02 Nisan 2024

,

Kriz, Savaş, Seçim


Kriz ve savaş koşullarındayız. Finansal krizin militarizasyonu beslediğine dair tezler tartışılıyor bugünlerde.[1] Kâr oranlarının düştüğü, finans alanına kaçıldığı, bu alana yönelik yatırımların silâh şahsında cisimleştiği iddia ediliyor. Emeğin payı düşüyor, ücretleri ve hayatı eriyor. Toprak gaspları, madencilik, bu koşullarda gündeme geliyor.

Bu ülkede kriz ve savaşla bağlantılı gelişmeleri emperyalizm bağlamında okumayanlar, ya cahil ya da hain. Emperyalizm, eksik ve yanlış değerlendiriliyor. AKP’nin bu bağlamdaki yeri görülmüyor. AKP karşıtlığı temelinde, gizliden ya da açıktan, emperyalizmden medet umulduğu için AKP’nin varlığı yanlış anlaşılıyor. Bu nedenle, bu tür seçim momentleri ve sonuçları yanlış değerlendiriliyor.

Bizim Geert Wilders’in “devrim” saydığı gelişmeye sevinmemizi kimse beklemesin.[2] Bu seçimin sonucunu “AKP’ye karşı Atatürk’ün zaferi” olarak okuyanlar, yalan söylüyorlar. AKP’nin o Atatürk cumhuriyetine hizmet eden bir aparat olduğu gerçeğini örtbas ediyorlar.

AKP ve CHP’nin gerisinde bir devlet var. O devlet içi gerilimler, AKP ve CHP’yi var ediyor. Onlara yön veriyor. 2019’da olduğu gibi bu seçimde de o devlet, çeşitli müdahalelerle krizin ve savaşın yükünü taraflara dağıtma yoluna gitti. Neticede seçim sonrası AKP saflarında “yanlış adaylar çıkarttınız” yaygarası kopartılıyor. Onca yılın deneyimine sahip partinin aday tercihlerini yanlış yapması imkânsız. Bunu, AKP’nin belediye seçimi sathından çekildiğinin delili olarak görmek mümkün. Bu çekilme, devletin emri olmalı.

Ayrıca, bu ülkede istihbaratın eski adı “Seferberlik Tetkik Kurulu”. Bugün eski genelkurmay başkanı “Ordu olarak biz Fethullah’a karşı koyamadık, Fenerbahçe koydu” gibi komik bir açıklama yapıyor. Bu söze inanmamızı istiyor. “Kozmik odayı açmak zorundaydım” diyor. Bu zorunluluk, iradenin başka ellerde olması ile ilgili. O oda açıldığında bir isim TV’ye çıkıyor ve “Fethullahçıların bu ülke işgal edildiği vakit devletin seferber edeceği, halk içine yerleştirilmiş kadrolarının listesini almak istediğini” söylüyor. Bu liste bir Kurtlar Vadisi uydurması mıdır, yoksa Kurtuluş Savaşı öncesinden beri gerçek midir, devletin elinde gerçekten de yönlendirebildiği kadrolar ve kitleler var mıdır, seçim sabahının ilk saatlerinde oya giden askerler, gerçekten AKP’ye mi yoksa CHP’ye mi oy vermeye gitti, bilmiyoruz.

Neticede AKP’nin “yanlış tercihler”i, kötü adayları nesnel planda CHP’yi ve kitlesini krize ve savaşa ortak etti. İzleyen konumundan çıkarttı. Belediye seçiminin sonucu, bu ortaklaşma sürecinin tamama erdirildiğini gösteriyor. Nesnel planda CHP’nin eli artık taşın altında. Kriz ve savaş düzleminde CHP, kitlesinin hükümet karşıtı pozisyonunu yalan da olsa korur, ama devlet karşıtı pozisyon almasına asla izin veremez. Bu “zafer”, CHP’yi de dönüştürecektir. Dönüşümünü hızlandıracaktır.

Devlet, biz kriz ve savaş konusunda belirli sonuçları haberlerden okumazdan önce önlem alıyor, hamleler yapıyor, kadrolar yetiştiriyor, kullandıklarını rafa kaldırıyor. Ülkenin “kara kitle”sini AKP-MHP’yle, “mavi kitle”sini CHP’yle tutuyor. Devlet, 2001 esnaf eylemleri veya Yozgat’ta çıkan isyan gibi olaylar şahsında, o kara kitlenin neler yapabileceğini biliyor. Arada AKP ve kitlesinin de dayak yemesi gerekiyor.

Bu seçimde birden, son haftada bir dip dalganın açığa çıktığı söyleniyor. Devletin bu tür ani sürprizleri kabul etmesi mümkün değil. Bu anlamda, “Devletten ve sermayeden ari, azade, bağımsız bir AKP var ve ona geri attırmak görevimiz” diyen, devleti ve/veya sermayeyi sütten çıkmış ak kaşık gören sol yanılsamadan uzak durmak gerekiyor. Solun “bak” dediği yere bakmamak, “bakma!” dediği yere bakmak şart.

Seçim sonucu bağlamında bugünün sorusu şu: devlet ve sermaye, yıllardır aradığı, beklediği, hayal ettiği “AKP tipi rejim”i yıkmaya hazır mı, gerçekten yıkmak istiyor mu? Erdoğan denilen kişinin kaprislerinden ve heveslerinden bağımsız bir devlet var mı? Varsa o devletin derdini, muradını anlamadan, sadece Erdoğan’ın mimik ve jestlerine odaklanmak, siyaseten ve teorik olarak bize ne kazandırır? Bugün “Erdoğan var, AKP yok” diyenler, o AKP’yi ve kitlesini yok etmek isteyen iradenin sınıfsallığını hiç sorguladılar mı? O iradenin yok edilmesini Erdoğan da istemiş olabilir mi? Onu “yüce bir dava adamı” gibi sunan yanılsama, sola ne etti böyle?

Sol, AKP’nin varlığını, 2006’daki Cumhuriyet gazetesinin attığı “Tehlikenin farkında mısınız?” manşetiyle öğrendi. O manşetten beri AKP’yle mücadele ediyor. Tüm gündemini rafa kaldırdı ve AKP’yi geriletmek için uğraşıyor. Tek siyaseti bu. Onu bağdan ve bağlamdan kopuk ele alıyor. O manşetten önce AKP’nin liberal, AB’ci, demokrat imajına aldandı, onunla birlikte yürüyebileceğini düşündü.

Gazetenin o reklâmının altına bir de bir emir pusulası iliştirilmişti. Orada “Cumhuriyet’inize sahip çıkın” yazıyordu. “Cumhuriyet” sözcüğünü takip eden iyelik eki, bizi bir şeylere ortak etmek istiyor gibiydi. Kandık. Hiç bizim olmayan, ağaların-paşaların olan düzene hep beraber bağlandık. O günden beri o ağalar-paşalar tehlike dediği AKP’yle iş tuttu, güçlendi, bize onların kâhyalığı ve bekçiliğini yapmak düştü. Biz marabaydık, onlar efendi. Cumhuriyetlerini savunduk. Oysa Erdoğan da o savunmanın parçasıydı. İstediği zaman devletin sahneden indireceği bir aparatıydı. Onun bir kitlenin, halkın, kolektifin, tarihin sorumluluğunu, bilincini ve davasını üstlenmesi mümkün değil.

Kızıl Goncalar diye bir dizi çekildi. AKP ile girişilen ağız dalaşı sonrası bazı sosyalist örgütler, dizi için sokaklarda eylem bile örgütlediler. Bugün galiba herkes, dizinin esasında bir “AKP” projesi olduğunu anlamış bulunuyor. Dizi konusunda kopartılan fırtına dindi, yerini, dost sohbetlerinde yapılan utangaç eleştirilere bıraktı.

Esasında dizi, Birleşmiş Milletler bünyesinde başlatılan, kız çocuklarının okutulması projesinin uzantısıydı. Bu ülkede Bahar ve İnci Taneleri gibi diziler de dâhil, tüm diziler, devletin ve sermayenin planları uyarınca çekiliyor. Feminizm de LGBT de veganizm de devletin projelerinin alt başlıkları. Başka türlüsü olamaz. Bugün bu kesimler, polis ve zabıta eşliğinde, onların koruması altında, şehirlerin parklarında bildiri dağıtıyorlar. Bir plana ve projeye dâhiller. Kentler, toplumsal ilişkiler, hayat yeniden düzenleniyor.

Kimse, bu koşullarda, o BM projesi için Türkiye’de yapılan sempozyumun baş konuşmacısının kim olduğuna bakmıyor: Emine Erdoğan. Dizi, AKP sayesinde ortalıkta daha fazla görünür olan Müslüman ahalinin, sömürgeci ideolojisiyle büyümüş kesimle barıştırılması ile ilgili bir planın parçasıydı. Dizinin ikinci kesime, ana hedef kitleye izletilmesi için bir kayıkçı dövüşü organize edildi. Sanki AKP diziden rahatsızmış gibi bir hava estirildi. Oysa onun da parçası olduğu devletin bir işiydi bu dizi. Neticede toplum mühendisliği, kontrgerilla talimnameleriyle birlikte icra edilmesi gereken bir işti.

Benzer bir kayıkçı dövüşü, üç harfli zincir marketler için de organize edildi. Bu marketler, “İngiliz sömürgesi” olan yanımıza uygun biçimde, İngiltere’den ithal edilmişti. Zam yağmurunun ilk başladığı, insanların rafta ve kasada ürün fiyatlarının farklı oluşunu kasiyere öfke kusarak protesto ettiği, gerilimin tırmandığı bir dönemde “yalandan” bir atışma, ağız dalaşı organize edildi. Hükümetin bu marketlerle kavgalı olduğuna dair bir izlenim yaratıldı. AKP’li zaten ses çıkartmıyordu, CHP’li de “ya bunlar bizdenmiş” deyip, mevcut ideolojik gerilim ortamında, market zamlarını sessizlikle karşıladı. Zamlara yönelik öfke, bastırıldı.

Bu belediye seçimlerini de buradan okumak mümkün. Orta Vadeli Program, Şimşek adımları, bizzat “laik” sermayenin onayını aldı, yürüyor. AKP, Altılı Masa’nın programında yazanlar, “faizleri yükseltin” diye bağıran CHP’li yazarların önerileri uyarınca hareket ediyor. Böylece CHP kitlesinin de rızası alınıyor.

Altılı Masa’nın dağılmadığı, seçim sonuçlarında görülüyor. Masa dağılmadığı gibi, AKP, belki de bilinçli olarak, kitlesini sahadan çekiyor. Gerekli seçim çalışmasını yapmayarak, alanı CHP’ye bırakıyor. Bu, CHP ve kitlesine kurulmuş bir “tuzak” da olabilir. Tıpkı Kızıl Goncalar gibi geride bir plan ve proje vardır, ona kentli kitle oluşturuluyordur.

Bugün, misal, CHP’li Üsküdar belediye başkanı Validebağ’ı inşaata açarsa buna ses çıkartacak kimsenin kalmadığı daha net görülecek. Ya da Koç’un adamı olduğu söylenen İmamoğlu, Koç toplantısında Kanal İstanbul’a verilen onaya ses çıkartabilecek mi, o yönde atılacak adımlara “dur” diyebilecek mi, o da ileride anlaşılacak. Genel seçim ABD; yerel seçim AB demek. Bu sonuç AB’ye teslimiyet bağlamında bir şeyler söylüyor mu hep birlikte işiteceğiz.

Kriz ve savaş koşullarında ülkenin topyekûn girdiği bir yol var. O yol, belirli emirler veriyor. O emirlerin yerine getirilebilmesi için AKP kadar CHP kitlesinin de dönüştürülmesi gerekiyor. Sosyalist hareket, bu dönüşümde Cumhuriyet bayramlarında bacaklarına tayt geçirip zumba yapan, parklarda yogaya duran, yıldız falı bakan, kişisel haz ve çıkarlarını baş tacı eden siyasete teslim oluyor. Kara kitlenin de mavi kitlenin de sınıfsallığını ve sınıfsal-ekonomik-politik dönüşümünü anlamak istemiyor. “Tayyip’in sonu neyin başlangıcı?” sorusunu sormuyor. Körlemesine, ağaların-paşaların düzenine kulluk ediyor. Seçim sonuçlarını bu düzlemde anlamak gerekiyor.

Eren Balkır
2 Nisan 2024

Dipnot:
[1] Spectrum of Communism, “Die Börse rüstet auf: Über Militarisierung und Finanzmarktkapitalismus”, 25 Mart 2024. Türkçesi: İştiraki.

[2] Geert Wilders, “From Kurum to Atatürk”, 31 Mart 2024, X.

0 Yorum: