık, çocuklarda kötü eğitim performansı, hapishanelerdeki insanların oranı, aşırı doz uyuşturucu kullanımı sonucu yaşanan ölümlerin sayısı ve düşük toplumsal hareketlilik (sınıf atlama imkânının ortadan kalkması) gibi önemli “toplumsal sorunlar toplumsal eşitsizliklerle ilişkili.[5] Belirli bir toplumsal formasyonun “sağlık düzeyi”ni gösteren güvenilir bir endeks aranıyorsa, bu noktada o formasyonun eşitsizlik düzeyine bakılmalı.

Bu bağlamda, Thatcher ve Major hükümetlerini “toplumu eski sağlığına kavuşturma” hedefine ulaşıp ulaşmadığını anlamak istiyorsak, gelir eşitsizliğinin orta ölçekte gelişim düzeyini ölçmemiz gerekir. Bu konuda kullanılacak istatistik aracı ise “Gini katsayısı”dır. Sıfır-bir arasındaki bir değerde ifade edilen bu katsayı, toplumsal bir ortamda gelir eşitsizliğinin ulaştığı düzeyi gösterir. Bu anlamda sıfır (0) topyekûn eşitliğin, bir (1) ise topyekûn eşitsizliğin olduğunu ortaya koyar (bu durumda bir kişi eldeki tüm parayı alırken, kalan kişilerin eline hiçbir şey geçmez.).[6]

Birleşmiş Milletler Üniversitesi Dünya Kalkınma Ekonomisi Araştırmaları Enstitüsü’nün topladığı verilere göre 1961-1979 arası dönemde İngiltere’nin Gini katsayısı nispeten istikrarlı seyretmiş, 1961’de 0,233 iken 1979’da 0,264’e gelmiş. 1979 birden yükselip 0,338’e çıkmış. Sonrasında yeniden üst bir seviyeye gelip bir süre bu değerini korumuş. Blair 1997’de başbakan olunca, bu katsayı 0,336 olmuş.[7]

Neticede Gini katsayısı Thatcher döneminde epey yükselmiş, Major hükümeti döneminde ise konumunu muhafaza edip güçlendirmiş. Bu açıdan, Teçıristlerin ülkenin “toplumsal sağlığı”nı iyileştirmek şöyle dursun, onu daha da kötüleştirdiğini söylemek için elimizde somut gerekçelerimiz mevcut.

Sonuç olarak; “toplumsal” ve ekonomik ölçütler üzerinden değerlendirildiğinde, Thatcher ve Major hükümetleri kötü bir sicile sahiptirler. Bu hükümetler, kırklı yılların sonundan altmışların sonuna dek ülkeye hâkim olan Keynesçi birikim stratejisinden kökten farklı bir stratejiyi uygulamaya koymuşlardır. Bu stratejiyle söz konusu hükümetler, eşitsizliği artıran politikaları uygulamak suretiyle, İngiliz toplumunun belini kırmıştır. Neticede bu hükümetler, “ani yükselişlerle ve ani düşüşlerle” malul ekonomideki hastalığa deva olmadığı gibi, değişken ve istikrarsız para yanında, giderek kökleşen eşitsizlikler sorununa da çözüm sunamamıştır. Thatcher ve Major hükümetleri, hastaya semptomları bir süreliğine ortadan kaldıran bir ilâç vermiş, ama orta vadede hastanın sağlığını daha da kötüleştirmişlerdir.

Alexander Gallas

[Kaynak: The Thatcherite Offensive: A Neo-Poulantzasian Analysis, Brill 2016, s. 275-279.]

Dipnotlar:
[1] Peter Nolan, “Walking on Water? Performance and Industrial Relations under Thatcher”, Industrial Relations Journal, 1989, Sayı: 20(2): s. 83, 85; Peter Nolan, “Trade Unions and Productivity: Issues, Evidence and Prospects”, Employee Relations, 1992, Sayı: 14(6): s. 4–5, 16.

[2] Yayına Hz.: Ben Jackson ve Robert Saunders, Making Thatcher’s Britain, Cambridge: Cambridge University Press. 2012, s. 271.

[3] Bkz.: The Thatcherist Offensive: A Neo-Poulantzasian Analysis, 6. Bölüm, s. 124-163.

[4] British Political Speech Archive, “Leader’s Speech, Birmingham 2008”, BPS.

[5] Richard G. Wilkinson ve Kate E. Pickett, “The Problems of Relative Deprivation: Why Some Societies Do Better Than Others”, Social Science & Medicine, 2007, Sayı: 65(9): s. 1965; kıyaslama için bkz.: Wilkinson ve Pickett, The Spirit Level: Why More Equal Societies Almost Always Do Better, Londra: Allen Lane. 2009.

[6] Wilkinson ve Pickett, The Spirit Level, s. 17–18.

[7] United Nations University, World Institute for Development Economics Research, “Gini”, Unu, erişim tarihi: 16 Nisan 2009.

0 Yorum: